velÂyet-İ fakİhankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfvelâyet-i fakih / İslam devleti...

177
VELÂYET-İ FAKİH İSLAM DEVLETİ İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve Yayınlama Müessesesi Uluslararası İlişkiler Bürosu

Upload: others

Post on 29-Jul-2020

4 views

Category:

Documents


3 download

TRANSCRIPT

Page 1: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

VELÂYET-İ FAKİH

İSLAM DEVLETİ

İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve Yayınlama

Müessesesi

Uluslararası İlişkiler Bürosu

Page 2: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Velâyet-i Fakih / İslam Devleti

İmam Humeyni -ks 1. Baskı

Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve Yayınlama Müessesesi Uluslararası İlişkiler Bürosu İsteme Adresi: İran İslam Cumhuriyeti – Tahran P.O. BOX: 19575 / 614.

İRAN - TAHRAN Tel: 2283138 ve 2287774 ve: 5

Fax: 2287773

Page 3: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

İÇİNDEKİLER

YAYINCININ ÖNSÖZÜ 1

Yayıncının Önsözü 3

GİRİŞ 13

Giriş 15

1. BÖLÜM 31

DEVLET KURULMASINI GEREKLİ KILAN DELİLLER 31

Yürütme ve İdare Kurumlarının Gerekliliği 33

Hz. Resul-i Ekrem'in -sav- Sünnet ve Yöntemi 34

İslam Hükümlerinin Uygulanmasında Sürekliligin Zarureti 35

Emir'el Mü'minin Hz. Ali Bin Ebu Talib'in -s- Siyeri 37

İslam Kanunlarının Nitelik ve Niceliği 37

Page 4: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

2. BÖLÜM 39

BAZI İSLAM HÜKÜMLERİ ÜZERİNE İNCELEME 39

1- Mali Hükümler 41

2- Milli Savunma Hükümleri 43

3- Hakların Elde Edilmesiyle ilgili Hükümler ve Ceza Hükümleri 44

Siyasi İnkılabın Gerekliliği 45

İslami Vahdetin Gerekliliği 46

Mazlum ve Mahrum Halkın Kurtarılmasının Gerekliliği 48

Ahbara Göre Devletin Gerekliliği 49

3. BÖLÜM 53

İSLAMİ DEVLET VE YÖNETİM BİÇİMİ 53

Bu Yönetimin Diğer Yönetim Tarzlarıyla Farkı 55

Yöneticilik Şartları 60

Gaybet Döneminde Devlet Başkanlığının Şartları 62

Velayet-i Fakih 63

İtibari Velayet 64

Tekvini Velayet 67

Devlet, Yüce Gayeleri Gerçekleştirebilmek İçin Bir Vesiledir 68

Devletin Yüce Hedefleri 69

Bu Gayelerin Gerçekleşmesi İçin Gerekli Özellikler 70

4. BÖLÜM 73

AHBARDA VELAYET-İ FAKİH 73

Hz. Resul-ü Ekrem'in -sav- Halefleri Adil Fakihlerdir 75

Bu Rivayet Hakkında İki İhtimale Dayanarak Konuşuyoruz: 76

Page 5: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Bu Rivayetin Metnine Dair 83

Rivayetin Anlamı Üzerine 83

Peygamberler Gönderilmesindeki Gaye ve Peygamberlerin Görevleri 87

Kanunları Yürürlüğe Koyma, Ordulara Komuta Etme, Toplumu İdare, Ülkeyi

Savunma, Yargı ve Muhakeme İşlerinde, Fakihler Peygamberlerin Eminleridirler 89

Kanuna Uygun Devlet / İslâmî Hukuk Devleti 90

Yargı Makamı Kimde Olmalıdır? 9 3

Yargı ve Adaleti İcra da Adil Fakihin Uhdesinedir 94

Sosyal Gelişmelerde Kime Müracaat Edelim? 97

Kur’an- ı Mecid’den Ayetler 102

Ömer Bin Hanzala’nın Makbulesi 108

Gayrimeşru Güçlerden Adalet ve Yargı Beklemek Haramdır 110

İslamın Siyasi Hükmü 111

Başvurulması Gereken Merciler İslam Alimleridir 111

Ulema Devleti İrade Ve Yöneticiliğe Atanmışlardır 112

Ulema Devlet ve Yönetim Makamından Azl mi edilmiştir? 114

Ulemanın Tayin Edildiği Makam Ve Vazifeler Daima Mahfuzdur 115

Sahihe-i Kaddah 116

Ebu’l Bahteri Rivayeti 117

Rivayetlerin İncelenmesi: 118

Nass Yoluyla Velayet-i Fakihin İsbatı 125

Rezevi Fıkhı –adlı kitaptan- Bu Yönde Delil 126

Teyid Edici Diğer Deliller 127

5. BÖLÜM 147

İSLAM DEVLETİ KURMAK İÇİN GEREKLİ MÜCADELE

PROGRAMI 147

İslam Devleti Kurmak İçin Gerekli Mücadele Programı 149

Page 6: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Tebliğat- Propaganda- Ve Talimata – Eğitme ve Yetiştirme- Hizmet Edecek

Toplantı ve İçtimalar 154

Bir Aşura Meydana Getiren 156

Uzun Vadeli Bir Mücadele Direnci 157

Din Alimlerinin Yetiştiği İlmiye Medreselerinin Islahı 161

Sömürünün Fikri Ve Ahlaki İzlerinin Ortadan Kaldırılması 161

Ulema Kisvesine Bürünüp Mukaddes Görünmeye Çalışanların Islahı 168

Dini İlmiye Medreselerinin Tasfiyesi 170

Saray Mollalarını Dışlayın, Kovun! 173

Zalim Devletleri Yıkalım! 175

Page 7: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

YAYINCININ ÖNSÖZÜ

Page 8: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Yayıncının Önsözü

Bismillahirrahmanirrahim

Hamd A11ah'a. Yoktur yüce ve büyük Allah'tan başka güç ve kuvvet

sahibi. 0'nun resulü olan son peygamber Muhammed'le pak ve

mutahhar soyuna selam ve salat olsun.

Gerekli redaksiyon, açıklama, dipnot ve fihristlerle birlikte yeniden

düzenlenerek hak, bilgi ve hikmet aşığı siz okurlara sunulan elinizdeki

eser rahmetli İmam Humeyni'nin -ks- Necef-i Eşref’te ikamet ettiği

yıllarda 13 Zi'kade 1389 - 2 Ziyhicce 1389 hk'ye rastlayan 1.11.1348 -

20.11.1348 tarihleri arasında yapmış olduğu 13 konuşmanın toplamıdır.

Bu konuşmalar aynı günlerde İmam'ın -ra- taraftarlarınca kısmen veya

tam metin halinde çeşitli şekillerde bildiri, broşür, kitapçık..... vb. basılıp

dağıtılmıştı. Ancak 1349 hş. sonbaharında (1970) İmam'ın -ra- edit,

onay ve redeksiyonundan sonra tam metin halinde baskıya hazırlanan

Page 9: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

metin ilk kez İmam'ın -ks- Beyrut'taki taraftarlarınca basılarak gizlice İran'a

sokuldu. Aynı günlerde, diğer inkılabi müslümanların da faydalanabilmesi için

birçok Avrupa ülkesiyle Amerika, Pakistan ve Afganistan'a gönderildi. Bu kitap,

islam inkılabının zaferinden önce hş. 1356'da -1977- `İmam Musevi Kaşif ul Gıta'dan Bir Mektup" adıyla ve "Cihad-ı Ekber" ekiyle birlikte İran'da

yayınlandı.

Velayet-i Fakih de İmam'ın -ra- diğer eserleri gibi şah rejimi döneminde

yasak kitaplar listesinin başında yer almadaydı. Bu kitabın basımı, dağıtımı ve

teksirinde çalışan, hatta bu kitaptan bir tek cilt bulunduran birçok insan şahın

emniyet görevlilerince yakalanıp ağır işkencelere maruz kaldıysa da Savak'ın (1)

onca işkenceleri ve rejimin akla gelmedik baskı ve propagandalarına rağmen,

ana fıkhi temelleri elinizdeki eserde İmam -ra- tarafından belirlenmiş olan

`İslam devleti" düşüncesi günden güne müslüman İran halkının ulema,

üniversiteli vb. çeşitli kesimlerince dalıa fazla benimsenmeye başladı ve

`Velayet-i Fakih" temeline dayalı bir islam devletinin teşkili düşüncesi İmam

Humeyni -ks- önderliğindeki 15 Hordad(2)

kıyamının vazgeçilmez ülküsü haline

geldi.

(1)

Savak adıyla tanınan İran gizli istihbarat teşkilatı (Sazıman-ı Emniyet ve İttilâat-ı

Keşver) İran şahı Muhammed Rıza'nın emriyle hş. 1336'da (mi1:1957) resmen kuruldu.

Savak teşkilatı, şah rejimi muhaliflerini sindirmek ve islami mücadele ve hareketleri

ortadan kaldırmak için örgütlenmişti. Savak, ABD istihbaratı CIA ve İsrail istihbaratı

MOSSAD'la çok yakın ilişkiler içindeydi. Savak'ın siyasi tutuklulara uyguladığı baskı ve

acımasız işkenceler Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri'ne hş. 1354'te (mil: 1975'te)

`İnsan hakları konusunda hiçbir ülkenin karnesi şahın İran'ı kadar siyah değil!" dedirtecek

kadar aşırı noktalara varacaktı.

(2)

Onbeş Hordad (5 Haziran) Hadisesi: İmam Humeyni'nin -ks- başlattığı geniş islami

hareketi bastırmaya çalışan şah rejimi, batılı hamileriyle danıştıktan sonra İmam'ı

tutuklayarak meseleyi çözebileceğine kanaat getiriyor ve Savak ajanları 5 Haziran 1963'e

rastlayan 15 Hordad 1342 geceyarısı 03'te İmam'ın Kum'daki evine baskın yaparak onu

tutuklayıp Tahran'a getiriyor.

İmam'ın tutuklandığı haberi kısa sürede bütün İran'da yayıldı. Haberi duyan

müslüman halk 15 Hordad sabahının erken saatlerinden itibaren sokaklara

dökülerek yoğun protesto gösterileri başlattı. Bu gösterilerin en önemlisi Kum

kentinde gerçekleşti ve emniyet güçlerinin silahlı müdahelesi sonucu çok sayıda

insan şehid düştü. Tahran'da sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan edilince o

gün ve ertesi gün eylemler şiddetlenecek ve şaha bağlı birlikler masum binlerce

müslümanın kanını dökecekti. 15 Hordad gecesi, İran sınırları dahilinde kapalı

tutulamayacak kadar büyüktü. Şahın her yıl proaganda için harcadığı milyonlarca

Page 10: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Fakihler çeşitli münasebetlerle fıkhın muhtelif mevzularında yer yer

velayet-i fakih meselesini gündeme getirmiş ve bu hususta kimi zaman

çok kısa, kimi zaman da bir hayli tafsilatlı açıklamalarda bulunulmuştur.

Ne var ki bu meseleyele ilgili olarak derli toplu ve muntazam bir yazı,

geçmişteki fıkıh kitaplarının hiç birinde göze çarpmaz. Şüphesiz bunun

da; geçmişte islam ülkelerine hakim olan elverişsiz siyasi ve sosyal

şartlarla, zorba iktidarların sultası ve fakihlerin bu tür mavzulara

gereğince girmeye hazır bulunmamaları gibi çeşitli sebepleri vardır. Hz.

Mehdi'nin -sa- gaybeti döneminde velayet-i fakih'in yetkileri ve bu

yetkilerin sınırları hususunda şia uleması arasında öteden beri süregelen

farklı görüşlere rağmen; gerekli şartlara haiz bir fakihin bütün

müslümanlar üzerinde bir nevi velayet yetkisi taşıması gerektiği görüşü

bütün islam fakihlerince müttefıken kabul edilmiştir. Nitekim velayet

olayı ve hz. Mehdi aleyhisselamın gaybeti sırasında veliyy-i fakihin

yetki sınırları konusunda yakın tarih alimlerinin görüşlerini yansıtan

birçok kitap da neşredilmiş bulunmaktadır.

Bu cümleden olmak üzere Kacarlar(3) döneminin tanınmış ulemasından

merhum Ayetullah Molla Ahmed Neraki'nin “Evâid-ul Eyyam” adlı eresinden

sözedilebilir ki bu eserde benzerlerine oranla mezbur mevzuya daha ayrıntılı

bir şekilde girilmiştir. Merhum Neraki bu eserinde çeşitli rivayetlerden de

faydanalarak “ğaybet dönemi”nde fakihin iki mevzuda velayet hakkı

bulunduğunu ispatlamaktadır:

1- Şer'an istisna olabilecek bazı noktalar dışında; peygamber -sav- ve

Ehl-i Beyt İmamlarının -s- yetki ve velayet taşıdıkları bütün

hususlarda.

dolara rağmen bu kanlı facianın haberinin dünya kamuoyuna sızması engellenemedi.

İslam inkılabının zaferinden sonra 1979'un 15 Hordad'ın bugünü anma münasebetiyle bir

mesaj yayınlayan İmam 15 Hordad'ı da İslam İnkılabı'nın başlangıç günü ilan edecek ve 15

Hordad'ın bütün yıldönümlerinin bundan böyle genel yas günü olduğu duyurulacaktı

(3) Kacar (Türkçe tarih kitaplarındaki teleffuzuyla ‘Karçar’ veya ‘Ğacer') şahları hş.

1174-1304 (mil: 1795-1925) yıllarında İran'a hükmettiler. Sayıları 7'ye varan Kacar

şahlarının yönetimdeki beceriksizlikleri nedeniyle Kacar dönemi, İran tarihi için fâcia

sayılan dönemlerden biridir. Bu dönem boyunca, yvz kırartıcı antlaşmalarla sonuçlanan

birçok savaş vuku buldu; mezbur antlaşmalar neticesinde İran'ın verimli topraklarının

önemli bir kısmı kaybedildi. Kacar şahları döneminde İran halkı siyasi, kültürel, ekonomik,

sosyal... vb. açılardan bir hayli gerilemiştir.

Page 11: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

2- İnsanların din ve dünyasıyla ilgili bütün hususlarda.

Mezbur alim, bu iki noktayı vurguladıktan sonra fahihlerin velayet hakkıyla

ilgili on noktayı örneklemekte ve bu cümleden olmak üzere fetva verme, ilahi

hududu -hadleri- icra; yetimler, mecnunlar ve kayıpların mallarını koruma,

masum imamların -s- malında tasarruf... vb.'yi saymakta ve ilgili ayetler,

rivayetler ve fıkhi istidlallere bilhassa önem vererek meseleyi etraflıca

incelemektedir.(4)

Merhum Neraki'nin -ra- bu noktalan incelendiğinde onun velayet-i fakih

aslının devleti de kapsamına aldığı görülür; ne var ki o meseleyi sırf bu açıdan

ele alıp devletle sınırlı tutmuş ve devlet meselesini bilhassa vurgulamış

değildir.

Merhum Neraki'den -ra- sonra velayet-i fakih mevzusunu çeşitli yönleriyle

ele alıp inceleyen ve bilhassa mevzunun devletle ilgili bahsine girerek bu bahsi

bütün teferruatlarıyla ele alıp derli toplu bir şekilde `islamda velayet ve devlet"

konusuna bir açıklık getiren ilk islam alimi rahmetli İmam Humeyni olmuştur.

Nitekim daha önce de belirttiğimiz üzere Necef’teki derslerinin 13 celesesini

sırf bu mevzuya ayırmış ve böylece elinizdeki kitap ortaya çıkmıştır. Hatta 5

ciltlik ‘Kitab'ul Beyy’in 2. cildinde velayet-i fakih mevzuunu yine aynı üslupla

yazmış olduğu bilinmektedir.(5)

‘Velayet-i Fakih’ kitabında İmam Humevni -ra- ‘velayet’ aslına itinayla

değinmekte ve fakihlerin bütün vazifelerinin başında gelen bu aslı -özellikle

devlet, siyaset ve yönetimle ilgili boyutunu- fevkalede bir basiret ve dikkatle

ele almaktadır. Ayrıca, islamın bu en önemli mevzuuna gereken itinanın

gösterilmesini engelleyen siyasi ve sosyal nedenleri de mükemmel bir şekilde

incelemekte ve velayet-i fakih ve devlet idaresi mevzuunun pratik çözüm

yollarını da mükemmel fıkhi istidlallerle ortaya koyarak bu sahadaki bütün

belirsizliklere netlik kazandırmaktadır

Rahmetli İmam -ks- elinizdeki eserinde önce, islam düşmanlarının

bu dini ortadan kaldırmak için kurdukları tehlikeli komplo ve

oynadıkları oyunları açıklayarak `teknoloji çağı olan 20. yy'da islamın

toplumları yönetme kapasitesine sahip olmadığı’, ‘islamın çağdaş

sosyal ve hukuki sorunlara cevap veremeyecek kadar eski olduğu’ ve

(4)

Kitab-ul Bey, c:2, s:459-510 -İsmailiyan Yay.- Kum. (5)

Ae.

Page 12: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

esasen dindarlığın ‘ğericilik sayılması gerektiği’ gibi islam düşmanlarınca

zihinlere telkin edilmeye çalışılan propagandaların asıl gayelerini gözler önüne

serip bütün bu ithamlara mükemmel cevaplar vermekte ve düşmanın en tehlikeli

plânı olan "dinle siyaseti ayırma - laiklik-" telkinlerinin din okulları ve

medreselerde bile gerekli zemini hazırlma hususunda etkili olmaya başladığına

dikkatleri çekerek `islamda devlet yapısı' ndan sözetmek isteyen bir dinadamının

takiyye etmeye gerek duyar hale getirildiğini vurgulamaktadır. Ardından, sömürü

odaklarının propagandalarıyla vuku bulan ‘batı medeniyeti karşısında müslüman

milletlerin kimlik ve kişilik zaafı hissetmeleri’ gibi dahili zaaflara değinerek

medreseler, ulema ve müslüman düşünürlerin sosyal ve siyasi görevlerini idrak ve

bu vazifeyi ciddiyetle icraya davet edip islam düşmanlarının bu maksatlı telkin ve

şartlandırmalarına kapılmamalarını öğütlemekte ve şöyle demektedir: "...Zira

islam maddi kalkınmaya karşı değildir. Sosyal meseleler ancak ahlaki ve itikadi

çözüm yollarıyla hallolunabilir. İslam uleması kolları sıvayıp ciddiyetle uğraşacak

olursa, bu yüce dinin insanoğlunun bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek güç ve

yeterlilikte olduğu görülecektir."

Hz. Resulullah'ın -sav- halife tayin etmiş olduğunu hatırlatan İmam - ra- bunun

sadece islam ahkamını beyan için olmadığını vurgular. Zira ahkamın beyanı için

ille de halife tayininin gerekli olmayacağı ortadadır. Halife, devlet ve yönetim

içindir, ahkâm ve kuralların icrasıyla uğraşır o. Müslüman; bir islam devleti

kurulması gerektiği aslına inanacak olursa halifenin durumu ve konumu da

kendiliğinden ortaya çıkacaktır o zaman.

İmam -ks- bu kitapta islam devletinin kurulmasının gerekli ve şart

olduğuna dair önemli deliller öne sürmektedir ki bunlar şöyle

özetlenebilir:

1- Sevgili islam peygamberinin -sav- devlet kurmuş olması.

2- İslam hükümlerinin -ahkâm- her zaman uygulanma zarureti.

İslam hükümleri sadece peygamberin -sav- döneminde uygulanmak

üzere inmiş değildir.

3- İslam ahkam ve emirlerinin nicelik ve niteliği, ancak bir devlet

eliyle uygulanabilecek tarzda olduklarını göstermektedir. Mâli ve

ekonomik hükümler, milli müdafaa, hukuki ve cezai hükümler...vb.

gibi.

Page 13: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

İmam Humeyni, islam devleti kurulmasının kaçınılmaz bir gereklilik

olduğunu vurguladıktan sonra bu devlet düzeninin daha sonra maalesef

bozulduğunu; Emevilerle başlayan idâri sapmaların Abbasilerle sürdüğünü ve

daha sonra da bunlardan farklı bir uygulama görülmediğini belirtmekte ve

bunların devlet düzeninin İran'ın şahlık düzeni veya Roma imparatorluğunu ya

da Mısır Firavunlarının hükumet sisteminden farklı olamadığını

hatırlatmaktadır. Daha sonraki dönemlerde de hep bu gayrüslami devlet

modelleri süregitmiştir. İmam şöyle der: Akıl ve şeriat hükümleri, bu durumun

değişmesi gerektiğine hükmetmektedir. O halde siyasi bir inkılap vuku

bulmalıdır, bu zaruridir. Dahası, taağuti düzenlere karşı durulması, bu tür

yönetimlerin engellenmesi ve islam devleti teşekkülü için ortamın uygun hale

getirilmesi ve nihayet islam ahkâmının uygulanması gerekliliğinin yanısıra türlü

dahili ve harici faktörlerle tefrika ve parçalanmaya uğramış bulunan islarn

ümmetinin vahdeti, ve başta ulema gelmek üzere bütün müslümanların vazifesi

olan mazlumların ve mahrumların kurtarılması .. gibi yüce gayeler için siyasi bir

inkılabın vukuu kaçınılmazdır.Daha sonra imam Humeyni -ks- islam devletinin

nasıl olması gerektiğine -devlet felsefesi- dair Fazl bin Şâzan'dan(6) ulaşan

rivayeti incelemekte ve bu yolla ahbar ve rivayetlerde geçen `Sslam devletinin

kurulmasının zarureti"ni ele almaktadır.

Elinizdeki kitabın önemli bir bölümü islam devletiyle diğer devlet ve

yönetim modelleri arasındaki farkı işlemekte ve islam devletinin şartlı

ve meşrut bir devlet olduğunu, yani `Sslam kanunlarına bağlı ve bu

kanunları uygulamak için varolan `bir yönetim mekanizması olduğunu

vurgulamak istemektedir. Bu nedenle İmam Humeyni'ye -ra- göre

yasama organı ve meclis gibi kanunkoyucu kurumların görevi, kuruluş

ve bakanlıkların işleyişlerinin islami olmasını sağlayıcı kanun ve kurallar

tesbit etmektir, bilinen anlamda genel kanun değil. Zira bu anlamda

tek

(6)

Ebu Muhammed Fazl İbni Şâzan hk. 3. yy. kelamcı ve fakihlerindendir. Ehl-i

Beyt'in 9. imamı hz. Cevad'ı -s- görmüş olup, 10. imam Hâdi hazretlerinin –s-

ashabındandı. 11. İmam hz. Hasan Askeri -s- döneminde Horasan nahiyesinde, o

hazretle iriibatı olan en muteber şiâ alimlerindendi. Bu büyük şia aliminden

günümüze ulaşan eserler, onun çeşitli fıkrî grup ve akımlarla tartışmakta olduğunu,

çeşitli dallardaki yanlış düşüncelere reddiyeler yazdığını göstermektedir. 180'i aşan

eserlerinden bazısı günümüze kadar ulaşmıştır. Hk. 260'da (mil: 874) Nişabur'da

öldü ve bu şehirde toprağa verildi.

Page 14: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

kanunkoyucu Allah'tır ki O'nun küküm ve kanunları da Kur'an'da apaçık ve net

olarak mevcuttur.

Rahmetli İmam -ra- Velayet-i Fakih bahsinin devamında, islam devletinin

öz yapısından kaynaklanan ‘yöneticiliğin şartları ve yöneticinin taşıması

gereken özellikler’e değinerek şöyle demektedir: "Akıllı ve tedbirli olma gibi

birincil şartlara ilaveten, islami yönetici ve devlet başkanının taşıması gereken

iki esas özellik kanun ve adaleti bilmesidir."

Elinizdeki kitabın işlediği diğer bir mevzu da, gaybet döneminde

velayet-i fakih konusudur. İmam Humeyni -ks- yukarıdaki mevzuları teker

teker ele aldıktan sonra şöyle der: "Gaybet döneminde bulunduğumuz şu sırada

da Allah'ın kanunlarının uygulanması gerektiğine ve fakat bu konuda Allah

tarafından tayin edilmiş hiç kimse de -peygamber ve masum imam gibi-

bulunmadığına göre ne yapmak gerekir?" İmam -ks- bu soru etrafında bahsi

iyice netleştirdikten sonra şöyle der: "Sadr-ı islamdan hz. Sahibuzzaman'a

kadar geçerli olan islam ahkam ve kuralları, gaybet döneminde de geçerli

olduğuna göre; islam devleti esası da gaybet döneminde geçerlidir. Kanun ve

adaleti bilme esasına dayalı olan bu özelliği, yaşadığımız çağda da birçok

islam alimi taşıdığına göre bu alimler yekdiğeriyle icma ve ittifak edecek

olurlarsa bütün dünyayı kapsayan bir adalet devleti kurabilirler." İmam -ra-

daha sonra velayet-i fakih olayının akıl ve mantıkla bağdaşır itibari bir asıl

olduğunu vurgulamakta ve insan topluluklarını yönetme yolunda

peygamberlerle masum imamların taşıdığı bütün yetki ve salahiyetleri ‘gereken

özellik ve şartlara haiz bulunan fakihin de taşıdığını hatırlatarak bunun “âslı

kopyadan” ibaret olduğunu ve böyle bir devlet başkanlığının da fakih için

gerçekte hiçbir mevki ve makam değeri taşıyamayağacını, ancak ilahi hüküm

ve kuralları uygulama yolunda bir vesile ve araç sayılması gerektiğini

belirtmektedir.

İmam -ra- bu noktaları açıklığa kavuşturduktan sonra islam devleti

ve böyle bir devlete başkanlık edecek olan yöneticinin yüce hedefleri

ve taşıması gereken özellikleri ele alarak ilgili ahbar ve rivayetlerde

yöneticilik vazifesinin fakihin uhdesinde olması gerektiğinin

vurgulandığını hatırlatmaktadır ki elinizdeki kitabın önemli bir kısmı bu

bahse ayrılmıştır. Kitabın son bölümüyse bu ilahi gayeye ulaşma

Hz. Mehdi (as)'ın gizli yaşadığı bu dönemlerde -çev-.

Page 15: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

yolunda uzun vadeli bir mücadele planlaması yapılmasının gerekliliğini

kapsıyor. İmam Humeyni -ks- kitabın bu bölümünde eğitim ve

propagandayla, bunların önem ve zaruretine değinmekte ve şöyle

demektedir: “insan toplulukları bu ikisinin hizmetinde olmalıdır. Bu

hususta tıpkı Aşura meselesindeki(7) gibi davranılmalıdır. İslam

devletinin kurulması için insanların dalga dalga bu hedefe doğru akın

etmesi ve kitlelerin bu yolda harekete geçmeleri sağlanmalıdır. Bunun

hemen gerçekleşmesi beklenemez; uzun vadeli bir mücadele düşünmek

ve uzun vadeli bir mücadeleye soyunmak gerekir.

Eğitim ve tebliğatı genişletme ve bu dallara önem verme, dinî ilmiye

medreselerinin ıslahı, sömürü zihniyetinin yarattığı ahlaki ve fıkri

etkileri ortadan kaldırma, dindarlık kisvesine bürünen

mukaddesmeapların ıslahı, dinadamlarının yetiştirildiği merkezlerin

tasfiyesi ve rejime bağlı saray mollalarının ulema kesiminden dışlanıp

uzaklaştırılması, zalim ve zorba iktidarların yıkılması için fıilen ve pratik

girişimlerde bulunulması... vb. noktalar, kitabın son kısımlarında ele

alınan bahisleri teşkil etmede.

Bu arada okuyucunun dikkatini bilhassa şu noktaya çekmek isteriz:

İmam Humeyni -ks- Allah Teala'nın lütuf ve inayeti ve müslüman İran

halkının bilinçli vahdet ve uyanışıyla gerçekleştirip 22 Behmen 1357

(11 şubat 1979)da başarıyla sonuçlandırdığı şanlı ilâhi kıyamının

ardından zalim şahlık düzenini yıkarak İran İslam Cumhuriyeti'ni

kurduktan sonra İran milletinin ezici çoğunluğu ve islami devlet

sisteminin anayasası gereğince islam inkılabı lideri olarak islam

toplumunun velayet ve yönetimini -hidayet- üstlenmiş oldu. Bu

nedenledir ki İmam'ın -ra- velayet-i fakih konusundaki görüş ve

düşüncelerini -ki bununla ilgili temel prensipler elinizdeki kitapta

bulunmaktadır- tam ve dakik olarak anlayabilmenin en sağlıklı

yollarından biri de, onun islami İran'ın liderliğini fiilen üstlendikten

sonraki fiili icraatları, beyanatları ve velayet-i fakih mevzuu ve veliyy-i

(7)

Hz. İmam Hüseyin aleyhisselamla 72 ashabının şehadeti, hicri kameri 61.

yılın (mil: 860) Muharrem ayının 10. gününe rastlar. Bu kanlı faciadan sonra o gün

ve o günün yıldönümleri ‘Hüseyni Aşura’ veya sadece ‘Aşura’ adıyla anılır oldu.

Cennet gençlerinin efendisi hz. İmam Hüseyin'i -s- seven müslümanlar, bu şanlı

şehidin anısını tazelemek ve ona yapılan zulmü kınamak için her yılın Muharrem

ayının ilk on gününü yasla geçirirler.

Page 16: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

fakihin yetki s:nırlarına dair görüş, beyan, konuşma, yazı ve mesajlarını

dikkate almaktır.(8)

‘Ya Rabbi! İslam ülkelerini zalimlerden kurtar! İslama ve islam beldelerine

ihanette bulunanların kökünü kurut! Milletlerin hayırına olacak şekilde

çalışmaları ve kişisel çıkarlar peşinde koşup kişisel ihtilaflarda bulunmamaları

için islam ülkelerinin başındakileri bu ağır ve tehlikeli uykudan uyandır! İslamın

mukaddes gayeleri için ayaklanıp sömürü ve sömürünün habis uşaklarının

pençesinden kurtulma ve islam ülkelerini müdafaa yolunda tek saf halinde el ve

gönül birliğine geçmeleri için genç nesil, din öğrencileri ve üniversite

öğrencilerine yardımcı ol! Toplumu hidayet ve düşünceleri aydınlatma yolunda

çaba göstermeleri, islamın mukaddes gayelerini müslümanlara, bilhassa gençlere

ulaştırmaları ve islam devletinin kurulması yolunda mücahedede bulunmaları

için fakihler, ulema ve bilgeleri başarılı kıl!

Tevfık Allah'tandır. Yüce ve üstündür, O'ndan başka güç ve kuvvet

yoktur! (9)

İmam Humeyni 'nin -ks- Eserlerini Tanzim Ve Yayınlama

Müessesesi

(8)

İmam Humeyni'nin -ks- bu husustaki bütün görüş ve tavırları için bkz.

“İmam Humeyni'nin -s- yazı ve konuşmalarında liderlik ve velayet” -Elinizdeki

kitabın yayınevi-.

(9) Elinizdeki kitabın sonunda, İmam -ra- tarafından okunmuş olan dua

metninden alınmıştır.

Page 17: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

GİRİŞ

Page 18: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Giriş

Bismillahirrahmanirrahim

Hamd alemlerin Rabbi Allah'a. Yaratılmışların en hayırlısı

Muhammed ve onun mutahhar soyuna Allah 'ın selam ve salâtıyla....

“Velayet-i fakih” mevzuu, bazı işler ve o işlerle ilgili bazı konularda

sohbet edilme firsatı vernıektedir. Velayet-i fakih mevzuu,

tasavvurunun kendiliğinden tasdiki getirdiği ve fazlaca delil ve ispata

gerek bile bırakmadığı konulardandır. Şöyle ki, islam akaid ve

ahkamını özetle de olsa kavramış bir kimse velayet-i fakih meselesine

geldiğinde bu mevzuyu tasavvur edip te düşünür düşünmez hemen

onaylayacak ve bunu apaçık ve zaruri bir mevzu olarak bilecektir. Bugün

velayet-i fakih mevzuuna fazlaca önem verilmiyor ve bunun için

ispat ve delile gerek duyuluyorsa, nedeni; genelde müslümanların

sosyal durumu ve özelde medreselerin halidir. Biz müslümanların

Page 19: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

sosyal durum ve dini ilmiye medreselerinin -bu- halinin tarihi kökleri

var ki şimdi buna değinmek istiyorum:

İslam hareketi başlangıçta yahudilerin gadrine uğradı; islam karşıtı

propagandalar ve fıkri hile ve komploları ilk başlatan onlardır.

Gördüğünüz gibi bu komploların uzantıları günümüze kadar ulaşmış

bulunmaktadır. Onlardan sonra sıra bazı tâifelere geldi ki bir anlamda,

yahudilerden daha şeytan ve komplocuydular. Bunlar sömürücüler

olarak üçyüz yıl veya daha öncesinden itibaren islam ülkelerine sızmayı

başardılar(1) ve sömürücü emellerine ulaşabilmek için, islamı yok

edebilecek bir ortam hazırlamayı gerekli gördüler. Halkı islamdan

uzaklaştırmak istemelerinin nedeni, böylece hırıstiyanlığı yaymak da

değildi, çünkü bunlar ne hınstiyanlığa inanıyorlardı ne de islama.

Ancak, bu süre zarfında -yani- haçlı savaşları boyunca(2) onların maddi

çıkarları karşısına sed çekip maddi çıkarlarıyla politik güçlerini

tahlikeye düşüren şeyin islam ve islam hükümleriyle insanların -bu din

ve hükümlerine- beslediği iman ve inanç olduğunu sezdiler. Bu

nedenledir ki türlü vesilelerle islam aleyhine propaganda ve komplolara

giriştiler. Dinadamlarının yetiştiği yerlerde eğittikleri misyonerler,

üniversiteler, devlete bağlı propaganda kurumlan, yayın müesseseleri

ve sömürücü devletlerin hizmetinde bulunan müsteşrikler ... vb.

faktörlerin tamamı elele vererek islamın gerçeklerini saptırma yolunda

çalıştılar. Öyle ki, insanların çoğu, hatta tahsilli kimseler bile islam

konusunda yanılgıya kapıldı, hataya düştü.

İslam hak ve adalet peşinde olan mücahit insanların dinidir. Hürriyet

ve bağımsızlık isteyenlerin dinidir. Mücadeleci insanların ve sömürüye

(1)

Miladi 16. yy'ın ortalarından itibaren, yani 3 asır önceden başlayarak Portekizliler

ve ardından Hollanda, İngiltere, Fransa ve İtalya, müslüman ülkeleri sömürmeye

başladılar. Önce Afrika'daki yeni keşfolunan beldeler; deniz yollannın keşfınden sonra

da Asya ülkeleri -ki Osmanlı Türklerinin İstanbul'u fethiyle birlikte bu ülkelerle

Avrupalıların irtibatı da kesilmişti- mezbur Avrupa ülkelerinin sömürgesi haline

geldiler.

(2) ‘Haçlı Savaşları’ 11-13. yy'larda Orşelim'i (Bugün İsrail'in işgalinde bulunan

Beytulmukaddes) müslümanlardan almak isteyen Avrupa hıristiyanlarının

müslümanlara karşı başlattığı uzun savaşların adıdır. Haçlı seferleri 8 merhalede

gerçekleşmiş ve Papa 2. Urban'ın fetvasıyla 1096'da başlamış ve 1270'de Fransa kralı

Saint Lui'nin ölümüyle birlikte sona ermiştir. Hırıstiyan askerler sağ omuzlarına kırmızı

bezden dikilmiç bir haç geçirdikleri için ‘haçlılar’ veya ‘haçlı orduları’ olarak

anılmışlardır.

Page 20: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

karşı olanların okuludur. Ama bunlar islamı başka türlü gösterdiler ve

göstermektedirler. Avamın zihninde islama dair oluşturdukları yanlış tasavvur

ve dinî ilmiye medreselerinde islamı eksik olarak –öğrencilere-

öğretmelerinin sebebi islamı inkılâbî ve hayatî özelliğinden soyutlamak ve

müslümanları hareket, çaba ve kıyamdan alıkoymak, islam ahkâmını

öğrenmelerini önlemek, saadetlerini temin edecek bir devlet kurmalarına ve bir

hayat sürdürmelerine mani olmak içindir.

Mesela islamın eksiksiz bir din olmadığını, hayat dini olmadığını,

toplumu idare edebilecek kanun ve kuralları bulunmadığını, devlet

biçimi ve devletle ilgili gerekli kanun ve düzenlemelere sahip

olmadığını, islamın sadece hayz ve nifasla ilgili ahkamdan ibaret

olduğunu propaganda edip durdular. İslamın ahlakla ilgili bazı kuralları

vardır, ama yaşamla ilgili ve toplumun idare ve yönetimine dair hiç bir

şeyi yoktur, dediler. Onların bu kötü propagandaları maalesef etkili

olmuş durumdadır. Halkın avam kesimi şöyle dursun, bugün

üniversiteli ve çoğu medreseli tahsilli kesim bile islamı doğru anlamış

değildir, islam hakkında yanlış kanaatlar taşımaktadırlar. Bir yabancı -

garip- halk arasında nasıl tanınmıyorsa, islam da öylece

tanınmamaktadır. Dolayısıyle de islam bütün dünyada ‘garip’ olarak ve

gurbette" yaşamaktadır. Öyle ki, birisi kalkıp da islamı gerçek haliyle

tanımak istese insanlar ona kolay kolay inanmayacak; hatta sömürünün,

din öğrencilerinin yetiştirildiği medreselerdeki uşakları yaygaralar

koparıp ortalığı velveleye vereceklerdir.

İslam adına tanıtılan şeyle islam arasında ne denli fark olduğunun

biraz da olsa anlaşılabilmesi için Kur'an ve hadis kitaplarıyla bugünkü

ilmuhal kitapları arasındaki farka çekerim dikkatinizi... İslamın emir ve

hükümlerinin ana kaynağı olan Kur'an ve hadis kitaplarıyla; çağın

müçtehid ve taklid mercülerince yazılmış bulunan ilmuhal kitapları

arasında derli topluluk, yeterlilik ve sosyal hayat üzerinde etki

bırakabilmesi açısından büsbütün fark vardır. Kur'an-ı Kerim'de sosyal

konulu ayetlerin, ibadetle ilgili ayetlere oranı yüzün bire oranından

daha fazladır! Bütün islam hükümlerini içeren yaklaşık 50 ciltlik tam

muhtevalı bir hadis külliyat mecmuasının (3) olsa olsa 3-4 cildi ibadet ve

(3)

Fıkıh ve hadis erkanının deyiminde geçen `lcitap"tan maksat, belli bir

mevzuya ait hadislerin biraraya getirildiği veya belli bir konudaki bütün

hükümlerin ele alındığı ‘bab’ veya bölümlerdir. ‘Kitab'ul Tevhid’ , ‘Kitab'ul İman

Page 21: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

kulun Rabbiyle ilişkisi; bir kısmı da ahlâkiyatla ilgilidir; geriye kalanı

tamamen sosyal, ekonomik, kukuk, siyaset ve kamu yönetimiyle ilgili

mevzuatı içerir.

İslamın geleceği için inşaallah faydalı olacağınızı umduğum siz genç

nesil, bendenizin kısaca arzettiğim şu meseleleri müteakiben islamın

ahkâm ve kanunlarını tanıtma yolunda bütün hayatınız boyunca

ciddiyet göstermelisiniz. Yazıyla veya konuşma yoluyla; nasıl daha

aydalı görürseniz o yolla halkı bilinçlendirin; islamın daha ilk baştan

beri ne tür meselelerle karşı karşıya geldiğini ve günümüzde ne gibi

düşmanlar ve felaketlerle karşı karşıya bulunduğunu anlatın. İslamın

hakikat ve mahiyetinin gizli kalmasına ve -gerçek hırıstiyanlık değil-

bugün bilinen anlamdaki hırıstiyanlık gibi tanrıyla kul arasındaki birkaç

ilişkiden ibaret zannedilip ‘cami’ nin ‘kilise’den farksız sanılmasına izin

vermeyin.

Batıda henüz hiçbir şey yokken ve batılılar vahşi bir hayat

sürdürmekteyken; Amerika yarı vahşi kızılderlilerin ülkesiyken ve

İran'la Roma gibi iki büyük ülke istibdad, soylular, ayrıcalık ve

güçlülerin egemenliğine mahkum olup buralarda halka ve kanuna

dayalı bir iktidardan iz bile yokken(4) Allah Tebarek ve Tealâ -cc- hz.

Resul-ü Ekrem efendimize -sav- öyle kanunlar gönderdi ki azametiyle

insanı hayretler içinde bırakmakta... Bütün işler için kanun ve kural

getirmiştir hz. Resul-ü Ekrem -sav- Ana rahmine düşmeden

öncesinden, mezara gittikten sonrasına varıncaya kadar insan –hayatının

her boyutu- için kanun koymuştur islam. İbadetle ilgili görevler için

nasıl kanun-kural koymuşsa sosyal hayat ve yönetim için de kanunlar

getirmiş, yol-yordam belirlemiştir. İslam hukuku ileri, mükemmel ve

eksiksiz bir hukuktur. ‘Yargı’ , ‘muamelât’ , ‘hudud’ (5) ve ‘kısas’tan(6)

Ve'1 Küfr", ‘Kitabussalât’ ...vb. Mesela Kâfı'nin hadislerle ilgili kısmı 35 "kitap"tır,

veya mesela "Şerâi-ul İslam" -fıkıh dalında- 50 kitaptan ibarettir.

(4) İslam Medeniyeti Tarihi: Corci Zeydan c:10, s:33-41, İran'ın İçtimai Tarihi:

Murtaza Râvendi, s:660 ve Sasaniler Döneminde İran: Arthur Crıstıen Seın s: 470-

23 ve Bi'set Çağında Cihad: Şehid Muhammed Cevad Bahüner - Ekber Haşimi

Refsancâni; ve Roma Tarihi: Albert Maleı ve Jull İzak, ve Roma İmparatorluğu Dönemi

Eski Kilise Tarihi ...vb.

(5) ‘Hadd’, islamda, belli bazı günahlar için tayin olunmuş bedenî

cezalara denir. Haddin miktarı şâri' (şeriati belirleyen: Allah Teala) tarafından

belirlenmiştir.

Page 22: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

uluslararası ilişkiler, savaş ve barış kuralları, genel ve özel uluslararası haklara

varıncaya kadar çeşitli hukuk dallarında ötedenberi yazılagelmiş

olan o hacimli kitaplar islam küküm ve kanunlarının sadece küçük bir

kısmıdır. İslamın belli kanunlarla bir çözüm ve düzenleme getirmediği

hiçbir hayâti mevzu yoktur.

Ecnebilerin elleri, müslümanları ve genç neslimiz olan müslüman

aydınlarımızı islamdan saptırabilmek için ‘islamın hiçbir şeyi yoktur,

hayz ve nifasla ilgili bir kısım hükümlerden ibarettir, mollalar sırf

kadınların hayız ve nifasıyla ilgili hükümleri okuyup öğrenmelidirler"

şeklinde vesvese ve telkinlerde bulundular!

Doğrusu da budur aslında! İslamın kanunlarını, hükümlerini, teori ve

dünya görüşünü tanıtma gibi bir dert raşımayan ve zamanlarını

gerçekten, genellikle onların söylediği o konulara harcayıp islamın

diğer -fusul- kitaplarını unutan mollalar elbette ki böyle saldırılara hedef

olacak ve haklı olarak eleştirilecektir! Onlar da suçludur çünkü! Sadece

ecnebiler suçlu değil ki! Ecnebiler ötedenberi taşıdıkları siyasi ve

iktisadi emelleri doğrultusunda, birkaç yüzyıl öncesinden başlayarak

ortamı hazırladılar -fakat- dinadamlarının yetiştiği medreselerin ihmali

sonucu başarılı olabildiler. Biz dinadamları arasında bilmeyerek onların

maksatlarına yardımcı olanlar oldu ve böylece vaziyetimiz bu hale

geldi.

Bazen ‘islam hükümleri eksik ve yetersizdir’ diye vesveselerde bulunup

zihinleri şartlandırıyorlar. Mesela ‘islamın yargı kanunları ve muhakeme usülü,

olması gerektiği gibi değildir’ diyorlar. İşte bu gibi propaganda ve

şartlandırmaların ardından İngiliz uşakları, patronlarının diktesiyle meşrutiyetin

aslını oyuncak haline getirir ve mevcut belgelerin de gösterdiği üzere halkı

kandırıp işledikleri bu siyasi cinayetin mahiyetini anlamasını önlerler.

Meşrutiyetin ilk başlarında kanun yazıp anayasayı belirlemek istediklerinde

Belçika sefaretinden Belçika kanunları külliyatını ödünç almışlardı; burada ismini

vermek istemediğim birkaç kişi o külliyata bakarak anayasayı yazıp hazırladılar!

Eksik – noksan kalan taraflarını da tabiri caizse Fransa ve İngiltere

(6) ‘Kısâs’ın fıkıhtaki anlamı; kanun gereğince, cinayetten bir uzvun kesilmesine,

kopmasına ya da derbe görmesi veya yaralanmasına varıncaya kadar suçlunun yaptığının aynının, ona da yapılmasıdır. Kısas, ilgili şahıs veya velisinin diyeti kabul etmeyip kısas isteği üzerine yapılır.

Page 23: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

kanunlarından yaptıkları iktibaslarla yamayıverdiler. (7) Halkı kandırmak için bazı islam hükümlerini eklemeyi de ihmal etmediler tabi! Böylece kanunun temelini onlardan alıp bizim milletimize yutturdular. Anayasanın bu maddeleriyle saltanat, veliahdlik ve bu gibi şeylerle ilgili tamamlayıcı maddelerin neresi islamidir?! Bunların tamamı islama aykırıdır, islam hükümleri ve islami yönetim tarzıyla çelişiktir bunlar. Saltanat ve veliahdlik düzeni islamın butlan çizgisi çekip sadr-ı islam döneminde İran, Doğu Roma, Mısır ve Yemen'de yerle bir ettiği bir düzendir. Hz. Resul-ü Ekrem -sav- Doğu Roma imparatoru Heraklius'la(8) İran şahenşahına yazdığı(9) mübarek mektuplarında onları imparatorluk ve şahenşahlık rejimlerinden vazgeçmeye ve Allah'ın kullarını kendilerine tapınmaya zorlamamaya ve insanların gerçek saltanat ve hüküm sahibi bir ve eşi-ortağı bulunmayan Allah Teala'ya ibadet etmesine izin vermeye davet ediyordu. (10) Saltanat ve veliahdlik

(7)

Meşrutiyet döneminin ilk anayasa taslağı, milletvekillerinden oluşan bir

heyet tarafından hazırlanıp 51 ana madde -asıl-halinde onaylandı. Kesrevi bu

hususta şöyle yazar: ‘Bu taslağı Müşiriddevlet'le Mu'temine'el Mülk ve oğulları

hazırladılar, daha doğrusu tercüme ettiler...’ Bu merhaleden sonra ‘Tamamlayıcı

hükümler’ başlığı altında bir metnin hazırlanması için 2. bir komisyon oluşturuldu.

Bu metin de 107 asılmadde halinde hazırlandı. Mustafa Rahimi olayı şöyle ifade

eder: ‘Bu heyet, Belçika ve biraz da Fransa anayasasıyla Balkan ülkelerinin

kanunlarından alıntılar yaparak (çünkü mevzu yeniydi ve tamamlayıcı hükümlerin

hazırlanış vaktine yakındı) anayasa tamamlayıcı maddelerini hazırladı ve bir

önceki kanunların eksiklerini giderdi.’ Bkz: İran Meşrutiyet Tarihi, Kesrevi

Tebrizi, s:170-224 ve : İran Anayasası ve Demokrasi Temeli: Mustafa Rahimi 5:94 ve

Anayasa ve Tamamlayıcı Maddeler: Milli Şura Meslisi Matbaası.

(8) Heraklius (1. Hergel) Doğu Roma İmparatoru (575-641).

(9) Sasani İmparatoru Hosrav Perviz veya diğer adıyla : 2. Hüsrev (628)

(10) Hz. Reygamber-i Ekrem -sav- hicretin 6. yılında etraftaki ülkelerin devlet

başkanlarına elçiler gönderdi. Bu cümleden olmak üzere Abdullah bin Huzeyfe-i

Sehmi'yi Pers kralı Hüsrev Perviz'e; Duheyye bin Halife Kelbi'yi Roma

imparatoruna gönderdi: Hz. Muhammed -sav- yazdığı mektuplarda onları bir ve

eşsiz Allah'a tapınmaya çağırıyordu, hz. Resulullah'ın -sav- İran kralı Hüsrev'e

yazdığı mektup şöyleydi: ‘Bismillahirrahmanirrahim. Allah'ın Resulü

Muhammed'den. Pers kralı Kisra'ya. Hidayete tabi olup Allah'a ve elçisine inanan ve

eşi ve ortağı bulunmayan bir ve tek Allah'tan başka mabud olmadığına ve

Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet getirene selam olsun! Seni

Allah'a davet ediyorum! Ben; O'na yönelenleri -sapmaktan- korkutmak ve kafırlere

hücceti tamamlamak -bahane getirmeyecekleri şekilde hakikati bütün delilleri ve

açıklığıyla gözIeri önüne sermek- için Allah'ın bütün kullarına gönderdiği

Page 24: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

rejimi, kurulmasını elgelleyebilmek için hz. Seyyiduşşuheda -İmam

Hüseyin as-in kıyam edip neticede şehid düştüğü o uğursuz ve batıl

yönetim tarzından başka birşey değildir. 0, Yezid'in veliahdliğine (11) eğilmemek

ve onun saltanatını resmen tanımamak için kıyam etti ve bütün müslümanları

da kıyama çağırdı. Bunlar -babadan oğula şahlık düzeni- islamdan değildir;

islamda saltanat ve veliahdlik -düzenikesinlikle yoktur. Eğer eksik derken

kastettikleri buysa, evet, islam eksiktir! Nitekim faizcilik, faizli bankacılık,

alkollü içki satışı ve fuhuş için de islamın "kanun" ve `tüzük'leri yoktur; çünkü

bunları temelinden haram edip yasaklamıştır zaten! İslam ülkelerinde bu gibi

şeyleri yaymaya çalışan ve sömürü tarafından başa geçirilen bu kukla iktidarlar

elbette ki bu mevzularda islamı eksik görmekte ve bu -kirliişleri yapabilmek

için gerekli kanun ve kaideleri İngiltere, Fransa, Belçika ve son zamanlarda da

Amerika'dan ithal etmek zorunda kalmaktadırlar! Bu tür iğrençliklere çeki -

düzen verecek kanunlar getirmemiş olması islam için iftihar vesilesidir,

yüzakıdır!

Meşrutiyetin daha ilk başlarında sömürücü İngiliz devletinin kurduğu

komplonun iki hedefı vardı: Bunlardan biri, Rus çarlığının İran'daki etkinliğini

yok etmeye yönelikti, ki hemen ifşa olundu. Diğeri de işte bu batı kanunlarını

getirmek suretiyle islam ahkâmını icraat ve uygulama sahnesinden dışlayıp

uzaklaştırmaktı.

Müslüman olan toplumumuza ecnebi kanunlarının zorla dayatılması

birçok sorun ve müşkülat doğurmuştur. Bugün adliyelerdeki pekçok

bilirkişiler, adliye kanunları ve bunların işleyiş tarzından bir hayli

şikayetçidir. Bugün birisi İran'da veya benzeri ülkelerden birinde bu

peygamberiyim! Amanda -güvencede- olmak için islamı kabul et. Eğer kabul

etmezsen bütün mecusilerin -ateşe tapanların- günahı senin boynuna olacaktır!"

Hz. Muhammed'in -sav- Roma inparatoru Heraklius'a yazdığı mektup ta

şöyleydi: ‘Bismillahirrahmanirrahim. Abdullahoğlu Muhammed'den. Roma

imparatoru Heraklius'a: Hidayete tabi olana selarıı olsun. Seni islama davet

ediyorum. İslamı kabul et ki kurtuluşa erip amanda olasın ve Allah Teala sana iki

kat mükafaat versin! İslamı kabul etmezsen halkının vebali senin boynuna olur.

‘Ey ehl-i kitap; bizimle sizin aramızdaki müşterek kelimeye gelin, o da şudur: Bir

ve tek olan Allah'tan başkasına tapmıyalım, hiçbirşeyi O'na ortak koşmayalım,

aramızdan kimimiz, kimimizi tek Allah gibi tanrı edinmeyelim...Eğer bundan yüz

çevirecek olurlarsa de ki, şahid olun, bizler müslümanız." (Âl-i İmran, 64). Bkz:

Mekâtiyb'erresul c:l s:90-105. (11)

İkinci Emevi ‘sultan-halife’si Ebusüfyanoğlu Muaviye!nin oğlu Yezid

(hk.25-64).

Page 25: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

adliye sistemine takılacak olursa, herhangi bir mevzuyu ispatlayabilmek

için bir ömür boyu zahmet çekmesi gerekir. Gençlik döneminde

gördüğüm becerikli bir avukat şöyle demişti: “İki grup arasındaki bir

davayı halledebilmek için adliye mekanizmasıyla kanunlar arasında bir

ömür boyu dolaşıp durmam gerekecek ve benden sonra da oğlum bu işi

sürdürecek!" Şimdi durum tam böyle olmuş! Nüfuz ve baskı olunca

değişiyor tabi, o tür dosyalar hemen, ama haksızca kısa sürede

sonuçlandırılıveriyor. Bugünkü adliye kanunlarının zahmet verme,

işinden gücünden olma ve gayri meşru kullanılma dışında halka

sağladığı hiçbir sonuç yoktur. Pek az kişi hakkını alabilmektedir. Kaldı

ki mahkeme davalannda bütün boyutlar dikkate alınmalı, sırf herkesin

kendi hakkını elde etmesiyle yetinilmemelidir; insanların vakti, dava

taraflarının yaşam düzeyiyle işi-gücü ve mesleği gibi şeyler de nazar-ı

dikkate alınmalı ve dava mümkün mertebe sade ve çabuk bir şekilde

sonuçlandırılmalıdır. O zamanlar şer'î hakimin -kadı- iki-üç günde

hallettiği davalar bugün 20 yılda bile sonuçlandırılamıyor! Bü tün bu

süre zarfında gençler, yaşlılar ve -nice- zavallı yoksullar her gün

sabahtan akşama kadar adliyeye gidip gelmekte, adliye koridorlarıyla

masa başları arasında mekik dokumaktan perişan olmakta, üstelik

doğru dürüst bir netice de alamamaktadırlar. Kim daha açıkgöz olur ve

rüşvet vermede daha atik ve cömert davranabilirse işini, haksız da olsa

daha çabuk halledebilmektedir; yoksa hayatının sonuna kadar netice

alamayacak, ne yapacağını bilemez halde kalıverecektir.

Bazen kitaplarında, gazete ve dergilerinde ‘islamın ceza hükümleri

katı ve acımasızdır’ diye yazmaktalar. Hatta birisi tam bir yüzsüzlük ve

utanmazlıkla ‘hraplardan kalma sert ve katı hükümler’ şeklinde yazmış

ve ‘Bu tür katı kurallar, arapların katı ve acımasız oluşundan

doğmuştur’ demiştir! Bunların düşünce tarzına şaşırıyorum doğrusu!

Bir taraftan 10 gram eroin için bir yığın insanı öldürüp pekala ‘kanun

böyle’ diyebiliyorlar... (Daha önce on kişiyi öldürmüşlerdi, geçenlerde

de 10 gram eroin için bir kişiyi öldürdüler, bunlar sadece bizim

kulağımıza gelen miktarı tabi). Fesadı önleme bahanesi altında insanlığa

aykın bu kanunlar çıkarılır ve uygulanırken ‘katı’ ve ‘acımasız’

denilmiyor her nedense!... Ben eroin -serbestçe- satılsın demiyorum;

ama cezasının da bu kadar olmadığını söylemek istiyorum. Eroin

Page 26: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

önlenmelidir, evet, ama cezası da işlenen suça göre verilmelidir. (12) İçki

içene -islam hukukuna göre- seksen sopa vurulunca ‘katı ve acımasız’

oluyor da, on gram eroin için -batı hukukuna göre- bir adam

öldürülünce ‘katı ve acımasız’ olmuyor öyle mi?! Halbuki toplumda

başgösteren bozukluk ve fesadın enemli bir kısmı şu alkol kullanmadan

kaynaklanmaktadır. Yollardaki kazalar, intiharlar ve cinayetlerin

çoğunun nedeni alkoldür. Nitekim eroinin de alkol alışkanlığından

kaynaklandığı belirtiliyor. Demek ki içki kullanmanın -bizde de- hiçbir

sakıncası yok, çünkü batıda böyle!? Zaten bu nedenledir ki serbestçe

alınıp satıla da biliniyor. En açık ölçülerinden biri alkol kullanma olan

fahşayı önlemek ister ve birine -içki içtiği için- 80 kırbaç vurursanız

veya zina edene 100 kırbaç vurur ya da ‘muhsene’ veya ‘muhsen’i

recmederseniz(13) kıyameti koparırlar! Ne katı, ne gaddar kural bu

derler, araplardan çıkma bir vahşilik diye nitelerler. Halbuki islam ceza

hükümleri büyük bir milletin fesatlarını önlemek amacıyla gelmiştir.

Bugün bunca yaygınlık kazanmış ve gençleri fesada süriikleyip nesilleri

yoketmiş ve herşeyi âtıl hale getirme raddesine varmış bulunan fahşanın

(kötü ve çirkin işler -çev-) yegane nedeni, bu ayyaşlıkların serbest

bırakılması ve alabildiğine normal gösterilip yaygınlık kazandırılmış

olmasıdır. Şimdi islam, genç neslin bozulmasını önlemek için bir kişiye

herkesin önünde kamçı vurulması gerektiğini(14) söyleyince bu ‘katılık’

oluyor ama öte yandan iş; bu -güdümlü- yöneticilerin patronlarının

eliyle Vietnam'da 15 yıla yakın bir zamandır süregelen katliamlar (15),

(12)

İmam'ın -ra- bu karşı çıkışının nedeni adalete tamamen uyulması gerektiği

aslıdır. Kitabın son bölümlerinde bu mesele etraflıca açıklanmaktadır. (13)

İslam ceza kanunları gereğince; zina edene recim uygulanabilmesi için

gerekli şartlardan biri de ‘subut-i ihsân’dır. Muhsen veya muhsene; evli olan ve

her an eşiyle birlikte olma imkanı bulunan akil ve bâliğ zinakâr erkek ve zinakâr

kadına denir.

(14) İslam kanununda; suçluya had uygulanırken birkaç müminin orada bulunması

istenmiştir ki bu da Nur Suresi'nin 2. ayetine istinad edilmiştir. Şia fakihleri zina haddi

uygulanırken ve kıyadetle kuzuf sırasında bu sünnete uyulmasının lüzumunu

vurgulamışlardır. Mezbur ayette "...ve müminlerden bir grup, zina eden erkekle kadının

cezalandırılması sırasında orada bulunmalıdır..." buyrulur. Bu buyruğun bir hikmeti de,

orada bulunanların ibret alması ve böyle bir şeye niyetlenen veya bu suçu işleyen varsa,

bu acı sonu görerek zina günahından vazgeçmesidir.

(15) Vietnam Fransız ve Japon sümürücülerle uzun süren bir bağımsızlık

savaşından henüz kurtulmuşken 1960'da Amerika'nın saldırısına uğradı. 1973'te

Page 27: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

harcanan astronomik bütçeler ve dökülen onca kanlara gelince ‘hiç

önemli değil!’ ‘varsın olsun!’ denilerek ses çıkarılmıyor!... Ama islam;

insanları, yine insanlığın yararına olan kanunlara karşı saygılı

eğitebilmek için savunma veya savaş emri verip de fesada boğulmuş

birkaç sefıli öldürecek olsa ‘bu savaş neden?!’ diye yaygarayı

koparırlar hemen!

Bütün bunlar birkaç yüzyıl önce hazırlanmış planlardır; yavaş yavaş

uyguluyor ve sonuç alıyorlar. Önce bir yerde bir okul açtılar, biz birşey

demedik, gaflet ettik. Bizim gibiler de bunu engelleme ve kurulmasına

kesinlikle müsaade etmeme hususunda gaflette bulundular. Derken,

giderek çoğaldılar ve bugün görüyorsunuz işte; onların misyonerleri

bütün köy ve kasabalarımıza dağılmış, bizim çocuklarımızı ya hırıstiyan

etmekte ya da dinsizleştirmektedirler. (16) Planları bizi -böyle- geri

Amerika kuvvetlerinin yenilgisi ve gerilemesiyle sonuçlanan bu savaş Vietnam

halkına ağır kayıplar vermişti. Aşağıda vereceğimiz rakamlar bu kanlı cinayeti tam olarak

aktaramayacaksa da, genel bir fıkir verebilecektir.

Savaşın Kuzey Vietnam sınırlarına kadar yayıldığı 1965'in başlarına kadar

Günev Vietnam'a savaşın ödettiği fatura şuydu: 170 bin ölü, 800 bin yaralı, 400 bin

mahpus. Bu arada çiftçi birlikler olarak adlandırılan esir kamplarına

gönderilenlerin sayısı 5 milyonu aşıyordu. ABD radyosunun 6 Ocak 1963 tarihli

yayınına göre 1962 yılında ABD hava kuvvetleri ‘resmi köyler’ dışındaki köylere

50 bin hava akını dözenlemişti. General Harkınz'ın açıklamalarına göre o yıl 30

bine yakın köylü savaşta canını yitirmişti. ABD hava kuvvetlerinin Güney

Vietnam'a düzenledikleri hava saldırıları ayda 30 bine ulaşmıştı. Newyork

Tımes'in de belirttiğine göre Amerika'yla Saygon devletinin ortak

operasyonlarında toplam 2600 olan Güney köylerinin 1400'ü napalm ve kimyasal

bombalarla tamamen yok edildi. Güney Vietnam bağımsız Kızılay Kurumu'nun

raporlarına göre kalabalık yerleşim merkezlerinde zehirli gaz ve bombaların

kullanılması sonucu Güney Vietnam'da binlerce sivil insan çeşitli korkunç

hastalıklara -bilhassa deri hastalıklarına- yakalandı ve bu hastalar yıllarca acılar

içinde tedavi gördüler. Bu arada birçok sığır ve koyun sürüsü de bu kimyasal

saldırıların kurbanı oldu. Amerika'nın kullandığı bu insanlıkdışı silahlar sonucu

koca bölgede ne kadar bitki, çiçek ve tarla (pirinç tarlaları) varsa tamamen

mahvolacaktı. (16)

İran'daki ilk yerleşik hıristiyan misyonerleri (bu amaçla İran'a gönderilen

heyet) ‘Nesturi’ misyonerleriydi. Bu grup 1853'te ve Jastın Perkıns adlı bir papazla

Dr. Izahel Grant başkanlığında çalışmalarını başlattı. 1832'de Amerika Yabancı

Ülkeler Misyoner Merkez Heyeti, hıristiyanlığı da aşılamaya müsait programlarla

donanmış ilk yabancı misyon okulunu -ki adına yeni eğitim sistemi denilmişti-

İran'ın Urumiye kentinde açtı. H.1255'te İran şahının da desteğini kazanmayı

Page 28: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

kalmış halde bırakmaktır; içinde bulunduğumuz şu utandırıcı hayat ve

geri kalmışlık içinde tutmaktır. Bizim hep böyle müşkülatlar içinde,

zavallılıklar içinde kalmamızı, fakirlerimizin bu zavallılıklarının

daima sürmesini ve fakirliği ortadan kaldıran islam hükümlerine teslim

olmamasını, ama kendileriyle satılmış uşaklarının büyük saraylarda oturup o

lüks ve müreffeh hayatı sürdürmelerini isterler.

Bunlar, dinî ilmiye medreselerine bile ulaşabilmiş, oralara da

bulaşmış plânlardır. Öyle ki, birisi kalkıp da islam devleti ve böyle bir devletin

nasıl olacağından sözetmeye kalkışsa takiyye etmek zorunda kalır

ve sömürücülerin payandaları tarafından sert muhalefetlere uğratılır.

Nitekim bu kitabın 1. baskısı yayınlandıktan sonra büyükelçiliğin

(Irak'taki İran şahlık rejiminin sefareti) adamları ayaklandılar,

vahşice tepkiler gösterdiler, alabildiğine rezil ve kepaze ettiler

kendilerini... İş şimdi öyle bir raddeye getirilmiş ki savaş elbisesi

- giyilmesi- mertlik ve adaletin şanına ters addedilir olmuş! (17) Halbuki

başardı. Bu olaydan sonra Alman, İsveç, İngiltere ve Fransız misyoner heyetleri İran'a

akın ettiler.

Daha sonra İngilizlerle varılan bir alaşma sonucu İran'ın batı ve kuzey kısmı

Amerikalı, diğer bölgeler de İngiliz misyonerlerinin çalışma sahası olarak

belirlendi. 1871'de Urmiye'deki merkez misyonerliğe ilaveten bu şehir dışındaki

mıntıkalarda da toplamı 48'e varan misyonerlik üsleri oluşturuldu. Tahran, Tebriz,

Hemedan ve Salmas misyonerlik merkezleri de sırasıyla 1871, 73, 81 ve 85'te

açıldı. ABD Prestbrine kilisesi misyoneri Bost'ın raporlarına göre 1884'te Tahran

ve Tebriz'deki müslümanların bir kısmı protestanların dini törenlerine

katılmadaydı. Amerikalı misyonerlerin I884 raporlarına bakıldığında bu

misyonerlerin faaliyetlerinin inanılmaz boyutlara ulaşmış olduğu görülür: Urmiye,

Hemedan, Tebriz ve Tahran'da 24 misyonerin idaresi, 230 yerli hastabakıcı

yetiştirip hırıstiyanlaştırma, 1796 kişilik cemaatiyle 25 kilisenin idaresi, toplam

4578 dini tören düzenleme, yatılı okullarda 298 yerli öğrenci barındırma, günlük

kolej ve okullarda okutulan 2452 öğrenci, toplam 1680890 sayfa propaganda

amaçlı çeşitli yayınlar dağıtmak ve 1910 dolar yardım ve bağış toplanması.

Sellısen'a göre Anglikan kilisesi misyonerlerinin çalışmaları daha ziyade Nesturiha

kiliseninin ıslahına yönelikti. Yine o, Prastberinlerin ana hedefınin, müslümanların

dinlerini değiştirmeleri olduğuna inanır. Bkz: İran ve ABD siyasi ilişkileri:

Abraham Sellison, farsça tercüme. M. Bâğır Âram ve İslam ülkelerinde kilisenin

rolü: Mustafa Halidi ve Ömer Farruh, farsça terc: Mustafa Zamanî.

(17) Bir tanımlamaya göre adalet, bireyi takvanın gereklerine, yani haramlardan

sakınma ve farzları yerine getirmeye iten güçlü bir nefsâni kararlılıktır. Adalet;

kadı, müftü ve cemaat imamı olmanın şartlarındandır. Mürüvvet de, iyi adet ve

geleneklere uymak ve halkın hoş karşılamadığı davranışlardan -velev ki mübah bile

olsa- uzak durmaktır. Kimi islam uleması, mürüvveti, adaletin tahakkukunun

Page 29: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

bizim din imamlarımız hep asker insanlardı, savaş komutanıydılar,

savaşçıydı hepsi de!... Teferruatını tarih kitaplarında bulabileceğiniz o

savaşlarda asker giysileri giyip savaşa gidiyor, vuruşuyor, öldürüyor ve

ölü veriyorlardı! Emir'el müminin -sa- mübarek başına müğfer giyer,

zırh kuşanır, kılıç taşırdı. Hz. İmam Hasan'la -sa- hz. Seyyiduşşuheda

İmam Hüseyin -sa- de böyleydi. Daha sonra fırsat vermediler, yoksa hz.

İmam Bâkır -sa- da böyleydi. Şimdi öyle bir hale getirilmişiz ki savaş

elbisesi giymek insanoğlunun adaletine zarar verici addedilmekte ve

savaş elbisesi giyilmemesi gerektiğine inanılmaktadır! Yani eğer bir

islam devleti kurmak istersek bu sarık ve abayla devlet kurmamız icab

edecek, yoksa mertliğe ve adalete ters düşmüş oluruz -öyle mi-?!

Bunlar, işi bu raddeye vardırmış olan -o- yoğun propagandaların

ürünüdür, işi öyle bir noktaya getirmişler ki şimdi kalkıp ‘islamın da

devlet ve yönetimle ilgili kanun ve kuralları bulunduğunu" ispat

edebilmek için zahmete katlanmak zorundayız!

Durumumuz işte böyle! Ecnebiler propaganda ve misyonerler

vasıtasıyla işi bu noktaya getirdiler, bu esası uydurdular. İslamın yargı

ve siyasi kanunlarının tamamı uygulama safhasından kaldırılmış, yerine

Avrupa usulleri yerleştirilmiş ve böylelikle islamı küçümseyip

müslümanların hayatından uzaklaştırmak ve kendi uşaklarını iş başına

geçirip o malum emellerini -islam ülkelerinin imkanlarını kendi çıkarları

için kullanmayı- gerçekleştirmek istemişlerdir.

Sömürünün yıkıcı ve bozucu rolünü anlattık; şimdi buna bir de

kendi toplumumuzdaki -yabancılaşmış- unsurların iç etkilerini

eklememiz gerekir. Bu da sömürücülerin maddi sahalardaki ilerleme ve

kalkınmaları karşısındaki unsurların aşağılık kompleksine kapılarak

kendi kimliklerini yitirmeleridir. Sömürücü emperyalist ülkeler bilim ve

teknikte ilerleyince veya daha yerinde bir deyişle, Asya ve Afrika

milletlerini sömürüp yağmalayarak servet yığıp konforlara kavuşunca

bunlar komplekse kapılarak kendilerini kaybettiler. Teknik gelişme ve

kalkınmanın yolunun ‘kendi inanç ve kurallarından vazgeçmek’

olduğunu zannettiler! Onlar, meselâ aya ayak basınca, bunlar kendi öz

kaide ve kurallarını -artık- bırakmaları gerektiği zehabına kapıldılar.

şartlarından saymıştır. Bkz: Lüm’e’nin şerhinin haşiyesinde c:l s:98, 11. fasılda,

cemaat namazını savaş elbisesiyle kılmanın mürüvvet ve adalete aykırı olduğu şeklinde

bir not düşülmüştür!!

Page 30: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Aya gitmenin islam kanunlarıyla ne ilgisi var?! Birbirine tamamen zıt

kanunları ve sosyal yapılara sahip ülkelerin teknik ve ilmî kalkınma ve uzayı

fethetme sahasında yekdiğeriyle yarıştığını ve -farklı yapıları olduğu halde-

ilerlediklerini görmüyorlar mı?! Onlar Merih'e de gitseler, Samanyolu'na da

ulaşsalar insanî ahlak, fazilet ve ruhi yüceliklerden aciz kalacaklardır, kendi

sosyal müşkülatlarının hallinden acizdir onlar. Çünkü onların bedbahtlıkları ve

sosyal meselelerinin çözümü için itikadi ve ahlaki çözümler gereklidir; maddi

güç kazanmak, servet yığmak, tabiatı ve uzayı fethetmek bu müşkülatı

halledemez. Tamamlanıp denge bulabilmesi ve insanoğlunun başına belâ değil,

ona fayda verebilmesi için servet, maddi güç ve uzayı fethetmenin islamî iman,

inanç ve ahlaka ihtiyacı vardır. Bu inanç, ahlak ve kanunlarsa bizde var.

Binaenaleyh birileri bir yerlere gittiler veya birşeyler icat ettiler diye bizim;

insanoğlunun hayatıyla ilgili olup onun dünya ve ahiret hayatını ıslah ve tanzim

eden kural ve ilkelerden hemen yüz çevirmemia. doğru değildir.

Sömürücü emparyalistlerin propagandaları için de durum aynıdır.

Düşmanlarımız birtakım propagandalarda bulunmuş ve

toplumumuzdan bazı bireyler de maalesef etkilenmişlerdir, oysa

etkilenmemeleri gerekirdi. Sömürücüler islamı devlet düzeni yokmuş

gibi, yönetimle ilgili teşkilatlanmaları yokmuş gibi gösterdiler bize;

birtakım hüküm ve kuralları varsayılsa bile, bunların uygulayıcısı

yoktur, sadece kanunkoyuculuktur diye şartlandırdılar bizi.

Bu propagandaların, müslümanları politika ve devlet esasından uzak tutmak

isteyen sömürücülerin plânlarının bir parçası olduğu apaçık ortadadır. -Yoksa-,

bu düşünce bizim temel inançlarımıza aykırıdır.

Biz ‘velayet’ e inanıyoruz ve hz. Peygamber-i Ekrem -sav-

efendimizin halife tayin etmesi gerektiğine inanmaktayız ki bunu

yapmıştır da.(18 Halife tayini sırf hükümlerin beyanı için midir?

(18)

Hz. Resul-ü Ekrem efendimiz -sav- kendisinden sonra hz. Ali'nin -s- halife

ve onun velîsi olnıası gerektiğini birçok yerde mükerreren buyurmuşlardır.

bunlardan biri de, akrabalarını islama davet ettiği ‘Yevmuddar hadisi’ vak'asıdır.

Ayrıca: Menzilet hadisi (Tebük Savaşı'nda hz. Ali'nin -s- hz. Resulullah'ın –sav-

vasi ve veziri olarak Medine'de kalması), vela_vet ayeti (rükuda fakire yüzüğünü -

zekat- vermesi ve bu münasebetle ayet nazil olması), Kadir-i Humm hadisesi

ve Sekaleyn hadisi, ...vb. bkz: Tefsir-i Kebir, c:12 s:28-53; Maide Suresi 55 ve 67.

ayetlerle ilgili ve: İbni Hişam Siyeri, c:4, s:520 ve : Taberi Tarihi c:2 s:319 -322 ve:

El- Gadîr c:1,2,3.

Page 31: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Hükümlerin beyanı halifeyi şart kılmaz ki! O hazretin kendisi ahkâmı

bizzat beyan ediyordu zaten! Bütün hükümleri bir kitapta yazabilir ve

uygulaması için halka verirdi -olup biterdi- Halife tayin etmesi

gerektiğinin mantıkî tarafı, yönetim, idare ve devlet içindir. Biz, kanun

ve hükümleri uygulayıp icra etmesi için gerekli görmekteyiz halifeliği

-sırf kanunu beyan etmesi için değil.- Kanunun bir uygulayıcısı

olmalıdır. Dünyanın her yerinde böyledir bu; sırf kanun koymuş

olmanın hiçbir faydası yoktur ve insanlığın saadetini sırf kanun

koymayla temin edemezsiniz. Kanun koyulduktan sonra bir yaptırım

gücü ve bir icraat -yürütme- kuvveti de oluşturulmalıdır. Bir devlet

veya bir yasamada yürütme kuweti de olmazsa eksiklik var demektir.

Bu nedenledir ki islam kanun koyuculukta -yasama- bulunduğu gibi

yürütme kuwetini de belirlemiştir. İslamda "veliyy-i emr" kanunları

uygulama -yürütme- vazifesini de üstlenmiştir. Eğer hz. Resul-ü Ekrem

-sav- halife tayin etmeseydi risaletini tamamlamış olmayacaktı.(19) İslam

hükümlerinin uygulanma zarureti ve yürütme gücünün gerekliliği ve

bunun; insanlığın saadetini temin edecek bir adalet düzeninin kurulması

ve -böylece- risalet ve peygamberlik gayesinin tahakkuk bulup

gerçleşmesindeki önemidir ki peygamberin kendisinden sonra bir vasi

tayin etmesini "risaletin kemal bulup tamamlanması"yla eşdeğer

saymıştır.

Hz. Resul-ü Ekrem -sav- zamanında kanun sadece iblağ ve beyan

edilmiyor bilakis, aynı zamanda uygulanıyordu da! Hz. Resulullah

- sav- efendimiz kanunu uygulayan merci ve yürütme gücüydü. Mesela

ceza kanunlarını uyguluyordu o; hırsızın elini kesiyor, had vuruyor,

recmediyordu(20). Halife de bu işler içindir. Halife kanunkoyucu

değildir. Halife, Allah Resulü'nün -sav- getirdiği kanun ve hükümleri

icra etmek için vardı. Devletin kurulması, yürütme ve idare sisteminin

oluşturulması bu noktada zaruri olmaktadır işte! -İslam- devleti

kurulması gerektiğine, -bunun- yürütme organı, yönetim ve idare

kurumunun oluşturulması gerektiğine inanmak ‘velayet’in bir

parçasıdır; tıpkı bunun gerçekleşmesi için mücadele verip gayret

göstermenin, velayete inanmanın bir parçası olması gibi!.,. Buna

dikkatinizi çekerim! Onlar size zıt olarak islamı nasıl kötü tanıtıyorsa;

siz de buna karşılık islamı olduğu gibi tanıtın; velayeti, olduğu gibi

(19)

Maide Suresi 67. ayetten meâlen iktibas. (20)

Vesâiluşşîa c:18 s:376-509.

Page 32: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

tanıtın. ‘Biz velayete inanıyoruz; hz. Resulullah'ın -sav- halife tayin

etmiş olduğuna ve bunun da kendisine Allah Tealâ tarafından

emredilmiş bulunduğuna, onun bu yüzden müslümanların ‘veliyy-i

emr’inin belirlediğine inandığımıza göre devlet kurulması gerektiğine

de inanmamız gerekir, Allah hükümlerinin uygulanması ve yönetimle

ilgili işlerin ele alınıp yoluna konulması için çaba göstermemiz gerekir"

deyin. İslam devletinin kurulması yolunda mücadele vermek velayet

inancının bir gereğidir. Siz islam kanunlarıyla onun sosyal fayda ve

etkilerini yazıp yayınlayın, tebliğat ve faaliyet yönteminizi tekmil edin;

dikkat edin ve bilin ki sizler bir islam devleti kurmakla mükellefsiniz.

Kendinize gövenin ve bu işin üstesinden gelebileceğinizi bilin.

Sömürücü emperyalistler 300-400 yıl öncesinden başlayarak bugünkü

yere geldiler. Biz de sıfırdan başlarız!... Birkaç batı çarpılmışı

garbzedeyle sömürü uşaklarının yardakçılarının yaygaralarından

korkmayın. İnsanlara islamı tanıtıp anlatın ki genç nesil, dinadamları ve

ulamanın Kum ve Necef'te oturup hayz ve nifas hükümlerinden başka

şeyler okumadığı, siyasete karışmadığı ve din işleriyle siyasetin

birbirinden ayrılması gerektiği gibi -yanlış- bir zanna kapılmasınlar.

Dinin siyasetten ayrı olması ve islam alimlerinin siyasi ve sosyal işlere

karışmaması gerektiği yolundaki -lâik- düşünceyi ortaya atıp yayanlar

sömürücü emperyalistlerdir. Dinsizlerin sözüdür, onların fıkridir bu.

Hz. Peygamber-i Ekrem -sav- döneminde dinle siyaset ayrı mıydı ki?!

O dönemde müslümanların bir kısmı politikacı ve yönetici, bir kısmı da

dinadamı mıydı yani?! Hak veya haksız yere halife olanlar döneminde,

hz. Emir'in -sa- halifeliği sırasında dinle siyaset birbirinden ayrı mıydı?

İki ayrı kurum muydu bunlar? Sömürücülerle onların siyasi uşaklığını

yapanlar uydurdular bunları; böylece dinin dünya işlerine egemen olup

müslümanların toplum yapısını tanzim ve düzenlemekten

uzaklaştırılmasını istediler; böylelikle islam alimlerini halktan ve

hürriyet ve bağımsızlık yolunda mücadele verenlerden koparmış

olacaklardı. Çünkü -ancak- bu durumda halka egemen olup

servetlerimizi yağmalayabilmeleri mümkündür, onalrın maksatları

budur işte!

Eğer biz müslümanlar namaz, dua ve zikirden başka şeyle meşgul

olmazsak sömürücü emperyalistlerle onların işbirlikçisi olan zalim

devletler bize hiç karışmazlar. Gidin istediğiniz kadar ezan okuyup

namaz kılın; onlar da gelip nemiz var nemiz yoksa hepsini alıp

Page 33: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

götürsünler, siz de onları Allah'a havale edin -öyle mi?!- Lahavle!...

Velâkuvveteillabillahi! ! ! -Bu halimizle- bir de, öldüğümüz zaman sevap

kazanmayı umacağız Allah'tan, öyle mi?! Mantığımız bu olursa eğer, onlar -

elbette ki- bize hiç mi hiç karışmazlar tabi. O herif (Irak'ın işgali sırasında bir

İngiliz subayı) `hıinarede ezan okuyan bu adamın İngiltere'nin politikasına bir

zararı var mı?" diye sorduğunda `hayır" diyor; bunun üzerine ‘o halde bırakın

istediği kadar okusun" diyor... Siz sömürücülerin siyasetlerine karışmaz ve

islamı, sırf hep konuşup durduğumuz bu ahkâmdan ibaret bilip asla bundan

şaşmazsanız onların sizinle işleri olmaz. Siz istediğiniz kadar namaz kılın, sizin

petrolünüzü istiyor onlar, namazınızla ne işleri var? Bizim madenlerimizi istiyor

onlar; ülkemizin onların malları için bir tüketim pazarı olmasını istiyorlar. Zaten

bu yüzdendir ki onların kuklası olan baştaki devletler bizim sanayi ülkesi

olmamızı engellemekte veya dışarıya bağımlı ve montaj sanayi kurmaktadırlar.

Bizim adam olmamamızı istiyorlar! "Adam"dan korkuyorlar! Adam olmuş biri

çıkacak olsa korkuyorlar ondan. Çünkü kendisine benzerler üretecektir; sömürü,

diktatörlük ve kukla rejim gibi şeyleri temelinden söküp atan etkiler

bırakacaktır. Bu nedenledir ki ne zaman ortaya bir ‘adam’ çıktıysa ya

öldürdüler, ya hapsettiler, ya sürdüler veya lekelediler, ‘siyâsidir!" diyerek! ‘O

molla siyasî biridir’ dediler... -Halbuki- hz. Peygamber-i Ekrem de -sav-

siyasiydi. Bu kötü propagandayı sömürünün güdümlü siyasî uşakları yapıyorlar

ki sizi siyaset sahnesinden dışlayıp uzak tutsunlar, sosyal meselelere

müdahele etmenizi engellemiş olsunlar; hain hükümetlerle, anti-milli

ve anti-islamî siyasetlerle savaşmanızı önlesinler... Böylece kendileri

diledikleri herşeyi yapabilsinler, her haltı işleyebilsinler ve karşılarına

dikilecek hiç kimse kalmasın!...

Page 34: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

1. BÖLÜM

DEVLET KURULMASINI

GEREKLİ KILAN DELİLLER

Page 35: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Yürütme ve İdare Kurumlarının Gerekliliği

Toplumun ıslahı için kanun külliyatı kâfi değildir. Kanunun

insanoğlunun saadet ve ıslahını temin edebilmesi için onu uygulayacak

bir yürütme kuvvetine ihtiyacı vardır. Bu nedenledir ki Allah Teala bir

dizi kanunların, yani şeriat hükümlerinin yanısıra bir devlet, bir yönetim

ve yürütme gücü de belirleyip tespit etmiş bulunmaktadır. Hz. Resul-i

Ekrem -sav- efendimiz islam toplumunun yönetim ve yürütme

teşkilatının en üst makamı durumundaydı. Vahyi insanlara iblağ edip

tefsir, akaid ve islam ahkâmıyla islamın sistem ve düzenlemelerini

beyanda bulunmanın yanısıra bu hükümlerin icra ve uygulanmasını ve

islamın sistem, yapılanma ve düzenlemelerinin oluşturulmasını sağlama

yolunda da çalışıp uğraşıyordu ki böylece islam devletini kurabilsin. O

sırada hz. Resulullah -sav- mesela ceza kanununu bildirip açıklamakla

yetinmiyor, aynı zamanda onu bizzat uyguluyordu da! El kesiyor, had

vurduruyor, recmettiriyordu. Hz. Resul-ü Ekrem'den -sav- sonra halife

de aynı vazife ve mevkidedir. Hz. Resul-ü Ekrem -sav- halife tayin

ederken sırf islamın akaid ve hükümlerini beyan etmesi için değildi bu;

bilakis, islam hükümlerinin icrası ve kanunun iyice yerleşip tespit

bulması içindi. Hükümlerin uygulanması ve islam yapı ve

düzenlemelerinin tespiti vazifesi o kadar önemliydi ki hz. Resulullah'ın

Page 36: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

-sav- kendisinden sonra bu işi üstlenecek bir halife tayin etmesini onca

önemli kılmış, aksi takdirde risalet ve peygamberlik görevini

tamamlamış sayılmayacağı buyurulmuştur. Çünkü dünya ve ahiret

saadetlerinin temini için müslümanlar hz. Resulullah'tan -sav- sonra da

bunu üstlenecek; kanun ve hükümleri uygulayacak, islamî düzen ve

yapılanmaları toplumda hakim kılacak birine muhtaçtırlar. Esasen

kanun, sosyal yapı ve düzenlemeler bir uygulayıcı ve yaptırımcıya

muhtaçtırlar. Dünyanın bütün ülkelerinde ve her zaman böyledir bu;

sırf kanun koymuş olmanın hiçbir faydası yoktur. Kanunkoyuculuk,

insalığın saadetini temin için tek başına yeterli değildir. Kanun

koyulduktan sonra -o kanunu uygulayacak- bir yürütme gücünün

oluşması gerekir. Mahkeme ve adliyelerin kanun ve kurallarını

uygulayıp bu mahkemelerin âdilane hüküm ve kararlarını halka

ulaştırabilen -faktör- yürütme gücüdür. Bu nedenledir ki islam

kanunkoyuculukta bulunduğu gibi yürütme ve icra gücü de

belirlemiştir. "Veliyy-i emr" yürütme gücünün de sorumlusudur.

Hz. Resul-i Ekrem'in -sav- Sünnet ve Yöntemi

Hz. Resulullah'ın -sav- sünnet ve yöntemi, bir devlet kurulması gerektiğinin

delillerindendir. Zira:

Evvela bizzat kendisi de bir devlet kurdu. Onun devlet kurduğuna,

islam kanunlarını uygulayıp islamî yapılanmayı gerçekleştirmeye

uğraştığına ve toplumu idare edip yönettiğine tarih şahittir. 0 hazret -

bu cümleden olmak üzere- etrafa valiler tayin etmiş, bizzat yargıda

bulunmuş, kadı atamış, yabancı ülkelere ve kabile başkanlarıyla krallara

ve imparatorlara elçiler göndermiş anlaşma ve antlaşmalar imzalamış,

savaş komutanlığında bulunmuş; kısacası islamın devletle ilgili hüküm,

uygulama ve kanunlarını bilfıil icra ederek onlara işlerlik kazandırmıştır.

İkincisi; Allah'ın emriyle, kendisinden sonrası için devlet başkanı ve

yönetimi üstlenecek olanı tayin etmiştir. Allah Teala, hz. Resul-ü

Ekrem'den -sav- sonrası için de müslümanlar için bir devlet başkanı ve

yönetici atadığına göre, o hazretten -sav- sonra da devlet müessesesinin

gerekli olduğunu vurgulamış olmaktadır. Nitekim hz. Tesul-ü Ekrem

- sav- vasiyetinde bu ilahi emri iblağ ettiğinde, devletin gerekliliğini de

böylece belirtmiş oluyordu.

Page 37: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

İslam Hükümlerinin Uygulanmasında Sürekliliğin Zarureti

Hz. Resul-i Ekrem'in -sav- devlet kurmasını gerektiren islam

hükümlerinin icra ve uygulanma zaruretinin sadece o hazretin –sav-

dönemine mahsus olmadığı, hz. Resulullah'tan -sav- sonra da bu

hükümlerin ve icrasının süreğenliğini koruyacağı apaçık ortadadır.

Ayet-i şerifede de buyurulmuş olduğu üzere islam ahkâmı belli bir

zaman ve mekanla sınırlı olmayıp ebediyen kalıcı ve ‘uygulanması

gerekli’dir(21) İslam saadece hz. Resul-ü Ekrem -sav- dönemi için

gelmiş değildir ki o hazretten sonra terkedilebilinsin ve islamın ceza

kanunları olan hadler ve kısas artık uygulanmasın veya malum çeşitli

vergiler alınmasın, ya da islam ümmeti ve islam beldesini savunma aslı

terkedilsin... ‘islam kanunlarının gereğinde pekalâ terkedilebileceği’

veya ‘islam hükümleri belli zaman ve mekanlara mahsustur’ şeklindeki

görüş, islamın vazgeçilmez itikâdî yapısına tamamen aykırıdır. O halde

islam hükümlerinin hz. Resul'den -sav- sonra da ve ebediyete kadar

uygulanması zaruri olduğuna göre devlet kurulması, yürütme ve

yönetim kurumunun oluşturulması da zaruri olmaktadır. Bireylerin

bütün çalışma ve faaliyetlerini ‘âhkâmın uygulanması’ vesilesiyle

adilâne bir sistem ve yapı üzerinde oturtacak bir devlet, yürütme gücü

ve yönetim mekanizmasının oluşturulmaması halinde kargaşa ve anarşi

doğar; sosyal, itikâdî ve ahlâkî bozulmalar başgösterir. O halde anarşi,

kargaşa ve başıbozukluğun vuku bulmaması ve toplumda fesad ve

bozulmanın başgöstermemesi için devlet kurmaktan ve toplumdaki

bütün işleri ve vukuatları kontrol ve disipline sokmaktan başka çare

yoktur. Demek ki şeriat ve akıl kurallarının da apaçık ortaya koyduğu

üzere; hz. Resul-ü Ekrem -sav- ve Emir'el Mü'minin Ali bin Ebutalib

- s- zamanında gerekli ve zaruri olan şey; yani devlet, yönetim, idare ve

yürütme mekanizması; onlardan sonra da ve bu cümleden olmak üzere

bizim çağımızda da gerekli ve zaruridir.

Meselenin açıklığa kavuşması için şu soruyu soruyorum: Gaybet-i

Suğra'dan(22) 1000 yılı aşkın bir süre geçtiği ve belki de maslahat gereği

(21)

Bkz: İbrahim Suresi 52. ayet, Yunus 2. ayet, Hacc-49, Ahzab-40, Yâsin-70. (22) Ehl-i Beyt imamlarının 12.'si hz. Hüccet İbn-il Hasan -s- hk. 260. yılda

gözlerden kayboldu -sırra kadem bastı- Bu tarihten hk. 329'a kadar şiiler 4 naip

aracılığıyla (Osman bin Said, Muhammed bin Osman, Hüseyin bin Ruh ve Ali bin

Muhammed) o hazretle irtibatlarını sürdürdüler. Bu döneme ‘gaybet-i suğrâ’ veya

Page 38: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

hazretin zuhuru pekalâ yüzbin yıl sonra da vuku bulmayabileceğine

göre bu uzun süre boyunca islam hükümleri yerde kalmalı,

uygulanmamalı ve herkes canı ne isterse yapabilmeli midir? Anarşi ve

kargaşa mı egemen olmalıdır? Beyan, tebliğ, yayma ve uygulama

safhasına konulması yolunda hz. Resulullah'ın -sav- 23 yıl durup

dinlenmeksizin zahmet ve cefalar çektiği kanunlar sadece belli ve sınırlı bir

zaman dilimi için miydi? Yani Allah Tealâ kendi göndermiş olduğu

hükümlerinin uygulanmasını 200 yılla mı sınırlamıştır? Gaybet-i

Suğra' dan sonra islam herşeyini bırakmış -bütün hüküm ve

inançlarından- vaz mı geçmiştir?!

Böyle bir fikre inanmak veya bunu dile getirmek, islamın iptal

olduğuna inanmak veya bunu söylemekten çok daha beterdir. Hiçkimse

bugün artık islam beldesinin toprak bütünlüğünü koruma ve

müdafaanın artık lüzumu kalmadığını veya vergi ve cizye (23), haraç(24),

hums(25), ve zekatın(26) alınmasının günümüzde artık gerekli olmadığını,

islam veza kanunlarının; diyet ve kısasın artık iptal edilmesi

lazımgeldiğini söyleyemez! Herkim, islam devleti kurulmasının zaruri

olmadığını söleyecek olursa islam hükümlerinin uygulamaya konulması

gerektiğini inkar etmiş; din-i mübin-i islamın ölümsüzlüğünü ve

hükümlerinin ebediyen bütünlüğünü münkir olmuş olur.

‘küçük gaybet dönemi’ denir. Bu dönemden sonra o hazretin ‘gaybet-i kübrâ"sı

başlar. (23)

Cizye: Ehl-i Kitab'ın islam devletine ödediği ve karşılığında malının,

canının ve ırzının İslam devleti tarafından güvenceye alındığı meblağ veya mala

denir.

(24) Haraç: Müslümanlar tarafından fetholunan tarla ve araziler için (arazi-yi

haraciyye) islam devletinin belirlediği verginin adı.

(25) İslamda riayeti farz olan haklardan biri de ‘Hums’tur, gerekli şartlar altında

şu 7 şeye taalluk eder: 1- Savaşta kafırlerden alınan ganimetler. 2- Madenler. 3-

Hazine, define ...vb. kıymetli gömüler. 4- Su diplerinden çıkarılan inci ve mercan

gibi değerli deniz taşları. 5- Ayrıştırılamayacak ve ne kadarının kime ait olduğu

belirlenemeyecek kadar haramla karışmış mal. 6- Zımmî kafirin müslümandan

satınaldığı arazi. 7- Şahsın yıllık masrafından artakalan miktar.

(26) Zekat: Gerekli şartlar çerçevesinde 9 şeyden alınan islam devletinin

vergilerindendir: 1- Deve. 2- Sığır. 3- Koyun (en'an-ı selâse). 4- Altın. 5- Gümüş

(Nakdeyn). 6- Buğday. 7- Arpa. 8- Hurma. 9 Kuruüzüm (gulat-ı erbaa). Fitre (fıtra) zekatı

adıyla tanınan bir diğer zekat ta Fıtır Bayramı (Ramazan Bayramı) gecesi farz olur.

Fitrenin miktarı, en yaygın yiyecekten (meselâ buğday, pirinç vb.) 3 kg. veya tutarıdır.

Page 39: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Emir'el Mü'minin Hz. Ali Bin Ebu Talib'in -s- Siyeri

Hz. Resul-ü Ekrem'in -sav- nhletinden sonra hiçbir müslüman

devletin gerekliliğinden tereddüde kapılmadı. Hiçkimse kalkıp da ‘bize

devlet lazım değil artık’ demedi. Kimseden böyle bir şey duyulmuş

değildir. Devlet kurulması gerektiği hususunda herkes müttefikti.

İhtilaf, sadece bunu kimin üstleneceği ve kimin devlet başkanı

olacağındaydı. Binaenaleyh hz. Resul-ü Ekrem'den -sav- sonra halifeler

döneminde de, hz. Emir -s- döneminde de devlet kuruldu. Devlet

örgütü vardı, idare ve icra -yürütme- yerine getirilmedeydi.

İslam Kanunlarının Nitelik ve Niceliği

İslam devleti kurulmasının zaruri olduğunu gösteren bir diğer delil

de islam kanunlarının, yani şeriat hükümlerinin nitelik ve niceliğidir. Bu

kanun ve hükümlerin nitelik ve niceliğine dikkat edilecek olursa bir

devlet kurulması ve toplumun siyasî, iktisâdî ve kültürel yönetim ve

idaresini gerçekleştirme gayesiyle bilirlenmiş oldukları görülür.

Evvela şeriat kanunları bütün ve külli bir toplum düzenini

oluşturmaya tamamen elverişli -gerekli- her nevi -her boyutta- kanun

ve kuralları taşıyıcı özelliğe sahiptir. İslamın bu hukuki nizamında,

insanoğlunun ihtiyaç duyacağı herşey vardır: Konu-komşuyla, evlatla,

akraba ve kendi halkı ve hemşerisiyle sosyal ilişki ve muaşeret ve karı-

koca hayatıyla özel münasebetlerden tutun da savaş ve barış kuralları,

milletlerarası ilişkiler, ceza kanunları ticaret, sanayi ve ziraate varıncaya

kadar... Nikah öncesi için, hatta bebek ana rahmine düşmeden öncesi

için bile kanunu vardır islamın; nikahın nasıl kıyılması, nasıl

gerçekleşmesi gerektiğini belirtir; o sırada veya bebek ana rahmine

düşmeden önce insanın ne yemesi gerektiğini, bebeğin süt çağında

anne-babanın ne gibi vazifelerle yükümlü olduğunu, bebeğin nasıl

eğitilmesi gerektiğini, kadınla erkeğin yekdiğerine ve çocuklarına karşı

davranış ve tutumlarının nasıl olması gerektiğini ... vb. gibi -insan

hayatının- bütün merhaleleri için islamın kanun ve kuralları vardır ki

‘insan’ yetiştirebilsin, tam ve mükemmel bir insan; canlı kanuna

dönüşmüş, kanunun timsali haline gelmiş, kendiliğinden kanunun

gönüllü uygulayıcısı kesilmiş bir ‘insan’!... Kendisini olumsuzluklardan

arıtmış mükemmel ve faziletli bir insan modeli yetişmesi için gerekli

Page 40: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

ortam ve şartları hazırlayabilecek bir devlet sistemiyle siyasî ve iktisâdî toplum

ilişkilerine islamın ne denli önem verdiği ortadadır. Kur'an-ı Mecid ve sünnet-i

Resulullah -sav-; insanoğlunun kemal ve saadeti için ihtiyaç duyduğu bütün kanun

ve hükümleri içermektedir. Kâfi'de(27) `insanların bütün ihtiyaçlan kitap ve

sünnette beyan edilmiş, bildirilmiştir" başlıklı bir bölüm vardır(28). Burada geçen

kitap, yani Kur'an ‘herşeyi bildiren’dir(29), herşeyi belirtmiş, bütün herşeyi açıklığa

kavuşturmuştur. Masum imam -rivayette de geçtiği üzere- `halkın ihtiyacı olan

herşeyin kitap ve sünnette belirtildiğine -ve çözüm yollarının gösterildiğine-

yemin etmektedir(30) ki bunda hiç şüphe yoktur.

İkincisi; şeriat hükümlerinin nitelik ve niceliğine dikkat ettiğimizde bunların

uygulanması ve bunlara uygun amel edilebilmesi için devlet kurulmasının zaruri

olduğunun; büyük ve kapsamlı bir yönetim ve yürütme örgütü oluşturulmaksızın

Allah'ın emir ve hükümlerini uygulama vazifesini yerine getirmenin mümkün

olmayacağını görürüz.

Biz burada örnek olarak bazı konulara değinmekle yetiniyoruz, isteyenler diğer

konulara da başvurarak incelemede bulunabilir.

(27)

Şia'nın Kutub-u Erbaa'sından, Kâfi adıyla meşhur El-Kâfı Fi'1 Hadis:

Muhammed bin Yakub Kuleyni. Bu eser 34 kitap, 326 babdab müteşekkildir.

Toplam 16 bin hadis içermektedir.

(28) Usul-u Kâfı c:l s:76-80, Fazl'ul ilm kitabı "...bab'ur radde'ilâ kitâb

vessunne..."

(29) Nahl Suresi 89. ayete işaretle "... ve biz sana Kur'an'ı indirdik, o herşeyi

aydınlatıcıdır..."

(30) İmam Sadık -s- şöyle buyurur: "Allah Tebarek ve Tealâ herşeyi Kur'an'da beyan

etmiştir, o kadar ki, yemin olsun, hiçbir ihtiyaç mevzuu onda ihmal edilmiş değildir.

Kulun ‘keşke Kur'an şu konuya değinseydi’ diyebileceği her gerekli şey Kur'an'dadır."

bkz: Usul-ü Kâfı c:l s:76-77, kitab-u fazl'ul ilan, 1. hadis.

Page 41: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

2. BÖLÜM

BAZI İSLAM HÜKÜMLERİ

ÜZERİNE İNCELEME

Page 42: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

1- Mâlî Hükümler

İslamın belirlediği vergiler ve plânladığı bütçe -şekli-, bunun sadece

fakirlerle yoksul seyyitlerin açlıktan ölmeyecek kadar bir geçime

kavuşmasına yönelik olmadığını; bilâkis devlet kurma ve büyük bir

devletin zaruri harcamalarını temin gayesine yönelik olduğunu

göstermektedir:

Mesela beytulmale akan ve bütçe kalemlerinden sadece biri durumundaki

büyük gelir kaynaklarından biri "hums"tur. Bizim mezhebimizde bütün zıraî

gelirlerden; ticaretten, yeraltı ve yerüstü kaynaklarından elde edilen

gelirlerden, velhasıl bütün gelir ve kazançlardan adilâne ölçülerle -hums-

alınır. Öyle ki; bu caminin kapısı kenarındaki sebzeciden, gemi ve maden

işletmeciliğiyle uğraşan herkesi kapsamına alan bir hükümdür bu. Mükellef

şahıslar gelirlerinin; meşru ve normal ihtiyaçlarıyla ilgili harcamalarından

geriye kalanının 5'te birini, beytülmale eklenmesi için islam devletinin

başkanına verirler. Böylesine büyük bir gelirin; ancak islam ülkesini idare ve

böyle bir ükenin bütün mâlî ihtiyaçlarını gidermeye yönelik olduğu apaçık

ortadadır. İslam ülkelerinin tamamının veya -islamın egemenliği altına girmesi

halinde- bütün dünya ülkelerinin gelirlerinin -normal harcamalardan artan

miktarının- humsu hesaplanacak olursa böylesine - yüklüce- bir verginin sırf

seyyidlerle dinadamlarının ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olmadığı;

meselenin çok daha önemli boyutları olduğu ortaya çıkar. Amaç, koca devlet

teşkilatının mâlî ihtiyaçlarının giderilmesidir. Eğer bir islam devleti kurulacak

olursa işte bu vergilerle, yani hums ve zekatla -ki ikincisi fazla değil-, cizye ve

haraçlarla -ya da ülkenin zıraate elverişli topraklarına konulan vergilerle-

yönetilip idare edilmesi gerekir.

Seyyidlerin böyle-sine astronomik- bir bütçeye ihtiyacı olduğu nasıl

düşünülebilir? Tahran, İslambul, Kâhire ve diğer büyük çarşılar bir yana

Page 43: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

dursun, sırf Bağdad Çarşısı'nın gelirinden alınacak hums bile bütün

seyyitlere, medreselere ve müslümanların bütün fakirlerine yeter.

Böylesine astronomik bir bütçenin belirlenmiş olması da

göstermektedir ki amaç, devlet kurulması ve ülke yönetimidir; halkın

temel ihtiyaçlarının giderilmesi, kamu hizmetleri ve sağlık, kültür,

savunma, bayındırlık ve kalkınma gibi sosyal hizmetlerin

karşılanmasıdır. Hele humsun toplanma, muhafaza ve harcanmasına

dair islamın belirlediği dakik kural ve getirdiği düzenlemeler bu gerçeği

iyiden iyiye vurgulamaktadır: Devlet hazinesinden kesinlikle sorumsuz

ve israfa kaçan harcamalar yapılmayacak; devlet başkanı, valiler ve

bütün kamu hizmeti yöneticileri; yani devlete çalışan insanlarla -

hükumet adamlarıyla- halkın diğer kesimleri arasında "kamuya ait

mallar ve devlet gelirlerinden faydalanma hususunda" hiçbir fark ve

ayrıcalık gözetilmeyecek, -beytulmale ait gelirlerden- herkes eşit pay

alacaktır. Böylesine yüklüce bir bütçeyi denize mi dökmemiz gerekir

şimdi? Ya da, hazret-i Mehdi -sa- gelinceye kadar toprağa mı

gömmeli,(31)?!!.. Yoksa o günlerde mesela 50 seyyidin –gönlünce

harcayıp- yemesi için miydi? Yoksa bugün farzen, 500 bin seyyide mi

verelim? Nasıl harcayacaklarını bilemez, şaşırıp kalırlar... Halbuki

fakirlerle seyidlere -humustan- verilmesi gereken miktarın, sadece

geçimlerini temin edebilecekleri kadar olması lazım geldiğini biliyoruz.

Ancak islamın bütçe plânlamasına göre her gelirin belli ve zarurî bir

harcama sahası vardır. Bir sandık zekata mahsustur; bir sandık da

sadaka ve teberruata -bağışa-; bir de humsa ait özel bir sandık vardır.

Seyyidler bu son sandıktan geçimlerini sağlarlar. Hadiste de belirtilmiş

olduğu üzere seyyidler yıllık harcamalarından arta kalan miktarı sene

sonunda islam devletinin başkanına geri vermelidirler; eğer tersi olur da,

masraflarını karşılayamazlarsa -islam- devlet başkanı onlara yardım eder(32) .

(31)

Humsun; bilhassa "İmam payı" denilen yarısının harcanması hususunda

imamiye fakihlerinin görüşleri farklıdır. Kimilerine göre sadece masum imama –s-

aittir ve onun zuhuruna kadar da toprağın altında gömülü kalması gerekir. Bkz: El-

Meğne'ete s:285-286 ve şerh-i Lüme'e c:l s:184.

(32) Hz. Musa bin Cafer -s- şöyle buyururlar: "Humsun yarısı İmamındır. Diğer

yarısı da onun ailesi arasında bölüştürülür. Bir pay o ailenin yetimlerine, bir pay

yoksul ve fakirlerine, bir pay da yolda kalmışlarına verilir. Böylece Kur'an ve

sünnetin buyruğu bu bölüşme gereği bir yıllık ihtiyaçlarını karşılayacakları şekilde

yapılır. Onların masraflarından birşey artakalacak olursa, yöneticiye ait olur. Eğer

Page 44: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Öte yandan zımmet ehlinden alınması gereken cizye"y1e (33) büyük

zıraat arazilerinden alınan "haraç" olağanüstü rakamlara ulaşan bir gelir

sağlamaktadır. İslamın bu tür vergiler belirlemiş olması bir devlet ve dev let

başkanının varlığının zaruretini ortaya koymaktadır. Gelir durumu ve ödeme

gücüne göre zımmet ehlinin ödemesi gereken yıllık vergi miktarını belirlemek

islam devleti başkanına veya onun valisine düşer; keza onların tarla ve

davarlarından() uygun miktarda vergi alınır. Keza "haraç" almak; yani "Allah'ın

malı" olan ve islam devletinin tasarrufunda bulunan geniş topraklara taalluk

eden vergiyi toplamak da yine islam egemenine -islam devletinin başında

bulunana- düşer ki bu da muntazam ve düzenli bir teşkilat, örgütlenme ve

organize ister, hesap-kitap ister, tedbir ve maslahat üzerine kafa yormayı

gerektirir. Duruma göre mütenasip ve uygun miktarlarda ve maslahata muvafık

olacak şekilde bu vergileri belirlemek, toplamak ve sonra da müslümanların

maslahatına en uygun şeylere harcamak; islam devletinin başında bulunanlara

düşen bir vazifedir.

Görüldüğü gibi islamın mâlî hükümleri, devlet kurulmasının gerekli olduğuna

delalet etmektedir; bunu yapabilmenin ise, islamî bir teşkilatlanma ve

örgütlenmeden başka hiçbir yolu yoktur.

2- Milli Savunma Hükümleri

Ote yandan; islam devletinin koruması, toprak bütünlüğünün

savunması ve islam ümmetinin bağımsızlığını müdafaayla ilgili

hükümler de devlet kurulmasının gerekliliğine delalet etmektedir.

Bunun en bariz örneği "... gücünüz yettiğince silah ve -savaşa- âmâde

bölüştürülmeyecek gibi olur veya onların ihtiyaçlarından daha az olursa devlet

başkanı -yönetici- onların ihtiyaçlarını -imkan ölçüsünde- gidermekle sorumludur.

Bu nedenle onların ihtiyaçlarının temini; baştaki yöneticinin uhdesine bırakılmıştır

ki, onların payından artakalan da imama ait olur. Bkz. Usul-ü Kâfı c:2 s:491,2,

Kitab'ul Hucce, bâb'ul fı'1 enfâl, 4. hadis ve: Ettehzib, c:4 s:281, Kitabuzzekat, 36.

hadis ve: Ae c:4 s:127, Kitabuzzekat, 36. bab, 5. hadis.

(33)

‘Zımmet Ehli’ belli cizye ve haraçları ödemek şartıyla islam devleti

sınırlarında bu devletin güvencesi altında yaşayan ehl-i kitap'a denir. ()

At, eşek, katır, deve, öküz ve koyun başta gelmek üzere bütün binek, yük hayvanı ve davar.

Page 45: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

at hazırlayın..."(34) hükmüdür. Mümkün miktarda ve olabildiğince silahlı

savunma gücü hazırlayarak her an savaşa âmâde olma emri verilmekte ve barış

döneminde her an âmâde ve teyakkuz halinde olunması gerektiği

hatırlatılmaktadır.

Müsümanlar işte bu hükme uyarak bir islam devleti kurup her an

savaşa âmâde ve hazırlıklı olsalardı bir avuç yahudi kalkıp da bizim

topraklarımızı işgal etmeye, Mescid-i Aksa'yı harabeye çevirip ateşe

vermeye cür'et etmezdi; -çünkü- âmâde olan müslümanlar hemen

harekete geçer, gerekeni yaparlardı. Bütün bunlar-ın başamıza geliyor

olmasının nedeni- müslümanların Allah'ın hükümlerini uygulama

girişiminde bulunmamış, liyakatli ve sâlih bir devlet kurmamış

olmasındandır. Eğer bugün islam ülkelerini yönetenler imanlı halkın

temsilcileri olup islam hükümlerini uyguluyor bulunsalardı küçük ihtilaf

ve anlaşmazlıkları bir kenara bırakır, bozgunculuk ve tefrikacılıktan

vazgeçer, birlik ve vahdet içinde "tek yumruk" olurlardı (35); o zaman

Amerika, İngiltere ve -diğer ecnebilerin uşağı olan bir avuç sefıl yahudi

bu işleri yapamazdı işte; Amerika'yla İngiltere'nin desteğine rağmen

yine de yapamazlardı. Bu, müslümanlara hükmeden baştaki

yöneticilerin liyakatsizlik ve acziyetindendir.

"... gücünüz yettiğince savaş kuweti ve besili atlar hazırlayın..."

ayet-i kerimesi müslümanlara "elinizden geldiğince güçlü ve hazırlıklı

olun ki düşmanlarınız size zulüm ve tecavüzde bulunamasın" şeklinde

emretmektedir. Bizler elbirliği ve vahdet içinde olmadığımızdan, güçlü

ve her an savaşa hazır ve âmâde bulunmadığımızdan ecnebilerin

tecavüz ve saldırganlıklarına maruz kaldık ve kalıyoruz ve zulüm

görüyoruz! ...

3- Hakların Elde Edilmesiyle İlgili Hükümler ve Ceza

Hükümleri

Suçludan alıp sahibine verilmesi gereken diyetler ve islam devlet

başkanının nezdinde uygulanması gereken had ve kısas gibi birçok

(34)

“..At ve silah hazırlayın elinizden geldiğince...” (Enfa1,60).

(35) Hz. Resulullah'ın buyruklarından iktibastır "...Müslümanlar tek yumruk gibi

ayrılmaz bir bütündürler." Bihar'ul Envar c:28 s:104, Kitabul Feten ve'l Meben, 3.

bab, 3. hadis ve: c:37 s:114.

Page 46: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

islam hükümlerinin, bir devlet düzeni oluşturulmaksızın uygulama

safhasına konulabilmesi mümkün değildir. Bu kanun ve hükümler hep

bir devlet düzenini gerektirmektedir; devlet dışında hiçbir gücün

becerebileceği işler değildir bunlar.

Siyasî İnkılabın Gerekliliği

İnatta bulunup düşmanlık edenler ve ümeyyeoğulları –Emeviler-

lânetullah aleyhim(36); hz. Resul-ü Ekrem'in -sav- rıhletinden sonra

islam devletinin Ali bin Ebu Talib -s- velâyetinde istikrar bulmasını

engellediler. Allah Tebarek ve Tealâ'yla hz. Resul-ü Ekrem efendimizin

-sav- rızasına mutabık bir devlet düzeninin nesnel olarak kurulup

meydana gelmesini önlediler; neticede devletin temelini değiştirdiler.

Oluşturdukları hükumetin programlarının çoğu, islamın devlet

programlarına aykırıydı. Emevilerle Abbasilerin (37) kurduğu rejim,

devlet düzeni ve uyguladıkları siyasî yöntem islam dışıydı. Devlet

sistemi tamamen tersine dönerek saltanat -sultanlık- rejimine

dönüştürüldü; İran şahenşahları, Roma imparatorları ve Mısır

Firavunlarının rejimlerinden farksız bir rejim haline geldi. Daha sonraki

dönemlerde de yine aynı "gayriislamî hali"yle devam etti ve böylece

bugünkü hale gelmiş oldu.

Devletlerin bugünkü şu gayrüslamî ve islam düşmanı hallerinin

sürmesine izin vermememiz gerekir, aklen ve şer'an da böyledir.

Bunun delilleri de apaçık ortadadır:

Herşeyden önce, gayrüslamî bir siyasî nizam ve devlet düzeninin

kurulması; islamın siyasî nizamı ve devlet düzeninin uygulanmaması

demektir.

İkinci delil de; gayrüslamî olan her siyasî düzen ve devletin, şirke

bulaşmış bir siyasî düzen ve müşrik bir devlet olmasıdır; çünkü onun

(36)

Ümeyye bin Abduşşems bin Abdumenafoğulları, kureyş boyundan. Muaviye

h. 41'de halife adıyla saltanata geçen ilk Emevi halifesidir. H.k. 132'de 2.

Mervan'ın öldürülmesiyle birlikte bu hanedanın iktidarı son bulmuş oldu (37)

Hz. Resulullah'ın -sav- amcası Abbas'ın evlatları. Abbasiler Devleti h.k. 132'de

Seffah-kandükücü- Abdullah'ın hilafetiyle başlayıp hk. 656'da Mutasım'ın

öldürülmesiyle sona erdi.

Page 47: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

hakim ve egemen gücü "tağut"tur(38) ve bizler şirkin iz ve etkilerini

müslümanların hayatından silip temizlemekle mükellefız.

Diğer bir delil de mümin ve fazilet sahibi insanların yetişebileceği

elverişli sosyal şartlar ve ortamı hazırlamakla mükellef oluşumuzdur ki

bu da "tâğut" ve diğer gayrimeşru güçlerin egemen olduğu ortam ve

şartların tamamen tersidir. "Tâğut" ve müşrik sistemin egemenliğinden

doğan sosyal şartların gereği, şu gördüğünüz fesad ve bozulmadır işte.

Derhal ortadan kaldırılması ve müsebbiblerinin, lâyık oldukları cezaya

çarptırılması gereken "fesad-ı fı'1 arz" -yeryüzünde bozulma ve

bozgunculuk çıkartma"dır. Firavun'un kendine has politikasıyla

Mısır'da meydana getirdiği fesad ve bozulmadır bu: "...Şüphesiz o,

bozgunculardandı."(39). Bu sosyal ve siyasî şartlarda mümin, takvalı ve

âdil biri insanın yaşayabilmesi; imanını ve doğru davranışlarını

koruyabilmesi mümkün değildir. Karşısında iki yol bulacaktır: Ya

mecburen şirke bulaşmış ve sâlih olmayan amellerde bulunacak, ya da

bu tür amellere bulaşmamak ve tâğutun emir ve kanunlarına eğilmemek

için onlara karşı mücadeleye girişip o bozuk şartları ortadan kaldırmaya

çalışacaktır.

Bozuk ve bozguncu devlet düzenlerini ortadan kaldırmak; hain,

bozuk, zalim ve zorba egemenleri alaşağı etmekten başka çaremiz

yoktur bizim... Bütün müslümanların islam ülkelerinde teker

teker gerçekleştirmesi gereken vazifedir bu; islamî siyasî inkılabı bu

beldelerde zafere ulaştırmalıdırlar.

İslâmî Vahdetin Gerekliliği

Diğer taraftan; islam vatanını sömürücü emperyalistler, zalimler,

zorba ve mevkiperest egemenler parçalamış bulunmaktadır. İslam

ümmetini birbirinden ayırmış, ayrı ayrı birkaç millet haline

getirmişlerdir. Bir ara büyük Osmanlı Devleti meydana geldiyse de,

sömürücü emperyalistler -onu da- hemen parçaladılar. Rusya, İngiltere,

Avusturya ve diğer sömürücü devletler elele verip Osmanlıya karşı

(38)

Saldırgan ve bâği olan ve Allah'tan başka tapılan herkes ve herşeye "tağut"

denir.

(39) ‘..Şuphesiz o. fesat çıkaranlardan (yeryüzünde bozulma ve bozguna sebep

olan)dı’ Kısas,4.

Page 48: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

savaşlar açtılar, herbiri Osmanlı topraklarının bir kısmını ele geçirdi ya da kendi

nüfuzlan altına aldılar(40).

Gerçi Osmanlı devletinin başına geçenlerin çoğu liyakâtsiz ve

bazılan da fasit ve bozuktu, padişahlık rejimi hakimdi; ama yine de

sömürücü emperyalistler için bir tehlike sözkonusuydu: Her an, halkın

arasından salih ve dürüst insanların çıkıp bu devletin -Osmanlı- başına

geçerek halkın da yardımıyla millî birlik ve kuvvetle sömürünün işini

bitirmeleri ihtimali vardı! İşte bu nedenledir ki mükerrer savaşlardan

sonra, l. dünya savaşında Osmanlı Devletini parçalayıp kendi

aralarında bölüştürdüler, öyle ki, o Osmanlı topraklarından 10-15 tane

birer karışlık ülkeler çıktı ortaya. Her karışın -minik ülkenin- başına

kendi memurlarından birini ya da bir dizi memurlarını geçirdiler. Daha

sonraları -bu küçük ülkelerden- bazıları o memurların ve sömürü

uşaklarının elinden kurtulmuştur.

İslam ümmetinin birlik ve vahdetini temin edip islam vatanını

sömürücülerle onların yardakçısı olan kukla devletlerin tasarruf ve

nüfuzundan kurtarabilmemiz için devlet kurmaktan başka hiçbir

yolumuz yoktur. Çünkü müslüman milletlerin vahdet ve hürrüyetini

sağlayabilmek için zalim ve kukla devletleri yıkmamız ve sonra da

yerine, halkın hüzmetinde olacak adilâne bir islam devleti kurmamız

gerekir. Devlet kurulması; müslümanların vahdetini korumak, birlik ve

düzenlerini huhafaza edebilmek içindir. Nitekim hz. Fâtıma-ı Zehrâ

selamullah aleyhâ bir hutbesinde "imamet, nizamın –sistemin -

korunması ve müslümanlann bölük-pörçük hallerini vahdet ve birliğe

dönüştünnek içindir" buyunnaktadır(41).

(40)

Osmanlı imparatorluğunun çöküşü 19. yy'ın başlarında başladı. 1913

Londra antlaşmasıyla sonuçlanan Balkan müttefık ülkeler savaşında Osmanlı

devleti, Ege veAvrupa'daki yaklaşık bütün müstemleklerini kaybetti. l. Dünya

savaşında ve 1932'de imzalanan Lozan antlaşmasıyla Irak, Suriye, Arabistan,

Ürdün ve Filistin gibi müslüman arap ülkeleri Osmanlı yönetiminden resmen

çıkarılarak Avrupa ülkelerinin kaymumetine verildi. Koca Osmanlıdan geriye

kalan, bugünkü Türkçe konuşulan Anadolu'yla Trakya'dan ibarettir.

(41) Keşf ul Gumme, c: l s:483.

Page 49: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Mazlum ve Mahrum Halkın Kurtarılmasının Gerekliliği

Ayrıca sömürücü emperyalistler, halka musallat olmuş bulunan siyasî

uşakları vasıtasıyla zâlimâne iktisadî sistemleri- zorla kabul ettirmiş ve

bunun sonucu olarak da halk iki kesime ayrılmıştır: Zalim ve Mazlum!

Bir tarafta sağlık ve kültürden tamamen mahrum yüzmilyonlarca aç

müslüman dururken, diğer tarafta ayyaş, kötü ve serseri bir azınlıklar

grubu var ki zenginler ve siyasî güce sahipler... Aç ve mahrum halk,

daha iyi ve insanca bir hayata kavuşabilmek için yağmacı ve talancı

yöneticilerden kurtulmaya çalışmakta ve bu gayret ve keşmekeş sürüp

gitmekte, ama egemen -müreffeh- azınlıklarla devletin zalim

mekanizmaları onlara hep engel olmaktadır. Biz mazlum ve mahrum

halkı kurtarmakla vazifeliyiz. Biz mazlumlardan yana ve zalimlere

düşman olmakla mükellefiz. Emir'el Müminin'in -s- değerli oğluna

yazdığı meşhur vasiyette vurgulayıp hatırlattığı vazifedir bu: "Mazluma

yardımcı ol, zâlime düşman kesil!"(42)

İslam âlimleri zalimlerin gayrimeşru çıkarlar sağlayıp tekelcilikte

bulunmalarına karşı durmalı ve halkın büyük bir çoğunluğu açlık ve

mahrumiyet içindeyken onların hemen yanıbaşında; talancı ve haram

yiyici zalimlerin nimetler içinde keyif çatmasına engel olmalıdırlar.

Emir'el Mü'minin -s- "Benim bu vazifeyi -hilafet, devlet başkanlığı

kabul etmemin yegâne nedeni Allah Tebarek ve Tealâ'nın zalimlerin

oburluğu ve vurgunculukları; mazlumların da açlık ve mahrumiyetleri

karşısında sessiz ve lâkayt kalmayacaklarına dâir islam âlimlerinden söz

almış olmasıdır" buyurmakta ve şöyle demektedir:

"...Andolsun tohumu yarana, canı yaratana; biat edenler gelip

burada toplanmasalardı ve ben gerekli yardımcı gücü bulduğum için bu

işi kabulle mükellef olmamış olsaydım ve Allah Tealâ islam

âlimlerinden zalimlerin oburlukları ve vurgunculuklarıyla, mazlumların

dayanılmaz açlık ve mahrumiyetleri karşısında sessiz ve lâkayt

kalmayacaklarına dair söz almış olmasaydı iktidar yularını bırakır, bir

daha da elime almazdım. O zaman şu dünyanız ve dünyevî makam ve

mevkinizin benim nazarımda bir keçi aksırığının çıkardığı rutubetten

daha değersiz olduğunu görürdünüz..."(43).

(42)

Nehc'ul Belaga, mektuplar, 47 (43)

Ae, hutbeler, 3, Şıkşıkiyye hutbesi.

Page 50: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Bir grup hain ve haramyiyiciyle ecnebi uşaklarının, dış güçlerin

yardımı ve süngü zoruyla yüz milyonlarca müslümanın el emeği ve

servetine el koyduklarını ve en asgarî nimetlerden bile faydalanmalarına

izin vermediklerini göre göre bugün nasıl sessiz kalır, tepki

göstermeden öylece yerimizde oturabiliriz? Bu zalimane duruma bir

son vermek islam ulemasının ve bütün müslümanların vazifesidir; yüz

milyonlarca insanın saadetini temin yolunda zalim devletleri yıkmak ve

islam devleti kurmakla muvazzaftırlar.

Ahbara Göre Devletin Gerekliliği

Aklın, islam hükümlerinin, hz. Resul-ü Ekrem'in -sav- sünneti ve

hz. Emir'el mü'minin'in -s- siyeriyle ayet ve rivayetlerin de gerektirdiği

ve açıkça belirlemiş olduğu üzere devlet kurulması lazım ve gereklidir.

Örnek olması açısından, hz. İmam Rıza'dan -s- naklolunan bir rivayeti

aktarıyorum:

Bu hadisin nübuvvetle ilgili olan ilk kısmını, konumuz dışında

olduğu için aktarmaya gerek görmüyor, bahsimizle ilgili olan son

bölümünü aktarıyoruz; İmam şöyle buyuruyor:

"...Hekîm ve bilge Allah Teala'nın niçin "ululemr" tayin edip ona

itaati gerekli kıldığını soracak olana şu cevap verilir: Allah Teala'nın bu

emrinin birçok delili ve nedeni vardır. Bunlardan bir kısmı şöyle

özetlenebilir: İnsanlara belli bir kanun ve yol gösterilip bu yoldan

sapmamaları ve bu kuralları çiğnememeleri emredilerek, belirlenen

çerçeve ve sınırları aşmamaları, aksi takdirde fesada bulaşacakları

vurgulanmış olduğundan ve diğer taraftan başlarında emin ve güvenilir

biri veya belli bir güç bulunup da onları bu yol üzere tutarak

durumlarını gözetleyip kollamadıkça insanların ilahî yol ve kanunlar

üzere sabit kalmaları, belli kanunları çiğnememeleri ve haklarını aşan

sınırlara ayak basmamaları mümkün olmadığından (zira eğer böyle

olmaz ve -tepesinde- onları caydırıcı ve gözetleyici bir güç bulunmazsa

hiçkimse, başkalarının zararına sebep olup onların fesadına

yolaçabilecek dahi olsa şahsî lezzet, haz ve çıkarlarından vazgeçmez ve

şahsî keyfi ve çıkarları için başkalarına zulmetmekten çekinmez)

ululemre itaat edilmelidir. Bunun bir diğer delili ve nedeni de şudur:

Kanun, düzen ve disiplini sağlayıcı bir lider veya bir gücün başkanlık ve

nezareti olmaksızın hayatını sürdürebilen hiçbir toplum, hiçbir millet

Page 51: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

veya şu ya da bu dine mensup bir topluluk olmamıştır. Çünkü bütün

insanlar din ve dünyalarının geçim ve temini için böyle bir -lider ve

yönetici-ye muhtaçtırlar. Binaenaleyh Hekîm ve bilge Rabbul

Âlemin'in, kullarını başsız ve sorumsuz bırakması mümkün değildir.

Zira Allah Tealâ, kullarının böyle bir şahsa ihtiyaçları olduğunu ve

başlarında, onları kollayıp gözetecek biri olmazsa durumlarının düzen

ve disiplin bulmayacağını; ancak böyle birinin emri altında insanların

düşmanla savaşabileceklerini, genel gelirlerin onun eliyle bölüştürülüp

paylaştırılması gerektiğini, onun öncülüğünde -imametinde- Cuma ve

cemaat namazlarının kılındığını ve toplumun mazlumlarının haklarının

zalimlere karşı onun eliyle korunabileceğini bilmektedir.

Bir diğer delil ve neden de şudur: Eğer insanların başında onlara

çeki düzen verip kanun ve disiplini sağlayarak halka hizmet edecek,

emîn, dürüst ve sâdık bir imam tayin etmeyecek olursa din eskimeye ve

çürümeye yüztutar, kanun ve yol kaybolur gider, islam hükümleri ve

islâmî yöntemler değişiverir, tersyüz olurlar, bid'atçiler dine izâfı şeyler

eklerler, mülhidlerle dinsizler dini eksiltirler ve islamı bambaşka bir

yüzle tanıtırlar müslümanlara. Çünkü insanlar eksik ve noksandırlar,

kemale ihtiyaçları vardır, kemal bulabilmiş değildirler henüz.

Birbirleriyle olan ihtilaf ve anlaşmazlıkları, türlü ve farklı eğilimleri ve

bölük pörçük yaşamları da bu ihtiyacı iyiden iyiye pekiştirmektedir. Bu

nedenledir ki Allah Tealâ, O'nun hüküm ve kurallarını uygulayıp

koruyacak, düzen ve disiplini sağlayıp Peygamber'in -sav- getirdiği

emaneti muhafaza edebilecek birini belirlememiş olsaydı, durum

yukarıda anlattığımız şekle bürünecek ve müslümanlar bozulacaklardı,

islam hükümleri, kural ve disiplinleri asimile olacak, ahdler, yeminler ve

sözler tamamen değişecek ve neticede bunca değişim, bütün bir

insanlığın tamamen bozulup fesada gömülmesine yolaçacaktı..." (44)

İmam aleyhisselamın yukandaki sözlerinden de anlaşılacağı üzere

çeşitli sebep ve nedenler devlet ve ululemr (veliyyi emr)in

mevcudiyetini zaruri kılmaktadır. Bu sebep ve nedenler geçici veya belli

bir zamanla sınırlı değildir; bu da devlet kurulmasının her zaman zaruri

olduğunu gösterir. Mesela insanların islam hududunu -kanunlarını-

çiğnemesi, yekdiğerinin hakkına tecavüzde bulunması ve zevk alma

veya kişisel çıkarları için başkalarının haklarına el uzatması... gibi

(44)

İlel'uş Şerai, c.l, s.251, 182. bab, 9. hadis.

Page 52: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

durumlar her zaman vardır. Bu durumların sadece hz. Emirel müminin

Ali -s- zamanında var olduğunu, ondan sonra herkesin melek

kesiliverdiğini söylemek mümkün değildir! Yüce yaratıcının hikmeti

insanların adalet içinde yaşaması ve ilâhî hüküm ve kurallar

çerçevesinde adım atılması gerektiği cihetindedir. Her zaman için

geçerli olan bu hikmet, Allah Tealâ'nın değişmez sünnetlerinden - kurallarından-

dır. Binaenaleyh bugün ve her zaman bir veliyyi emrin,

yani islam devlet ve kanunlarını kuran ve uygulayan bir kayyım ve

yöneticinin varlığı kaçınılmazdır; insanların yekdiğerinin haklarını

çiğneyip zulüm ve sitemde bulunmasını engelleyecek, halkın emanetini

koruyup güvenliğini sağlayacak, insanları islam kanun, akaid ve

kurallarına doğru yöneltecek, mülhidlerle islam düşmanlarının din ve

din hükümlerine bid'at sokmasını engelleyecek dirayetli bir yönetici...

Emir'el mümininin -s- halife olması da bunun için değil miydi zaten?! O

hazreti imam -ve devlet başkanı- yapan zaruretler şimdi de vardır; şu

farkla ki belli bir şahıs yoktur; bilakis, meselenin bizzat kendisi -devlet

başkanının gerekliliği ilkesi- belirtilmiştir(45) ki her zaman için

yürürlüğünü koruyabilsin.

O halde eğer islam hükümlerinin daima diri kalması isteniyorsa,

zalim devlet ve iktidarların zayıf halkın haklarına tecavüzde

bulunmasının engellenmesi gerekiyorsa, egemen azınlıkların şahsî çıkar

ve zevklerini temin için halkı yağmalayıp ahlaksızlığa itmesi

istenmiyorsa; islam devleti kurulmalı, herkes islam adaleti içinde

yaşamalı ve âdil islam kanunları çiğnenmemelidir deniyorsa, uyduruk

ve kukla meclisler tarafından islama aykırı kanunlar çıkarılıp bid'atlerde

bulunulmasının engellenmesi gerektiğine inanılıyorsa ve ecnebilerin

islam ülkelerindeki nüfuzlarına son verilmeliyse, -bütün bunlar için

islamî bir- devletin varolması gerektiği bilinmelidir! Tabii ki sâlih ve

doğru bir devlet olmalıdır bu; doğru, sâlih, güvenilir, emin ve kayyım

bir yönetici olmalıdır; yoksa mevcut yöneticiler hiçbir işe yaramazlar,

çünkü zorbadırlar, bozulmuş durumdadırlar, yönetimde bulunma

liyakat ve salâhiyetleri yoktur hiçbirinin.

(45)

Yani devlet kurulması ve halkın yönetimi hususunda "veliyy-i emr" tabiri

geçmiş, meselâ hz. Ali -s- veya bir başkası gibi belli bir şahıs ismi kullanılmamış

olduğuna göre her çağ ve dönemde gerekli şartlara haiz olan "veliyy-i emr"in,

islam devletini yönetmesi gerekir.

Page 53: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Zalim, hain ve bozuk yöneticileri devirip -âdil islam- devlet kurmak

için bütün halk elele verip kıyam etmediğimiz için ve bazıları gevşek

davrandığı, hatta islam devlet ve yönetimiyle ilgili mevzuata girmekten

çekindiği, dahası, bununla da yetinmeyerek ellerini açıp zalim

yöneticilere dua ettiği için bu hallere düştük, islamın toplum içindeki

nüfuz ve etkinliği azaldı, islam milleti bölük-pörçük edilip zayıflatıldı,

islam hükümleri uygulanmaz oldu, hatta yer yer değiştirildi,

sömürücüler iğrenç emellerine ulaşabilmek için yerli siyasî yardakçıları

vasıtasıyla yabancıların kanunları ve ecnebi kültürünü müslüman

arasında yayarak halkı batılılaştırdılar. Bütün bunlar bizim bir devlet

başkanımız, kayyımımız ve liderlik teşkilatımızın olmayışından ileri

geldi. Biz sâlih bir yönetim teşkilatı istiyoruz, gayet net ve haklı bir

istektir bu.

Page 54: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

3. BÖLÜM

İSLÂMİ DEVLET VE

YÖNETİM BİÇİMİ

Page 55: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Bu Yönetimin Diğer Yönetim Tarzlarıyla Farkı

İslam devleti, mevcut devlet biçimlerinin hiçbiri değildir. Meselâ

müstebit ve zorba bir yönetim tarzı ve devlet başkanının ülkeyi keyfince

yönettiği, halkın malı ve canıyla oynayıp istediği gibi müdahelede

bulunabildiği, dilediğini öldürüp dilediğini ödüllendirdiği, dilediğine

mal-mülk verip milletin malını şuna buna bağışladığı istibdada dayalı bir

düzen değildir. Hz. Resul-ü Ekrem efendimiz -sav- ve hz. Emir'el

müminin -s- ve diğer halifelerin de böyle bir yetkileri yoktu. İslam

devleti ne istibdada(46) dayalı bir düzendir, ne de mutlakiyete(47); bilakis,

‘meşrutî’ bir sistemdir. Ama bugünkü yaygın anlamda ‘kanunları

bireyler ve çoğunluğun onayının belirlediği ‘meşrutiyet de değil tabi (48)

(46)

‘İstibdad’: Halkın temsilci ve oy hakkında, esasen ülkenin yönetiminde hiçbir

katılıma sahip olmadığı yönetim tarzı. Yönetici kanunen sınırsız yetkilere sahiptir ve

yasama, yürütme ve yargı güçleri onun elinde toplanmıştır.

(47) Padişahlık, krallık.

(48) ‘Meşrutiyet’: Halkın ve baştaki yöneticinin belli şartlarla egemenliği elinde tuttuğu

‘şartlı yönetim’ tarzıdır. Bu sistemde en ileri ve en üst merci olan anayasa gereğince

toplumun bütün birey ve kesimlerinin temel hak ve hürriyetleri saygındır. Meşrutiyet

yönetimi; krallık ve cumhuriyet olarak iki şekilde ortaya çıkabilir. Meşrutiyet sisteminde,

cumhurbaşkanının yetkileri kralın yetkilerinden azdır.

Page 56: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Burada ‘meşrutiyet’ten kastedilen mana ‘devlet yöneticilerinin, Kur'an

ve Nebevî sünnetin belirlemiş olduğu bir dizi kanun ve kurallar

çerçevesinde ülkeyi idare etmesi"dir, yani Kur'an ve sünnetin

egemenlik ‘şart’ı sözkonusudur, islam kanunları hakim ve icra

olunmalıdır. Bu açıdan islam devleti ‘îlâhî kanunların halkı

yönetmesi’dir.

"Saltanat meşrutiyeti" (49

) veya sırf ‘cumhuriyet’ (50) gibi rejim

tarzlarıyla islâmî devlet sistemi arasındaki temel fark da budur zaten:

Sözkonusu rejimlerde bizzat şah veya halkın seçtiği temsilciler

‘kanunkoyucu’durlar, kanunları onlar belirlerler; islamda ise

kanunkoyucu Allah Teala'dır, kanun ve kurallan ancak Allah belirler.

İslamın mukaddes kanunlarını belirleyen makam (Allah Tealâ -çev-)

yegane ‘kanunkoyucu’dur, O'ndan başka kimsenin kanun koyma yetki

ve hakkı yoktur ve O'nun koyduğu kanun dışında başkaca hiçbir kanun

yürürlüğe girmez. Bu nedenledir ki iktidarın üç merkez kolundan birini

teşkil eden `kanunkoyucu -yasama- meclisi" yerine, islam devletinde

bir nevi ‘plânlama ve program meclisi’ vardır ki çeşitli bakanlıklar için

islam hükümleri çerçevesinde plânlama ve programlamada bulunur ve

kamu hizmetlerinin ülke çapında nasıl yapılanması gerektiği bu plân ve

programlarla belirlenmiş olur.

Kur'an ve sünnette toplanıp belirlenmiş olan islam kanunları bütünü

müslümanlar tarafından ‘uyulması kesinlikle şart’ kanunlar olarak

tanınmıştır. Bu ‘resmen tanıma’ ve ‘kabul’ olayı islam devletinin işini

kolaylaştırmakta ve bu devletin ‘ halkın kendi devleti’ olmasını

mümkün kılmaktadır. Halbuki cumhuriyet ve meşruti krallık

rejimlerinde ; kendilerini ‘ halkın çoğunluğunun temlicisi’ olarak

tanımlayanların çoğunluğu istedikleri herşeyi ‘kanun’ adına onaylayıp

(49)

Saltanat = Krallık = Padişahlık: Padişah veya kral yönetimi. Babadan oğula

geçen veya kralın istediğine devrettiği bir sistemdir bu. Bütün yetkiler şahta -

kralda-dır; üç kuvvetin şahın elinde bulunduğu düzene mutlak krallık (=mutlak

monarşi) denir. Kimi zaman kralın yetkileri kanunkoyucu bir meclis tarafından

kısıtlanır ve kanun koyma yetkisi halkın temsilcilerine devredilir. Bu tür krallık

yönetimine "meşrutiyet krallığı" veya "şartlı saltanat" denir.

(50) Cumhuriyet: Devlet başkanının direkt veya dolaylı yollarla halk tarafından

belirlendiği bu yönetim sisteminde iktidar babadan oğula geçmez ve cumhurbaşkanının

görev müddeti de sınırlandırılır. Parlamenter demokrasiye sahip cumhuriyetlerin yanısıra;

resmen krallık olmayan, ama tıpkı krallık gibi diktatörlükle yönetilen cumhuriyet

rejimleri günümüzde az değildir.

Page 57: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

halkın tamamına yüklemektedirler. İslam devleti, ‘kanun devleti’dir.

Bu tür bir devlet ve yönetim tarzında egemenlik kayıtsız şartsız

Allah'ındır, yegane kanun da ancak Allah Teala'nın emir ve

hükümleridir. İslam kanunu ve Allah'ın emri, toplumdaki herkese ve

bizzat islam devlet ve hükumetine tamamen egemen ve hâkimdir. Hz.

Resul-ü Ekrem efendimizden -sav- o hazretin halifeleri ve diğer

bireylere varıncaya kadar herkes ebediyete kadar -islam devletindeki bu

ilâhî- kanunlara tâbidir; Allah Tebarek ve Tealâ -cc- tarafından nâzil

olup Kur'an ve Nebiyy-i Ekrem efendimizin -sav- diliyle beyan

olunmuş bulunan kanunlardır bunlar. Hz. Resul-ü Ekrem efendimizin

- sav- halifeliği üstenmiş olması da Allah Teala'nın emri gereğince vuku

bulmuştur. Allah Tebarek ve Tealâ -cc- o hazreti halife ilan etmiş ve -

onun için- ‘yeryüzündeki halifem" buyurmuştur; yoksa hz. Resulullah -

sav- kendiliğinden bir devlet kurup böylece müslümanların başına

geçmeyi düşünmüş değildir. Aynı şekilde insanlar henüz müslüman

olmuş ve islamla yeni tanışmış bulundukları için -peygamberden- sonra

ümmet arasında çıkabilecek bir ihtilaf ihtimalini önlemek amacıyla

Allah Tebarek ve Tealâ -cc- vahy yoluyla hz. Resul-ü Ekrem'e –sav-

halifelik meselesini -hiç geciktirmeden- hemen oracıkta, çölün

ortasında müslümanlara duyurup iblağ etmesini emretti (51). Binaenaleyh

hz. Resul-ü Ekrem efendimiz -sav- Allah'ın kanunu gereğince

davranmış ve bu kanuna itaatle hz. Emir'el müminini -s- kendisinden

sonra halife tayin etmiştir; damadı olduğu veya birçok hizmette

bulunduğu için değil; Allah'ın emrine itaatle memur kılındığı ve

Allah'ın emrini yerine getirmekle mükellef olduğu için yapmıştır bunu.

Evet, islamda devlet ve iktidar demek ‘kanuna itaat etmek’

demektir, -islamda- topluma sadece kanun hükmeder. Hz. Resul-ü

Ekrem -sav- ve veliyyullahlara(*) verilen bir takım kısıtlı yetkiler de yine

Allah Tealâ tarafından verilmiştir. Hz. Resul-ü Ekrem efendimiz –sav-

ne zaman bir şey buyurmuş veya herhangi bir hükmü tebliğ etmişse hep

Allah'ın kanunu ve emri gereğince olmuştur; istisnasız herkesin uyması

gereken ilâhî kanun... Yöneten de, yönetilen de, herkes ilâhî kanuna

itaatle yükümlüdür. İnsanlar için uygulanması ve itaati gerekli yegane

(51)

‘.. Ey Resulümüz; Rabbinden sana indirileni tebliğ et -halka iblağ et- yoksa

peygamberlik vazifeni tamamlamamış olursun." Maide, 67 → Gadir-i Hum olayı.

Bkz: EI-Gadir c: l s:214-229.

(*) Ehl-i Beyt'in masum imamları -çeviren-

Page 58: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

kanun ve hüküm, Allah'ın kanun ve hükmüdür. Hz. Resul-ü Ekrem'e -

sav- itaat de, Allah'ın emriyledir, nitekim Allah Tealâ "Resul'e itaat

edin" buyurmaktadır; ondan sonra "ululemr"e veya devleti

yönetenlere itaat de yine Allah'ın emri gereğincedir ki Allah Tealâ bu

hususta da şöyle buyuruyor: "Ey inananlar! Allah'a, Resulü'ne ve

sizden olan emir sahiplerine -ululemr- itaat edin"(52). Bireylerin şahsî görüşü,

hatta hz. Resul-ü Ekrem efendimizin -sav- görüşünün bile ilâhî

kanun ve devlete zerrece dahlde bulunması sözkonusu değildir;

istisnasız herkes ilâhî iradeye, Allah'ın emrine tâbidir.

Şehinşahlık ve imparatorluk(53) bir yana dursun, islamda devlet

sistemi krallık da değildir. O tür rejimlerde devletin başındakiler halkın

malına ve canına musallat olup dilediklerince müdahelelerde bulunurlar.

Böylesine bir yöntem ve yönetim tarzından islam münezzehtir. Bu

nedenledir ki şehinşanlık ve imparatorluk rejimlerinin tam tersine, islâm

devletinde büyük saraylar, şatafatlı binalar, uşaklar, kapıkulları, özel

büro, veliahdin bürosu...vb. gibi ülke bütçesinin yarısını veya daha

fazlasını heder eden saltanat harcamaları yoktur. İslam devletinin

başında bulunan ve müslümanları yöneten hz. Resul-ü Ekrem

efendimizin -sav- nasıl -sade- yaşadığını herkes bilir... O hazretten

sonra, Emevî dönemine kadar da sürdü bu -nevî- yöntem; ilk iki -

halife- her ne kadar Osman dönemindeki fahiş sapmayla sonuçlanan (54)

ve bizi bugün bu felaketlere düşürmüş bulunan diğer hususlarda aykırı

davrandılarsa da, şahsî ve zâhiri hayatlarında görünüşte de olsa hz.

Resulullah'ın -sav- bu -sade yaşama- sünnetini sürdürdüler. Hz. Emir'el

müminin Ali -s- döneminde yönetim tarzı düzeltildi, yönetim şekli sâlih

ve doğru hale getirildi. O hazret İran, Mısır, Hicaz ve Yemen'i

eyaletleri olarak kapsayan öylesine geniş bir beldeye hükmettiği halde

fakir bir din öğrencisinin bile sürdüremeyeceği -sade ve çileli- bir hayat

sürdürüyordu. Rivayette de geçtiği üzere bir gün iki gömlek alır ve

daha iyi olanını Kanber'e -gönüllü hizmetçisine- verir; kolları fazlaca

uzun gelen gömleği kendisi alır ve kollarının fazlasını keserek o

(52)

Nisa.59.

(53) İmparatorluk: Tek kişi -imparator- tarafmdan yönetilen, geniş topraklar ve

çeşitli ırkları kapsayan iktidar şekli.

(54) Şerh-i Nehc'ul Belaga, ibn-i Ebil Hadid c:2 s:126-161, 30. hutbe şerhi ve:

324-333 ve: c:3 s:3-69 ve: 43. hutbe şerhi ve: c:9 s:30-30 135. hutbe şerhi ve: El

Gâdir c:8 s:97-323.

Page 59: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

gömleği öylece sırtına geçirir(55). Halbuki oldukça büyük, kalabalık

ve bol gelirli bir ülkenin devlet başkanıydı kendisi! İşte bu sünnet ve bu

yöntem korunmuş ve devlet ve yönetim tarzı islamî olmuş olsaydı

halkın canına ve malına musallat olma, saltanat, krallık ve şehinşahlık -

rejimlerinin boyunduruğunda yaşama-, bu zulüm ve çapulculuklar,

devlet hazinesini soyma, yolsuzluklar, ahlaksızlıklar ve kötülükler vuku

bulmazdı. Bu kötülük ve bozulmaların çoğu; devletin başındakilerden,

müstebit ve keyfine düşkün egemenle onun ailesinden (*)

kaynaklanmaktadır. Fesat ve ahlaksızlık merkezlerini açan, fahşa ve

ayyaşlık mekanları düzelten, vakıf gelirlerini sinema binalarına harcayan

hep bu baştakilerdir, yöneticilerdir. Şah ve ailesi için yapılan bu ağır

masraflı teşrifatlar, har vurup harman savurmalar ve türlü yolsuzluklar

olmasaydı ülke bütçesi elbette ki açık vermez ve Amerika'yla

İngitere'nin önünde iki böklüm olup kredi ve yardım dilenmelerine

gerek kalmazdı. Memleket hep bu har vurup harman savurmalar,

sorumsuz harcamalar ve yolsuzluklar neticesinde muhtaç duruma

düşürülmüştür; yoksa, az mı petrolümüz var bizim?! Ya da

madenlerimiz ve yeraltı zenginliklerimiz mi yok? Var, herşeyimiz var

aslında, ama millet adına yine milletin cebinden ve memleket

bütçesinden yapılan bu keyfı harcamalar, savurganlıklar ve yolsuzluklar

mahvetmiş durumdadır ülkeyi! Bunları yapmasaydı kalkıp da buradan

Amerika'ya gitmesine ve o herifin (ABD başkanı) masasının önünde

boyun büküp "bize yardım edin" demesine gerek kalmazdı!

Öte yandan şişkin idarî kadro ve gereksiz birçok idare ve kurumla,

islama ters düşen bürokrosiye dayalı yönetim tarzı -gibi faktörler de

daha önce bahsettiğimiz haram kategorisindeki gereksiz harcamalardan

hiç de aşağı kalmayan harcamalar yüklemektedir memleketin bütçesine.

İslamda böyle bir idare sistemi olmaz. Halk için gereksiz harcamalar, sıkıntı ve

vakit kaybından başka neticesi olmayan bu gereksiz işlem ve

bürokrasilerin islamla alâkası yoktur. Meselâ hakların temini, davaların

halli, hadlerin -cezaların- uygulanması ve ceza kanunlarında islamın

uyguladığı yöntem gayet basit, süratli ve pratiktir. İslâm yargılama

usulünün uygulandığı dönemlerde bir şehrin şer'î kadısı 2-3 memur, bir

(55)

Bihar'ul Envâr c:40 s:324.

(*) Birçok yerde olduğu gibi rahmetli İmam -ks- burada da sarih bir şekilde şah

ve ailesine çatmakta ve ‘zalim egemen’in karşısına dikilerek ‘ümmetin en hayırlısı’ olduğunu göstermektedir -çeviren-

Page 60: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

kalem ve bir hokkayla davaları çözüme bağlıyor ve halkın fazla vaktini

almayarak -herkesin bir an önce işinin gücünün başına dönmesini

sağlıyordu. Bugün ise şu adliyenin idâri sistemi ve adliye idarelerindeki

bürokrâsi ve protokollerin ne hadde vardığını bir Allah bilir! Üstelik

biçbir işi de bir neticeye bağladıkları yok! Memleketi muhtaç duruma

düşürüp zahmet ve vakit kaybından başka netice vermeyen şeylerdir

bunlar.

Yöneticilik Şartları

Yöneticide bulunması gereken şartlar, islam devleti ve islamî yönetim

tarzının tabiatından kaynaklanmaktadır. Akıl ve tedbir gibi genel şartlardan

başka aşağıda geçen iki esas şart da aranır:

1- Kanunu bilmek.

2- Adalet.

Hz. Resul-ü Ekrem'den -sav- sonra kimin halife olacağı konusunda

birtakım ihtilaflar çıktıysa da; halifenin fâzıl -erdem ve bilgi sahibi

olması gerektiği hususunda müslümanlar arasında hiçbir anlaşmazlık

görülmedi. İhtilaf, sadece mevzuda, kimin halife olacağındaydı.

1- İslam devleti kanun devleti olduğundan, bu devletin başına

geçecek kimsenin kanunu bilmesi şarttır. Rivayette de böyle geçer bu.

Sadece yöneticinin değil; makamı ve mesleği ne olursa olsun bütün

müslümanların kanunu bilmesi istenmiştir, ancak, yönetimin başında

bulunanın ilmî kariyerinin daha üstün olması gerekir. İmamlarımız da

imamlıklarını buna istinaden ispat yoluna gitmişler ve imamın

diğerlerinden ilmen daha üstün olması gerektiğini belirtmişlerdir (56). Şia

alimlerinin diğerlerine yönelttikleri eleştiriler de bu esasa dayalıdır,

‘falan hükmü sordular, halife bilmedi; o halde hilafet ve imamete lâyık

değildir.’ demişlerdir, ‘falan işi islam hükümlerine aykırı yaptı, o halde

imamete lâyık olamaz’ (57) şeklinde karşı çıkmışlardır. Müslümanlar

açısından ‘kanuna vâkıf olma’ ve ‘âdalet’ en esas şartlardır, başka

(56)

Hz. Ali -s- şöyle buyurur: ‘Ey insanlar! Halifeliğe en lâyık olan, Allah'ın

emirlerini en iyi bilen ve en mükemmel şekilde de uygulayan kimsedir.’ Nehc'ul

Belaga, 172. hutbe ve: El-İhticac c:l s:229 ve: Bihar'ul Envar s:25 s:116 ve

Kitab'ul İmâme, bâb-ı câme fı sıfat'ul İmam"

(57) Keşful Murad fı Şerh-i Tecrid'el İtikad: Allame Hilli, 5. maksat, 6. mesele.

Page 61: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

şeyler bu hususta(*) şart ve zaruri değildir. Mesela meleklerin ne tür

yaratıklar olduğu veya Allah Tebarek ve Teala'nın vasıflarının neler

olduğu gibi ilimlerin hiçbiri imamet meselesinde şart değildir. Nitekim

birinin bütün tabii bilimleri bilmesi tabiat kanunlarının tamamını

keşfetmesi veya müzik uzmanı olması ona halifelik liyakati

kazandıramayacağı gibi, bu vasıfları taşıyor olması da devlet idaresi

hususunda onu, islam kanunlarını bilen ve âdil olanlardan daha üstün

kılmaz. Hilafetle ilgili olup hz. Resul-ü Ekrem -sav- ve imamlarımız(*)

zamanında hakkında etraflıca konuşulmuş bulunan ve bütün

müslümanlarca da çok iyi bilinen nokta; islam devletini idare edecek

olan yönetici ve halifenin ewela islam hükümlerini bilmesi, yani

‘kanuna vâkıf olması’; ikinci olarak da ‘âdalet ’ sahibi olması ve itikâdî

ve ahlâkî kemal taşımasıdır. Akıl ve mantık da bunu gerektirir zaten; zira

islam devleti kanun devletidir; ne keyfi bir yönetimdir, ne de şu

veya bu şahsın halkı yönetmesi! Yönetici kanunu bilmiyorsa, islam

nazarında yöneticiliğe lâyık değildir. Çünkü eğer (kanunları gereğince

bilmez ve mecburen -çev-) taklit edecek olursa(*) iktidarın gücü kırılmış

olur, -bilmediği halde- taklit etmeyecek olsa o zaman da islam

kanunlarını uygulayamayacak ve yöneticilikte bulunamayacaktır.

‘Fakihler sultanların yöneticisidirler’ (58) buyrulmuyor mu?! Krallar ve

sultanlar eğer gerçekten islama uymak isteseler, fakihlere itaat etmeleri

gerekir, islam kanun ve hükümlerini fakihlerden sormaları ve

uygulamaları icabeder. Bu durumda asıl yönetici de zaten fakihler

olmuş olur. O halde egemenlik ve yöneticilik hakkı resmen fakihlere ait

olmalıdır; kanunu ve fıkhı bilmediği için fakihe itaat etmesi gerekenlere

değil! Diğer yetkililerin, sınırları koruyanların ve idarî memurların

bütün islam kanunlarını bilmeleri ve fakih olmaları da gerekmez tabi;

kendi meslek ve vazifeleriyle ilgili kanunları bilmeleri yeter. Hz.

Peygamber-i Ekrem -sav- ve Emir 'el müminin -s- (*) döneminde de

(*)

Yönetim, devlet başkanlığı.

(*)

Ehl-i Beyt imamları -çeviren-.

(*)

Maksat herhangi bir hukuk veya kanunlar değil, islam hükümleridir ve

burada "taklit"ten kastedilen de islam hükümlerinin uygulanmasında bir müçtehide

uymaktır. Bu feddedildiğine göre, veyiyy-i fakihin müçtehid de olması

gerekmektedir -çeviren-.

(58) İmam Sadık -s- şöyle buyurmaktadır: ‘Padişahlar halka, alimler de

padişahlara hükmeder.’ Bihar'ul Envar, c:l s:183, kitab'ul İlim, 1. bab, 92. hadis. (*)

Hz. Ali -s- / çeviren.

Page 62: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

böyleydi zaten. Memleketin başına geçecek olanın bu iki imtiyaza sahip

olması gerekir; ama şehirlere, kasabalara ve köylere gönderilen

muavinler, yetkililer ve görevlilerin kendi iş ve vazifeleriyle ilgili

kanunları bilip diğer meselelerde en baştaki yetkiliye danışmaları

gerekir.

2- Yönetimin başında bulunacak olanın itikadî ve ahlâkî açıdan

mükemmel ve âdil olması gerekir, günahkâr olmamalıdır (*). ‘Hudud –

hadler’- i uygulamak isteyen, yani islam ceza kanunlarını icra etmek

isteyen birinin, beytulmalı elinde bulundurup memleketin gelir ve

giderlerini belirleyen ve Allah'ın kullarının yönetim ve idaresini

üstlenen birinin elbette ki günahkâr olmaması gerekir: "zâlimler

benim ahdime erişemez"(59) -ayetinde de buyurduğu üzere Allah

Teala, zalim olana "devlet yönetiminde bulunma hakkı"

vermemektedir. Yönetici âdil olmazsa müslümanların haklarını verme,

vergileri toplama ve doğru yollarda harcanmasını sağlama ve ceza

kanunlarını uygulama gibi hususlarda âdaletle davranmayacaktır;

yakınlarını ve akrabalarını halkın başına musallat edebilecek,

müslümanların beytulmalını şahsî garazları, heves, şehvet ve keyfi

istekleri doğrultusunda kullanabilecektir.

Görüldüğü gibi devlet ve yönetim tarzının nasıl olması ve hz Resul-ü

Ekrem'in -sav- rıhletinden, gaybet dönemine kadarki süre boyunca kimlerin

bu makama gelebileceği mevzusunda şianın görüşleri gayet net

ve açıktır: İmamın islam hüküm ve kanunlarını gereğince bilmesi -

faziletli ve erdemli olması ve bunları uygulama hususunda âdil

davranabilmesi gerekir.

Gaybet Döneminde Devlet Başkanlığının Şartları

İmamın(*) gaybeti döneminde bulunduğumuz ve islamın yönetimle

ilgili hüküm ve kanunlarının bâki kalıp süreğenliğini sürdürmesi

gerektiği ve kargaşa ve anarşinin reva olmadığı şu sırada da devlet

kurulması zaruridir. Akıl ve mantık da hükmetmektedir ki bir saldırıya

(*)Masum olmayanlar “bir günahla tanınmış” ve_ya “günah işler” niteliği kazanmış

olmamalıdır -çeviren

(59) Bakara, 124.

(*)Hz. Mehdi-i Muntazar -af- / çeviren.

Page 63: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

uğradığımızda bunu engelleyebilmemiz, müslümanların namusları

tehlikeye düştüğünde onları koruyabilmemiz için bir devlet düzeni ve

yönetim teşkilatı gerekmektedir. Mukaddes şeriat hükümleri de ‘size

saldırmak isteyenlere karşı daima müdafaaya hazırlıklı olmalısınız’ diye

emretmektedir. Hem, bireylerin yekdiğerinin haklanna tecavüzünü

engelleyebilmek için de devlet, yargı ve yürütme sistemine ihtiyaç

vardır, çünkü bu işler kendiliğinden sonuca bağlanmaz, ille de devlet ve

hükumet kurulması gerekir. Zira devlet kurulması ve toplumun

yönetilmesi bütçe ve vergi ister; şeriat hükümlerini koyan mukaddes

şâri -Allah Teala- bütçe ve çeşitli vergi türlerini de belirlemiş

bulunmaktadır: Haraçlar, hums, zekat, ...vb. gibi.

Allah Tebarek ve Tealâ tarafından belli bir şahsın devlet işlerini

üstenmekle görevlendirilmiş bulunmadığı gaybet çağı olan

zamanımızda yapılması gereken nedir? İslamı bırakacak mıyız? Artık

islamı istemiyor muyuz yani?! İslam sadece 200 yıl için miydi? Yoksa

islam ne yapacağımızı belirtmiştir ve devlet işlerine karışmamız mı

gerekir? Devletimizin olmaması -ve devlet işlerine karışmamamız

demek müslümanların bütün kanun ve prensipleri çiğnenirken bizim

pısırıkça kollarımızı kavuşturup ‘ne yaparlarsa yapsınlar’ deyip herşeye

seyirci kalmamız demektir. ‘Baştakilerin yaptıklarını onaylamayabiliriz,

ama red de etmeyiz’ mi diyoruz yani? Böyle mi olmalı –halimiz

gerçekten? Yoksa "devlet ve hükumet kurmamız gereklidir; Allah

Tealâ her ne kadar gaybet dönemine mahsus olarak bir devlet başkanı tayin

etmemişse de, sadr-ı islam döneminden hz. Sahib-uz zaman -sa-

dönemine(*) kadar geçerli olan islâmî devlet ve yönetim prensipleri,

gaybet döneminde de geçerlidir" mi dememiz gerekir? Kanunu bilme

ve âdil olmaktan ibaret bulunan bu özellik ve prensipler çağımızdaki

birçok fakihte vardır bugün. Bunlar biraraya gelip de icma edebilseler

bütün dünyaya matuf bir adalet devleti kurabilirler.

Velayet-i Fakih

Bu iki özelliğe sahip liyâkatli biri kalkıp da devlet kuracak olursa hz.

Resulullah'ın -sav- toplumu idare kanusunda taşıdığı velayeti taşımış

olur ve bu durumda herkesin ona itaat etmesi gerekir.

(*)Hz. Mehdi-i Muntazar -as- kastediliyor -çeviren-

Page 64: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

‘Hz. Resulullah'ın -sav- devlet idaresi hususundaki yetkilerinin mi

daha fazla olduğu, yoksa hz. Emir'in mi -hz. Ali-’ gibi veya ‘hz.

Emir'in -s- yönetim hususundaki yetkilerinin fakihlerden daha fazla

olduğu’ yolundaki laflar tamamen kuruntulardan ibaret olup bâtıl ve

yanlıştır. Evet, hz. Resulullah'ın -sav- faziletleri herkesten üstün ve

daha fazladır; ve ondan sonra da hz. Emir'in -s- faziletleri herkesten

fazla ve ileridir; ama fazilet ve üstünlüklerin daha fazla olması "devlet

idaresi hususunda" kimseye şer'an "daha yetkili de olma" gibi bir

konum kazandırmaz. Ordu hazırlama ve insanları savaş için seferber

etme, valiler ve diğer yetkilileri atama, vergi toplama ve bu gelirleri

müslümanların salah ve hayrına olacak yollarda harcama... gibi

hususlarda hz. Resulullah -sav- ve diğer masum imamlar salavatullah

aleyhim'in sahip olduğu bütün yetkiler islam açısından bugün kurulacak

bir islam devleti için de geçerlidir ve onda da olacaktır, ancak bu belli

bir şahsa ait değildir, "âdil âlim" için geçerlidir denilmiştir.

İtibârî Velâyet

Hz. Resul-ü Ekrem'le -sav- Ehl-i Beyt imamlarının -s- taşıdığı

velayet ve yetkinin, gaybetten sonra fakihte de bulunabileceğini

söylerken fakihlerin makamıyla hz. Resulullah -sav- ve imamların -s-

makamlarının da aynı olduğu gibi bir anlam çıkarılmamalıdır asla; zira

bizim burada ele aldığımız konu makam ve derece değil, ‘vazife’dir.

Velayet’; yani devlet kurma, ülke yönetme ve mukaddes şeriat

kanunlarının uygulanması pek ağır ve önemli bir vazifedir, ama kimse

bu yolla olağanüstü bir makam ve konuma ulaşmış olmaz, islam

devletinin başında bulunma, kimseyi ‘herhangi bir insan olma’ktan

daha üst ve öte bir hadde yükseltmez. Başka bir deyişle burada

sözkonusu ettiğimiz ‘velayet’; yani egemenlik, yönetme ve idare olayı,

çoğu kimsenin tasavvur ettiğinin tam tersine, bir ayrıcalık ve üstünlük

değil, ağır, ciddî ve hassas bir sorumluluktur.

‘Velayet-i Fakih’ konusu, akla dayalı itibârî konulardandır (60) ve

hukukî konumdan başka bir konumu yoktur, tıpkı mümeyyiz

(60)

Telvinînin karşıtı olan ‘itibâri’, beşeri anlaşma ve sözleşmelerden

kaynaklanan kuralları içerir ve belirleyeninin adını alır. Belirleyeni şâri olursa

‘şer ' i itibâr’ olarak adlandırılır, günlük yaşamın düzen ve gereği için bir

insan

Page 65: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

olmayanlar ve küçükler için kayyım tayinindeki hukukî yaptırım gibidir.

Milletin kayyımıyla, mümeyyiz olmayanların kayyımının, hukukî olarak

vazife ve konum açısından hiçbir fark yoktur. İmam'ın -s- bir kimseyi,

mümeyyiz olmayan veya bakım ve korunmaya muhtaç birinin bakım ve

sorumluluğunu(61) üstlenmeye (=kayyım) veya resmî bir göreve ya da

belli bir vazifeye tayin etmesi gibidir. Bu konularda hz. Resul-ü

Ekrem'le -sav- imam veya fakih arasında bir fark gözetilmesi zaten makul

değildir.

Mesela fakihin velayet sahasına giren işlerden biri ‘hududu’, yani

islam ceza kanunları olan hadleri uygulamaktır. Hadlerin

uygulanmasında hz. Resul-ü Ekrem efendimizle -sav- imam veya fakih

arasında bir ayrıcalık olduğu düşünülebilir mi? Yani mesela, fakihin

makam ve derecesi -peygamber ve imamdan- daha aşağı olduğu için

daha mı az vurması gerekir? Mesela cezası 100 kırbaç olan zina

suçunun haddini hz. Resulullah -sav- vurdurtursa 150, hz. Emir'el

müminin -s- vurdurtursa 100, fakih vurdurtursa 50 darbe mi olacaktır?

Yoksa şöyle mi: İslamda yönetimden sorumlu olan, yürütme işlerinden

de sorumludur ve Allah'ın hadlerini -belirlediği cezaları- uygulaması

gerekir; ister hz. Resulullah -sav- olsun, ister hz. Emir'el müminin -s-

olsun, ister o hazretin mesela Basra veya Kufe şehrindeki valisi veya

ister herhangi bir zamandaki fakih olsun -farketmez ve bu hadleri

uygulaması gerekir.

Hz. Resul-ü Ekrem'le -sav- hz. Emîr'in -s- üstlenmiş oldukları diğer

bir sorumluluk da vergilerin; hums, zekat, cizye ve haraç taalluk eden

arazilerin haraçlarının toplanmasıdır.(62) Hz. Resul-ü Ekrem efendimiz

- sav- zekat alırsa ne kadar alacaktır? Bir yerden onda bir, diğer bir

yerden yirmide bir mi? Hz. Emir'el müminin -s- halife olduğunda ne

yapacaktır peki? Ya da mesela sizden biri çağının fakihi olur da sözü

veya insanlarca belirlenmiş kararlaraysa ‘itibar-i ukelâi" (akıl ve mantık gereği

muteber olan) denir. (61)

Çocuk veya delinin bakımı kastediliyor. Bebeğin bakımı 1. derecede anne

babasına düşer. Bunlar hayatta olmaz veya gerekli şartlardan yoksun bulunurlarsa

islam devletinin başkan veya imamı bu iş için birini tayin edip görevlendirir.

(62) Araziye-i Haraciye (Haraç taalluk eden araziler), peygamberin -sav- veya

imamın emriyle müslümanların fethettiği zıraate elverişli bayındır topraklara denir.

Bu tür araziler bütün müslümanların malı sayılır, bu nedenle de alınıp satılması

yasaktır. İslam devleti bu tür arazileri devreder ve bu araziyi ekenden –veya

kullanandan- "haraç" denilen bir meblağ alır.

Page 66: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

geçerse, o ne kadar alacaktır? Bu hususta hz. Resulullah'ın -sav-

velayetiyle hz. Emir'el müminin -s- veya fakihin velayeti birbirinden

farklı mıdır yani?! Allah Teala -cc- hz. Resul-ü Ekrem efendimizi –sav

bütün müslümanların ‘veli’si kılmıştır, binaenaleyh o hazret hayatta

olduğu sürece herkese, hatta hz. Emir'el müminin'e -s- de ‘veli’dir ve

velayeti vardır. O hazretten sonra da İmam bütün müslümanların, hatta

kendisinden sonraki imamın velisidir -ve onun üzerinde velayet hakkı

vardır-; yani onun devlet ve yönetimle ilgili emirleri herkesi kapsar ve

herkes için bağlayıcıdır; vali ve şer'i kadı tayin ve azlinde bulunma

yetkisi vardır. Devlet ve yönetim oluşturma, icra ve yönetimle ilgili

işleri deruhte etme gibi hz. Resulullah -sav- ve imam için geçerli olan

bu ‘velayet’ şekli, fakih için de vardır. Ancak bu fakih, zamanının

bütün diğer fakihlerine de velayette bulunacak ve bir fakihi azl veya

tayin edebilecek şekilde bir ‘mutlak velâyet’e de sahip değildir. Bu

anlamda; birinin diğerinden daha aşağı veya daha yukarı mertebeye

sahip olması şeklinde bir mertebe ve derece yoktur, birinin ‘veli’;

diğerinin "daha veli" olması sözkonusu değildir.

Bu mesele böylece belli olduktan sonra, hadlerin uygulanması ve

islam topraklarının ve nizamının korunması için fakihlerin topluca veya

ferdi olarak -tek başına- şeriat devleti kurması gerekir. Elinden

gelebilen ve kendisi için mümkün olan kimseye bu vazife ‘farzı aynî’

(aynî farz)dır, aksi takdirde ‘kifâî farz’ olur(63). Bu da mümkün

olmazsa velayet görevinin hükmü kalkmış olmaz, zira -fakihler- Allah

tarafından bu vazifeyle sorumlu kılınmış ve atanmışlardır. Yapabilirlerse

vergiler, hums, zekat ve haraçları toplayıp müslümanların hayrına

olacak işlerde harcamaları ve hadleri uygulamaları gerekir. Belli başlı

ve ülkeye hakim bir devlet kuramıyorsak bile bir kanara çekilip hiçbir

şey yapmamazlık edemeyiz; bilakis, müslümanların ihtiyacı olan her işi

ve bir islam devletinin yapması gereken herşeyi yapmak ve elimizden

geldiğince uygulamakla mükellefız.

(63)

Bütün müslümanlara tek tek farz olan farza aynî farz denir, bir kişinin onu

yapmasıyla, diğerlerinden sâkıt olmaz, namaz ve oruçta olduğıı gibi. Bir müslümanın

yerine getirmesiyle diğer müslümanlardan sâkıt olan farzlara ise farz-ı kifâi denir; emr-i

bi'1 mâruf ve nehy-i ani'1 münker gibi.

Page 67: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Tekvînî Velâyet

Masum imamın -s- devlet ve hükumet velayeti yetkisinin

ispatlanması, onun manevi -tekvînî- makamı olmadığı anlamına gelmez.

İmam için, devlet ve yönetim görevinden farklı olarak, bir de manevî

makamlar vardır. ‘Allah'ın genel helifesi olma makamı’ olan bu

mertebe, kimi zaman masum imamlar -s- tarafından da bizzat ifade

edilmiştir. Tekvinî olan bu hilafet gereğince bütün zerreler ‘veliyy-i

emr’ karşısında eğilir ve ona itaat ederler. Mezhebimizin zaruri

inançlarındandır bu; masum imamların -s- manevi makamlarına

hiçkimse erişemez; hatta mukarreb melek ve nebiyy-i mürsel bile!

Mevcut rivayetlerde de belirtildiği üzere hz. Resul-ü Ekrem efendimizle

-sav- masum imamlar -s- bu âlemden önce Arş'ın gölgesinde bulunan

nurlar idiler ve nutfelerinin bağlanması ve "tıynet" açısından da diğer

insanlardan ayrıcalıklı ve üstündüler(64) ve sayısız makamları, mertebe

ve dereceleri vardır onların. ‘Mirac’ rivayetlerinde hz. Cebrail

aleyhisselamın da arzettiği gibi ‘Biraz daha yaklaşacak olsam,

yanarım’(65). Keza masumların -s- şu buyrukları: ‘Bizim Allah Teala'yla

öyle hallerimiz vardır ki ne mukarreb -yakın- melekler ulaşabilir ona, ne

de mürsel nebiler’(66). Bu inanç, bizim mezhebimizin usullerindendir;

masum imamlar -s- devlet ve yönetim mevzuundan önce -ve öte

olarak- böylesine -yüce- makamlara sahiptirler. Hatta mevcut

rivayetlerde de belirtildiği üzere hz. Fâtıma-ı Zehrâ selamullah aleyhâ

da bu manevî makamlara sahiptir(67), oysa ki o hazret ne devlet

başkanıdır, ne şer'î kadı ve ne de halife. Bu makamlar, devlet ve

yönetim görevinden ayrı -ve onu aşan- makamlardır. Binaenaleyh hz.

Fâtıma-ı Zehrâ aleyhâselâmın şer'i kadı ve halife olmamasının ben ve

sizler gibi alelâde bir insan olduğu veya manevi açıdan bizlerden üstün

olmadığı manasına gelmediği bilinmelidir. Aynı şekilde ‘Hz.

Peygamber'in -sav- müminlere kendi nefsinden daha evlâ olduğu'na (68)

(64)

Besair'udderecât, c:l s:20, 10. bab, Bihar'ul Envar c: 25 s:1-103. (65)

Bihar'ul Envar c:18 s:382, İsbât'ul Mîrac ve mefati ve keyfıyye" bâbı. (66)

Erbain: Allame Meclisi s:177, 15. hadisin şerhi, Kelemat-ı Meknune, s: 101,

biraz değişik ibaretle.

(67) İleluşşerayi c: l s:123; 143. bâb, 1. hadis ve: Meani'ul Ahbar s:G4 ve 107 ve:

Bihar'ul Envar c:43 s:12 ve sonrası. (68)

"..,Peygamber, müminlere kendilerinden daha evlâdır." Ahzab, 6.

Page 68: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

inanan biri, hz. Resul-ü Ekrem'in -sav- müminler üzerindeki devlet

başkanlığı ve velayet makamından çok daha ileri ve üstün bir makamı

da olduğunu ifade etmiş olur. Bu mevzuya daha fazla girmiyor ve bu

kadarla noktalıyoruz, çünkü -yönetimle ilgili değil,- başka bir ilmin

sahasına girmektedir.

Devlet, Yüce Gayeleri Gerçekleştirebilmek İçin Bir

Vesiledir

Devlet ve yönetimi elinde bulundurmak başlıbaşına bir makam ve

iftihar vesilesi değildir asla; bilâkis, devlet ve iktidar, adil islam düzenini

kurma ve islam hükümlerini uygulayabilme vazifesinin ifası yolunda bir

vesiledir sadece. Hz. Emir'el Müminin -s- devleti yönetme ve ordulara

komuta etmenin bizâtihi hiçbir değer ifade etmediğini anlatabilmek için -

elindeki yırtık ayakkabıyı göstererek ‘bu ayakkabı ne kadar eder?’

diye sordu, İbn-i Abbas(69) ‘hiç!’ diye cevap verince ‘Size komutanlık

etmek, benim nazarımda bundan da değersizdir işte!’ buyurdu ve şöyle

ekledi: ‘Meğer ki bu komuta ve iktidar vasıtasıyla hakkı (yani islam

kanun ve nizamlarının icrasını) yerine getirip bâtılı (haksız ve zalimâne

düzen ve kanunları) ortadan kaldırayım’(70). Demek ki devlet ve iktidar,

arayan insanlar için bu vesile, yüce gayeleri gerçekleştirmeye

yaramayacaksa zerrece kıymet ifade etmez. Nitekim Nehc'ul Belaga'da

da şöyle buyrulur: ‘Eğer benim için hüccet tamamlanmamış ve bu işle

vazifelendirilmiş olmasaydım -devlet ve iktidarı- bırakıverirdim’. Devlet

ve iktidarı ele geçirmenin manevî bir makam değil, sırf bir vasıta ve

vesileyi ele geçirmekten ibaret olduğu apaçık ortadadır. Çünkü manevi

bir makam olsaydı kimse onu gaspedemez ve bırakamazdı. Devlet ve

iktidar ancak ilahi hükümlerin icrası ve âdil islam düzeninin teşkiline

yararsa değer ve kıymet kazanır ve ancak böyle bir iktidar ve devlet,

(69)

H z . Resulullah'ın -sav- ve hz. Ali'nin -s- amcası Abbas'ın oğlu Abdullah.

(hic.'ten 3 yıl önce doğmuş, h.68'te vefat etmiştir) Kur'an tefsirini hz. Ali'den -s-

öğrendi ve ‘Reis'ul Müfessirin’ (tefsir edenlerin en büyüğü) ve ‘Hibrel Ümme’

(ümmetin bilgini) lakabıyla meşhur oldu. Cemel, Sıffın ve Nehrevan savaşlarında

hz. Ali'nin -s- saflarında savaştı, o hazretin komutanlarından ve ashabındandır (70)

Nehc'ul Belaga, 33. hutbe.

Page 69: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

onu elinde bulunduran için bir maneviyat ve değer ifade eder. Bazı

insanlar dünyanın güç ve çekiciliğine fazlaca aldanmış olduklarından,

iktidar ve yönetimi elinde bulundurmanın masum imamlar -s- için

gerçekten bir değer ve kıymet olduğunu, başkasının eline geçmesi

halindeyse kıyametin kopacağını sanırlar. Halbuki mesela Sovyetler ve

İngiltere'nin başbakanları veya cumhurbaşkanının elinde devlet ve

iktidar var, ama kâfirdirler! Kafrrler ve buna rağmen ellerinde iktidar

var, siyasi nüfuz ve güçleri var ve bu iktidar ve siyasi nüfuz ve

güçlerini, gayriinsanî politikalar ve kanunların da yardımıyla, kendi

- şahsî- emel ve arzularının tatmini yolunda kullanmaktadırlar.

-Masum- imamlar -s- ve âdil fakihler devlet ve yönetim teşkilatını

ancak ilahi hükümler-i uygulama ve âdil islam düzeninin oluşmasını

sağlayarak halka hizmette bulunma yolunda kullanmakla görevlidirler.

Yoksa, sırf devlet ve yönetimi idare etmiş olmanın, onlar için zahmet

ve eziyetten başka birşey olmadığı apaçık ortadadır; yine de mecburen

buna katlanırlar, çünkü bu vazifeyi yerine getirmekle görevlidirler.

"Velayet-i fakih" mevzuu bir görev ve mükellefiyetten ibarettir.

Devletin Yüce Hedetleri

Hz. Ali -s- devletin başına geçip yönetim sonımluluğunu

üstlenmesinin nedenini açıklarken ‘yüce hedefler için, hakkı diriltip,

bâtılı ortadan kaldırmak için’ demektedir. İmam -s- şöyle

buyurmaktadır: "Allah'ım! Sen de bilirsin ki biz sırf mevki ve makam

elde etmek için kıyam etmiş değiliz, hayır, biz mazlumları zalimlerin

elinden kurtarmak istiyoruz. Bu iktidarı ve halkın yönetimini kabul

etmemin yegane nedeni ‘Zalimlerin zalimce ve oburca yaşayışları ve

mazlumların dayanılmaz açlıkları karşısında sessiz kalmayacaklarına

dair Allah Tealâ'nın, ümmetin âlimlerinden söz almış ve onları bu -

durumda sessiz kalmamak-la mükellef kılmış olması’dır(71) Ve bir başka

yerde de:

‘Ya Rabbi! Sen pek iyi bilmektesin ki bizim yapmakta olduğumuz

bu iş -yönetim ve savaşlara komuta- siyasi gücü ele geçirmek için bir

rekabet veya dünyanın değersiz metaından birşeyler elde edebilmek için

(71)

Ae, 3. hutbe (Şıkşıkiyye).

Page 70: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

değildir.’ buyurmakta ve kendisiyle adamlarının onca çaba ve gayretlerinin

nedenini şöyle açıklamaktadır:

"...Uğraşılarımızın nedeni, Sen'in dininin apaçık ve besbelli

prensiplerini yeniden hayata geçirmek, uygulanmasını sağlamak,

yeryüzünde ıslahta bulunmak, böylece zulme uğramış kullarının

güvenlik içinde olmasını ve niceden beridir uygulanmayan hüküm ve

kanun -ve ceza kanun-larının bilfıil hayata geçirilip uygulanmasını

sağlamaktır!"

Bu Gayelerin Gerçekleşmesi İçin Gerekli Özellikler

Devlet müessesesi ve elindeki iktidar ve emir gücüyle, İmam'ın –s-

da yukarıda belirtmiş olduğu islamın yüce gayelerini gerçekleştirmek

isteyen bir yöneticinin, daha önce değinmiş olduğumuz mezkur zaruri

haslet ve özellikleri taşıması, yani kanunu bilmesi ve âdil olması gerekir.

Bu nedenle hz. Emir'el müminin -s- devletin yüksek hedeflerini

belirledikten sonra sözlerinin devamında, devleti yönetecek olan

kimsede bulunması gereken sıfatları şöyle açıklamaktadır:

"Allah'ım; sana ilk yönelen ve Resul'ünün -sav- diline câri etmiş

olduğun dinini ilk işitip ilk iman edendim ben. Namaz kılma hususunda

Allah Resulü'nden -sav- başka hiçkimse benden öne geçmedi. Ve siz,

ey insanlar, halkın namusuna, kanına, gelirine, hükümler ve kanunlara

ve müslümanların liderliğine egemen ve velayet sahibi olan kimsenin,

müslümanların malına mülküne göz dikecek, kerem ve büyüklükten

yoksun bir pinti olmaması gerektiğini pekalâ bilirsiniz."

‘Keza, cahil ve kanunlardan bihaber de olmamalıdır, yoksa cahilliği

yüzünden halkı yanlış yola götürür.’

‘Kaba ve sert de olmamalıdır, yoksa halk onunla muaşeretten

çekinecek ve onunla ilişkisini kesecektir. Keza hiçbir devletten

korkmaması gerekir ki -bu korkuyla- bir devlete düşman ve diğer bir

devlete dost olmak durumunda kalmasın.’

‘Yargı işlerinde rüşvet alan birisi de olmamalıdır, aksi takdirde

insanların haklarını zayi eder ve hakkın hak sahibine ulaşmasını

engeller. Sünnet ve kanunu bırakmaması gerekir, yoksa ümmet sapma ve

felakete sürüklenmiş olur.’(72)

(72)

Ae, 13. hutbe.

Page 71: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Dikkat ediniz, bu rivayetlerin konusu iki eksen etrafında dönüp

durmaktadır: İlim ve adalet! Bu ikisi, ‘velayeti elinde bulunduran –vâli-

'in taşıması zaruretle gerekli hasletler olarak belirlenmektedir.

‘cehaletiyle halkı saptıracak bir cahil olmasın’ ibaresinde ‘ilim’

özelliğine işaret edilmektedir. Diğer ibarelerde de gerçek anlamda bir

‘adalet’ vurgulanmaktadır. Gerçek anlamda adalet; devletler ve halkla

ilişkilerde ve halkla alış verişlerde, yargı ve muhakemede ve kamu

gelirlerinin bölüştürülmesinde hz. Emir'el müminin -Ali- (s) gibi

davranmak ve o hazretin, Malik-i Eşter(73) ve gerçekte bütün valiler ve

diğer görevliler için tespit etmiş olduğu programı (74) uygulamaktır; bu

program tıpkı genel bir talimat ve genelgeye benzer, böylece fakihler de

velayeti -iktidarı- ellerinde bulundurmaları halinde uymaları gereken

talimatı bilmiş olmaktadırlar.

(73)

"Eşter" adıyla tanınan Mâlik bin Hâris-i Nehei (h.?-38) islam ordularının

büyük komutanlarındandı, cesaret ve kahramanlığıyla meşhurdu. Cemel ve Sıffın

savaşlarında hz. Ali'nin -s- en yakın komutanı oldu. İmam -s- onu Mısır'a vali

tayin ettiyse de bunu öğrenen Muaviye tarafından, Mısır'a giderken yolda

zehirletilerek şehid edildi. İmam Ali'nin -s- ‘Mâlik ahdnâmesi’ adıyla ona yazdığı

fermannâme pek meşhurdur. Bkz: Nehc'ul Belaga, 53. mektup.

(74) Nehc'ul Belaga, 53. mektup.

Page 72: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

4 . B Ö L Ü M

AHBARDA

VELAYET-İ FAKİH

Page 73: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Hz. Resul-ü Ekrem'in -sav- Haletleri Âdil Fâkîhlerdir

Doğruluğunda hiç şüphe bulunmayan rivayetlerden biri şöyledir:

Emir'el müminin (hz. Ali -s-), hz. Resulullah'ın -sav- "Allah'ım, benim

haleflerime rahmet et!" buyurduğunu ve bunu üç kez tekrarladığını,

‘Ya Resulullah, sizin halefleriniz ve halifeleriniz kimlerdir?’ diye

sorulması üzerine o hazret ‘Benden sonra gelip, benim hadis ve

sünnetimi naklederler ve benden sonra bunları halka öğretirler!’

buyurduğunu rivayet eder(75).

(75)

Vesailuşşia'nın yazarı bu hadisi ‘kazâ’ kitabının ‘kadının sıfatları’

bablarında, 8. babda, 50. hadiste ve 11. babın 7, hadisinde irsal olarak kaydeder.

Meâni'ul Ahbâr ve Mecâlis'te iki senetle -kı bazı ricallerde müşterektir bunlar-

nakleder ve Uyun'da 3 ayrı senetle -ki bütün ricallerde de 3 ayrı senet olarak geçer-

Page 74: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Rahmetli Şeyh Saduk(76) bu rivayeti Meâni'ul Ahbar (77), Uyûn-u

Ahbar-ur Rıza(78) ve Mecâlis(79) adlı eserlerinde beş yoldan rivayet

etmiştir (ki rivayetlerden ikisi bazı açılardan benzer olduğundan, aslında

dört yoldan sayılır).

Müsned(80) olarak zikredilen rivayetlerden birinde ‘öğretenler’ ve

diğerlerinde ‘halka öğretenler’ geçer (81), mürsel(82) olarak zikrolunan

rivayetlerdeyse -yukarıdaki hadisin- ilk kısmı yer almaktadır ve ‘benden

sonra halka öğretenler’ ibaresi yoktur (83).

Bu Rivayet Hakkında İki İhtimale Dayanarak

Konuşuyoruz:

Farzedelim ki rivayet birdir ve ‘öğretenler’ ibaresi ya hadisin sonuna

sonradan eklenmiş, ya da mezbur cümle şeklindeymiş ve sonrada

kayıtlıdır ve birbirinden uzak üç ayrı noktalarda yaşadıkları vurgulanmıştır.

(İmam’ın –ra- notu) (76)

Muhammed bin Ali bin Hüsevin bin Musa bin Babevevhi Kummî. ‘Ebu

Cafer’ Kuleyni ve 'İbn-i Babeveyh" ve "Sadûk" adlarıyla mâruf (?-381 hk.)

İmamiyenin en büyük alimlerinden, en güçlü hadis ve fıkıh bilginlerindendir.

Gaybet-i Suğra döneminde ve İmam-ı Zaman'ın -af- duasıyla dünyaya gelmiştir.

Babası .Ali bin Babeveyh. Muhammed bin Hasan bin Velid ve Cafer bin

Muhammed Kuleviyye'den rivayetlerde bulunmuştur. Şeyh Müfid, İbni Şâzan, Ğâzayirî

ve Şeyh Ebu Cafer Dureysti ondan rivayet nakletmişlerdir. 300'e yakın eseri

olduğu kaydedilir, bunların en tanınmışı: ‘Men lâ Yehzuruhul Fakih", El Hısâl".

‘E1-Tevhid’. ‘Uyun-i Ahbar-ir Rızâ’. ‘El- Emâlî’, ‘Meâni'ul Ahbâr’, ‘İleluşşerayi" ve

Kemaluddin’dir. (77)

Meâni’ul Ahbar: Şeyh Saduk bu eserinde masum imamların -s- konuşma ve ahbarının

tefsirine dair hadisleri toplamıştır. (78)

c:2 s: 37. 31. bâb. 94. hadis. Uyun-i Ahbarurrıza. İmam Rıza'nın -s-

biyografisi ve ondan ulaşan rivayetleri içerir. 139 babdır. (79)

s: l52. 34 . meclıs. 4. hadis. "Arz’ul Mecâlis" veva sadece `Mecâlis' adıyla

da tanınan 'Emâli` adlı eser Şeyh Saduk'undur ve toplam 97 meclisin (oturum ve

toplantının) mahsulüdür. (80)

''Müsned'. bütün ravileri sened olarak mezkur masum imam’a –s- kadar

ulaşan rıvayete ‘müsned’ denir (81)

Mecâlis'teki müsned (s:l52) ‘yuellimuneha’. Uyun-i Ahbarırrıza’da

‘yuellimunnehunnas’ şeklinde geçer. (82)

‘Mürsel’: Ravilerinin tamamı veya bir kısmı senediyet halkasında

bulunmayan rivayete denir. (83)

Men la Yehzuruhul Fakiyh c:4 s:302. bâb'ul nevâdir. 95. hadis.

Page 75: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

düşmüştür. Cümlenin sonradan düşmüş olması ihtimali akla daha yakın

görünmektedir. Çünkü eğer eklenmiş olursa bunun hatayla ve yanlışlık

eseri vuku bulduğu söylenemeyecektir; zira daha önce de belirttiğimiz

gibi bu rivayet birkaç yoldan -raviden- nakledilmiştir ve rivayet eden

şahıslar -raviler- da birbirlerinden pek uzak diyarlarda yaşıyorlardı: Biri

Belh'te, diğeri Nişâbur'da, üçüncüsü de bir başka yerde-. Bu durumda

o kelimenin hadise sonradan kasten eklenebilmiş olma ihtimali

sıfırlanmaktadır. Çünkü birbirinden onca uzak beldelerde yaşayan

birkaç kişinin aklına aynı kelimenin gelmesi ve aynı kelimeyi

eklediklerinin düşünülmesi pek imkansız görünmektedir. Bu nedenle şu

kesin olmaktadır: Eğer rivayet vahide -tek- ise ‘öğretenler’ kelimesini

ya rahmetli Saduk'tan nakledenler düşürmüş ve onun eserinden iktibas

edenin kaleminden düşmüştür, veya bu kelimeyi Saduk -ra-

zikretmemiştir.

İkinci ihtimal, iki ayrı hadisin rivayet edilmiş olmasıdır, biri

‘öğretenler’ kelimesiyle ve diğeri, bu kelime olmaksızın... Bu durumda

mezbur kelimenin bulunduğu hadisirı; mesleği hadis nakletmek olan ve

kendisinden hiç fetva ve görüş beyan etmemiş bulunanları

kapsamayacağı apaçık oırtadadır. Keza hadisi hiç mi hiç anlamayan ve

‘Yüceleri vardır ki bilgi taşırlar, ama kendileri o bilgiden habersizdirler’

hadisine(84) misdak teşkil eden ve işi gücü, tıpkı bir alıcı cihazı gibi hadis

ve rivayetleri sırf alıp yazan ve halka aktarmaktan ibaret olan bazı

muhaddislerin -hadiste geçen- ‘halef’ler ve ‘halife’ler olabileceğini ve

bunların islâmî bilimleri öğretebileceklerini söylemek zaten mümkün

değildir. Evet, bunlarrn da islama ve müslümanlara pek değerli

emeklerinin geçtiği doğrudur, keza bunlardan birçoğu fakih ve görüş

sahibi insanlardı, Kuleyni -ra-(85) Şeyh Saduk -ra- ve Şeyh Saduk'un

(84)

Hz. Resulullah -sav- Hiyf Camii'ndc irâd ettiği bir hutbede şöyle buyurdu:

‘Kimileri vardır ki bir ilmi taşırlar da kendileri onu bilmezler, kimi de vardır ki

bildiği bir bilgiyi, kendisinden daha bilinçlisine ulaştırır' Bkı: Usul -i Kaîfı c:2

s:258 kitab'ul hüccet. ‘Ma emerennebi -s- binnasihat’ul eimmet'ul müslimin' babı.

1. hadis.

(85) 'Sıkat-ul İslam" adıyla tanınan Muhammed bin Yakub bin İshak-ı Kuleyni-i

Râzî ('?- 328 veya 329 ) hk.) büyük şia muhaddisi ve hadis alimlerinin en büyüğü.

Şianın ‘Kutub-u Erbaa’sının ınüelliflerinin ilkidir. Tanınmış ‘Kafi’ kitabını uzun

yıllar boyunca yazıp tamamlamış ve ‘usul’, ‘furu’ ve ‘rowze’ olarak üç bölümde

toplamıştır.

Page 76: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

babası -ra- fakihlerdendiler(86), islam hüküm ve bilimlerini öğretiyorlardı

halka. Şeyh Saduk (ra)'la rahmetli Şeyh Müfıd'in (87) farklı olduklarını

söylerken Şeyh Saduk'un -ra- fıkha vakıf olmadığını veya onun fıkıh

bilgisinin Şeyh Müfıd'den -ra- daha az olduğunu kastetmek istemiyoruz

-bilakis-, Şeyh Saduk -ra- bir oturumda dinin bütün usul ve füru'larını

tamamen açıklayıp şerheden kişidir(88)! Ancak, o merhumla Müfıd -ra-

arasındaki fark şudur: Müfıd ve benzeri müçtehidler, hadis ve

rivayetleri aktarırken kendi görüş ve reylerini de belirtiyorlardı; Şeyh

Saduk -ra- ise görüş belirtmeyen ya da çok az belirten fakihlerdendir.

-Mevzuubahis- hadis, islami bilimleri yayan, islam hükümlerini

beyan edip anlatan ve insanları, başkalarına eğitim verebilecek şekilde

islam için yetiştirip hazırlayan kimseleri kapsamına almaktadır. Tıpkı

hz. Resul-ü Ekrem efendimiz -sav-'le masum imamların -s- islam

ahkamını öğretip yaymaları, medrese eğitimi vermeleri, onların bu

eğitim ve okullarında binlerce insanın ilmî faydalar sağlaması ve

öğrendiklerini halka öğretmekle yükümlü olmaları gibi! ‘Halka

öğretirler’le kastedilen de, islam bilimlerini halka öğretip yaymaları ve

islam hükümlerini halka ulaştırıyor olmalarıdır. Eğer islamın bütün

dünya insanları için olduğunu söylüyorsak; müslümanların, bilhassa

islam ulemâsının islam ve islam hükümlerini bütün dünya insanlarına

anlatmak ve bütün dünyaya yaymakla muvazzaf olduğu akıl sahipleri

için apaçık ortadadır.

Eğer ‘halka öğretirler’ ibaresinin bu hadiste yer almadığını

varsayacak olursak, o zaman hz. Resul-ü Ekrem -sav-' in "Allah'ım,

halifelerime rahmet et ... Onlar, benden sonra gelen ve hadis ve

sünnetimi rivayet edenlerdir’ buyruğunun ne anlama geldiğine

bakmamız gerekir. Bu durumda rivayetin ‘fakih’ olmayan ravileri

(86) Ali bin Hüseyin bin Musa bin Babeveyh (?- 329 hk): Tanınmış şia muhaddis ve

fakihi. Pek çok kitap ona ait bilinir, bunlardan bazısı şunlardır: El-Tevhid, El İmame Ve'1

Tebrere Min'el Hiyre, Esselat, El İhvân Ve'şşerâî"'.

(87)

"Şeyh Müfid" ve ‘İbni Muallim’ lakaplarıyla meşhur Ebu Abdullah Muhammed bin

Numan (336 veya 338-413 hk) şianın tanınmış muhaddis, fakih ve kelamcılarındandır.

Bağdad Bilim Başkanlığı yaptı. Seyyid Murteza Elemulhüdâ, Seyyid Reziy, Şeyh Tusi ve

Necâşi onun en tanınmış öğrencileri arasındadır. İkiyüze yakın eserinden bazısı şunlardır:

İrşad, İhtisâs, Evâil'ul Mekâlât, Emâli ve Meğne'e.

(88)

El-Emali Ow'el Mecâlis, 93. meclis, s:509-520 ve: Bihar'ul Envâr c:10

s:393-405, kitab'ul ihticâc, 25. bâb.

Page 77: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

kapsamına almayacağı ortadadır. Zira bütün hükümlerden ibaret olan

ilahi sünnetler, hz. Resul-ü Ekrem'e -sav- nazil olduğu için

‘Peygamberin sünneti’ olarak isimlendirilirler. O halde hz.

Resulullah'ın -sav- sünnetini yaymak isteyen bütün ilahi hükümleri

bilmeli ve sahihi sakıymden (doğruyu yanlıştan -çev-), ıtlakı takiyyeden

(saltı - şartlı ve sınırlıdan -çev-) (89), âmm olanı hâs olandan(90)

ayırdedebilmeli, mantık önermeleri ve aklî hükümleri (91)

toparlayabilmeli, takiyye sırasında geçen rivayeti diğerlerinden teşhis

etmeye yarayacak ölçüleri bilmeli ve bunu başarmalıdır. İçtihad

mertebesine varmayan ve sadece hadis nakleden muhaddislerin bileceği

işler değildir bunlar, onların hz. Resulullah'ın -sav- gerçek sünnetini

teşhis edebilmesi mümkün değildir ve bu da hz. Resulullah -sav-

açısından değersizdir. Hz. Resulullah'ın -sav- doğru olsa veya olmasa

ve kendisinden nakledilmemiş olsa bile sırf ‘Resulullah dedi ki..."'yle

başlayan bir takım rivayetlerin yayılmasını istemiş olması elbette ki

düşünülemez. Bilakis, o hazretin amacı gerçek sünnetin yayılması ve

hakiki islam hükümlerinin halk arasında neşrolunmasıydı. ‘Ümmetime

kırk hadis ezberleteni Allah, fakih olarak haşreder’ rivayeti (92) ve hadis

(89)

Mutlak'ın usul bilimindeki anlamı bütün ilgili bireyler için geçerli olan ‘genel

sıfat’tır (erkek olan herkes için kullanılan "erkek" veya ‘adam’ kelimesi gibi). Mukayyed

veya ‘kayıt ve şarta bağlı’ (şartlı, sınırlı) deyimi ise özne (sıfatları içerir, ör: "bilge

adam''). (90)

Usul biliminde ‘amm’ derken, herkesi kapsayan bir mana kastedilir, "her

bilimadamına saygı duy" cümlesinde olduğu gibi gelen kapsamlı bir anlam kastedilir.

‘Hass’ derken, bu durumun istisnası veya şartlısı kastedilir, ör: Ahlâksızı dışında, her

bilimadamına saygı duy!" cümlesinde olduğu gibi. (91)

Fıkıhta `cem'i ukelâi"denilirken, görünüşte yekdiğeriyle farklı olan iki delil

veya önermeyi birbiriyle irtibatlandıran ve birini diğeri için iptal etmeyip asıl gayeyi

çıkarabilme metoduna -mantık ve edebiyata- vakıf insanların yöntemi

kastedilir. Meselâ ‘zina eden erkek ve kadına 100 kırbaç vurun’ hükmüyle ‘evli

olduğu halde zina edeni (muhsine) taşlayıp öldürün’ hükmü görünüşte farklıdırlar,

ama ukelâ (mantık bilenler) birinci hükmü ‘amm’ (genel geçer), 2. hükmüyse

"hass" (özel durum) olarak belirler ve genel durumun şartlarını özel duruma uygulamaz,

iki farklı şartlar için inmiş bu iki hükmü birbirine karıştırmayıp ‘hass’ı "âmm"ın

kapsamından çıkararak her iki hükme de amel ederler. (92)

Çeşitli şia ve sünni kaynaklarında bu mazmun -biraz farklı ifadelerle

geçmektedir. Bkz: Hısâl: c:2 bâb'ul erbâin 15 ve 19. hadisler ve: İhtisâs s:2 ve:

Bihar c:2 s:153-157.

Page 78: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

yaymayı öven benzeri hadisler(93) hadisin ne olduğunu bile bilmeyen

muhaddisler için değildir ki; bu gibi hadis ve rivayetler, hz. Resulullah'ın -sav-

hadisini gerçek islam hükmüne mutabık olarak teşhis kabiliyetine sahip

kimseler içindir. Bu da, ancak ‘fakih ve müçtehid olanlar’ demektir; çünkü

ancak fakihlerle müçtehidler islam ahkamının bütün boyutlarını bilip

değerlendirebilir, ellerindeki fıkhî ölçüleri kullanarak islam ve imamların -s-

muayyen etmiş olduğu ölçü ve kıstaslar yardımıyla islamın gerçek hükümlerini

bulup çıkarabilirler. İşte bunlar Allah Resulü'nün -sav- halifeleridirler; ilahi

hükümleri bunlar yayar, halka islam ahkamını öğretirler, hz. Resulullah -sav-

bunlar için dua etmiş ve "Allah'ın rahmeti halifelerimin üzerine olsun"

buyurmuştur.

Yukarıdan da anlaşılacağı üzere "Allah halifelerime rahmet etsin"

hadisinin, gerçekte bir ‘kâtip’ten farkı bulunmayan hadis ravilerini

kastediyor olması mümkün değildir, sırf kâtiplik eden ve sırf hadis

yazan birinin hz. Resul-ü Ekrem'in -sav- halifesi olamayacağı ortadadır.

Hadiste geçen ‘halifeler’den maksat ‘islam fakihleri’dir; halka islam

hükümlerini öğretip yayan, halkı eğitip yetiştiren âdil fakihlerdir. Zira

âdil olmazlarsa tıpkı hz. Emir'el müminin -s- aleyhinde hadis uyduran

Semeret bin Cündeb(94) gibi, islama aykırı hadisler uyduran kadılar ve

şeyhulislamlar haline gelirler. Eğer fakih olmazsa o zaman da fıkhın ne

(93)

Usul-ü Kâfr c:l kitab-ı fazlul ilim bâb-ı `Yivayet'ul kitab vel hadis" Bihar:

c:2 bâb: 16 vc 20-21.

(94) Ebu Abdurrahman Semeret İbni Cundeb bin Melâl bin Cureyc ('?-58 hk) hz.

Resul-ü Ekrem'den -sav- pek çok rivayette bulunmuştur. Ziyad'ın ölümünden sonra

bir süre Basra'da onun yerine geçtiyse de Muaviye tarafından azledildi. Taberi,

Semeret'in vali olduğu dönemde 8 bin kişinin katline ferman verdiğini yazar. Kufe'ye

geldiğinde ziyad ‘öldürdüğün onca adam arasında birinin suçsuz olmasından

korkmuyor musun?’ diye sorunca ‘Bundan daha fazlasını da öldürürüm, niye

korkayım ki?!" diye cevap verdiği kayıtlıdır. İbni Ebi'1 Hadid'in Nehc'ul Belağa’ya

yazdığı şerhte (c:4 s:73) naklettiği bir tarihi vak'a oldukça ürkütücüdür: ‘Muaviye

Semeret'e 100 din dirhem karşılığınd’ ...İnsanlardan öylesi de vardır ki dünya

hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah'ı şahid

getirir, oysa o, azılı bir düşmandır" (Bakara, 204) avetinin hz.Ali -s- ve ‘...İnsanlardan

öylesi de vardır ki Allah'ın rızası için nefsini satın alır..." (Bakara. 207) ayetinin ise

İbn-i Mülcem (hz. Ali'nin -s- katili) hakkında nazil olduğu yolunda bir rivayet

uydurmasını istedi. Semeret, önerilen parayı az buldu ve nihayet bu meblağın 4 katını

(400 bin) alarak mezkur ayetlerle ilgili bir rivayet uydurdu.’

Page 79: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

olduğunu bilemeyecek ve islam hükümlerini tanıyamayacaktır. Çünkü

zalim yöneticiler ve saray mollalarının sırf şahlara ve sultanlara

yaranabilmek için uydurmuş olduğu binlerce hadis vardır. Nitekim iki

‘zayıf rivayet'le neler yaptıklarını görüyoruz (95); sultanlar ve krallara

karşı kıyam edin diyen ve Musa'yı -s- çağının sultanına karşı

ayaklanmaya teşvik eden(96) Kur'an'a karşı kullandıkları bu iki zayıf

rivayeti! Kur'an-ı Kerim'e ilaveten, daha birçok hadis ve rivayette de

zalimlere karşı mücadele emri vardır(97). Tenbeller bunları bir kenara

bırakıp, muhtemelen saray mollalarınca uydurulmuş olan o iki zayıf

rivayete yapıştılar ve bu rivayetlere dayanarak ‘sultanlar ve egemenlerle

uzlaşmak gerekir, saraykulu olmak gerekir’ dediler! Eğer bunlar

gerçekten rivayet ehli olup dinden anlayan insanlar olsalardı zalimlerin

aleyhine olan onca rivayet ve emirlere amel ederlerdi. Kaldı ki böyleleri

rivayet ehli olsalar bile âdil değildirler. Âdil olmadıkları ve günahtan

uzak durmadıkları için Kur'an' daki hükümler ve onca hadis ve rivayeti

(95)

Bazı rivayetlerde ‘sultan’ ve padişahlar"a itaat edilmesi gerektiği meal inde

cümleler geçer. Bazıları, bu rivayetlere sarılarak zalimler karşısındaki

suskunluklarına kılıf uydurmaya çalışmışlardır. Oysa ki söz konusu rivayetler sened

açısından zayıf, delâlet açısından da yetersizdirler. Meselenin açıklığa kavuşması için

bu rivayetlerden ikisini burada aktarıyoruz: ‘Peygamber -sav- buyurdu ki, padişah

Allah'ın yeryüzündeki gölgesidir, zulüm görenler ona sığınırlar; eğer adaletle

davranırsa padişahlık onun için iyidir ve halkın ona müteşekkir olması gerekir. Eğer

zulüm ve sitemde bulunursa, günahı kendi boynunadır ve bu durumda halk Allah'ın

emri gelip çatıncaya kadar sabretmekle muvazzaftır.’ (Bkz: Bihar'ul Envâr, c:72

s:354)

Bir diğer rivayet(!) de şöyledir: ‘Peygamber efendimiz -sav- buyurdu ki: Padişaha

itaat farzdır, her kim ona itaat etmezse Allah'a itaat etmemiş olur ve O'nun ‘kendi

ellerinizle kendinizi mahvetmeyin.!!’ buyruğuna aykırı davranmış olur.’ (Bkz:

Menbe-i Piyşiyn s:368.)

İlk rivayetin ravilerine bakalım: Ebi'1 Mufazzal: Zayıf. Ali bin Hasan: Meçhul.

Hüseyin bin Zeyd ise "güvenilmez"dir.

İkinci rivayetin ravilerine gelince: Ali bin İbrahim ve Muhammed İbn-i Musaâb

‘meçhul''dürler, Muhammed bin Abdullah'la Ahmed bin Bekir, Hemâd bin Seleme.

Sâbit ve Enes 'güvenilmez'dirler. Bu rivayetlere karşılık, Bihar'ul Envâr’da bunların

tam tersini savunan yığınlarca rivayet vardır (bkz: Bihar c:72 s:335-375 bab:81-85) (96)

A’raf 103'ten sonrası, Yunus 75-84, Tâ-hâ 24-43, Müminun 45-47, Nâziât,

17.

(97)

Vesailuşşia c: l l `El-Cihad kitabı" ‘düşmana karşı cihad’ bâbları: 1, 5, 26, 46.

47, kitab'ul emr-i bil mâruf... 1,3 ve 8. bâblar.

Page 80: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

bir kenara bırakıp iki zayıf rivayete yapışmışlardır. Onların bu iki zayıf

rivayete dört elle sarılmasını sağlayan şey işkembeleridir, ilim değil!

İnsanı saraylara kul eden şey rivayet -ve hadis- değil; bu işkembe ve

makam hırsıdır.

Kısacası islam bilimlerini yayma ve ahkâmı yayıp öğretme, âdil

fakihlerin işidir; ancak onlar gerçek ahkamla gerçek olmayanı ve

imamların -s- hangi rivayetleri takıyyeyle aktardıklarını teşhis ve

ayırdedebilirler. Çünkü biliyoruz ki -masum- imamlarımız -s- kimi

zaman gerçek hükmü söyleyemiyorlardı, şartlar elvermiyordu buna;

zalim ve zorba egemenlerin baskısı altında sıkı bir takıyyede bulunmak

zorundaydılar. Tabü ki bu mecburiyet din içindi -kendileri için değil

dinin bir zarara uğramasından korkuyorlardı. Nitekim gerekli bazı

durumlarda takıyyede bulunulmamış olsaydı zalim egemenler dinin

kökünü kazıyacaklardı.

Ancak, bu hadis-i şerifın ``velayet-i fakih"e delalette bulunduğu

şüphesiz olsa gerektir. Çünkü ‘hilafet’, nübüwet ve peygamberliğin

her boyutunda ‘haleflikte ve vekillikte bulunma’ demektir ve

"Allah'ım, halifeme rahmet et" cümlesinin "Ali benim halifemdir"

cümlesinden aşağı kalır tarafı yoktur ve birincide kastedilen `lıalifelik'te

ikincide kastedilen halifeliğin farklı bir anlamı sözkonusu değildir.

‘Benden sonra gelir ve hadislerimi rivayet ederler’ hadisi halifeleri

tanıtmaktadır, halifeliğin anlamını değil. Çünkü halifelik mevzuu sadr-ı

islamda açıklanmayı gerektirecek bir mevzu değildi ki -herkesçe bilinen

birşeydi-. Nitekim sonra da, halifeliğin anlamını değil, halifelerin -kim

ve nasıl olması gerektiğinin- açıklanmasını istiyordu ki, hazret de –sav-

bu vasıfları açıklayarak cevabı vermiş oldular. "Ali halifemdir" veya

‘imamlar halifemdir’ buyruklarını hiçkimse ‘halifeliğin nasıl olması

gerektiğine dair fıkhi bir açıklama’ şeklinde algılamadığı ve bu

cümlelerle net bir şekilde imamların devlet başkanlığı ve halifeliklerine

istinad edildiği kabullenildiği halde sıra -masum olmayanların

‘halifelik’ terimine gelince, duraklayıverilmiş olması bir hayli

şaşırtıcıdır! Bunun yegane nedeni, hz. Resulullah'ın -sav- hilafetinin

özel bir hadle sınırlı olduğu veya ancak özel bazı kimselere mahsus

olabileceği şeklinde bir zanna kapılmış olunmasıdır. Masum imamlar -s-

halife oldukları için; onlardan sonra kimse halife olamaz, halkı yönetme

işini onlardan başkası yüklenemez zannedilmiş, -imamlardan sonra-

islamın başsız kalması ve islam hükümlerinin kendi haline bırakılması

Page 81: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

gerektiği zehabına kapılmışlardır. Yani ‘islam had ve sınırları

düşmanlara terkedilsin ve gerçekte islamın tamamen berî ve uzak

olduğu onca sapma ve eğrilikler -islammış gibi gösterilerek- normal

karşılanır olsun’ demektir bu!

İmam Musa bin Cafer Sâdık'tan -s- şöyle rivayet edilir: ‘Bir mümin

-veya mümin bir fakih- öldüğünde melekler ona gözyaşı döker,

yeryüzünde Allah'a ibadet ettiği yerler ve amelleriyle ulaştığı gök

kapıları ona ağlarlar; islam kalesinde, başka şeylerle onarılmayacak

gedikler oluşur. Çünkü imanlı fakihler islamın kaleleridirler; surla

çevrili bir şehrin surları mesabesindedirler.’(98)

Bu Rivayetin Metnine Dair

‘Kâfı’ kitabında aynı babda başka bir rivayet daha var ki, onda

‘mümin öldüğünde’ yerine, ‘mümin fakih öldüğünde’ ibaresi

geçiyor(99). Naklettiğimiz rivayetin başında `fakih’ kelimesinin

geçmemesi, ama sonlarında ‘mümin fakihler’ buyurulmuş olması,

‘fakih’ kelimesinin, cümlenin ilk kısmından düşmüş olduğunu

göstermektedir. Bilhassa ‘islamda gedik açılması’, ‘sur ve kale’ gibi

tabirlerin kullanılmış olması da buna delalet eder, ki tamamen

"fakihler"e uygun düşmektedir.

Rivayetin Anlamı Üzerine

‘Fakih müminler islamın kaleleridir’ buyruğuyla, gerçekte fakih

islam akâid, hüküm ve nizamlarının bekçi ve koruyucuları olmakla

görevlendirilmiş olmaktadırlar. İmam'ın -s- bu buyruğunun teşrifat ve

nezaket olsun diye söylenmediği apaçık ortadadır; benim size

‘Şeriatmedar’ (*) demem, sizin bana ‘Şeriatmedar’ demeniz gibi bir teklif

veya mektup zarflarının üzerine yazdığımız ‘sayın ... hazretleri’ gibi

göstermelik bir ünvan değildir! Evinin bir köşesine çekilip oturan,

(98)

Usul'ul Kâf, c:l s:47 kitab-ı Fazl'ul ilim, fıkh'ul ulemâ bâbı, 3. hadis. (99)

Ae 2. hadis (*)Şeriat eksenli anlamına gelen bu kelimeyi İmam'ın -ra- bilhassa seçtiği

söylenebilir, nitekim bu eseri daha önce Türkçeye çevirenlerin bu terimi çevirmemiş

olması da ilginçtir -çev-

Page 82: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

hiçbirşeye karışmayıp ne islam kanunlarını koruyan, ne islam ahkâmını

öğretip yayan, ne müslümanların sosyal işlerine karışan, ne de

müslümanların işlerinde ihtimam gösteren bir fakihe ‘İslamın kalesi’

denilebilir mi?! Onun islam bekçisi olduğu söylenebilir mi? Bir devlet

başkanı bir yetkiliye veya bir komutana, gidip falan bölgeyi korumasını

söylediği halde o yetkili veya komutanın gidip evinde yatması ve

böylece o bölgeyi düşmanın eline bırakması, üstlendiği görev ve

vazifeyle bağdaştırılabilir mi?! Mümkün her yolla o bölgeyi korumaya

çalışması gerekmez mi? Siz, ‘bazı islam kanun ve hükümlerini

koruyoruz’ diyorsanız o zaman sorarım sizden: ‘islamın ceza

kanunlarını uyguluyor, hadleri yerine getirebiliyor musunuz?’ -

Cevabınız- ‘hayır’-dır-. İşte bu noktada -hadleri uygulayamadığınıza

göre islam kalesinde- bir gedik açılmış oldu! Yani sizin kaleyi

korumakla görevli olduğunuz bir sırada burcun bir kısmı yıkılıp gitti!

‘Peki, müslümanların hudut ve sınırlarını, islam vatanının toprak

bütünlüğünü koruyabiliyor musunuz?’ -diye soracak olsam vereceğiniz

cevap şudur:- ‘Hayır! Biz bu hususta dua edebiliriz sadece!’ -Siz böyle

deyince- surların bir kısmı daha yıkılmış oldu!

‘Peki, fakirlerin hakkını zenginlerden alıp kendilerine verebiliyor

musunuz (çünkü olandan alıp olmayana vermek sizin islamî

vazifenizdir)?’ diye soracak olsam yine ‘hayır, bunlar bizi

ilgilendirmez, inşaallah başkaları gelip bu işleri yaparlar!’ -diye cevap

veriyorsunuz ve o zaman da- surun bir tarafı daha gitmiş oluyor ve

böylece tıpkı İsfahan'ını kaybeden Şah Sultan Hüseyin gibi (100)

kalakalıyorsunuz işte! Bu nasıl sur, bu nasıl kaledir böyle; surun hangi

tarafını ‘hısn'ul islam’ (islam kalesinin muhafızı) beyefendiye bırakmak

istesek, bir mazeret öne sürerek kabul etmiyor?! -Rivayette geçen

"hısn" (kale, sur)ın anlamı bu mudur, "hısn" dediğin böyle mi olur?! !

‘Fakihler islamın kalesi ve surlarıdırlar’ buyruğunun manası, onların

islamı korumakla mükellef oldukları ve islamı koruyabilecekleri bir

ortam yaratmaları gerektiğidir ki bu da farzların en önemlilerindendir,

(100) İmam -ks- burada 1. Süleyman'ın oğlu ve Sefevi hanedanının son padişahı 1.

Hüseyin (?-1135 hk)'den sözetmektedir. Zayıf ve iktidarsızdı. 110'te tahta geçti. Onun

zamanında Afgan sultanı Mahmud İsfahan'a saldırdı. Sultan Hüseyin İsfehan'dan

vazgeçmesi için Ferehabad'la Culfa'yı ona bıraktıysa da Mahmud, savunmasız Şah'a

saldırarak şehri ele geçirip liyakatsiz Sultan Hüseyin'i öldürdü.

Page 83: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

üstelik meşrut -şartlı- farzlardan değil, mutlak farzlardandır(101). İslam

fakihlerinin önemle peşinde olmaları gereken hassas mevzulardandır

bu; dini ilmiye medreseleri bu konuda kafa yormalı ve tıpkı hz. Resul-ü

Ekrem -sav- ve masum imamların -s- yaptığı gibi islamın koruyucusu

kesilip islam ahkamı, akaid ve nizamlarını tam anlamıyla muhafaza ve

müdafaa edebilmek için gerekli bütün araç-gereç ve güçlerle

donatmalıdırlar kendilerini.

Biz herşeyi bir kenara bırakıp ahkamın sadece bir kısmını almışız,

nesiller boyu sırf onları tartışıp duruyoruz (102). İslam ahkamının birçok

kısmı bugün ‘ulum-u garibe -tuhaf ve tabiatötesi bilimler-’ durumuna

gelmiştir(103)! Esasen islam garip -ve kimsesiz- haldedir bugün!

İslamdan sadece bir isim kalmıştır geriye! İnsanoğlu için gelmiş en

mükemmel ceza kanunları olan islam ceza kanunları bugün büsbütün

unutulmuş ve ‘sadece ismi kalmış’tır(104). Ceza ve hadler için nazil

olmuş bulunan ayetlerin kıraatinden -okunuşundan- başka varlıkları

sözkonusu değildir bugün. ‘Zina eden erkek ve zina eden kadına;

herbirine 100 kırbaç vurun’ (105) ayetini okuyoruz ama uygulamıyoruz,

uygulamakla yükümlü saymıyoruz kendimizi! Sadece kıraat edelim -

arapça harfleri gereğince telaffuz edelim- ki kıraatimiz iyi olsun,

seslerin mahreçlerden gereğince çıkmasına özen gösterelim, yeter; ama

bu arada sosyal gerçeklerin ne olduğu, islam toplumunun nasıl bir

durumda bulunduğu; fesad, ahlaksızlık ve fuhuşun nasıl yayıldığı,

iktidarların zinakârlardan yana olup onları nasıl desteklediği ise bizi

ırgalamaz, öyle mi?! Yani biz, zinakâr erkekle zinakâr kadına şu kadar

hadd cezası tayin edilmiş olduğunu bileceğiz sadece! Had cezasının

(101)

Bir farzın farz oluşu bir şartla kayıtlı değilse, ona oranla ‘mutlak farz’ olur:

Namazın abdeste göre farz oluşu gibi. Bir farzın farzlığı bir şarta bağlıysa o zaman

da o şeye oranla ‘şartlı farz’ olur: Haccın, ancak gerekli mali ve bedenî güvü

taşıma halinde farz olması gibi. (102)

Babadan oğula, bir nesildir diğerine sürekli tekrarlayıp duruyoruz

(103) Sihir, cadı, cifr, Ruhlara hükmetme, cinlere hükmetme ... vb. gibi gizli ve esrarengiz

bilimler.

(104)

Hz. Resul-ü Ekrem -sav- ve Emir'el Müminin hz. Ali'nin -s- şu sözlerine

işarettir: "Öyle bir gün gelecektir ki ümmetim arasında Kur'an'dan sadece bir nişâne

(savfa ve kağıttan ibaret bir kitap kastediliyor olabilir -çev-) ve islamdan sadece bir isim

kalacaktır geriye" Bihar, c:2 s:109, İlim kitabı, 15. bab, 14. hadis, Nehc'ul Belaga 361.

hikmet. (105)

‘Zina eden kadın ve erkeğe 100'er kırbaç vurun.’ Nur,2.

Page 84: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

uygulanıp uygulanmayacağı ve -esasen- islamın zinayla mücadele

hükmünü kimin uygulayacağı gibi şeylereyse hiç karışmayacağız -öyle

mi-?!!

Sorarım size Allahaşkına, hz. Resul-ü Ekrem efendimiz -sav- böyle

mi yapıyordu? Kur'an'ı okuyup bir kenara koyuyor ve onun emrettiği

hadler ve kanunların uygulanıp uygulanmadığına karışmıyor muydu?

Hz. Resul-ü Ekrem'den -sav- sonra gelen halifeler meseleleri halka

bırakıyor ve `istediğinizi yapın, biz size karışmayız" mı diyorlardı?!

Yoksa, tam tersine miydi; hadler -cezalar- belirliyor, -gerekene- kırbaç

vuruyor, icabında recmediyor, müebbet hapis veriyor, sürgüne mi

gönderiyorlardı? İslamda hadler ve diyetler mevzuunu araştırınız, bütün

bunların islamda mevcut olduğunu görürsünüz, esasen islam bu işler

için gelmiştir. İslam topluma çeki-düzen vermek, disiplini sağlamak için

gelmiştir; itibari imamet ve iktidar, toplumun işlerinin düzene

koyulması içindir.

Biz islamı korumakla mükellefız. Bu vazife mühim farzlardandır,

hatta namazla oruçtan bile daha farzdır. Uygulanması uğrunda -

icabında- kanlar dökülmesini gerektiren vazifedir bu. İmam Hüseyin'in

-s- kanından daha üstünü yoktu ve onun kanı islam uğrunda döküldü!

İşte bu, sırf islamın taşıdığı o değer yüzündendir. Bunu kavramamız ve

başkalarına da öğretmemiz gerekir. Sizler ancak islamı halka

öğretmeniz halinde islamın halifeleri olursunuz. `Bırak İmam-ı Zaman

- s- gelsin- ve işleri o yoluna koysun-" demeyin. `imam-ı Zaman

geldiğinde kılarız" diye namazı bırakıyor musunuz? İslamın korunması

namazdan çok daha farzdır. Humeyn şehrinin valisi gibi düşünmeyin,

`Günahları yaymak ve artırmak lazım ki İmam-ı Zaman -s- gelsin"

diyordu, mantığı böyleydi, "Günah ve kötülük alabildiğine

yaygınlaşmazsa o hazret zuhur etmez" diyordu!...

Burada oturup sırf mübaheseyle yetinmeyin, bilakis, islamın diğer

hükümleı-ini de inceleyin, hakikatleri yayın; küçük broşürler de olsa,

yazın, yayınlayın. Mutlaka etkili olacaktır. Ben bizzat denedim ve etkili

olduğunu gördüm.

* * *

Hz. Resul-ü Ekrem -sav- şöyle buyuruyor:

Page 85: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

`Dünyaya (dünyevi haksız zevkler, hıı~slar ve servet yığmalara)

kapılmadıkları sürece fakihler peygamberlerin eminleri ve güvendikleri

kimselerdirler!" -Ya Resulullah, dünyaya kapılmaları nasıl olur? diye

sorulduğunda da- `Egemen güce boyun eğmeleri!" buyurdu ve ekledi:

`Eğer böyle olursa dininiz için onlardan uzak durup sakınmanız gerekir (106)

Bu rivayetin tamamı; üzerinde uzun uzadıya açıklamalar gerektirici

niteliktedir, ama biz burada sadece konumuzla direkt irtibatı olup

`velayet-i fakih'le ilgili olan `fakihler peygamberlerin eminleridirler"

ibaresi üzerinde duracağız. Önce, peygamberlerin vazife, yetki ve

işlerinin ne olduğuna bakmamız gerekir; o zaman onların eminleri ve

güvendikleri kimseler olan `fakihler' e ne gibi görevler düştüğü de

anlaşılmış olacaktır.

Peygamberler Gönderilmesindeki Gaye ve Peygamberlerin

Görevleri

Dinlerin gereği ve aklın kesin hükmüne binâen peygamberlerin

gönderiliş nedeni ve görevleri sadece -islam fıkhı ve hükümleriyle ilgili-

meseleleri söyleyip anlatmak ve ahkâmı beyan etmek değildir. Olay;

ahkâm ve meselelerin vahiy yoluyla hz. Resul-ü Ekrem'e -sav- ulaşması

ve o hazretle hz. Emir'el müminin ve diğer (Ehl-i Beyt) imamlarının -s

da, hiçbir dahl ve ihanette bulunmaksızın bu mesele ve hükümleri halka

sırf anlatmak üzere tayin olması ve onların da bu emaneti sapasağlam

halka ulaştırmaları için fakihlere devretmelerinden ibaret değildir ve

neticede `fakihler resullerin eminleridirler" ibaresi, onların islâmî

hüküm ve meseleleri sırf söyleyip anlatma hususunda emin oldukları

gibi -dar- bir manaya da gelmez. Gerçekte peygamberlerin -saa- en

önemli görevi, ahkâm ve kanunlar vasıtasıyla âdil bir sosyal düzen

kurmaktır ki bunun da ahkâmı beyan edip ilahi akâid ve öğretileri

(106)

Usul-u Kâfı c: s:58, kitab-ı fazl'ul ilim, bab: Musta'kel bülme.... 5. hadis - Merhum

Neraki'nin zikrettiği rivayetlerdendir ve Merhum Nuri, Müstedrek'ik Vesail'de`Mâ

yekteseb bih..." bablarında (1 I. bab, 5. hadiste) `Deaim'ul İslam" kilabında 6. İmamdan

-s- nakleder. Kâfı'de de (c:l s:39) şöyle rivayet olunur: `Bilginler ve alimler güvenilmiş

insanlardır, takva sahipleri sınır bekçileridir, peygamberler de mehterdirler, başkan ve

reistirler."

Page 86: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

yaymakla mümkün olabileceği zaten ortadadır. Bunu, şu ayet-i

kerimede de olanca netliğiyle görebilmek mümkündür: "Şüphesiz,

peygamberlerimizi apaçık deliller ve alametlerle gönderdik ve insanların

adaleti uygulaması için onlara Kitap ve mizan da verdik" (107).

Peygamber gönderilmesindeki genel gaye insanların adilâne sosyal

ilişkiler çerçevesinde belli bir çeki-düzene girmesi ve `insanlaşma"sıdır.

Bu ise ancak devlet kurmak ve -islamî- hükümleri uygulamakla

mümkündür. İster hz. Resul-ü Ekrem efendimizde -sav- olduğu gibi

bizzat peygamberin kendisi devlet kurmaya muvaffak olsun ister daha

sonra, onu izleyenler devlet kurup âdil sosyal düzeni oluştursunlar (her

hal-ü kârda devlet kurulmalıdır -çev-) Allah Teala hums hususunda:

`Bilin ki ganimet olarak aldığınız şeylerin beşte biri Allah'ın,

peygamberin, peygamberin yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerle

kimsesizlerin ve yolda kamışlarındır"(108) buyururken, ya da zekat

konusunda `onların mallarından sadaka al" (109) derken veya haraçlarla

ilgili emirleri belirlerken hz. Resul-ü Ekrem'i -sav- bu hüküm ve

emirleri sadece halka anlatmak ve sırf beyan etmekle

görevlendirmemekte, aynı zamanda bunları uygulamakla da muvazzaf

kılmaktadır, yani bunları insanlar arasında yayıp örğetmekle görevli

olduğu gibi, uygulamak ve yürülükte olmasını sağlamakla da sorumlu

tutulmaktadır: Hums, zekat ve haraç gibi vergileri topla-t-mak, bunları

müslümanların maslahat ve yararı yolunda harcamak, bireyler ve

milletler arasında adaleti yaymak, hadleri uygulayıp islam belde -veya

beldelerinin- sınırlarını, istiklalini ve toprak bütünlüğünü korumak islam

devletinin mal varlığı ve gelirlerinin çar-çur edilmesine izin vermemekle

mükelleftir o.

Allah Teala'nın "Allah'a itaat edin, Resulüne itaat edin ve içinizden

emir sahibi (veliyy-i emr) olanlara itaat edin"(110) buyurarak hz.

Resulullah'ı -sav- reis ve başkan gösterip ona itaati de farzetmiş

olmasından gaye, hz. Resulullah'ın -sav- ahkâm vb. islamî meselelerle

(107)

Şüphesiz peygamberlerimizi apaçık delil ve işaretlerle gönderdik ve

insanlar adaleti uygulasınlar diye onlara Kitap ve mizanı - ölçü – indirdik’ Hadid

25. (108)

O halde biliniz ki ganimet aldığınız, şeylerin beşte biri Allah'ın,

peygamberin, peygamberin yakınlarının, yetimlerin, kimsesiz vc muhtaçların ve

yolda kalmışlarındır." Enfal. -11.

(109)

"... mallarından sadaka al..." Tevbe. 103.

(110) "Allah'a Resulüne ve içinizden emir sahibi olanlara itaat edin” Nisa_ 59.

Page 87: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

ilgili beyan ve buyruklarına itaat ve bunları kabul etmekten ibaret

değildir sadece! İslam hükümlerine amel etmek, Allah'a itaat demektir.

İbadetle ilgili olsun olmasın, islam hükümlerinden olan her hükme amel -

demek- Allah'a itaat demektir. Ayette geçen 'Resulüne itaat edin"

buyruğundan maksat sırf ahkâma amel etmek değildir, başka bir mevzu

da sözkonusudur burada. Evet, hz. Resul-ü Ekrem'e -sav- itaat elbette

ki Allah'a itaat demektir, çünkü Allah Teala, peygamberine itaat

etmemızi emretmektedir, binaenaleyh islam toplum ve ümmetinin lideri

olarak hz. Resul-ü Ekrem efendimiz -sav- `hepiniz Üsame'nin

ordusuna katılıp savaşa gidin" diye emrediyorsa (111)" hiçkimsenin bu

emri çiğneme hakkı yoktur(112) -halbuki gürünüşte bu- Allah'ın değil,

Resul'ünün -sav- emridir(*) -ve tıpkı Allah'ın emri gibi, onun da emrine

itaat farzdır çünkü/çev/- Allah Teala devletin idaresi ve ordulara

komuta yetkisini o hazrete bırakmıştır, hazret de maslahatları gereğince

ordu ve teçhizat hazırlamıştır; valiler, yöneticiler ve şer'i kadılar tayin

ve gerektiğinde azletmiştir.

Kanunları Yürürlüğe Koyma, Ordulara Komuta Etme,

Toplumu İdare, Ülkeyi Savunma, Yargı ve Muhakeme

İşlerinde, Fakihler Peygamberlerin Eminleridirler.

Demek ki "fakihler resullerin eminidirler" buyruğunun anlamı,

peygamberlerin uhdesinde bulunan bütün işlerin, onlardan sonra adil

fakihlerin uhdesinde olacağıdır. "Adalet" kavramı "emanet"

kavramından daha kapsamlı ve önemli olup, mâli işlerde emin olan

birinin pekalâ âdil olmaması mümkünse de "peygamberlerin eminleri"

(111)

Usame bin Zevd bin Harise (hk.54) islam çağında dünyaya geldi. Anne ve babası,

hz. Resulullah -sav- tarafından azad edilmiş kölelerdi. Hz.Resulullah -sav-ömrünün son

dönemlerinde -hic. 10. yılı- henüz yirmi yaşında bir genç olmasına rağmen Usame'yi Şam

vc Filistin'e -Romalılar- doğru yürüyecek muhacir ve ensardan müteşekkil islam

ordularının komutanlığına tavin buyurdu. (112)

Hz. Resul-ü Ekrem -sav- Usame'nin ordusunu uğurlarken şöyle

buyurmuştu: `Usame'nin ordusunu teçhizatlandırın. Bu orduya katılmayacak olana

Allah lanet etsin!" bkz: EI Milel Vel Nihel, s:14, 4, mukaddeme.

(*) 'Çünkü "O kendiliğinden hiçbir şey söylemez, ne söylerse vahiydir" -Necm, 3-

4- ayet-i kerimesi gereğince hz. Resulullah'ın -sav- bütün sözleri ve buyrukları vahy

kaynaklı olup. Allah'tandır -çev-

Page 88: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

ibaresiyle kastedilen "hiçbir konuda islama aykırı davranmayan, pâk

ve münezzeh olanlar"dır. Nitekim hadisin son bölümlerinde de bu

vurgulanmakta ve "dünyaya kapılmadığı sürece" denilmektedir. Demek

ki dünyalık yığma fıkri taşıyan bir fakih âdil değildir ve -böyle bir

fakihin- hz. Resul-ü Ekrem'in -sav- emini olup islam hükümlerinin

uygulayıcısı olması düşünülemez. Ancak islam hükümlerini icra edip

uygulayan, islam sistem ve düzenini kuran, hadleri ve kısası yerine

getiren, müslümanların vatan ve islam beldelerinin toprak bütünlüğünü

sağlayıp koruyan fakihler âdildirler. Kısacası devlet ve yönetimle ilgili

bütün kanun ve hükümlerin uygulanması fakihlerin uhdesindedir:

Hums, zekat, sadakalar, cizye ve haraçların toplanıp müslümanların

yararına olacak işlerde harcanmasından tutun da; mutlaka doğrudan

doğruya veliyy-i emrin gözetiminde olması gereken -hatta maktulün

velisi bile, veliyy-i emrin nezareti olmaksızın bizzat kısasa girişemez

hadlerle kısasların uygulanmasına sınırların korunması ve şehirlerin

güvenliğinin sağlanmasına varıncaya kadar... tamamından fakih

sorumludur.

Hz. Peygamber-i Ekrem -sav- nasıl islam hükümlerini yürürlüğe

koyup islam sistemlerini oluşturmakla yükümlü idiyse ve Allah Tealâ

tarafından müslümanların devlet başkanı ve lideri olarak belirlenip

kendisine itaat farz kılınmış idiyse, âdil fakihler için de durum aynıdır,

onların da -Peygamberden sonra- ümmetin yöneticisi ve lideri olması,

islam hükümlerini yürürlüğe koyması ve islamın sosyal düzenini

oluşturması gerekir.

Kanuna Uygun Devlet / İslâmî Hukuk Devleti

İslam devleti bir kanun ve hukuk devleti olduğundan -ilahi- kanunu

bilenler, ve dahası, din uzmanlarınca yani fakihler tarafından

yönetilmelidir. Memleketin idari, yürütme ve planlâmayla ilgili bütün

işleri fakihin kontrolü altındadır. Fakihler, ilahi hükümlerin yürürlüğe

geçirilmesi hususunda emin -bilirkişi- dirler. Vergilerin toplanması,

hudut boylarının korunması ve hadlerin -islam ceza kanunlarının-

uygulanmasında "emin" elemanlardırlar. İslam kanunlarının icrasının

geciktirilmesinde ve âtıl vaziyette bırakılmasında veya uygulanmada -

emredilen kıstaslardan- azaltma yada çoğaltma olmasına izin

vermemelidirler. -Mesela- Eğer fakih, bir zâniye -zina edene- had

Page 89: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

vurdurtmak isterse -islamî nasslarda- belirlenmiş olduğu gibi halkın

önünde 100 kırbaç -veya sopa- vurmalıdır: bır darhe fâzla vurmaya

veya hakarette bulunmaya, bir tokat atmaya veya bir gün hapsetmeye

hakkı yoktur. Vergilerin toplanmasında da böyledir, islamı kıstaslara

göre davranmalı, yani islam kanunlarına tamamen uymalıdır. Bir tek

kuruş fazladan almaya hakkı yoktur. Keza beytulmalde herc-ü merc

olmasına, bir tek kuruşun zâyolmasına izin vermemelidir. Bir fakih

islami ölçülere sığmayan bır şey yapar ve Allah göstermesin, bir fisk

işlerse kendiliğinden görevinden azledilmiş olur. çünkü "emin" olma

niteliğini yitirmiştir artık.

-İslâmi devlet nizamında- egemen olan, `gerçekte -kişiler wsa kuruluşlar

değil- kanundur, herkes kanunun güvencesi altındadır, islam

kanununun korumasındadır Halk ve müslümanlar şer'i kurallar

çerçevesinde serbesttirler, yani şer'i ölçülere uygun davrandıkları sürece

kimsenin kimseye "şuradan kalk, oraya otur" demeye hakkı yoktur.

İslam devletinde böyle şey olmaz! Hürriyet vardır; evet, âdıl islam

devleti böyledir. Halkın güvencesinin kalmadığı ve evlerde bile her an

birilerinin çıkagelip birşeyler yapabileceği korku ve endişesinin

yaşandığı şu devletler gibi değildir!

Muavive ve benzerlerinin yönetimi de

böyleydi, halkın mal ve can güvenliği yoktu, basit bir iftira veya sırf

şüphe ve ihtimal yüzünden adam öldürülüyor, sürgün ediliyor, hapse

atılıyordu; uzun yıllar süren hapisler hem de... Çünkü devlet, islâmi

değildi. İslam devleti kurulduğunda herkes kanunun gölgesinde tam bir

güvence ve huzurla yaşar, hiçbir yönetici veya yetkilinin mutahhar

şeriat kanun ve kurallarına aykırı bir adım atmaya hakkı yoktur.

Demek ki "emin" den kastedilen şey fakihlerin fıkhî meseleleri sırf

anlatıp söylemeleri değil, islamın belirlemiş olduğu bütün işleri emanet

olarak uhdelerine alıp uygulamalarıdır. İmam -s-* fıkhi meseleleri sırf

anlatan ve kanunları beyan etmekten başka şey yapmayan biri miydi

yani? Peygamberler sırf "fıkhi meseleleri anlatmakla yetinenler" miydi

ki fakihler de sadece bir hususta onların eminleri sayılsın'" Evet, fıkhî

rneseleleri anlatıp şeriat hükümlerini izah etmek de elbetle ki fakihlerin

görevlerinden biridir; ama islamın kanuna bakış açısı - bu kadar dar

değildir - onu -önemli- bu ‘ araç’ olarak görme mesabesindedir , yani

islam nazarında kanun ‘ toplumda adalet sağlamaya yarayan bir

* Masum imam kastediliyor- çev-

Page 90: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

vesile’dir, inançları ve ahlaki yapıyı ıslah etme, insanları insanca

olgunlaştırma -tehzib- varsrtasıdır. Kanun, nefsani arzularına

kapılmayan "gerçek insan"lar yetiştirebilmek için gerekli "âdil sosyal

düzen"i kurmak ve işlerliğe geçirmek için vardır. Peygamberlerin en

önemli görevi ahkamı uygulamaktı; toplumun işlerine nezarette

bulunma ve devlet sözkonusuydu.

Hz. İmam Rıza'dan -s- naklolunan "Halka kayyımlık edecek, onları

kuruyup gözetecek emin bir imam -önder, yönetici- gereklidir"

mealindeki rivayete daha önce değinmiştim. Bu rivayette de "fakihler

peygamberlerin eminleridirler" buyurmaktadır. Bu büyük ve küçük

önermelerden de(113) anlaşılacağı üzere fakihler milletin başında

bulunup onları idare etmelidir ki islamın yıpratılmasına ve islam

ükümlerinin uygulatılmamasına engel olabilsinler. Nitekim halkı

müslüman ülkelerde devleti âdil fakihler idare etmediğinden ve onların

velayeti hüküm sürmediğinden bugün islam yıpratılmış ve hükümleri

terkedilmiştir. hz. İmam Rıza'nın -s- buyruğu tahakkuk bulmuş ve bilfıil

yaşamakta olduğumuz gerçekler o hazretin ne kadar haklı olduğunu

hepimize ispatlamıştır.

Bugün islam tersyüz edilip yıpratılmış değil midir? İslam

beldelerinde islam ahkamının yürürlükte olmadığı, hadlerin

uygulanmadığı islanı hükümlerinin muhafaza edilmediği islam

nizamının büsbütün ortadan kalktığı, heryere kargaşa, kanunsuzluk ve

anarşinin hakirn olduğrı günürnüzde islam -ezile ezile- yıpranmamış

mıdır?! İslam sırf kitaplarda yazılı kalacak şey midir? Mesela "Kâfi"

kitabında yazılıp bir kenara mı bırakılmalıdır`? Günlük yaşamda -ve o

sayfaların dışında- islarn lıükümleri uygulanmaz, hadler işlerliğe

geçmez, hırsız cezasını bulmaz; yağmacılar, çapulcular, zalimler ve

yolsuzlukta bıılunanlar cezalandırılmaz ve biz kanunu sadece öpüp bir

kenara bırakır, Kur'an'ı öpüp ezberlemekle yetinir ve Cuma geceleri

Yâsin okumakla iktifa edersek islam korunmuş mu olur?!

Birçoğumuz, islam ümmetinin islam devletiyle idare ve yönetilmesi

gerektiğini düşünmemiş olduğumuzdan iş öyle bir noktaya vardı ki

(113) İmam'ın -ks- büyük ve küçük önermeyle kastı şu iki cümledir: 'Fakihler

resullerin eminidirler" ve 'Halkın, onlara kayyumluk edecek bir imam ve onları

koruyacak bir emini olmalıdır". Yani fakihler peygamberin emini olduğuna ve

halkın liderliğini üstlenecek kimsenin de emini olması gerektiği buyrulduğuna göre

bir iki önermeden çıkarılacak sonuç şudur: Fakihler, halkın lideri olmalıdır.

Page 91: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

islattı ülkelerinin islami bir devletle yönetilmesi bir tarafa, bugün bu

ülkelerde islam kanunları yerine zulüm ve fesad kanunları geçmekte,

dahası, islamın önerdiği programlar birçok ulema efendinin (!) zihninde

de yıpranıp eskimiş bulunmaktadır! ! Öyle ki; -bu mesele etrafında- söz

açıldığında "fakihler peygamberlerin eminleridir" hadisiyle, "sadece

islam hükümlerini açıklayıp fetva verme hususunda emin oldukları"nın

kastediliğini söylemektedirler! Kur'an ayetlerini duymazdan geliyor ve

onca rivayette geçmekte olan "gaybet döneminde islam uleması

validirler ümmetin velisi, sorumlusu ve yöneticisidirler" mealindeki

buyrukları tevil yoluna giderek, "maksat sadece hükümleri açıklayıp

fetva vermektir -bifıil müdahele değildir-" diyebilmektedirler! ! "Emin

olmak" bu mudur yani? "Emin"in; islam hükümlerinin terkedilmesine

ve suçluların cezasız bırakılmasına seyirci kalmaması ve engel olması

gerekmez mi?! Memleketin gelirleriyle vergilerinin böylesine

sorumsuzca yenilmesine ve har vurulup harman savrulmasına mani olması

icab etmez mi?! Bütün bunlar için güvenilir bir yöneticiye ve

bir "emin"e ihtiyaç olduğu apaçık ortadadır. Emaneti -islamı- korumak

fâkihlerin vazifesidir, ancak bu durumda "emin" ve "âdil" olabilirler.

* * * *

Yargı Makamı Kimde Olmalıdır?

Hz. Emir'1 müminin -s-* Şureyh'e hitaben şöyle buyuruyor: "Sen, öyle bir

makama oturmuşsun ki oraya nebi ve nebinin vasisinden başka ancak şakiy*

oturur" (114)

Şureyh ne Peygamber, ne de peygamberlerin vasisi olmadığına, ve

buna rağmen yargı makamını işgal ettiğine göre şekavet eden, çok kötü

biriydi. Şureyh(115) 50-60 yıl Kufe'de yargı makamını işgal edip kadılıkta

* Hz. Ali -s- kastediliyor –çev-

* Şakiy: Şekayet eden; her nevi günahı işleyebilecek çok kötü ve alçak insan

/çeviren/ (114)

Vesailuşşia. c:18- s-6-7- kitab'ul kaza, 3- bâb- 2-hadis. (115)

Ebu Ümeyye Şureyh bin Haris Kindi (-?-78 hk) Yemen asıllıydı, islamdan önce

dünyaya geldi. Hz. Peygamber'i -sav- görmediği için sahabeden sayılmamıştır.

Ömer. Osman, hz . Emir ve Muaviye dönemlerinde Kufe kadılığında bulunmuştur.

Page 92: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

bulunan kimsedir; Muaviye'nin sarayına yakın mollalardan olduğu için

birçok -gayri islami- fetvalar vermiş, laflar etmiş ve -sonunda- islam

devletine karşı kıyam etmiştir. hz. Emir'el müminin -s- kendi hilafeti

döneminde de bu adamı azledemedi, rical beyefendiler mani oldular!

"Onu Şeyheyn atamıştır, siz Şeyheyn'in hilafına davranmış olmayın"

diyerek bu adamı hazretin âdil düzenine zorla yüklediler. Ama hazret -

kendi hilafeti döneminde- onun -şer'i- kanunlara aykırı fetva ve yargıda

bulunmasına izin vermemiştir.

Yargı ve Adaleti İcra da Âdil Fakihin Uhdesinedir.,

Rivayetten de anlaşılacağı üzere yargı işi ya Peygambere -sav- ya da

Peygamberin vasisine aittir. Âdil fakihlerin masum imamlar -s

tarafından yargı ve muhakeme işine de atanmış oldukları ve yargının,

adil fakihlere ait görevlerden biri olduğu hususunda ulema arasında

ihtilaf yoktur. "Velayet"(116) meselesi ise böyle değildir -mesela- merhum

Nerâki’yle(117) son dönem ulemasından merhum Naiyni (118) gibi âlimler

masum imamların -s- üstlenmş olduğu bütün itibari makam ve

Ama Âşura hadisesinde Kufe'de İbni Ziyad'ın safında yer aldığı ve halkı İmam Huseyin'in

aleyhine kışkırttığı nakledilir. (116)

Burada kastedilen "velayet", devlet ve yönetim hakkı, yani mallara ve canlara

velayette bulunmadır. (117)

) Ahmed bin Muhammed Mehdi bin Ebi Zerr-i Nerâki (öl: hk. 1245) zühdü ve

takvasıyla meşhur fakih, muhaddis, rical, matematik, geometri, fen, mantık ve fesefe

bilimlerinde pek ileri bir âlimdi. Bu ilimlerin çoğunu babası Molla Muhammed Mehdi

Nerâki'den öğrendi. Seyyid Mehdi Behr'ul Ulum ve Şeyh Cafer Kâşıful Gıtâ'dan ders

almıştır. Üstad Şeyh Ensari ve Seyyid Muhammed Şefıy-i Cabulgi'nin üstadıdır. Bazı

eserleri: Miracusseade, Miftahul Ahkam, Avâid'ul Ayyam, Minhac'ul Vusul ilâ İlmel

Usul Mustened'iş Şia ve Divan-ı, Şiir-i Farsi. (118)

Mirza - veya Muhammed- Huseyin bin Abdurrahim Nâini Necefı (hk:

1273- 1355) büyük şia fakih, hekim ve mercülerinden. Tahsiline Nain'de başlayıp

İsfahan ve Samirâ 'da bitirdi. İran'da meşrutiyetin ilanından sonra Tenzihel Millet

ve Tenbih'el Ümmet adlı eserini yazdı ve Ahmed Horasani 'nin önsözüyle başladı.

Ahund'un öğrencisi Şeyh Muhammed Taki Şirazi'nin vefatından sonra şianın

mercüliği merhum Naini'yle Seyyid Ebul Hasan İsfahani 'de toplanmış oldu. Bazı

eserleri şunlardır: Risale der libası meşkuk, Risale der ahkam-ı Hilel-i Namaz,

Risale der Nefy-i Zerer, Urvet'il Vuska'ya Haşiye.

Page 93: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

sorumlulukları -adil- fakih için de geçerli sayarken(119) bazıları

saymamaktadır. Ama yargı sorumluluk ve yetkisinin adil fakihe ait

olduğu hususunda tartışma olmayıp, bu meselenın "vâzihat"tan olduğu*

söylenebilir.

Fakihler Peygamber olmadıklarına ve "şekavet ehli

olamayacaklarından" da şüphe edilemeyeceğine göre geriye onların

"vasiyy", yani hz. Resul-ü ekrem'in -sav- vekıl ve temsilcisi olduklarını

söylemek kalıyor. Ancak, lız. Resulullah'ın -sav- vasisi derken

ötedenleri 1. derecedeki "feshedilemez vasiler" kastedifmiş olduğundan

bu tür rivayetlere hiç temessük edilmemiştir. Ne var ki gerçek budur,

"nebinin vasiysi" terimi geniş kapsamlıdır ve fakihleri de içerir. Evet,

değiştirilemez ve tartışılmaz kesin vasi, hz. Emir'el müminin (Ali) -s

ve ondan sonra da -onun soyundan gelen Ehl-i Beyt- imamlardır -s- ve

insanların işleri onlara havale edilmiştir. Bu arada devlet ve yargı gibi

makam ve sorumlulukların masum imamlar -s- için "kıymete haiz

makamlar" olabilecebi gibi bir zanna kapılmamak gerektiğini de hemen

belirtelim. Yönetim ve devletin onlar için ifade ettiği tek anlam ve

kıymet, âdil bir düzen kurma ve insanlar arasında sosyal adaleti sağlama

imkanı verebilecek bir vesile olmasındadır; -masum- imamların –s

insan idrakini aşan manevi makamları ise şu veya bu dünyevi görevde

bulunmak veya bulunmamakla alakalı değildir asla.

Nitekim hz. Resul-ü Ekrem -sav- eğer hz. Emir'i (hz. Ali -s-) vasi

olarak tayin etmeseydi, o hazretin manevi makam ve dereceleri yine de

var olacaktı. İnsana manevi değer, izzet ve şan kazandıran şey bu

devlet ve hükumet makamlarında bulunmak değildir, tam tersine,

insana sosyal idare ve yönetim liyakâti kazandıran şey onun manevi

makam ve dereceleridir.

Kısacası bu rivayetten, fakihlerin hz. Resul-ü Ekrem'in -sav- 2.

dereceden vasiyleri odlukları anlaşılmaktadır ve hz. Resulullah –sav

tarafından masum imamlara -s- bırakılmış olan işler, onlara da

bırakılmıştır, binaenaleyh hz. Emir -s- nasıl yaptıysa onlar da Allah

(119)

Evaid'ul Ayam s:187-188 . Minyetuttalib Fi Haşiyetul Mekasib c12

s:325-327.

* Tartışmaya ver bırakmayacak şekilde izah olunup anlaşılmış vc herkesçe kabul

edilebilir, net, apaçık -çev-

Page 94: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Resulü'nün -sav- yaptığı bütün işler ve vazifeleri üstlenmek ve

yapmakla mükelleftirler.

Bu mavzuyu ispatlayıp onaylayan ve senet ve delalet açısından 1.

rivayetten daha iyi olan bir diğer rivayette Kuleynî tarafından

nakledilmiştir, ancak tarihi (ravisi -çev-) zayıftır(120) , ama Saduk aynı

rivayeti Süleyman bin Halid(121) tarafından nakleder ki sahih ve muteberdir. (122)

Mezbur rivayet şöyledir:

"İmam -s- der ki: Yargıda bulunma ve insanları muhakeme etmekten

sakının, çünkü yargılama ve muhakeme işi, ancak yargı usul ve

kanunlarını bilip müslümanlar arasında adaletli davranan imamın işidir

ki bu da ya Peygamberdir, ya da Peygamberin vasiysi."(123)

Görüldüğü gibi hükümde -yargı- bulunmak isteyenin herşeyden

önce "imam" olması gerekir. Burada imamın kelime anlamı olan "lider"

ve "yönetici" anlamları kastedilmektedir, bilinen anlamdaki -masum

imam- değil. Peygamberin de bu rivayette "imam" olarak tanınmasının

nedeni budur zaten; nitekim bilinen manadaki "-masum- imam"

kastedilmiş olsaydı "âlim" ve "adil" sıfatlarını da bilhassa kaydetmeye

hiç gerek duyulmazdı.

İkincisi, -bu imamın- yargı işini ve kanunlarını bilmesi gerekiyor -

deniliyor rivayette-. Eğer imam olur, ama yargı ilmine vâkıf

bulunmazsa, yani islamın yargı ve muhakeme kanun ve usullerini

bilmezse muhakeme ve yargıda bulunma yetki ve hakkı olmayacaktır.

Üçüncüsü de "âdil" olması gerektiğidir.

(120)

Kuleyni Suheyl veya Sehl bin Ziyad ve Ebu Abdullah, Vâkıfi mezhebindendir ve

hadis konusunda karmaşıkcıdır, Sehl'in güvenirliği hususunda da ihtilaf vardır. (121)

Süleyman bin Halid bin Dehgan bin Nafile Kur'an kâarisi, fakih,

muhaddis ve İmam Bakır'la -s- İmam Sadık -s- hazretlerinin güvenilir ve yakın

ashabındandı. (122)

"Sahih rivayet" bütün ravilcri imâmi, âdil ve güvenilir olan rivayettir.

Saduk'un Süleyman bin Halid'e tarıki, Mersiye-i Fakihte de geçtiği üzere şöyledir:

Saduk'un babası Sai'd bin Abdullah İbrahim bin Haşim'den, Muhammed bin Ebi

Mesir'den. Hışam bin Salim'den'dir tamamen İmamiye'den ve güvenilirdiler.

Bunlardan İbrahim bin Haşim'in güvenilir olduğuna dair özel bir belge veya beyan

yoktur, ama imamiyenin tanınmış ravilerinden olduğu için güvenirliğinden şüphe

yoktur.

(123)

Vesailuşşia c:18 s:7 kitabul kaza. 30 bab, 30 hadis vc Menlâyehzer'ul fakih c:3

s:4 . ebvabul kaza 30. bab, 10. hadis.

Page 95: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Yargı makamının "âdil" fakihe ait olduğunu daha önce arzetmiştim,

bu mevzu fıkhın zaruriyatından olup bu hususta -fakihler arasında- hiç

ihtilaf yoktur. Şimdi fakihin "yargı şartlarına" da haiz olup olmadığına

bakmamız gerekir. Buradaki fakihin ancak "âdil" fakih olduğu ve her

fakih olanın kastedilmediği açıktır. Fakih zaten yargıyı ve kanunlarını

bilir, çünkü fakih sadece islam yargı ve muhakeme usullerini bilmekle

kalmaz, aynı zamanda islam akide, kanunlar, sistemler ve ahlakına da

bütünüyle vakıftır, yani kelimenin tam anlamıyla bir "din uzmanı"dır.

Fakih "âdil" de olunca, iki şartı taşıyor demektir. Üçüncü şart ise

"imam", yani reis -toplumun ve idarenin bâşkanı- olmasıdır. Âdil

fakihin yargı için gerekli imamet ve reislik -yöneticilik- makamına -

masum imamın -s- tayin etmiş olduğu üzere- sahip bulunduğunu

söylemiştik. Bu noktadan sonra İmam -s- bir kayıt daha koymakta ve

bu şartların Peygamber ve Peygamber vasisinden başkası için geçerli

olmayacağını hatırlatmaktadır. Fakihler Peygamber olmadıklarına göre,

bu durumda Peygamberin vasisi, yani onun halefi, vekili ve

temsilcisidirler. O halde -daha önce denklemimizin- "bilinmeyen"i, bu

"bilinen"le çözülmekte ve şöyle demekteyiz: Fakih, hz. Resul-ü

Ekrem'in -sav- vasisidir ve gaybet çağında müslümanların imamı ve

toplumun reisi ve başkanıdır, hakimin -yargı makamının- o olması

gerekir, ondan başkasının yargı ve muhakemede bulunma hakkı yoktur.

Sosyal Gelişmelerde Kime Müracaat Edelim?

Üçüncü rivayet tevkiî (tuğralı) olup (124) delil kabul edilmiştir, bunun

nasıl delil kabul edildiğini arzedelim şimdi:

İkmaluddin kitabında(125) geçen bu rivayete(126) göre İshak bin

Yakub (127) hz. İmam-ı Zaman (Mehdi a.s) 'a bir mektup yazarak

(124)

Tuği veya tuğrâ, mektubu belli bir işaretle mühürlemeye denir, padişahın bir

mektuptaki imza veya mührü de bu adla anılır. Masum İmamların -s- ve bilhassa hz.

Mehdi'nin -af- naiblerinden biri aracılığıyla iblağ olunan imzalı ve mühürlü mubarek

mektup, hüküm veya fermanları da tarih ve hadis kitaplarında "tevkitit" veya

"tuğralar" adıyla geçer.

(125) Kemaluddin ve Tamamunnimet adıyla tanınan İkmaluddin ve İtmamunnimet. Şeyh

Saduk'un (-?- 381 hk) eserlerinden olup hz. İmam-ı Zaman Mehdi alehisselam'ın gaybeti

ve o hazrete dair meseleleri içerir.

Page 96: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

karşılaştığı bazı meselelerin çözüm yollarını soruyor. O hazretin

temsilcisi -sefır- olan Muhammed bin Osman Amrî, mektubu hazrete

ulaştırıyor ve mektubun cevabı o hazretin -af- mübarek elyazısıyla şöyle

geliyor: "...Gelişmeler ve olaylar karşısında bizden hadis rivayet

edenlere müracaat ediniz, çünkü onlar benim sizlere hüccetimdirler ve

ben de size Allah'ın hüccetiyim..."

Bu rivayette geçen "gelişmeler ve olaylar" dan maksat şer'i ahkam ve

ilmuhalle ilgili meseleler değildir. Mektubu yazanın amacı karşılaşacağı -

yeni fıkhî- meseleler için ne yapılması gerektiğini sormak değildir,

çünkü bu şia mezhebinin gayet açık ve net mevzularındandır zaten; bu

gibi mevzuatlarda fakihlere müracaat edilmesi gerektiği yolunda

mütevatire varan rivayetler vardır, (128) hatta masum imamlar -s-

zamanında da -bu gibi şeyler için- fakihlere müracaat edilip onlardan

sorulmaktaydı. Hazret-i Sâhib selamullah aleyh* zamanında yaşayıp

onun Nevvab-ı Erbaasıyla(129) irtibatı olan ve o hazrete mektup yazıp

cevap almış bulunan biri -fıkhî ve ılmuhalle ilgili dini- meseleleri

sormak ve öğrenmek için kimlere müı-acaat etmesi gerekitğini zaten

bilir.

(126)

Kemaluddin c: 2 s: -18-1. Tuğralar babı 4. hadis. (127)

İshak bin Yakub Kuleyni, kendisinin Muhammed bin Amru As aracılığıyla bazı

meseleleri hz. İmam Mehdi'den -s- sorup cevap aldığını belirtmektedir. İmam'ın

tuğrasında ona hitaben şöyle denilir: "... emma mâsual indehu erşedekellahu

vessebbeteke..." İmam'ın -s- böyle hitap etmesi, kuleyni'nin o hazret indindeki değer ve

mertebesinin yüce olduğunu göstermektedir. . (128)

Vesailuşşia'nın yazarı fakihlere rücu konusundaki rivayeti bu adlı eserinin Kitabul

kaza'sının Sıfatul kaâzi'nin 11. babında çeşitli ibarelerle nakleder. * Hz. Mehdi-i Muntazar kastediliyor; Allah onun zuurunu çabuklaştırsın -çev-

(129)

"Dört nâip", küçük gaybet döneminde (hk 260- 329) hz. İmam-ı Zaman'la -s-

şiiler arasında irtibatı sağlayan 4 temsilcidir Dört nâip şunlardı: 1 - Ebu Ömer

Osman bin Said bin Amir'ul Ömer: İmam Hâdi ve İmam Askeri'nin -s- yakın

ashabındandı. İmam Askeri -s- onu gaip İmamın naibi olarak tanıtmıştır. 2- Ebu

Cafer muhammed bin Osman bin Said: İmam Askeri'nin -s- sahabe ve

naiplerindendi. Babası Osman bin Said ve 11. İmam -s- onu hazretin naiplerinden

saymışlardır, Hk. 304 (veya 205)'te vefat etmiştir. Bağdad'da babasının mezarı

yanına defnedildi. 3- Ebulkasım Hüseyin bin Ruh Nevbahtı: Muhammed bin

Osman onu kendi vekili ve İmam-ı Zaman’nın -s- naibi olarak tanıtmıştır, 4-

Ebulhasan Ali bin Muhammed Semurı "İmam’ın -s- vekili Huseyin bin Ruh" adıyla

tanınır. Semuri hk 328 veya 329'nun Şaban’nın 15’inde vefat etti. hz. Mehdi'nın -s

- son naibiydi.

Page 97: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Burada geçen "gelişmeler ve olaylar"dan maksat., müslümanların

karşılaştıkları sosyal olaylar ve beklenmedik gelişmelerdir. Binaenaleyh

mektubu yazan şahıs "size direkt ulaşamadığımıza göre

karşılaşacağımız sosyla gelişmeler ve havadisler karşısında ne yapalım,

şer'an vazifemiz ne olacaktır o zaman?" diye genel olarak üstü kapalı

bir şekilde ne yapacağını sormakta, ya da belli bir olayı yazarak "bu

olay veya husus için kime müracaat edelim?" demek istemektedir.

Göründüğü kadarıyla, genel anlamda sormuş ve hazret de -af- bu

soruya cevaben "bizim hadislerimizi rivayet edenlere, yani fakihlere

müracaat edin, onlar benim size hüccetim, ben de Allah'ın size

hüccetiyim" buyurmuşlardır.

"Allah'ın hücceti" ne demektır sahi? Sizin "Hüccetullah" teriminden

anladığınız şey nedir'? Yani -mesela- "haber-i vahid" hüccet midir?(130)

Eğer Zürarei(131) bır rivayeti naklediyorsa hüccet sayılacak mıdır? Hz

İmam-ı Zaman da -af- Zürare gibi midir ve hz Resul-ü Ekrem'den

- sav- haber rivayet etmesı halinde kabul ve amel etmemiz mi gerekır?

"Veliyy-i emr"in Allah'ın hücceti olması demek, şer'i meselelerde hüccet

olması ve ilrnuhal bilgilerini onun söylemesi gerektiği mi demektir?

Eğer hz. Resul-ü Ekrem -sav- "ben aranızdan ayrılıyorum, benden

sonra Emir'el müminin -s- benim aranızdaki hüccetimdir" buyurursa siz

bundan hz. Resulullah'ın -sav- vefatıyla birlikte herşeyin iptal olduğunu

ve -islam dininden- gerıye sadece şer'i mevzularla ilgili fetva verme

işleminin kaldığını ve bunun da hz. Emir'e (hz. Ali'ye) -s- bırakılmış

olduğu şeklinde mi bir anlam çıkarırsınız yoksa "hüccetullah demek;

hz. Resul-ü Ekrem -sav- nasıl bütün insanlara hüccet ve merci ise ve

Allah Teala bütün insanların her konuda kendisine müracaat etmesi için

onu tayin buyurmuşsa, fakihler de aynı şekilde halkın işlerinin

(130)

Tevatüre varmayan rivayete "haber-i vahid"denir. Yani insanda kesin yakin

doğurabilecek sayıda insanlarca naklolunmayan haberdir. Haber-i vahid eğer

güvenilir insanlarca naklolunmuşsa "muteber haber" denilir ve şer'i hükümlerde delil

yerine geçebilir. Haber-i vahidin hücciyet ve delil sayılması derken, bir ameli yerine

getirmenin, bu haberle farz sayılması kastedilir. Aslı olmazsa, amel etmeyen

mazurdur.

(131)

"Zürare" lakablı Abdurrebhi bin Eeyn Şeybani Kufi (öl. hk l50) İmam Bakır ve

İmam Sadık -s- 'ın ashabındandır, hadis alimlerinin şeyhi, ashabın fakihlerindendi.

Bütün rical alimleri onu "güvenilir" saymış ve "icma" ashabından kabul etmişlerdir.

İmam Sadık'ın -s- ona pek değer vedirğine dair rivayetler vardır. El İstitac ve Cebr'in

yazarıdır.

Page 98: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

sorumlusu ve bütün insanların müracaat etmeleri gereken genel

merciler demektir" mi dersiniz?

"Hüccetullah, Allah Teala'nın bazı işler için tayin etmiş olduğu

kimsedir; onun bütün davranışları, sözleri ve işleri bütün müslümanlara

hüccet -delil ve örnek-tir. Birisi aykırı bir iş yaparsa şikayet ve deliller

ona götürülecek, dava ona havale edilecektir; eğer bir işin yapılmasını

emreder ve hadleri şöyle uygulayın; ganimetleri, zekatları ve sadakaları

şu işlere harcayın der ve siz bu emre uymaz veya aykırı davranırsanız

Allah Teala kıyamette sizi hesaba çekecektir. Hüccet var olduğu halde

işlerinizin halli için zulüm düzenine veya kurumuna müracaat ederseniz

Allah Teala kıyamet günü sizi hesaba çekecek ve "ben sizin için hüccet

vermiştim, niçin onu bırakıp zalimlere ve zalimlerin yargı organlarına

tenezzül ettiniz?" diyecektir. Allah Teala suçluları ve yoldan çıkanları

hz. Emir'el müminin'le -s- hesaba çekecek; hilafete el koyanlar,

Muaviye, -diğer- Emevi halifeleri, Abbasiler ve bunların istekleri

doğrultusunda davrananlar "müslümanların yönetim ve idaresine niçin

zorla ve gasbla el koydunuz, liyâkatiniz olmadığı halde neden halifelik

ve iktidar makamını gasbettiniz?" diye sorgulanacaklardır.

Allah Teala zalim yöneticiler ve islami usullere aykırı davranan

bütün iktidarları "niçin zulmettiniz?" diyerek hesaba çekecektir.

"Müslümanların malını ne diye şehvetlerinizin tatmini yolunda

harcadınız?! Niçin şu kadar bin yıllık şenlikler, festivaller

düzenledin, (132) niçin milletin malını "taç giyme töreni" ve o malum -

(132)

Muhammed Rıza Pehlevi hş 1350 (1972'de) sonbaharında İran

şahinşahlığının 2500. yıldönümü münasebetiyle Persopolis denilen târihi mıntıkada

pahalı şenlikler düzenledi. 69 ülkeden 20 arap emir ve kralı, 5 kraliçe, 21 prens, 16

cumhurbaşkanı, 3 başbakan, cumhurbaşkanı yardımcısı ve 2 ülkenin dışişleri

bakanının katıldığı ve 1 hafta süren bu şölenler İran halkına 200 milyon doları aşan

bir rakama malolacaktı! O günkü resmi gazeteler bunun sadece 133 milyon tümen

olduğunu yazmışlardı. Davetliler 3 dev çadır ve 50 büyük çadırda ağırlandı, bölgeyi

avdırılatmak için Tahran ve Şiraz 'dan 6000 millik elektrik kablosu çekilecekti! Bu

"şahâne" (?) şenliklerdeki yemekler şunlardı: Havyarlı bıldırcın yumurtası, yengeç,

mantarlı kuzu kebabı, karaciğeri dolmalı tavuk kızartması. Yemekten sonra alınan

meyve ise Fransa'dan özel olarak getirilmiş taze ahududu ve incir usaresi ve özel

olarak yetiştirilmiş bir diğer ahududu. Misafırleri ağırlamak ve yemekleri

hazırlamak üzere şenliklerden 10 gün önce bir Fransız; başaşçı ve çıraklardan

müteşekkil 150 kişilik bir ekiple Tahran'a davet edilmişti. Paris'in tanınmış hızlı

sosyete restoranı "Maxım" bu şölenlere özel hazırlanmış 25 bin şişe şarapla özel

vemekler ve alkollü içkiler göndermişti. 2500. şahinşahlık kutlama şölenlerine

Page 99: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

iğrenç- kutlama törenlerinde yedin'?!"(133) diyerek hesap isteyecektır. "O

günün şartlarında adaleti yerine getiremezdim" veya "gösterişli binalar,

anıtlar, saraylar ve evlersiz edemezdim; kendi hükumetimizi ve nasıl

ilerlemekte oldğumuzu gösterebilmek -propaganda- için o taç giyme

merasimlerini düzenledim" demeye kalkışırsa kendisine hz. Emir (Hz.

Ali -s-) gösterilerek "Bu da devlet başkanıydı" denir, "geniş islam

topraklarına hükmediyordu, bütün müslümanların halifesiydi; islamın,

müslümanların ve islam beldelerinin şerefıni sen mi daha fazla

düşünüyordun, bu mu?! Senin mi ülken daha genişti, onun mu?! Senin

hükmettiğin o ülke, onun egemenliği altındaki toprakların -küçük- bir

kısmıydı sadece; Irak, Mısır, Hicaz, İran vb. hep onun egemenliği

altındaydı ve bütün bunlara rağmen onun hükumet konağı camiydi!

Bütün yargı ve muhakeme salonu da yine aynı caminin bir köşesiydi! !

Onun ordusu camide hazırlanır, camiden hareket ederdi, -onun

komutasında- namaz kılan inançlı insanlar savaşa gidiyordu; nasıl

ilerlediklerini ve neler başardıklarını da gördünüz!"(134)

Bugün islam fakihleri halka "hüccet"tirler; tıpkı hz. Resul'ün -sav

Allah'ın hücceti olması gibi; bütün işler ona havale edilmişti, kim bir suç

işler, kanunu çiğnerse ona gidiliyordu. Fakihler, -masum- İmam –s-

tarafından halka hüccetirler. Müslümanların bütün işleri; herşey onlara

bırakılmıştır. Devlet ve yönetim işleri, müslümanların idaresi ve işlerinin

yoluna koyulması, genel gelirlerin toplanması ve gereğince

dünyanın dört bir yanından 600 gazeteci, fotoğrafçı ve film ekibi davet edilmiş ve

şenliklerle ilgili olarak 1 milyon kelimeyi aşkın bir haber hacmi dünyanın dört

bucağına muhabere edilmişti. Amerika NBC televizyonu bu şenlikleri uydu yayın

aracılığıyla bütün ABD'de yayınlamıştı. Bkz. Tarih-i siyas-i 25 sale-i İran Gulamrıza

Necetai, ca s:348 - 35l ve şekes'ti şahane: Marurın Zunıss, Farsç, Abbas Muhbir s:

123 ve sonrası. (133)

İran'ın sabık ve madum şahı Muhammed Rıza Pehlevi 1346 Aban'ında

astronomik rakamlara varan şenlikler düzenleyerek resmi bir merasimde taç giydi!

Bir ay süren bu kutlamalar boyunca başkent Tahran'ın cadde ve sokaklarında

kullanılan malzemeler şunlardı: 700 ton demir ve çelik, 300 km.'lik kablo,

100 binlerce lamba, floresan, plastik ve aliminyum levha ve çeşitli süs malzemeleri.

Şah ve kraliçe Farah'ın taçları Fransâ nın meşhur sosyete kuyumcusu "Porarıel"

tarafından sarı ve beyaz altınla özel siparişle yapılmış, çok pahalı mücevherlerle

süslenmişti.

(134) Taberi Tarihi c:3-4, İbni E'nam'ın El Futuh'u. Avrupa'da islam fetihleri.

Şekip Arslan.

Page 100: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Harcanmasında kım kusur işler, kanunsuz davranırsa Allah Teala ona

tevdi edecektir. Buu rivayetin delil ve doğruluğu kesindir; senet ve belgesi

üzerinde biraz düşünmek gerekirse (135) delil olarak zikredilemezse bile

sözkonusu meseleyi onaylayıcı nitelikte olduğu apaçık ortadadır.

Kur'an-ı Mecid'den Ayetler

Bahsimizi onaylayıcı nitelikte bulunan bir rivayette Ömer bin

Hanzala'nın "makbule"sidir. (136) Bu rivayette âyet-i şerifeye müracaat

edilmiş olduğundan öncelikle bu ayet ve ondan önceki ayetlerin

incelenip anlamının belli ölçüde anlaşılması ve ilgili rivayetin bu

merhaleden sonra ele alınması gerektiği inancındayız.

Euzubillahi mineşşeytanirraciym;

"...Hiç şüphe yok, Allah size emanetleri ehline -sahiplerine- teslim

etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz -onları yönettiğiniz- zaman

adaletle hükmetmenizi -yönetmenizi- emrediyor. Bununla Allah size ne

güzel öğüt veriyor! Doğrusu, Allah işitendir, görendir. Ey iman

edenler, Allah'a itaat edin, peygamberlere itaat edin ve kendi emir

sahiplerinize -sizi yöneten âmirinize- de itaat edin. O halde bir şeyden

anlaşmazlığa düşerseniz artık onu Allah'a ve Resulüne döndürün; -tabii

ki- eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Böyle davranmanız

hayırlı ve sonuç bakımından da daha güzel ve iyidir." (137)

Yukarıdaki ayette Allah Teala emanetin ehline teslim edilmesini

emretmektedir. Kimileri buradaki "emanet"in kesinlikle bilinen

anlamda, yani halkın emanetleri ve "hâlık"ın -Yaratan'ın- emanetleri,

yani şeriat hükümleri olduğunu belirtmiş ve "ilahi emanetin sahibine

teslimi"nden maksadın "islam hükümlerinin gereğince yerine

getirilmesi" olduğunu söylemişlerdir. (138) Kimileri ise bu ayetteki

(135)

Senedin biraz düşündürücü olmasının nedeni, hakkında belki bir güven senedinin

ulaşmadığı İshak bin Yakub'a istinadendir.

(136) Mukbule" senedinin sıhhatine veya yanlışlığına bakmadan hadis ve fıkıh

bilginlerinin kabul ve ona göre amel ettiği hadistir, ör: Ömer bin Hanzala hadisi

gibi.

(137)

Nisa/58-59.

(138) Mecmeul beyan, Nisa/58.

Page 101: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

"emanet"ten kastedilenin "imamet" olduğuna inanırlar. (139) Mezkur

rivayette de "Bu ayette kastedilen biziz Ehl-i Beyt'in -s- masum

imamları" buyurmaktadır.(140) Allah Teala emir sahiplerine (vâli), ki hz. Resul-ü

Ekrem'le -sav- onun Ehl-i Beyt'inin imamlarıdır -s-, velâyet ve

imameti ehline aktarmalarını buyurmaktadır. Yani hz. Resul-ü Ekrem -

sav- velayet ve imameti hz. Emir'el müminin Ali ye -s- versin, o hazret

de kendisinden sonraki veliye -imama- (ve hz. Mehdi -af-'e varıncaya

kadar Ehl-i Beyt imamlarına -çev-).

Dikkat edilirse bu ayet-i kerimede "insanlar arasında hükmettiğiniz

zaman adaletle hükmedin buyrulmakta ve "yönetimin başına geçip

onlara hüküm sürdürdüğünüzde âdil hüküm sürdürün" denilmektedir.

Görüldüğü gibi bu ayet yargıda bulunan hakim ve kadılara değil, devleti

yönetenlere ve "hüküm sürdürenler"e hitap etmektedir. Nitekim hakim

veya kadı sadece "yargılamak için" hüküm veren insanlardır; kelimenin

en geniş ve tam anlamıyla "hükmetmek ve hüküm sürdürmek"

konumunda değildir. Hâkim ve kadının hüküm vermesi sadece bir

açıdan ve tek boyutludur; çünkü o sadece yargı hükmü verebilir, icra ve

yürütme hükmü değil. Nitekim son yüzyıllardaki yönetim tarzlarında

hakimler, egemenliği elinde bulunduran üç zümreden (yasama,

yürütme, yargı -çev-) biridir, egemenlik ve hakimiyetin tamamı onların

elinde değildir. Diğer iki zümre de yürütmeyi temsil eden bakanlar

kuruluyla, yasama ve programlamaları üstlenen meclistir. Yani yargı işi

aslında -devlet ve egemenliğin tamamı değil- devlet ve hükmetme

olayının sadece bir kısmı, bir bölümüdür. Binaenaleyh mezkur ayet-i

şerife iktidar ve devletle ilgili olup yargı ve hakimleri de, diğer bütün

idare ve yönetim kollarını da kapsar. Bütün dini işler "ilahi bir

emanet"ten ibaret olduğuna ve emanetin de ehline ve sahibine verilmesi

gerektiğine göre, ayetten de anlaşılacağı üzere bu işlerden biri olan

iktidar ve yönetimle ilgili herşeyin adalet ölçüsünce, yani şeriat hükmü

ve islam kanunları çerçevesinde yapılması gerekir. Hakim -kadı- de

bâtıl hüküm vermemelidir; yani gayri islami ve haksız kanunlara

dayanarak hükümde bulunmamalıdır; ne onun yargı ve muhakeme

(139)

Ae ve Tefsir-i Burhan ve Dürrulmensur tefsirinde aynı ayetin

açıklamasında.

(140) Usulü Kafı, c:2, s: 22-24, Kitabul Hücce, "innel imam aleyhisselam..."

babında ve Mecmeul Beyan Tefsiri, Burhan ve Nurussekaleyn tefsirlerinde aynı

ayet.

Page 102: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

usulü, ne de onlara dayanarak hüküm vereceği kanun maddeleri

kesinlikle gayri islami (bâtıl) olmamalıdır. Keza mecliste plân ve

program hazırlayanlar, mesela ülkenin mâli programlarını hazırlayanlar

kamu arazileri üzerînde tarımla uğraşan çiftçilere âdil miktarda bir

haraç -kamu arazi vergisi /çev/- belirlemelidirler. Bu vergiler onları

perişan edecek; hem onların hem memleketin arazi ve zıraatinin

mahvına sebep olacak şekilde ağır olmamalıdır. Keza kanun

hükümlerini icra edenler bir mahkeme hükmünü icra etmek, mesela

hadleri uygulamak istediklerinde -şeriat ve islam- kanununun sınırlarını

aşmamalı, fazladan bir tek kırbaç vurmamalı, -suçluya- hakarette

bulunmamalıdırlar. Hz. Emir'el müminin (Ali) -s- iki hırsızın elini

kestirdikten sonra onlara öylesine şefkat ve sevgiyle davranıp ihtimamla

tedavi ve bakımlarını sağlıyor ki -bu iki hırsız, iyileştikten sonra

hazretin methiyecilerinden oluyorlar. (141) Veya Muaviye'nin yağma ve

talan birliklerinin* zımmet ehli -islam ülkesinde yaşayan gayri müslim

bir kadının ayağındaki halhalları çıkarıp aldığını duyunca o kadar

rahatsız oluyor ve duyguları inciyor ki,bir konuşmasında "bu olayın

etkisiyle insan düşüp ölüverse, yeridir!" buyuruyor! (142) Bunca

duyguludur o; ama gerektiği zaman -bir bakıyorsunuz- pekalâ kılıcını

sıyırıp kötüleri ve müfsitleri tam bir güç ve kuwetle ortadan

kaldırmaktadır. Adaletin anlamı budur işte.

Âdil egemen -ayette geçen "adaletle hükmeden yönetici"- hz. Resulü

Ekrem -sav-dir; eğer o falan mıntıkayı ele geçirin, falan evi yakın;

islam için, müslümanlar ve diğer milletler için zararlı olan falan taifeyi

(141)

Füru-u Kafr, c:7, s:264, Kitabul Hudud, "nevadir" babı, 22. hadis ve

Vesailuş şia c:18, s:528, kitabul Hudud, "haddussırgo" babları, 30. bab, 1. hadis,

Bihar, c:40, s:291 ve Tarih-i Emirelmüminin -s-, 97. bab, 44, hadis * Kufe şehri çevresi ve diğer mıntıkalarda istikrarsızlığı körükleyen Muaviye,

anarşi yaratmak için. Hz. Ali'nin -s- hilafeti döneminde birçok bölgeye eşkıya salmış,

çapulculuklarda bulunmuş ve bu yolla Hz. Ali'nin -s- iktidarını tezyife uğratmayı

planlamıştır. -çev-

(142) ‘...Bana ulaşan bir habere göre saldırgan askerlerden (Muaviye'nin milis

kuvvetlerinden) biri, bir müslüman ve bir zımmi kadına saldırarak ellerinden,

boyunlarından ve ayaklarından bilezik, gerdanlık vc halkalarını zorla çıkarıp almış!

Kadıncağızlar ağlayıp yalvarmışsa da o çapulcular kulak asmayıp gitmişler, hiçbir

saldırıya uğramadan, burunları dahi kanamadan hem de!... Sırf bu hadisenin acısıyla

bir müslüman düşüp ölürse kınanmaz; insan düşüp ölse, yeridir hani!! "Nehc'ul

Belaga, 2. hutbe.

Page 103: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

ortadan kaldırın" derse adâletle hükmetmiştir. Bu gibi durumlarda bu

emirleri vermezse adalete aykırı davranmış olur; çünkü islamı,

müslümanları ve bütünüyle insanlık camiasını kaale almamış,

düşünmemiş olur. Müslümanları ve bütün bir insanlık camiasını

yönetmekte olan birinin daima genel durumları nazara alması, kamunun

ve bütün bir toplumun çıkarlarını gözününde bulundurması; kişisel

duygularını ve özel mülahazaları bir kenara bırakması gerekir. Bu

nedenledir ki islam birçok kişiyi toplumun maslahatı ve bütünün yararı

için yok etmiş, insanlığın maslahatı uğruna nicelerini ortadan kaldırmış,

fesad ve bozulmalara sebebiyet verip toplum için muzır ve zararlı olan

birçok taife ve grubun kökünü kazımıştır. Bozguncu ve rahatsızlık

verici bir cemaat olan, islam toplumunda rahatsızlık ve bozulmalara -

müfside- yol açan, islama ve islam devletine zarar veren "Benî Kurûyzâ

yahudileri"ni Hz. Resul-ü Ekrem efendimiz -sav- ortadan

kaldırmıştır.(143) Esasen bu iki sıfat, müminin sıfatlarındandır; adaleti

uygulaması gereken yerde hiç korkmayıp, tam bir güç ve cüretle adaleti

icra eder, zerrece duygusallığa kapılmaz; şefkat göstermesi gereken

yerde de fevkalâde bir sevgi ve şefkat göstermeyi ihmal etmez Mümin,

toplum için "emniyet verici ve emniyeti sağlayıcı" bir eksendir; yani

müslüman ve gayri müslüman için bir sığınaktır o; onun egemenliği

altında herkes huzur ve güvence içindedir, korkusuzca ve rahatça

yaşar. Bu gün insanlar şu baştaki yöneticilerden korkuyorsa, nedeni

onların egemenliklerinin hak ve kanun üzere değil, zorbalık üzerine

kurulmuş olmasıdır. hz. Emir -s- (hz. Ali) gibi bir yöneticinin

devletinde ise sadece hainlerle zalimler korkarlar; orada korku sadece

başkalarının haklarına saldıranlar ve mütecavizler içindir, toplum ve

halk içinse korku ve endişe diye birşey yoktur onun yönetiminde.

(143)

Beni Kurayza (Kurayzaoğulları) Medine yakınlarında yaşıyan bir yahudi

kabilesiydi, Peygamber-i Ekrem'le -sav- barış vc saldırmazlık antlaşması

imzalamışlardı, ama Ahrab Savaşı'ında (Hendck Savaşı) ahdlerini bozup sözlerini

çiğneyerek Kureyş ve Katfan oğullarıyla birleşip müslümanlara karşı ayaklandılar ve

savaş sırasında Medine 'de anarşi yarattılar. Savaş mülümanların zaferiyle

sonuçlandıktan sonra hz. Resulullah -sav- onları kuşatmaya aldı, Kurayza yahudileri

Sa'd bin Muazz'ın hakemliğini kabul edeceklcrini açıkladılar. Sa'd, onların savaşçı

erkeklerinin öldürülmesine, kadınlarının ve çocuklarının esir alınmasına, mallarının da

müslümanlar arasında bölüştürülmesine karar verdi..." Bkz İbni Hişam siyeri c:3 ve 4

s:238-246 ve Tabcri Tarihi c:2 s:245.

Page 104: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

İkinci ayette "Ey inananlar, Allah'a itaat edin, Resullerine itaat edin

ve sizden olan emir sahiplerine de..." buyruluyor.

"Emaneti ehline -sahibine- verin" mealindeki 1. ayetin masum

imamlara -s- ait olduğu rivayette geçmektedir. "Hükmettiğiniz zaman

âdaletle hükmedin" ayetiyse yönetimin başında bulunan "erıir sahipleri"

içindir, "...Allah'a itaat edin..." kısmı ise islam ümmetine hitaptır (144) ve

ümmete "İlahi hükümler hususunda Allah'a, hz. Resul-ü Ekrem'e –sav-

ve ululemr'e -yani masum imamlara- itaat edin, onlara uyun"

denilmekte, onların emirlerine uyulması, devlet ve yönetimle ilgili

kararlarına itaat edilmesi istenmektedir ümmetten.

Burada geçen "Allah Tealâ'ya itaat"le, "hz. Resul-ü Ekrem'e –sav-

itaat"in iki ayrı şey olduğunu daha önce de belirtmiştim. İbadetle ilgili

olsun, olmasın, bütün şer'i hükümler Allah Teala'nın emirleridir zaten. -

Yani mesela- Namaz hususunda hz. Resul-ü Ekrem'in –sav-

kendiliğinden buyurmuş olduğu bir tek emri yoktur, eğer insanları

namaz kılmaya davet ediyorsa bunu -kendisinin değil-, Allah'ın emri

olduğu için yapmakta -ve gerçekte O'nun emrini tebliğ etmektedir

sadece- Nitekim bizim namaz kılıyor olmamız da Allah'a itaat etmemizdir.

"Resul-ü Ekrem'e -sav- itaat", yukarıdaki "Allah'a itaat"ten ayrı bir

kavramdır. O hazretin emirleri, bizzat kendisinin vermiş olduğu ve

devlet ve yönetimle ilgili emirlerdir. Mesela "Usame'nin ordusuna

katılın ve onun komutasına girin", "sınır' boylarını şöyle koruyun",

"vergileri şuralardan toplayın", halka şöyle davranın" vb. emirler hep

hz. Resul-ü Ekrem'in -sav- emirleridir. Allah Teala bizi, hz. Resul-ü

Ekrem'in -sav- emirlerine itaat etmekle de yükümlü kılmıştır. Nitekim

"ululemr"e itaat etmemizi de Allah emretmektedir -ki bizim

mezhebimizce kesinlikle Ehl-i Beyt'in -s- masum imamlarıdırlar-.

Devlet ve yönetimle ilgili olarak ayette geçen "ululemre itaat" de

"Allah'a itaat" ten farklı bir kavramdır. Tabi bu arada Allah Tealâ’nın

"Resul'üne ve ululemre itaat"i emretmiş olması nedeniyle onlara itaatin

gerçekte Allah'a da itaat olduğunu da hemen hatırlatalım.

(144)

Kafi c:l s:276, kitabul hüccet, "innel iman..."bâbı, 1- hadis ve Burhan Tefsiri c:l

s:379-386, 1 ve 4 ayetlerin tefsirinde.

Page 105: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Ayet-i kerimenin devaınında "...herhangi bir konuda anlaşmazlığa -

niza- düşerseniz o meseleyi Allah'a ve Resul'üne -sav- götürün..."

buyrulmaktadır.

Halk arasında vuku bulan anlaşmazlık ve nizalar iki türlüdür:

Birincisi iki kişi veya iki grup arasındaki anlaşmazlıklardır; mesela biri

alacaklı olduğunu söylemekte, diğeri bunu inkar etmektedir ki bu şer'an

veya örfen ispat gerektirmektedir. Bu gibi hususlar şer'i hakim ve

kadılara tevdi edilir, şer'i hakim bu meseleyi inceleyip karara

bağlamakla mükelleftir, bunlar hukuk davalarıdır.

İkinci türde ise herhangi bir niza veya anlaşmazlık sözkonusu

değildir de, ortada bir zulüm veya cinayet vardır. Meselâ zorba birisi,

bir adamın malını zorla almıştır veya milletin malını yemiştir, ya da bır

hırsız birinin evine girmiş, malını çalıp götürmüştür. Bu gibi

durumlarda müracaat edilecek makam şer'i hakim veya kadı değil;

savcılıktır. Hukuki değil, cezâi olan ya da hem hukuki hem cezâi olan

bu gibi durumlarda önce, kanun ve hükümlerin koruyucu ve

gözetleyicisi olup toplumun haklarının savunucusu sayılan .savcı işe

başlar ve iddianamesini -hazırlayıp- sunar, sonra da hâkim işi inceler ve

hüküm verir. İster hukuki ister cezâi olsun bu gibi hükümler, hakimiyet

-ve devlet-in bir kolu olan "yürütme’ gücü tarafından icra edilir.

Kur'an-ı kerim "aranızda bir anlaşmazlık olduğunda..." buyuruyor;

"yani hangi konuda olursa olsun, ihtilafa düştüğünüzde hüküm ve

kanun mercii Allah, yürütme gücü ve mercü ise O'nun Resul'üdür"

deniliyor. hz. Resul-ü Ekrem -sav- hükmü Allah'tan almak ve icra

etmek durumundadır. Eğer bir ihtilaf ve anlaşmazlık mevzuu varsa hz.

Resulullah -sav- şer'i hakim olarak meseleye müdahele eder ve davava

bakar. Zorbalık veya başkasının hakkını yeme türünden bir anlaşmazlık

olduğunda da müracaat olunması gereken merci ve makam yine hz

Resulullah'tır -sav-. O, islam devletinin başkanı olduğu için adaleti

yerine getirmek ve hak sahibinin hakkını aramakla yükümlüdür, memur

gönderir, meseleyi takip eder ve hakkın hak sahibine tahsilini sağlar

Blinmelidir ki hz. Resul-ü Ekrem'in -sav- merci olduğu her işte masum

imamlar da -s- mercidirler. Masum inıamlara itaat de, hz Resul-ü

Ekrem'e -sav- itaattir.

Kısacası 1. ayetteki "Hükmettiğiniz zaman adaletle hükmedin" ve 2.

ayeteki "Allah'a, Resulü'ne ve ululemre itaat edin .." ve nihayet

"...aranızda bir anlaşmazlığa düştüğünüz zaman ." buyruklarının

Page 106: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

tamamı "hükmetme ve yönetme"yle "yargı"yı birlikte içermektedir ve

sadece yargıya mahsus değildir; devlet ve yönetimle ilgili bazı ayetler de

vardır ki bilhassa yönetimin "yürütme" gücüyle ilgilidir.

Bu ayetleri izleyen ayette* şöyle buyrulmaktadır: "Sana indirilene ve

senden önce indirilene gerçekten inanmış olduğunu zannedenleri

görmedin mi? Tâğut'un -gayrimeşru güçlerin- nezdinde yargılanmak ve

ondan adalet isterler; oysa onlar onu -tağutu- kesinlikle reddetmekle

emrolunmuşlardı".

"Tâğut"tan maksadın genel anlamda ilâhi egemenlik karşısında

tuğyan edip saltanat ve devlet kuran zalim iktidar ve düzenlerle bunlara

bağlı gayrimeşru ve haksız resmi ideoloji güçleri olduğunu söylemez

isek -bile, en azından yöneticilerle yargı sorumlularının kastedildiğini

kabul etmek zorundayız. Çünkü adalet isteme, hakkını arama ve

suçluya yaptırım uygulanmasını bekleme gibi şeyler genellikle yargı

makamlarını ilgilendirir ve yargının karar ve hükümlerini de yine

genellikle "iktidar ve devlet" olarak bilinen yürütme güçleri uygulamaya

koyarlar. Zulüm düzenleri yargısıyla, iktidar ve yürütme gücüyle ve

diğer bütün zümre ve sınırlarıyla "tağut"turlar. Çünkü Allah Tealâ nın

hükmü karşısında tuğyan ve serkeşlikte bulunmuş, kendi keyfınin

çektiği kanunları çıkarmış ve bu kanunları uygulamaya koyulmuştur ki

yargı ve muhakemesi de bu kanunlara dayalıdır. Allah Teala, "bunlara

kâfır olun -reddedin" buyuruyor, vani onlara karşı, emir, kanun ve

hükümlerine karşı isyan edip başkaldırın. Tağuta kafır olamak, yani

gayrülahi ve gayrimeşru düzen ve güçlere kafa tutmak isteyenlerin pek

ağır sorumluluklar taşıyacakları ve var güçleriyle bu sorumluluğun

üstesinden gelmeleri gerektiği ortadadır.

Ömer Bin Hanzala'nın Makbulesi

Şimdi Ömer Bin Hanzala makbulesine geçip bu rivayette neler

söylendiğine bakalım; Ömer Bin Hanzala şöyle diyor:

"Borç veya miras hususunda anlaşmazlığa düşüp, düzenin mahkeme

ve kadılarına müracaat eden iki -şia- arkadaşıınızın bu tavırlarının -

tağuttan adalet bekleme- doğru olup olmadığını sorduğumda İmam

* Nisa/60 –çev-

Page 107: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Cafer-i Sadık -s- şöyle buyurdular: "Hakk veya haksız bir dava için

onlara müracaat eden kimse, gayrimeşru güce, yani "tağut"a yönelmiş

olur ve onların hüküm ve kararlarıyla alacağı şey bizzat kendi hakkı da

olsa, gerçekte haram olmuş olur. Çünkü bu hakkı, Allah Teala'nın "ona

kafır olun, onu reddedin" buyurduğu tağuttan almış ve ona bağlı

güçlerin kararıyla elde etmiştir. Allah Teala "...Tağuttan yargılama ister

ve ondan adalet umarlar, halbuki tağutu kesinlikle reddetmeleri

emrolunmuştu..." buyuruyor. -Ömer ibni Hanzala "o halde ne

yapmalı?" diye sordum, İmam şöyle buyurdu, der: -Aranızda bizim

hadisimizi kimin rivayet ettiğine ve bizim gösterdiğimiz helal ve haram

üzerinde kimlerin mütalaada bulunup görüş sahibi olduğuna, bizim

kanun ve hükümlerimizi tanıyıp bildiğine bakmanız gerekir, işte

böylelerini bulup hâkim ve hakem olarak seçmelisiniz, çünkü ben

böylelerini size hüküm sahibi ve hakem kılmışımdır."(145)

Ömer İbni Hanzalâdan(146) rivayet olunan bu haberde İmam'ın -s-

mezbur ayeti şahid ve delil olarak göstermiş olmasından da çrkarılacağı

gibi soru genel bir hükmü içermektedir ve İmam'ın -s- cevabı da ne

yapılmak gerektiğini genel anlamda belirlemektedir. Hukuki ve cezâi

davalar için hem yargı makamlarına -hakimlerle yargıçlar- hem de

yürütme güçlerine -ve böylece devlet ve devlet güçlerine- müracaat

edildiğini daha önce arzetmiştim. Hâkimlere ve mahkemelere müracaatın

nedeni hakkın ortaya çıkıp anlaşmazlığın giderilmesi ve gerekli

cezanın belirlenmesidir. Yürütme ve icra makamlarına müracaat da

dava taraflarının mahkemenin kararlarını ve verilecek hukuki veya

cezaî hükümlerin icrasını kabul etmesi demektir. Binaenaleyh bu

rivayette İmam'dan -s- "Mevcut düzene ve onun mahkemelerine müracaat

edilebilir mi, edilemez mi?" sorusu sorulmaktadır.

(145)

Usulü Kafi c: 1 s: 86. kitabul fazlulilm. " ihtilaf ul hadis" babı, 10- hadis

ve : Vesail eşşia , c:18 , "kadının sıfatları" babı. 11- bab ve hadis. (146)

Ebu Sahar, Ömer ibni Hanzala Ecelli Kufı: Şeyh Tusi ve Borgi onun İmam

Bakır ve Sadık aleyhisselamların ashabı olduğunu yazarlar Ömer bin Hanzala

tanınmış ravilerdendir ve Zürare. Hişam bin Salim. Abdullah bin Bekir Abdullah

bin Miskan ve Safi-an bin Yahya gibi ashabırı büyükleri ondan rivayette

bulunmuşlardır ki bu, onun güvenirliğini göstermeye yetmektedir. Ayrıca, Yezid

bin Halife rivayeti onun övünürlüğünü ispatlamaktadır

Page 108: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Gayrimeşru Güçlerden Adalet ve Yargı Beklemek

Haramdır

İmam -s- verdiği cevapta ister yargı, ister yürütmeyle ilgili

mevzularda olsun, gayrimeşru devlet ve iktidarlara müracaatta

bulunmanın haram olduğunu vrugulamaktadır. İslam milletinin zalim

egemen güçler ve onların uşağı olan hakimler ve yargı organlarına

müracaat etmemelerini, hatta kendi haklarını alabilmek için bile onları

"hakem" tayin etmemelerini emretmektedir. Bir müslümanın oğlu

öldürülse veya evi - barkı talan edilse dahi zalim egemenlere başrurup

onlardan hüküm ve adalet istemeye hakkı yoktur. Aynı şekilde, eğer

birinden alacaklı olsa ve canlı şahidi de bulunsa; hakkını alabilmek için

zalim düzen ve onun mahkemel, yargıç ve hakimlerine gidemez. Bu

gibi durumlarda onlara müracaat edecek olursa "tağut"a, yani gayriilahi

güçlere yönelmiş olur. Bu gayrimeşru güçler ve kurumlar vasıtasıyla

kendi öz hakkını elde etmeyi başarabilse bile o elde ettiği şey

"haram"dır ve onu almaya ve kullanmaya -tasarruf- hakkı yoktur. Hatta

bazı fakihler "ayn-î şahsi" hakkında(147) derler ki, mesela, eğer -

sırtınızdan- abanızı -veya ceketinizi- alıp gitseler ve siz zalim düzen

vasıtasıyla onu geri almış olsanız artık kullanamazsınız, o mal üzerinde

hiçbir tasarruf hakkınız kalmamış olur. (148) Bu hükmü -aba veya ceket

örneğini- kabul etmesek dahi genel hüküm, yani "ayn-i külli" de hiç

şüphemiz yoktur. Yani mesela eğer alacaklı biri, Allah'ın tayin ettiği

dışında bir merci ve makama müracaat eder ve onun yardım veya

aracılığıyla alacağını tahsil ederse, artık elde ettiği o şeyde tasarrufta

bulunması -ona sahiplenmesi- caiz değildir. Şeriat hükümleri böyle

gerektirmektedir.

(147)

Biri diğerinden, miktarı belli olmayan bir alacak iddiasında bulunursa bu alacağa

"ayn-i külli" denir. Alacaklının iddiası belli bir miktar içinse bu alacağa "ayn-i şahsi"

denir.

(148)

Araştırmacı Sebzevari Kifayet'ul Ahkam'da bu ihtimali veriyor. Bkz: El Kaza:

Muhakkik Aştiyani s:22.

Page 109: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

İslamın Siyasi Hükmü

Yukarıdaki durum islamın, siyasi hükmüdür. Bu hüküm sayesinde

müslümanların zalim ve gayrişer'i güçlerle onların hakim ve

mahkemelerine müracaatı engellenmek istenmiştir ki böylece bu zalim

ve gayrüslami resmi düzen ve kurumlar işlerliğini yitirip ortadan kalksın

ve halka fazlasıyla zahmet ve sıkıntı vermekten başka hiçbir işe

yaramayan bu geniş ve kalabalık yargı ve adliye kurumu kapanıp gitsin

ve böylece hidayet edici imamlar -s- la, onlar tarafından yönetim ve

yargı yükümlülüğüyle vazifelendirilmiş olanlara yol ve kapı açılmış

olsun. Asıl gaye -zalim- sultalarla onların uşağı olan resmi hakim ve

yargıçların elinden işi almak ve halkın onların peşinden gitmesini

önlemektir. Böylece islam ümmetine şöyle denilmek istenmektedir:

"Bunlar merci ve başvurulacak makam değildirler, Allah Teala zalim

sultanlar ve egemenlere karşı olmanızı (başkaldırıp isyan etmenizi)

emretmektedir. Onlara hem karşı olup hem müracaatta bulunamazsınız.

Eğer onlara karşıysanız, onları reddediyorsanız, onları liyakatsız, haksız

ve zalim biliyorsanız onlara müracaatta blunmamanız icabeder.

Başvurulması Gereken Merciler İslam Âlimleridir

O halde islam ümmetinin ne yapması gerekir? Vuku bulacak

hadiseler ve ihtilaflarda ne yapmalı, hangı makamlara başvurmalıdırlar?

İmam -s- bunun cevabını şöyle vermektedir: "Bir hadise veya ihtilaf

durumunda; Allah'ın kanun ve hükümlerine aşina olup helalle haramı

usulünce bilen, akli ve şer'i ölçülerle bizim hükümlerimize vakıf olup

bizim hadislerimizi rivayet edenlere başvurunuz". İmam -s- bu

buyruğuyla "o halde hadis ravileri -muhaddisler- de devlet başkanı ve

genel merci olabilirler" şeklindeki bir iphama yer bırakmayacak

şekilde meseleyi çok net olarak ortaya koymaktadır; gerekli bütün

merhaleleri belirtmekte ve "helal - haram konusunda gerekli kural ve

usullere uygun hükümler verebilme, hükümlere tamamen vakıf olma,

bütün ölçü ve kıstasları bilme ve böylece takiyye veya başka nedenlerle

ulaşmış olup gerçekle alakası bulunmayan rivayetleri teşhis edebilme"

...gibi şartlar öne sürmektedir. İslam hükümlerine ve hadis bilimine

gereğince vakıf bulunmanın sırf "hadis nakletmek"ten çok farklı bir

olay olduğu ise apaçık ortadadır.

Page 110: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Ulema Devleti İdare Ve Yöneticiliğe Atanmışlardır

-Mezbur rivayette İmam- şöyle buyurmaktadır: ""...Bu şartlara haiz

olanı size hüküm sahibi ve hakem kılmışımdır." Yani bu şartlara sahip

bulunan kimse, benim tarafımdan müslümanların yönetim ve yargı

işlerini halletmekle görevlendirilmiş ve bu vazifeye tayin edilmiştir ve

müslümanların da -meselelerinin halli için- ondan başkasına

başvurmaları caiz değildir. Binaenaleyh eğer bir zorba sizin malınızı

yiyecek olursa, şikayet etmeniz gereken makam, İmam'ın -s- tayin etmiş

olduğu icra edici merci ve makamdır. Keza, eğer biriyle belli bir alacak

hususunda ihtilafınız varsa ve bunun ispatlanması gerekiyorsa

başvuracağınız merci yine İmam'ın -s- tayin edip belirlemiş olduğu şer'i

hakimdir, ondan başkasına müracaat edemezsiniz. Sırf "Ömer İbni

Hanzala" için gösterilmiş bir yol değildir bu; bütün müslümanları

bağlayıcı nitelikte genel bir hükümdür.

İmam'ın -s- vermiş olduğu bu emir genel olup herkese şamildir. Hz.

Emir'el müminin -s- zahiri devleti döneminde nasıl yetkilileri, valileri ve

şer'i hakimleri tayin ediyorduysa ve müslüman halk da onlara nasıl

itaatle sorumlu idiyse Hz. İmam Sadık -s- da tıpkı mutlak "veliyy-i emr"

gibidir; dünyanın bütün ulema, fukehâ ve diğer imamlarına hakimiyeti

vardır, hayatı ve mematı dönemleri için -halka- yönetici ve hakim (=

kadı) tayin edebilir. Nitekim bunu yapmıştır da; fakihleri bu makama

atamıştır. Üstelik sadece yargı işleri değil, yönetim ve idareyle ilgili

bütün işlerden sorumlu ve yetkili olduğunu vurgulamak için de "kadı" değil,

"hakim ve hüküm sahibi" tabirini kullanmıştır.

Keza mezkur hadiste geçen ayet ve rivayetten çıkarılan bir diğer

sonuç ta mevzunun sadece yargı ve "hakim"le ilgili olmadığı ve

İmam'ın -s- sadece kadı atamış bulunmadığıdır. İmam –s-

müslümanların diğer konularda ne yapacağını müphem bırakmamış ve

gayrimeşru güçlerden adalet bekleme konusundaki soruyu da

cevaplamıştır.

Bu rivayet vazıhattandır, senet ve doğruluğunda hiç şüphe ve

tartışma bulunmamaktadır.(149)

(149)

‘ Rivayetin senedinde problem’ derken sadece Ömer bin Hanzala

açısından kastedilmektedir. 146 no'lu dipnotta gerekli açıklama verildi.

Page 111: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

İmam'ın -s- fakihleri yönetim ve yargıya tayin ettiğinde şüphe

yoktur. İmam'ın -s- bu emrine itaat etmek bütün müslümanlara vaciptir.

Meselenin daha net anlaşılması ve başka rivayetlerle de destek

görmesi için "Ebu Hatice" rivayetini de (150)burada aktarıyorum:

İmam Sadık'ın -s- güvendiği sahabelerinden biri olan Ebu Hatice

şöyle der: "İmam Sadık -s- hazretleri, kendisi tarafından dostlarımıza -

şia- şu mesajı iletmemi istedi: "Aranızda bir anlaşmazlık ve ihtilaf

başgösterdiğinde veya alacak - verecek hususunda bir anlaşmazlığa

düştüğünüzde meselenin takibi ve yargı için sakın bu kötü ve fasık

güruhtan birine müracaatta bulunmayın; kendi aranızda helal ve haram

hükümlerini bilen -ve uygulayan, inançlı- birini hakem ve karar verecek

merci olarak belirleyin, çünkü ben onu size hakim ve kadı kılmışımdır.

Sizden biriniz sakın diğeri aleyhine, mevcut zalim rejim ve onun

güçlerine şikayette bulunmasın!(151)

Rivayette geçen "alacak - verecek hususunda anlaşmazlık" tan

maksat hukuki ihtilaflardır. Yani hukuki ihtilaf ve anlaşmazlıklarınızı bu

fasıklara götürmeyin" denilmektedir. Hemen ardından "ben sizler için

hakim ve kadı belirlemişimdir" buyruğunun gelmesi, "bu fasık ve kötü

güruh" tan maksadın dönemin zalim rejimiyle, onun gayrimeşru

kollarınca işbaşına getirilen yargı sorumluları ve kadılar olduğunu

göstermektedir. Hadisin devamında "çatışma ve düşmanlıklarınızda da

zalim sultana, yani iktidarı haksız yere elinde bulunduran zalim

egemene müracaat etmeyin" denilmektedir. Yani yürütmeyle ilgili

işlerde de onlara gitmeyin, deniliyor. Rivayette geçen "zalim sultan"la,

gerçekte bütün zalim iktiadarlar ve gayrimeşru egemenler

kastedilmekte ve yasaması, yürütmesi ve yargısıyla; gayrüslami olan

bütün bütün sistemler ve bu sistemlerin kurumları gösterilmektedir.

Daha önce bilhassa zalim hakimlerle kadılara başvurulmaması

emredilmiş olduğundan bu yasağın diğer bir güce, yani yürütme gücüne

yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Son cümlenin, ilk baştaki mevzunun

tekrarı olmadığı, yani "fasık ve kötü güruha müracaat yasağı"nın tekrarı

(150)

Ebu Hatice ve Ebu Seleme künyeli Salim bin Muharrem bin Abdullah Kenasi,

İmam Sadık ve İmam Kâzım hazretlerinin -s- ashabından oIup her iki İmamdan

rivayette bulunmuştur. İbni Kavleviye ve Ali bin Gazzal onun güvenilir olduğunu

belirtmiş, büyük ricaIci Necefı de onun güvenirliğini vurgulamıştır.

(151) Vesailuşşia c:18 s: 100 kitabul kaza kadının özellikleri babları, 11. bab, 6.

hadis.

Page 112: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

sayılamayacağı ortadadır. Çünkü önce soruşturma ve delil ikamesi gibi

ilgili mevzularda fasık kadıya -hakime- müracaatı yasaklamış, sonra da

kadı ve hakimi belli ve tayin ederek kendi izleyicilerinin durumunu

aydınlığa çıkarmıştır. Sonra da, sultanlar -ve iktidarın başındakilere- de

müracaat edilmemesini emretmiştir. Bu da, yargı mevzuunun iktidarın

bütünü olan "sultanlar -ve egemenler- mevzuundan ayrı olduğunu

gösterir, bu ikisi ayrı konulardır yani sultanlarla kadılardan yargılama ve

adalet istenmemesine dair naklolunan Ömer İbni Hanzala hadisinde her

iki konuya da işaret edilmiştir. ancak bu rivayette (İmam -s-) sadece

kadı ve hakimi tayin ederken, Ömer bin Hanzala rivayetinde hem

yürütmenin de başı bulunan yönetici ve egemen gücü, hem kadı ve

yargı makamını tayin etmektedir.

Ulema Devlet ve Yönetim Makamından Azl mi edilmiştir?

Şimdi bu rivayette de görüldüğü gibi, İmam -s- yargı makamına

fukahayı ve Ömer bin Hanzala rivayetinde de hem yargı, hem bütün bir

yönetimin başına onları tayin etmiş olduğuna göre İmam -s- dünyadan

göçtüğünde fakihlerin de kendiliğinden bu makam ve vazifeden

azlolmuş sayılıp sayılamayacaklarına bakmamız gerekir. Yani -masum-

İmamların -s- tayin etmiş olduğu bütün kadı ve yöneticiler, onların

vefatıyla birlikte bu görev ve vazifelerinden alınmış mı olurlar? -Bu

noktada- Şia mezhebi inancında masum İmam'ın -s- konum ve

velayetinin diğer insanlardan farklı olduğu ve onların bütün emir ve

düsturlarının hayatlarında olduğu gibi mematlarında da geçerli ve

uyulması gerekli bulunduğu mevzuu bir kenara bırakılarak, -herşeyden

önce- bu dünyada insanlar için belirlenen makam ve konumların

durumunu aydınlığa kavuşturmak gerekir.

İster krallık, ister cumhuriyet, ister diğer iktidar biçimleri olsun,

dünyevi rejimlerde kral, cumhurbaşkanı veya devlet başkanı öldüğü ya

da durum altüst olup rejim değiştiği zaman idari makamlar ve askeri

rütbeler de değişmiş olmaz. Mesela bir generalin rütbesi -sırf bu tür bir

değişiklik nedeniyle- kendisinden geri alınmaz; büyükelçi, büyükelçilik

görevinden azledilmiş olmaz -veya mesela- maliye bakanı, vali,

kaymakam ve bucak müdürü görevden uzaklaştırılmış sayılmaz. Her ne

kadar yeni rejim veya hükumet onları makamlarından azledebilirse

de - sırf sözkonusu değişiklik yüzünden- bu makam ve vazifeler

Page 113: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

kendiliğinden azle uğramış olmaz. Bazı durumlar vardır ki

kendiliğinden ortadan kalkarlar; mesela hasbiye (152)izni veya falan

şehirde işleri idare etmesi için bir fakihin birine verdiği vekalet bu

türdendir. Fakihin vefatıyla birlikte bu hasbiye icazeti ve vekalet de

kendiliğinden iptal olmuş olur. Ama mesela fakihi kimsesiz küçük bir

çocuk için bir kayyım veya bir vakıf için bir mütevelli tayin etmişse,

fakihin ölümüyle birlikte bu kayyumiyet ve mütevellilik o adamlardan

sakıt olmaz.

Ulemanın Tayin Edildiği Makam Ve Vazifeler Daima

Mahfuzdur

Masum imamların -s- fakihler için belirlemiş olduğu ümmetin

yöneticiliği ve yargı işinin başında bulunma gibi vazife ve makamlar da

daima mahfuz ve saklıdırlar. Bütün boyutlardan haberdar bulunan ve

işlerinde gaflet ve hataya yer omayan masum İmam'ın -s-, dünya

yönetimlerinde bir -devlet- başkanının ölmesiyle -diğer yetkililerin

mevkilerini kaybetmeyeceğini ve- diğer şahısların makam ve

yetkilerinin devam edeceğini bildiğı muhakkaktır. Eğer başkanlık ve

yargıya tayin etmiş olduğu fakihlerin onun vefatından sonra bu haktan

mahrum olmaları gerekseydi, İmam -s- bunu mutlaka belirtir ve

"fakihler için belirlediğim bu makam, iş ve vazifeler, ben hayatta

olduğum sürece geçerlidir, benden sonra hepsi geçersiz sayılır" derdi. O

halde bu rivayetler gereğince islam uleması İmam -s- tarafından devlet

ve yargının başına atanmış bulunmaktadır ve bu makam onlar için

daima mahfuzdur. Daha sonraki İmam'ın bu hükmü bozarak fakihleri

atanmış oldukları bu vazifelerinden azletmesi ihtimali de asla sözkonusu

değildir. Zira "kendi hakkınızı almak için dahi zalim sultanlar ve onların

kadılarına gitmeyin, çünkü onlara gitmek tağuta gimektir" diyen ve

sonra da tağuta karşı çıkılması ve tağutun mutlaka reddedilmesi

gerektiği mealindeki ayeti hatırlatıp halka itaat etmeleri gereken

(152)

Hasbiyye, şeriatın toplumda vukuunu istediği işlerdir ki bir veya birkaç kişinin

yapmasıyla diğer bireylerden sâkıt olur. Hasbiye işlere örnek olarak emr-i bil mâruf ve

nehy-i anil münker, savunma ve yargı verilebilir. Gaybet döneminde bu işleri üstlenmekle

sorumlu kimse âdil fakihtir; fakih, güvendiği ve liyakatli birini bir işe tayin edebilir.

Page 114: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

yönetici ve kadıları tayin edip gösteren bir İmam'ın -s- hükmüne

rağmen, daha sonra gelen bir İmam bu tayinleri iptal eder ve başka

yönetici ve kadılar da belirlemezse müslümanlar ne yapacaklardır? Bir

ihtilaf ve anlaşmazlığa düştüklerinde kime gideceklerdir? Allah'ın

emrine aykırı davranıp "tağuta gitmek"le özdeş sayılan "fasıklarla

zalimlere" . mi gideceklerdir? Ya da ellerini kavuşturup "artık ne bir

mercimiz, ne de gidecek, sığınacak bir kimsemiz yok; bundan böyle

kargaşa ve sorumsuzluk egemen olsun" mu diyeceklerdir yoksa?!

Herkes dilediğinin malına el koysun, başkalarının hakkını yoketsin ve

herkes canının istediğini yapsın -mı denecek-?!

Biz, İmam Cafer Sadık -s-'ın fakihleri bu makam ve vazifeye atamış

olması halinde İmam Musa Bin Cafer veya diğer İmam

aleyhimusselamların fakihleri bu makam ve vazifelerinden

azletmeyeceklerinden kesinlikle eminiz. -Çünkü böyle birşey zaten

mümkün değildir- Yani onları azletmeleri ve "adil fakihlere gitmeyin",

veya "zalim sultanlara gidin" yada "ellerinizi kavuşturup haklarınızın

çiğnenmesini seyredin" demeleri düşünülemez elbet. Bir imamın belli

bir şehre tayin ettiği bir kadı, onun ölümünden sonra diğer İmam

tarafından elbette ki azledilip onun yerine başka bir kadı tayin edilebilir;

ama bu mevki ve vazifelerin durum ve konumlarını (hakim ve kadının

mutlaka adil bir fakih olması gerektiği aslını -çev-) hiçbir imam

değiştiremez, apaçık ve gayet net bir vak'adır bu.

Aşağıda nakledeceğimiz rivayet de bunu ispatlayıcı niteliktedir. Öne

sürdüğümüz deliller bu rivayetlerin sadece birinden ibaret olmuş olsaydı

iddiamızı ispatlayamazdık, ama meselenin esasını açıkladık; daha önce

aktardığımız rivayetler meseleyi tamamen ispatlamış bulunmaktadır.

Sahihe-i Kaddâh(153)

"İmam Cafer Sadık -s- Hz. Resul-ü Ekrem efendimizden -sav- şöyle

nakleder: Allah Teala bilim yolunda yürümekte olana cennete giden bir

yol açar ve melekler sevinçten -ve Allah'ın rızası nedeniyle- kanatlarını

ona gererler; gökteki ve yerdeki tüm mahlukât, hatta denizlerdeki

balıklar bile ilim peşinde koşan kimse için Allah'tan mağfıret diler.

(153)

Abdullah bin Mavmun bin 'el Esver'ul Gaddah: İmam Bakır ve İmam

Sadık'ın -s- sahabesindendir. Necaşi ve Allame onu güvenilir kabul etmişlerdir.

Page 115: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir

tıpkı. Şüphesiz, alimler ve bilginler peygamberlerin miraçısıdırlar,

Peygamberlerse para -pul denen nesneden hiçbir miras bırakmazlar,

onların mirası "ilim"dir. O halde her kim ilimden faydalanabilirse

kıymetli ve bereketli bir fayda sağlamış demektir.''(154)

Bu hadisin bütün ricali sıka (güvenilir)dir, hatta Ali bin

İbrahim'in(155) babası -ibrahim bin Hâşim-(156) hadis ravilerinin sadece

güvenilir isimlerinden olmakla kalmaz, aynı zamanda en

büyüklerindendir de. Bu rivayet, biraz değişik bir mazmunla, zayıf bir

senetle daha nakledilmiştir. Yani senet Ebu'1 Bahteri'ye (157) kadar

sahihtir -doğrudur- ama Ebu'1 Bahteri'nin kendisi zayıf ravilerdendir.

Rivayet şöyle:

Ebu'1 Bahteri Rivayeti

İmam Sadık -s- şöyle buyurur: Ulema mirasçılardır, çünkü

peygamberler miras olarak para - pul bırakmazlar; onların mirası

konuşmaları olan hadislerdir. Bu nedenle onların hadislerinden

faydalanan kimse gerçekte pek değerli ve bereketli bir yarar sağlamış

demektir. O halde şu iliminizi kimlerden aldığınıza dikkat edin. Zira

Peygamberin -sav- Ehl-i Beyli olan bizim aramızda her nesilde;

(154) Usul-ü Kâfı c: l s:42 fasl-ı ilim kitabı , ilmin sevabı babı, 10. hadis.

(155)

Ali bin İbrahim bin Haşim Kuminin: Hk 3 yy'ın sonlan ve 4. yy'ın

başlarının en tanınmış hadis; tefsir ve fıkıh alimlerinden ve Kuleyni'nın

üstadlarındandır. Çok sayıda eseri vardır. Bazıları: Menâkıb, Kurbul Esnâd,

Kitabul Şerayi, Kitab-ı Meğâzi, Kitabul Enbiya ve Tefsir-i Kur'an. Kum'da

gömülüdür.

(156) İbrahim bin Haşim Kummi: İmam Cevad'ın -s- ashabındandır. Masum

İmamların -s- ashabından pek çok rivayetlerde bulunmuştur. Kufelilerin hadislerini

Kum'da yayan ilk kişi olduğu söylenir. "Nevadir" ve "Kazaya-i Emir'el

Mümiminin" onun önemli eselerindendir.

(157) Veheb bin Veheb bin Kesir bin Abdullah: Ebul Bahteri adıyla tanınır (?-

200 hk) İmam Sadık -s- ve Bağdat'ın nezili Hişam bin Urve'den rivayetlerde

bulunmuştur. Hadislerinde suçlanmıştır; ehl-i sünnet uleması ve bu cümleden

olmak üzere Ahmet bin Hanbel onu sahetkârlık ve yalancılıkla suçlar.

İmamiye alimlerinden Şeyh Tusi de onu sünnilik ve zayflıkla suçlamıştır. İbn-i

Ğezayiri onun için "O sünni ve yalancıdır" der. Ama İmam Sadık'tan -s - güvenilir

hadisler rivayet etmiştir.

Page 116: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

aşırıcıların tahrifleri, yanlışa kapılanların -yeni- yöntemler uydurmalarını

ve akılsızların tevillerini dinden uzaklaştıracak âdil ve dürüst kimseler

vardır daima -bunlar, garazkarların saptırmaları ve cahillerin yanlış

tanımlamalan, tahrif vb. şeylerden dini temizlerler."-(158)

Rivayetlerin İncelenmesi:

Merhum Neraki'nin de(159)delil olarak kullandığı bu rivayeti

nakletmekten amacımız "ulema, enbiyanın mirasçısıdır" cümlelerinin

manasının anlaşılmasını sağlamaktır. Burada, üzerinde durulması

gereken bir kaç nokta var:

1- "Ulema"dan maksat, kimlerdir? Ümmetin uleması mı? Yoksa Ehli

Beyt imamları -s- mı kastedilmektedir? Kimileri, muhtemelen Ehl-i

Beyt aleyhimusselamın kastedildiğini(160)söylemişse de rivayetten

göründüğü kadarıyla ümmetin âlimleri kastedilmekte ve bizzat hadisin

kendisi de kastedilenin Ehl-i Beyt -s- olmadığını göstermektedir. Çünkü

masum imamlar -s- hakkında ulaşan menkıbeler buna uymamaktadır."

Peygamberler hadislerini miras bırakırlar, bunları öğrenenler pek büyük

fayda sağlarlar..." ibaresinin, Ehl-i Beyt imamlannın -s- tarifı olması

mümkün değildir. Bu ibare, rivayette kastedilenin ümmetin uleması

olduğunu ispatlamaktadır. Aynı şekilde Ebu'1 Bahteri rivayetinde

"ulema, enbiyanın mirasçısıdır" ibaresinden sonra "ilimlerini kimden

aldıklarına dikkat etsinler" denilmektedir. Yani ancak "ilimlerini kimden

almaları gerektiğini bilirlerse peygamberlerin mirasçısı olabilirler"

buyrulmaktadır. Buradaki mirasçıların masum imamlar -s- olduğu ve

diğer insanların ilimlerini onlardan öğrenmeleri gerektiği söylenemez,

çünkü rivayetin zahirinde böyle bir ifade yoktur. Ehl-i Beyt İmamları -

s- hakkında ulaşan rivayetleri inceleyen ve o hazeratın Hz. Resulullah

efendimiz -sav- nezdindeki konum ve yakınlıklannı bilen biri, mezbur

rivayette -masum- imamların değil, ümmetin alimlerinin kastedildiğini

kolayca görecektir. Nitekim ulema için birçok rivayette bu tür menakıb

vardır, mesela: "Ümetimin uleması benden önceki peygamberler

(158)

Usuli Kâf c: 1 s:39, Fazlul ilim kitabı, İlim ve alimın özellikleri babı, 2.

hadis.

(159) Evaid'ul Eyyam s: 186 "fıtehdidi velayet'il hâkim" , 10 hadis.

(160)

Belağat'il Fakih c: 3 s: 226.

Page 117: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

gibidir" veya "Ümmetimin uleması, İsrailoğullarının peygamberleri

gibidirler. "(161)

Kısacası, mezbur rivayetten anlaşıldığı kadarıyla amaç, "ümmetin

alimleri"dir.

2- "Ulema enbiyanın mirasçısıdır" ibaresinin, bahsimizi teşkil eden

velayet-i fakih meselesi için tek başına yeterli olamayacağı iddia

edilerek şöyle denilebilir: "Çünkü nebilerin peygamberlik boyutları

vardır ve ilmi vahy, ilham veya başka yollarla Allah'tan almaktadırlar,

ama bu özellikleri onların, müminlere ve halka velayette bulunmalarını

da -onları idare edip yönetme- gerektirmez. Keza, Allah Teala imamet ve

velayet özelliğini de ayrıca vermemişse -sırf nebi oldukları için- bu

özelliği taşımış olmazlar ve kesinlikle sadece "nebi"dirler. Tebliğde

bulunmakla görevlendirilseler dahi sadece sahip olabildikleri –miktar

bilgiyi-ni halka ulaştırmak durumundadırlar. Rivayetlerimizde "resul"le

"nebi" arasında fark olduğu geçer; "resul" tebliğle sorumludur, ama

"nebi" sadece -ilahi mesajları- a1ır.(162) "Nübuvvet"le "velayet" vasıfları

da farklı olduğu ve "ulema, enbiyanın varisleridir" ibaresinde nebilerin

ünvan vasfı (kimlik sıfatı, işleri ve neci oldukları -çev-) kastedilip bu

ünvan srfatı nedeniyle ulemayı nebilerle aynı menzilede saydığı (163)ve

bu sıfat -nebilik- "velayet" özelliğini taşımadığına göre bu cümleden,

"ulemanın velayete de sahip olduğu" gibi bir netice çıkaramayız. Ama

mesela; eğer "ulema Musa veya İsa aleyhisselamlar mesabesindedirler

"şeklinde buyrulmuş olsaydı, Hz. Musa -s- gerekli bütün vasıflara haiz

bulunduğu ve bu cümleden olmak üzere "velayet" özelliğini de taşıyor

olduğu için "ulema da velayet niteliğine sahiptirler" denilebilirdi.

Ancak, -mezbur rivayette- böyle buyurulmadığı ve ulema belli bir

şahsın menzilesinde gösterilmediği için bu neticeye varabilmek

mümkün değildir."

(161)

Bihar, c:2 s:2, kitabul ilim, 80 bab, 67, hadis.

(162) Usul-ü kafı c:l s.245-246, kitabul hüccet, "Tabakatul Enbiya.." babı, 10.

hadis.

(163) Ünvâni vasıf, sadece vazife veya meslekle sınırlı vasıflar. Burada maksat

`sadece Peygamber-nebi-dir", başkası değil, Yani ulema, peygamberlerin

varisleridirler, peygamberler de, dinle ilgili hükümleri vahy yoluyla alanlardır.

Binaenaleyh, sadece bazı peygamberlere verilmiş olan velayet ve İmamet

sorumluluğunun, bütün "peygamber"lerin varisi olan fakihlere taalluk ettiği

söylenemeyecektir. (bu hadisin mazmumuna göre) .

Page 118: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Bu eleştirel yoruma verilecek cevap şudur: Rivayet ve kelimelerin

görünürdeki anlamlarının anlaşılmasındaki ölçü ve kıstas, ilmi inceleme

ve yorumlar değil; "halk tarafından genel anlaşılma şekli" denilen örfi ve

mütearif anlamlardır. Biz de örfi anlayışa tabiyiz. Fakih, bir rivayetin

anlaşılması ve yorumuna ilmi incelikleri katmaya kalkışırsa birçok

noktayı farkedemez, çoğu meseleleri anlamaktan geri kalır.

Binaenaleyh "ulema, enbiyanın mirasçısıdır" rivayetini örfe -halka-

sunacak olursak onlar da nebilerin ünvan sıfatının kastedildiğini ve

sadece bu ünvanın ulemaya intisab ettiği anlamını mı, yoksa bu ibareyi

şahıslar için bir emare - belirti ve delil -olarak mı görecektir? Yani eğer

halkın genelinden (geçerli örfı çerçeve dahilinde) "falan fakih Musa ve

İsa -sa- menzilesinde midir, değil midir?" diye soracak olursak "Bu

rivayete göre evet; çünkü Musa'yla İsa aleyhimusselamlar

enbiyadandır" -istidlali- şeklinde mi cevap verecektir? Veya meselâ

"fakih Hz. Resulullah'ın -sav- mirasçısı mıdır, değil midir?" diye

sorulacak olursa "evet" diyecek ve buna delil olarak da çünkü hz.

Resulullah efendimiz -sav- enbiyadandı" gibi bir istidlâle mi

dayanacaktı?!

Görüldüğü gibi mezkur rivayette geçen "enbiya" terimini "ünvan

sıfatı -sırf Peygamber olma durumu /çev/ olarak alamayız. Bilhassa

çoğul olarak kullanılması bunu gösteriyor. Eğer tekil olarak kullanılmış

- ve nebi denilmiş /çev/ -olsaydı bu ihtimal verilebilirdi, ama " enbiya"

denilerek kelimenin çoğulu kullanılmış olduğuna göre "küll-i ferd-i

min'el enbiyâ" denilmektedir, "küll-i ferd-i min'el enbiyâ bimâ- hum

enbiyâ" denilerek ünvan sıfatı kullanılmış (164) ve bu ünvan- sırf

Peygamber olma - sıfatını diğer sıfatlardan ayırıp " fakih, Peygamber

-nebi- mesabesindedir, resul ve veli mesabesinde değil" şeklinde bir

mana verilmiş değildir. Rivayet ve hadis sahasında bu tür yorumlamalara

gitmek örfi ve akli idrâke aykırıdır.

3- Ünvan sıfatının kastedildiğini ve ulemanın dar ve salt kelime

anlamında "nebi" yle aynı mesabede tutulmuş olduğunu varsayalım. Bu

durumda Allah Taalâ 'nın "nebi" lik için sabit kılıp tespit etmiş olduğu

(164)

Külli ferdi min'elenbiya", yani taşıdıkları bütün sorumluluk ve

derecelerde bütün peygamberler. Bir de diğer tabir vardır ki, bu da "İmamet ve

velayet" sorumluluğunu da taşıyıp taşımadıkları gibi bir ayırımda bulunmaksızın

sırf "peygamberlik"le görevlendirilmiş bütün peygamberlerin salt "peygamberlik"

ve " elçilik" vasfı.

Page 119: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

hükmü -ve özelliği - ulema için de geçerli saymamız gerekir. Yani

meselâ "falan kimse âdil insan menzilesinde dir - sayılır- " denilir ve

ardından "âdil insanlara saygı gösterilmelidir" ibaresi gelirse, bu iki

önermden o şhısa saygı gösterilmesi gerektiği sonucu çıkar. O halde biz

"nebi - Peygamber- müminlere kendi nefıslerinden evlâdır"(165) ayet-i

şerifinden "velayet" derece ve mansbının ulema için de geçerli olduğu

sonucunu çıkarabiliriz. Çünkü âyette geçen "evlâ" teriminden maksat

ve başkanlıktır. Nitekim Mecme'ul Bahreyn'de(166) bu ayet-i şerifenin devamında

İmam Bâkır'dan -s- şöyle rivayet olunmaktadır: "Bu ayet,

devlet, iktidar ve velayet (= imâret) hakkında nazil olmuştur."(167) O

halde nebinin müminler üzerinde velayet ve imareti -yönetim hakkı-

vardır ve Hz. Nebiyy-i Ekrem -sav- için geçerli olan bu velayet ve

başkanlık, ulema için de geçerlidir. Çünkü bu ayette ünvan sıfatına

değinilmektedir ki, mezkur rivayette de ünvan sıfatının kastedilmiş

olduğundan hareketle bu mevzuya girmiştik.

Bunlara ilaveten, "resul" için birtakım hak ve hükümleri belirlemiş

olan ayetleri de delil olarak gösterebiliriz; "Allah'a itaat edin, Resulüne

itaat edin ve sizden olan -mümin- emir sahiplerine de..." ayetine

işaretle, nebiyle resul arasında örfı açıdan fark bulunmadığı -her ne

kadar bazı rivayetlerde vahyin nüzulünün niteliği konusunda resulle

nebi arasında fark gözetilmişse de-(168) örfen ve aklen resulle nebinin

aynı anlama geldiği söylenebilir. "Nebi"nin örfteki anlamı, Allah

Teala'dan inbâ' eden, haber getirendir; Resul de, Allah'ın kendisine

buyurmuş olduğunu insanlara ulaştırandır.

4- Hz. Peygamber-i Ekrem'in -sav- rıhletinden sonra, ondan geriye

kalan "ahkam"ın -her ne kadar deyim olarak "miras" denilmemişse de

bir nevi "miras" sayılacağını söyleyenler çıkabilir, bunlar şöyle

diyebilirler: "Bu ahkamı alıp öğrenenler Peygamberin -sav

(165) Ahzab/6.

(166)

Mecma'ul Bahreyn ve Metleunnehreyn-fı Ğariybel Kur'an ve'1 Hadis"

kitabı, Kur'an ve hadislerde geçen terim ve deyimleri inceler. İmamiye şiasının

rivayetleri esasınca Fahreddin bin Muhammed Ali bin Ahmed bin Tureyh-i Necefı

(Şeyh Fahreddin olarak tanınır: Tureyhi (?- 1085 hk) tarafından yazılmıştır. Bu

eseri yazarken Sıhah , Kamus ve Nihaye'den faydalanmıştır.

(167) Mecmeul Bahreyn, c: l s:457.

(168)

Usulü Kafı , c:l s:7- 176, kitabul Hüccet, "Resul, Nebi ve Muhaddisin

farkı babı.

Page 120: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

mirasçısıdırlar. Ama Hz. Resul-ü Ekrem'in -sav- herkes üzerindeki

velayet ve başkanlık mansabının da miras sayılabileceği ve miras olarak

geçebileceği ne malum?! Miras olarak bırakılabilecek olan tek şey, belki

de onun hükümleri ve hadisleridir sadece. Nitekim nebilerin mirasının

"ilim" olduğu da geçiyor rivayette. Aynı şekilde, Ebu’1 Bahteri

rivayetinde de "peygamberler hadislerinden bazılarını miras bırakırlar"

buyrulmaktadır. O halde peygamberlerin sadece "hadis"lerini miras

bıraktıkları, velayetinse miras olarak bırakılabilecek birşey olmadığı

ortaya çıkmaktadır."

Yukarıdaki eleştiri de geçerli ve yerinde değildir. Çünkü velayet ve

liderlik itibari ve akli mevzulardandır ve bu konuda akıl sahiplerine

müracaat edip velayet ve devlet başkanlığının miras şeklinde devredilip

devredilemeyeceğini sormamız gerekir. Mesela dünyanın akıl

sahiplerinden, falan saltanatın varisinin kim olduğu sorulacak olsa

makam ve mevkinin varisi olamayacağını, makamın miras

bırakılabilecek birşey olmadığını mı söyleyeceklerdir, yoksa "falan

şahıs, falancanın taç ve tahtının varisidir" mi diyeceklerdir? Esasen

"tahtın varisi" sözü yerleşmiş meşhur bir kalıptır. Akıl sahiplerinin

nezdinde iktidar ve velayetin de, tıpkı bir şahıstan diğerine intikal

edebilen miras gibi "intikaledilebilir" olduğu herkesçe bilinmektedir.

"Peygamber, müminlere kendi nefıslerinden evladır" ayetiyle "ulema,

enbiyanın varisleridir" rivayetini okuyup düşünen biri bu ikisinde,

mantıken intikali mümkün itibari birşeyden sözedildiğini kolaylıkla

farkedecektir.

Buradaki "ulema, enbiyanın varisleridir" ibaresi masum imamlar

aleyhimusselam hakkında söylenmiş olsaydı; masum imamların -s- her

konuda Hz. Peygamber efendimizin -sav- varisi oldukları mealindeki

rivayette de belirtildiği gibi(169) biz de onların "her konuda mirasçı

oldukları"nı söyleyecek ve "varis ve mirasçı"lıklarının sadece ilmi ve

şer'i mevzuatla sınırlı olmadığını vurgulayacaktık.

Binaenaleyh elimizde "ulema, enbiyanın varisidir" rivayetinden başka -

rivayet veya ayet- bulunmamış ve rivayetin başıyla sonu söylenmiş

olsaydı şu anlam kolayca çıkarılabilirdi: Hz. Resul-ü Ekrem'in –sav-

intikal edilebilir olan bütün mansıp ve işleri ve bu cümleden olmak

(169)

Usulü Kafı c: l s: 321-343, kitabul Hüccet, "innel emine vereset'il

ilim..."babıyla" "mâindel eimme min selah..."babı.

Page 121: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

üzere de masum imamlara -s- intikal eden "başkanlık ve yönetim"

mansabı fakihler için de geçerlidir -ki herhangi bir sebeple bu

kategorininin dışında tutulması gereken bazı işleri biz de delil ve

sebebin gerektirdiği ölçüde bu kategorinin dışında tutarız-.

Yukarıdaki eleştirinin buraya kadar giderilmemiş olan en önemli

yönü "ulema, enbiyanın mirasçısıdır" cümlesinin; "miras"tan maksadın

"hadis" olduğuna karine teşkil edebilecek sözler arasında yeralıyor

bulunmasıdır. Nitekim Kaddah sahihesi'nde de "Peygamberler miras

olarak para-pul bırakmazlar; onların mirası ilimdir" buyurulmak; Ebu'1

Bahteri rivayetinde de "...para - pul miras bırakmazlar..." ibaresinden

sonra "...onların mirası, hadislerinden bazı sözler, bazı hadislerdir"

denilmektedir. -Binaenaleyh, bazıları bu ibareye istinaden şöyle

diyebilirler:- "Bu karineye göre, peygamberlerin mirası, onların

hadisleridir; onlar, hadislerden başka "miras olabilecek" hiçbirşey

bırakmazlar. Hele, cümlenin başında "innema" ibaresi geçiyor ki, bu da

sınırlamaya işarettir.

Bu eleştiri de geçerli değildir. Çünü eğer bununla, Hz. Resul-ü

Ekrem'in -sav- sadece hadislerini miras bıraktığı ve esasen bunun

dışında miras bırakabileceği başkaca hiçbirşeyi olmadığı gibi bir anlam

kastediliyorsa bu zaten bizim dinimize ve mezhebimize aykırıdır. Zira

Hz. Resul-ü Ekrem efendimiz -sav- "miras olabilecek" şeyler

bırakmıştır. Ayrıca, Hz. Resulullah'ın -sav- ümmete "velayet"i

bulunduğu (ümmetin devlet başkanı ve en üst amiri -çev-) da tartışma

götürmez bir gerçek olup o hazretten sonra velayet görevi Emir'el

müminin -Hz. Ali-'ye -s- intikat etti; ondan sonra da Ehl-i Beyt'in

imamları -s- ard arda bu vazifeyi üstlendiler.

Burada geçen "innema" kelimesine gelince; bu terim illa da

"sınırlamaya" işaret değildir ve esasen "innema"nın sınırlamaya delalet

edip edemeyeceği belli değildir zaten. Dahası, Kaddah Sahihesi'nde

"innema" kelimesi hiç geçmez; bu terim Ebu'1 Bahteri rivayetinde

geçmektedir ki bu rivayet de, daha önce arzettiğim gibi, senet

yönünden zayıftır.

Şimdi "Sahihe" deki ibareyi tekrar okuyalım ve bu ibarelerin,

peygamberlerin hadisten başka miras bırakamayacakları şeklinde bir

manaya karine teşkil edip etmediklerıne bakalım:

"Allah Teala, ilim yolunda yürümekte olana, cennete giden bir yol

açar". Bu cümle ulemayı övmek için kullanılmıştır. Bu övgünün her

Page 122: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

alimi kapsadığı da zannedilmesin; "alimler sırf alim oldukları, bu

övgüye layıktırlar" düşüncesi yanlıştır. Kafı'de ulemanın vazife ve

özellikleriyle ilgili rivayetlere(170) şöyle bir bakarsanız birkaç satırlık ilim

tahsil etmiş herkesin "alim" ve "enbiyanın varisi" şeklinde

adlandırılmayacağını; bilâkis bunun ("bilmek"ten başka ve buna ilaveten

-çev-) çok ağır şartları ve sorumlulukları olduğunu görürsünüz.

"Melekler sevinçten -ve Allah'ın rızasının bir belirtisi olarak

kanatlarını ona -ilim yolundakine- gererler" ibaresindeki "kanatların

yayılması"nın anlamı, ehli nezdinde malumdur zaten(171)ve burada bahsedilecek

mevzulardan değildir, meleklerin bu hareketi saygı için

veya alçakgönüllülük ve tevazu belirtisidir.

"...Gökteki ve yerdeki tüm mahlukat, hatta denizlerdeki balıklar bile

ilim peşinde koşan kimse için Allah'tan mağfıret diler..." cümlesi de

buradaki bahsimize siğmayacak kadar geniş ve tafsilatlı bir açıklamayı

gerektirir.

"...Âlimin âbide üstünlüğü, tıpkı dolunayın diğer yıldızlara üstünlüğü

gibidir..." sözünün anlamı da, açıklamaya yer bırakmayacak kadar

nettir.

Şimdi gelelim "...âlimler, nebilerin mirasçısıdırlar, varisidirler"

sözüne. Rivayetin başından bu cümleye kadarki kısmı ulemanın

övülmesi, özellik ve faziletlerinin tavsifıyle ilgilidir. Bu özelliklerden biri

de, ulemanın peygamberlerin mirasçısı olmalarıdır ki bu sıfat, ancak

peygamberler gibi halka velayetleri -iktidarda- olması ve "emirlerine

itaatin farz bulunması" halinde onlar için bir fazilet sayılabilecektir.

Ancak, "...Peygamberler miras olarak para-pul bırakmazlar..."

sözünün anlamı, peygamberlerin ilim ve hadisten başka hiçbir miras

bırakamayacakları şeklinde değildir. Bilakis, söylenmek istenen şey

şudur: "Onlar veliyy-i emr oldukları ve bütün toplumu yönettikleri

halde maddiyatçı liderler değildirler, Allah'ın rizasını gözetirler, dünya

malı biriktirme gibi bir gaye ve kayguları yoktur. Öte yandan

peygamberlerin yönetim biçimi, krallık ve günümüzde çok görülen

diğer yönetim biçimleri gibi, baştakine mal ve servet getirecek şekilde

de dcğildir. Hz. Peygamber-i Ekrem'in -sav- çok sade bir yaşamı vardı;

mevki ve makamını şahsi çıkarları için kullanmış değildi ki kendisinden

(170)

Usuli Kafı c: l s: 42-45, fazlul ilim kitabı, "alimlerin özellikleri" babı.

(171) Erbain: İmam Humeyni (ks) s: 414-416, 26. hadis.

Page 123: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

sonra da mal - mülk bırakmış olsun. O hazretin miras olarak bıraktığı

şey ilimdir ki, bu da her şeyden üstündür. Hem de, Hak Teala

tarafından lütfedilmiş bir ilim... Rivayette ilimden bahsedilmiş olmasının

nedeni de bu cihettendir belki de. Binaenaleyh "ulemanın

özelliklerinden bahsolunan bu rivayette ilmin mirasından ve mal -

mülkün miras kalmayacağından sözedildiğine göre ulema sadece ilim

ve hadisi miras alırlar, başka bir şeyi değil"şeklinde bir hükme varılmaz.

Bazı yerlerde bu hadise" bizden miras kalan şey, sadakadır." sözü de

eklenmiştir ki aslında hadisin bir parçası değildir ve siyasi amaçlarla

hadise eklenmiştir. Bu hadis, ehl-i sünnet fıkhında da geçer.(172)

Bu noktada söylenecek son söz şudur: Bu cümlelerin karine olması

ve neticede "ulema, enbiyanın mirasçısıdır" sözüne dayanarak "enbiya

için geçerli her şey, ulema için de geçerlidir" hükmüne varılması

mümkün olmasa bile bu cümlelerin karine olma ihtimali, ulemanın

enbiyadan sadece ve sadece ilmi miras alacağı anlamına da getirilemez.

Bu durumda bu rivayetle, daha önce hatırlattığımız ve mevzuya

delalette de bulunan rivayet çelişecek ve o rivayetle ispatlanan mevzu,

burada iptal edilmiş olacaktır -ki bu mümkün değildir, çünkü- bu

rivayetten böyle bir netice çıkmamaktadır.

Nass Yoluyla Velayet-i Fakihin İsbatı

Rivayetten; "Hz. Resulullah'ın -sav- ilimden başka bir miras

bırakmadığı, esasen velayet ve halifeliğin miras bırakılabilece şeyler

olmadığı ve o hazret "Ali benim varisimdir" buyurmuş olsaydı bile

bunun "Hz. Ali'in -s- Peygamberin halifesi olduğu anlamına

gelmeyeceği" gibi bir mananın çıkarılabileceği farzedilirse o zaman

Emir'el müminin Hz. Ali'yle -s- diğer Ehl-i Beyt imamlarının –s-

halifeliği hususunda nassa başvurup "Hz. Resulullah -sav- Emir el

muminin'i -s- halifeliğe tayin etmiştiı" dememiz ve bunun velayet-i

fakih için de geçerli olduğunu söylememiz gerekir. Çünkü daha önemli

(172)

Bkz: Sahih-i Buhari c: l s:25, kitab'ul ilim, "ilim kablcl kavl..."babı

veSünen-i Daremi c. l s.110, "fi fazlul ilim ve..."babı, 342. hadis ve: sünen-i Ebu

Davud c: 4 s:57, kitabul ilim "bab-ul hiss clâ talcb'ul ilim", 3641. hadis ve eklemede

bulunmaksızın " materkena sadaka" vc İmam Hanbel'in müsnedinde c: l s:10,

yukardaki cümle eklenmiş olarak geçer.

Page 124: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

bahislerimizde değindiğimiz gibi, fakihler Hz. Resulullah –sav-

tarafından hilafet ve devlet başkanlığına atanmamışlardır. Böylece, nasb

ve atamaya dair olan rivayetle bu rivayeti cemetmiş olmaktayız.

Rezevi Fıkhı -adlı kitaptan- Bu Yönde Delil

Nerâki, Avâid adlı eserindet" (173)Fıkh-ı Rezevi'den(174)şu mazmunda

bir rivayet nakleder: "Bu çağın fakihlerinin makam ve derecesi,

İsrailoğullarının peygamberlerinin makam ve derecesi gibidir" (175)Fıkhı

Rezevi'nin İmam Rızâ nın -s- eseri olduğunu söyleyemeyiz; ama delil

olarak başvurulabilecek bir eserdir.

Burada şunu bilmek gerekir ki "İsrailoğullarının peygamberleri"nden

maksat Hz. Musa -s- zamanında yaşamış olan -ve belki de bazı

açılardan "Peygamber" olarak anılan- fakihler değildir. Hz. Musa -s-

dönemindeki fakihlerin tamamı o hazrete tabi idiler ve onun izinde

yürüyerek çalışıyorlardı. Belki de Hz. Musa aleyhisselam tebliğ için bir

yere gönderdiğinde onları -gittikleri yerlere- ululemr ve veliyy-i emr

olarak da tayin etmedeydi. Tabi, biz onların o zamanki durumlarını

dakik olarak bilmiyoruz şimdi; ama Hz. Musa'nın -s- İsrailoğullarının

peygamberlerinden olduğu ve Hz. Resul-ü Ekrem -sav- için geçerli

herşeyin Hz. Musa -s- için de geçerli olduğu kesindir. (Allah indindeki

rütbe ve dereceleri elbette ki farklıydı). Binaenaleyh biz bu rivayetteki

genel menzile ve "mesâbe" oranından (176)şunu anlamaktayız: Halkı

yönetme ve velayet hususunda Hz. Musa -s-nın taşıdığı -selahiyet, hak

ve şartlar- fakihler için de geçerlidir.

(173)

Avâid'ul ayyam min mühimmat-i edillet'il ahkam: Molla Ahmed bin Mehdi

bin Ebi Zerr-i Neraki Kaşani (?-hk 1245) bu kitabı şer'i hükümlerin ispatlı beyanı

olup 88 aideden müteşekkildir.

(174) Fıkhurrıza veya "fıkh-ı Rezevi ", bazı alimlerin İmam Rıza'ya nisbet

elliği ama bazı alimlerin farklı düşündüğü kitaptır; fıkhî konuları içerir. Bkz: Mukeddimci E1 Fıkh'el Mensub ile'rrıza (s), Kongrei cihanü İmam Rıza -s- v_ ay.hk. 1406.

(175)

Avaid-ul Evyam s:186. 7, hadis. (176)

"Menzilet ve nisbetin genelliği"nden maksat, fakihlerin her açıdan İsrailoğulları peygamberleriyle aynı menziletde bulunduğu vc bu konuda imamet, yönetim ve velayetin istisna tutulmadığıdır.

Page 125: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Teyid Edici Diğer Deliller

Câmi'ul Ahbar'dan(177) naklolunan bir rivayette de Hz. Peygamber-i

Ekrem efendimizin -sav- "Kıyamet günü -veya kıyamet "dönemi"nde-

ümmetimin âlimleriyle övünürüm, benim ümmetimin uleması, benden

önceki peygamberler gibidir"(178) buyurduğu geçer ki bu rivayet te

konumuzu onaylamaktadır.

Müstedrek'te,(179) Gurer'den naklem(180) şu mazmunda bir rivayet

geçer: "Ulema, halkın yörıeticisidir". (181) Aynı rivayet "hukema-ı

alennâs" şeklinde de nakledilmiştir, ama bu naklin doğru olmadığını

sanıyorum. Gurer'de "hukkâm-ı alennâs..." şeklinde geçtiğini

söylemiştik. Senedinin muteber olması halinde (182) bu rivayet de çok

açık delillerden sayılır.

Aynı mevzuya delil olarak gösterilebilecek başka rivayetler de vardır

Bu cümleden almak üzere Tuheful Ukuul'da (183)"Hükümler ve

işlerin yürütülmesi ulemanın elindedir" başlığı altında geçen rivayetten

sözedilebilir. Bu rivayet iki kısımdan oluşuyor. Birinci kısım, Hz.

Seyyiduşşuheda -İmam Huseyin-'nin Emir'el müminin Hz Ali Bin Ebu

Talib'den -s- "emr bi'1 maruf ve nehy-i anil münker" hususunda

naklettiği rivayettir. İkinci kısım da Hz. Seyyiduşşuheda'nın -s- velayet-i

(177)

"Camiul Ahbar" Şeyh Saduk -un kitabı olarak tanınmışsa da hk, 6 yy.da yaşamış

bulunan Muhammed bin Muhammed bin Ali'ye aittir, tayinle bilinmiş değildir. bkz:

Kitabul Zerie c: 5 s:33-37. (178)

Camiul Ahbar s:38, 20. fasıl. (179)

Müstedrek-il Vesail ve Müstenbiti'il Mesail : Mirza Husevin bin Mirza

Muhammed Turhi bin Mirza Ali Muhammed Tebersi Nuri (hk-?- 1320)'ye ait olup

33 bin hadis kapsar. Bu eserini Vesailuşşia'nın tamamlayıcı metn i olarak, onda

(geçmeyen) hadislere ayırmıştır. Vesail'in fıhristine göre düzenlenmiştir: yarar

kitabın sonuna tafsilatlı bir fıhristle rical ve dira_vet ilmine dair mükemmel bir

hâtime -son söz- eklemiştir (180)

Ğureril Hikem ...: Ebulfeth Abdulvahid bin Muhammed bib Abdulvahid bin

Muhammed Âmidi (-`?-hk 510) "Hz. Ali'nin -s- bazı konuşma ve vecizelerini içerir,

elifbaya göre sıralanıp düzenlenmiştır. (181)

Ae- 1, fasıl, 559, hadis ve: Müstedrek'il Vesail c:17 s: 316, kitabul kaza, kadının

özellikleri babları, 11 bab, 17, hadis. (182)

Bu rivayet Gurer-il Hikem'den nakledilmişdir ve bu kitaptaki rivayetlerin tamamı

mürseldir. (183)

Tuhefil Ukul c:3 s: 400.

Page 126: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

fakih mevzuu ve islam devletinin kurulup Allah'ın hükümlerinin

uygulamaya konulması için zalimler ve zalim devlet düzen ve

kurumlarıyla mücadele hususunda fakihlere düşen vazifeleri

kapsamaktadır. İmam Hüseyin -s- Minâ da yaptığı bu çarpıcı

konuşmasında niçin bu "dâhili cihad"a gerek gördüğünü ve zalim

Emevi yönetimine başkaldırışının nedenlerini açıklamaktadır. Bu

rivayetten iki önemli nokta anlaşılmaktadır: 1- Velayet-i fakih olayı 2

Fakihler cihad ederek ve emr-i bi'il mâruf, nehy-i anil münker'de

bulunarak zalim egemenin maskesini düşürüp onu bütün toplamda

rüsva etmeli ve halkın bilinçlenip uyanmasını sağlamalıdırlar. Böylece

bilinçlenip uyanmış müslümanların geniş çaplı toplu kıyamıyla

zalimlerin iktidarlarını devirip islam devletini kurabileceklerdir. Mezbur

rivayet şöyledir:

"Ey insanlar! Allah Teala'nın yahudi bilginlerini -ehbar- kınayarak

velilerine ve sevdiği kullarına verdiği öğütten ders alın. Allah Teala

şöyle buyuruyor: "Dinadamları ve bilge yöneticilerin -Rabbaniyyun- ve

yüksek bilginlerin -ehbar- onları -yahudileri- günahkârane sözlerinden

ve haram yiyicilikten sakındırmaları gerekmez miydi? Gerçekten de

yapıp ettikleri ne de kötüydü onların"(184)Bir başka yerde de şöyle

buyurmaktadır: "İsrailoğullarından küfredenlere lanet edilmişir". Ve

"...yapmakta oldukları şey ne kadar da kötü idi!!"(185) Gerçekte Allah

Teala'nın onları ayıplayıp kınamasının nedeni onların; zalimlerle

kötülerin fesat işlemekte olduklarını gördükleri halde buna engel

olmamaları ve bunu da, onlardan aldıkları şeylere pek tutkun oldukları

ve onların kendilerini gözaltında tutup eziyet edeceğinden korktukları

için yapmalarıydı. Halbuki Allah Tealâ "insanlardan değil, Ben'den

korkun"(186)buyurmakta ve "Mümin erkekler birbirlerinin velileridirler,

birbirlerini sever, gözetir ve kollarlar (velâyet), biribirlerine iyiliği

emreder, kötülükten sakındırırlar..."(187) demektedir. (Görüldüğü gibi

bu ayette müminler için belirtilen sıfatlar yekdiğerlerine velâyette

bulunma, karşılıklı sevgi, koruyup gözetme, yekdiğerinden sorumlu

olma ve birbirine başkanlık ve kılavuzlukta bulunmadır). Allah Tealâ,

(184)

Maide/63 (185)

“ “ / 80, 81. (186)

“ “ /44. (187)

Tevbe/ 71.

Page 127: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

iyiliğe emredip kötülükten menetmek (emr bi'lmâruf, nehy-i anil

münker) le başlıyor ve herşeyden önce bu ameli farz kılıyor. Çünkü

iyiliğe emr ve kötülükten menetme amelinin gerçekleşmesi ve toplumda

fıilen uygulanması halinde en kolayından en zoruna varıncaya kadar

bütün farzların yerine getirilebileceğini bilmektedir. Bunun nedeni de

emr-i bi'lmâruf ve nehy-i anil münkerin şu esaslardan ibaret olmasıdır:

İslama davet (yani müslüman olmayanlara karşı -hârici- inanç cihadı)

ve zulme uğrayanların haklarını tekrar elde etmelerini sağlamak,

içerideki -islam toplumundaki- zalimlere karşı mücadele ve muhalefet;

kamu gelirleri, genel gelirler ve savaş ganimetlerinin islamın âdil

kuralları çerçevesinde dağıtılması; sadakanın (zekatla, gönüllü veya

mecburi bütün vergiler) sahih ve farz yollarla alınması ve toplanması ve

şer'an doğru yollarda harcanması...

Ey cemaat! Siz, ey ilmi ve alim oluşuyla tanınan, iyilikle anılan,

toplumda kılavuzluk, iyilikseverlik ve nasihatseverliğiyle bilinen; Allah

rızası için halkın kalbinde büyüklük ve saygınlıkla yer edenler! ... Hem

öylesine ki, güçlü sizden çekinmekte, güçsüz size ikram için

çırpınmakta, kendisinden hiç mi hiç üstün olmadığınız ve ona karşı

herhangi bir güce de sahip bulunmadığınız kimse size kendisinden daha

fazla değer vermekte, sahip olduğu nimetleri kendisinden esirgeyip size

sunmakta, muhtaç duruma düşen veya genel bütçeden ve beytulmaldan

payını alamayanlar için sizin aracılık ve yardımınıza başvurulmakta,

padişahlar ve saygın büyük kimselerin yürüdüğü şaşaalı ve tantanalı

yolda adım atmaktasınız... Gördüğünüz bunca saygınlık ve sahip

olduğunuz bunca manevi gücü; Allah'ın hükümlerini uygulayacağınız

umulduğu için elde edebilmiş değil misiniz aslında?! Ama buna rağmen

siz, Allah'ın birçok hükümlerinin uygulanması hususunda gevşek

davranıp ihmalkârlık gösterdiniz, yüklenmiş olduğunuz ilâhi hukuk ve

sorumlulukların çoğunu yüzüstü bırakıvermiş durumdasınız... Mesela

milletin hakkını horlamış ve kendi haline bırakmışsınız, güçsüz ve

zayıfların hakkını zayi etmişsiniz; ama kendi hakkınız olduğunu

sandığınız şey için hemen ayaklanıvermektesiniz. Oysa ki ne para

harcamışlığınız var, ne canınızı Yaradan'ın uğrunda tehlikeye

atmışlığınız ve ne de Allah için herhangi bir kabile veya grupla

mücadele etmişliğiniz! .. Buna rağmen Allah'ın cennetini arzulamakta ve

peygamberlerle muaşerette bulunmayı ve ilâhi azaba hiç uğratılmamayı

beklemektesiniz. Ey Allah'tan böylesine beklentileri olan gûruh;

Page 128: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

korkarım O'nun çetin gazabına uğrayacaksınız bu gidişle! Çünkü Allah

Tealâ'nın azamet ve izzeti sayesinde önemli bir -sosyal- prestij kazanıp

saygın bir konum elde ettiniz, ama Allah'ı tanıtmayı ve "O'na inanmayı"

-ilahi irfan- yaymakta olan, "Allah'ı tanıyıp, O'na gerçekten inanan -ve

bu dalda uzman olan- lara saygı göstermiyorsunuz! Oysa ki sırf Allah'ın

sayesinde Allah'ın kullarından itibar görmektesiniz. Sizin için

korktuğum bir diğer husus da Allah indinde yapılmış sözleşme ve

ahdlerin(*) çiğnenip ayaklar altına alındığını gördüğünüz halde kılınızı

kıpırdatmadığınıza ve bu durumdan hiç rahatsızlık duymadığınıza şahid

olmamdır! Halbuki babalarınızın küçük bir sözleşme ve taahhüdü için -

hiç de böyle davranmıyor ve- pekalâ telâşa kapılıp endişeleniyor, -

hemen harekete geçiyor- sunuz! Oysa peygamber'e verilen sözler ve

onunla yapılan ahdlerin(**) artık önemsenmediğini görmektesiniz;

körler, sağırlar, düşkünler ve bakıma muhtaçların bütün -köy ve

şehirlerde sahipsiz bırakıldığını ve onlara hiç mi hiç acınmadığını bizzat

müşahede etmektesiniz. Ne konum ve prestijinize yakışır şekilde

davranıyor, nede bu yolda çalışan ve sizin prestij ve konumunuzu

yüceltmeye uğraşanlara değer verip yardımcı oluyorsunuz... Zalimlerle

uzlaşıp yağlı diller döküp dalkavukluklarda bulunarak o zalim egemen

güçlerin size dokunmamasını sağlıyorsunuz... Oysa bütün bu

yapatıklarınız Allah Tealâ nın "yapma" diye emrettiği ve "yekdiğerinize de

yaptırmayın" buyurarak nehyettiği işlerdir; ne var ki siz halâ bütün

bunlardan gafılsiniz... Sizin belanız, bütün insanların belâsından daha

korkunçtur, zira âlimlik mevki ve konumu sizden alınmış durumdadır,

eğer bilseniz... Zira ülkenin idare ve yönetimi, yargı hükümlerinin

karara bağlanması ve ülke planlâmasının onayı -gibi işlerin-; ilahi

hakların emini olan ve Allah'ın helalleriyle haramlarına vâkıf bulunan

bilge dinadamların uhdesinde olması gerekir. Oysa ki bu makamı (siyasi

ve sosyal müdahale ve yönetim yetkisi -çev-) şimdi elinizden almış ve

onu sizden çalmışlardır. Öyle bir makamı elinizden kaçırmış olmanızın

yegane sebebi ise Hakk'ın ekseninden (islam kanunu ve Allah'ın

(*)İslam toplumundaki sosyal ilişkileri düzenlemek için alınan sosyal karar ve

sözleşmeler

(**)Hz. Resulullah'la -sav- biatleşme sonucu doğan islami taahhüdler; Gadi-i Ğum

günü hilafet ve hükümete tayin etmiş olduğu hz. Ali'yle evlatlarına -s- itaat de

aynı statüye girmektedir. Çünkü o gün müslümanlar, bu hususta Peygamber

efendimizle -sav- biatleşmiş, hz. Ali' yi -s- tebrik ctmek için sıraya girmişlerdi.

Page 129: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

hükümlerinden) dağılıp uzaklaşmanız ve hakikat ve niteliğinin delilleri

hepinize aşikar olduktan sonra da sünnet hakkında ihtilafa

kapılmanızdan başka şey değildir. Sizler eğer işkence ve Allah yolunda

zorluklara karşı sabırlı, acılara karşı dirençli olmuş olsaydınız kurallar,

onaylamanız için size getirilir ve sizin elinizle sâdır olurdu, o zaman

işlerin sonumlu mercileri siz olurdunuz. Ama siz, zalimlerin bu makamı

elinizden almasına ve kanunen şeriate bağlı bir iktidarın onların eline

düşmesine ve neticede onların, zan ve tahminin çürük temellerine

dayalı bir düzznin çarklarını işleterek şehvet ve hayvâni arzularını

tatminden ibaret bir yol tutturmalarına gözyumdunuz. Onlara iktidarı

kazandıran şey sizin ölümden kaçmanız ve dünyanın geçici hayatına bel

bağlamış olmanızdır. Sizler bu tutum ve zihniyetinizle, zayıf ve yoksul

kitleleri bu zalimlerin pençesine düşürdünüz; biri köle gibi ezilir ve,

diğeri gece gündüz bir lokma ekmek için perişan halde didinmekten

başka bir şey yapamazken baştakilerin alabildiğine bir keyfılikle iğrenç

emellerinin peşinde koşup iğrenç arzularını tatminle uğraşarak rezalet

ve kepezelikler yaratmasına, kötü tiynetlilere uyup Allah'a karşı

küstahlıkta bulunmasına sebep oldunuz siz! Her şehirde kendi atadıkları

vaizleri; konuşmacıları vardır; yeryüzünde rahattırlar, ellerinin

ulaşamayacağı şey yok gibidir; insanlar onların kulu-kölesi haline

getirilmiştir, kendilerini savunacak güçleri - takatleri yoktur. -

Bakıyorsunuz- Egemenin biri tam bir diktatör, kindar ve halkın

kötülüğünü istemekte; bir diğeri zavallıları alabildiğine ezip herkese

zorbalıkta bulunmakta; bir diğeriyse -hepsinden beter ve- halka

büsbütün musallat olmuş, ne Allah tanımakta, ne de bir hesap gününe

inanmakta! Hayret! Nasıl hayret etmez insan?! Toplum öyle bir

sahtekâr zalimin pençesine düşmüş ki atadığı vergi memuru

zulmetmekte, vâlisi dindar insanlara saygısız ve acımasız

davranmakta!.. Hakkında ihtilafa düştüğümüz şey hususunda hakemlik

edip karar verecek olan elbette ki Allah'tır; aramızda başgösteren

hadiseyi kendi kararıyla kesin bir sonuca bağlayacaktır!

Allah'ım! Hiç şüphesiz bilmektesin ki bizim bu girişimimiz (*) ne siyasi

iktidarı ele geçirme yolunda bir rekabet, ne de dünyanın kıyametsiz

nimetleri ve servet için değildir; bilâkis, biz senin dininin parlak

değerleri ve aydın prensiplerini ortaya koyup insanlara göstermek,

(*)"Emevi devletine karşı başlattığımız mücadele" denilmek isteniyor.

Page 130: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

yeryüzünde ıslahatta bulunmak, zulme uğramış kullarını güvenceye alıp

vazgeçilmez haklarına kavuşturmak ve belirlediğin yükümlülüklere tâbi

olunup kanun, kural ve sünnetlerine amel edilmesini sağlamak için

kıyam etmiş bulunuyoruz!..

O halde siz -ey dinadamları- bu yolda bize yardımcı olup gâsıplardan

hakkımızı geri almazsanız zalimler siz gâlip olacak ve peygamberinizin

nurunu söndürmeye çalışacaklardır! Bir ve eşsiz Allah bize yeter; biz

O'na dayanıyor, O'na güveniyor ve O'na yöneliyoruz. Mukadderat

O'nun elindedir ve dönüş O'nadır!"(188)

Görüldüğü gibi yukarıdaki rivayetin başında geçen ayette "Ey

insanlar! Allah Tealâ'nın yahudi bilginlerini -ehbar- kınayarak velilerine

ve sevdiği kullarına verdiği öğütten ders alın!.." buyurulmaktadır.

Orada bulunan özel bir gruba, sırf konuşmayı dinleyenlere, belli bir

şehir veya belli bir ülke ya da sırf o çağdaki dünya insanlarına mahsus

bir kitap değildir bu; bu sözleri duyan ve okuyan herkese yönelik bir

çağrı vardır burada. Tıpkı Kur'an'da geçen "ey insanlar" hitabı gibidir

yani. Allah Teala ehbara, yani yahudi ulemasına karşı çıkıp onların

tutumlarını reddetmek suretiyle kendi evliyasına öğüt vermekte, ibret

göstermektedir. buradaki "evliya" ve "veli" lerden maksat Ehl-i Beyt

imamları -s- değildir, Allah'a teslimiyet gösteren ve toplumda belli

vazife ve sorumluluklar üstlenmiş bulunan herkestir.

"Din adamları ve bilge yöneticilerin -Rabbaniyyun- ve yüksek

bilginlerin -Ehbar- onları -yahudileri- günahkârane sözlerinden ve

haram yiyicilikten sakındırmaları gerekmez miydi? Gerçekten de yapıp

ettikleri ve de kötüydü onların!"

Yukarıdaki ayette Allah Tela "Rabbaniyyun" la "Ehbar"ı kınamakta

ve kendileri yahudilerin din alimleri oldukları halde zalimleri

günahkârane sözlerden, yani gerçekleri saptırma, iftira ve yalan gibi

amellerden alıkoymadıkları ve haram yiyicilikten menetmedikleri için

hesaba çekmektedir. Bu kınama ve paylamanın sırf yahudi

dinadamlarına veya hırıstiyan alimlerine mahsus olmadığı, bütün islam

ulemasını ve esasen genelde bütün dinadamlarını kapsamına aldığı

apaçık ortadadır. Binaenaleyh islam ümmetinin uleması da zalimlerin

politika ve tutumları karşısında hiçbir tepki göstermeden sessiz kalacak

olurlarsa Allah'ın kınamasına uğrayacak, hesaba çekileceklerdir. Bu

(188)

Tuhefil Ukul s:271.

Page 131: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Durum sadece geçmişteki nesilleri içermez; bu hususta

geçmiştekilerle gelecektekiler aynı hükme tabidir. Hz. Emir -s- Kur'an'a

dayanarak bu mevzuyu belirtmiş ve islam ümmetinin alimlerinin de

ibret alıp uyanmalarını, iyiliği emredip kötülükten menetme vazifesinde

ihmalkarlık göstermemelerini ve sapmış zalim egemen güçler karşısında

sessiz kalmamalarını istemiştir. Hz. Emir -s- "Rabbaniyyun" la

"Ehbar"ın kınandığı bu ayete istinadla iki noktayı hatırlatıp

vurgulamaktadır:

1- Dini vazifelerin yerine getirilmesi hususunda ulemanın

ihmalkarlığının doğuracağı zarar, aynı müşterek vazifeler hususunda

başkalarının ihmalkarlığından doğacak zaı arlardan çok daha fazla

olmaktadır. Nitekim bir esnaf veya tüccar yanlış ve uygunsuz bir iş

yapacak olsa zararını kendisi görür; ama eğer ulema vazifesinde

ihmalkârlık gösterirse, mesela zalimler karşısında sükut ederlerse bunun

zararı islama dokunmuş olur. Vazifelerini yapmaları ve meselâ,

konuşmaları gereken yerde sükut etmemeleri halindeyse islam fayda

görmüş olur.

2- Şeriate aykırı herşeyden sakınmak ve sakındırmak gerekiyorsa da

imam -s- -burada- bilhassa "günahkarca söz"le, "haram yiyicilik"in altını

çizmek suretiyle bu iki "münker"in -kötü- diğer bütün münkerlerden

daha tehlikeli -olduğunu ve dolayısıyla bu ikisine karşı daha fazla ve

daha ciddi mücadele verilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Çünkü kimi

zaman zalim düzenlerin -propaganda ve iletişim- mekanizmalarının

sözleri ve propagandalarının islama ve müslümanlara verdiği zarar,

eylem ve politikalarından daha fazla olmakta; islamın ve müslümanların

onur ve haysiyetini pekalâ tehlikeye düşürebilmektedir. Allah Teala

"Zalimlerin yalan ve iftiralarıyla günahkârane propagandalarına niçin

engel olmadıkları"nı sorarak - dinadamlarını kınamaktadır. "Ben

Allah'ın halifesiyim, takdir-i ilahi benim elimle tecelli eder, Allah'ın

hükümleri benim uygulamakta olduğum üzeredir, islam adaleti benim

dediğim ve yaptığım şekildedir..." iddialarında bulunan (ve gerçekteyse

adaletle zerrece alâkası olmayan) o adamı niçin yalanlamadılar? -Onun

iddia ettiği- bu tür sözler "günakârca sözler"dir. Toplum için çok zarar

verici olan bu günahkârane sözlere neden engel olmadılar? İlgisiz laflar

eden, ihanetlerde bulunan, islama bid'atlar sokup olmadık darbeler

indiren bu zalimleri niçin engelleyip bu günahlardan vazgeçirmediler?

Page 132: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Eğer biri kalkıp da islam hükümlerini Allah'ın rızasına ters cihette

tefsir edip yorumlar ve, "islam adaleti böyle icabediyor", diyerek islama

bid'at sokup islâmî olmayan hükümleri uygulamaya kalkışırsa ona

alenen karşı çıkıp muhalefette bulunmak, âlimlere farzdır; -bu

durumda- muhalefette bulunup karşı çıkmayacak olurlarsa Allah'ın

lânetine uğrayacaklardır. Ayet-i şerifenin apaçık ortaya koyduğu bu

gerçek; hadisle de vurgulanmaktadır: "Bid'atler ortaya çıkınca ilmini -

dinini- açıkça izhar etmek âlime farz olur; aksi takdirde Allah'ın

lânetine uğrar."(189) Demek ki muhalefetini gösermek ve Allah'ın

hüküm ve buyruklarını izhar edip açıklamak -ki bid'at, zalim ve günaha

karşı ve muhaliftir- bile tek başına faydalı olabilmektedir.

Çünkü böylelikle halkın çoğunluğu baştaki hain, fasık veya dinsiz

egemenlerin sosyal ahlaksızlıklarıyla zulümlerini anlayacak, bu

durumda onlara karşı mücadeleye girişecek, zalimlerle uzlaşmayacak,

hain ve fasid egemen güçlere boyun eğmemeye karar verecektir. Din

ulemasının böyle durumlarda olanın muhalefetlerini sengilemeleri,

toplumun dînî liderlik mekanizmasından yükselen bir "iyiliğe emr,

kötülükten men"dir, ki geniş çaplı bir "iyiliğe emr, kötülükten men"i

beraberinde getirecek; güçlü bir muhalefet ve "iyiliğe emr, kötülükten

men" hareketini başlatacaktır. Dindar ve iffet sahibi bütün bir halkı

arkasına alacak çapta geniş bir harekettir bu. Öyle bir hareket ki;

yoldan çıkmış olan zalim egemenler bu harekete teslim olmaz ve

islamın doğru yoluna girip ilahi hükıimlerin gereğine eğilmeyerek bu

hareketi silahla sindirmeye kalkışırlarsa silahlı tecavüze yeltenmiş

olurlar ki bu durumda "fihî bâğiye" -isyankâr topluluk- hükmüne girmiş

olurlar. Bu durumda da topluma hakim politika ve yönetici

egemenlerin yol ve yöntemlerinin islam prensip ve hükümlerine uygun

olması için bu "fihi bağiye" ye, yani isyankâr egemenlere (190)karşı silahlı cihada

girişmek bütün müslümanlara farz olur.

(189)

Usulü Kafı c: l, a:54, Fazlulilim kitabı, "El bed" babı, 2. hadis.

(190) ‘...Feeh bağiyeh...’ (= saldırgan ve baği güruh): İmama itaatten çıkan

veya bir grup müslümana karşı haksız yere savaş açanlara denir. Hucurat suresi'nin 9. ayetinde şöyle buyrulur: "...Müslümanlardan bir grup, diğerine karşı savaş açarsa: saldırgan, Allah'ın hükmüne dönünceye kadar onunla savaşın" ve Zubdetul Beyan s:319 ve; Vesailuşşia c:l l, s:16, 54, 55, kitabul cihad, 5 - 24 - 26. bablar, düşmana karşı cihad babları.

Page 133: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

-Bütün dinadamlarına hitaben /çev/: -Baştaki yöneticilerin

bid'atlerinin önünü alacak ve bu bozukluk ve fesatları durduracak güce

şimdilik sahip değilseniz, hiç olmazsa sessiz sedasız oturmayın!

Başınıza vuruyorlarsa -baskı ve engellemeyle karşılaşıyorsanız- en

azından bağırıp çağırın, itiraz edin! İnzilam -zulme eğilmek, zulme rıza

gösterip susmak- etmeyin! İnzilâm, zulümden daha beterdir! İtiraz edin -

zalim egemenleri /çev/- inkar edin, tekzib edin. haykırın. Onların

propaganda ve yayın araçlarına karşılık sizin de propaganda ve yayın

aracınız olmalıdır ki onların yalan ve iftiralarını tekzıp edebilsin; onların

yalan söylediğini; islam adaletinin, onların iddia ettiği gibi olmadığını

belirtsin! Müslüman aileler ve islam toplumu için belirlenmiş olan islam

adaleti -nin ne olduğunu- onlar da bilir, bunun bütün programları yazılı

ve basılı olarak ellerinde mevcuttur. Bunlar söylenip açıklanmalıdır ki

halk bilip uyansın; gelecek nesiller bu cemaatın -ulema- sükutunu

hüccet -delil- olarak değerlendirip "ulema bu işe sustuğuna göre,

demek ki zalim egemenlerin yöntemleri ve yaptıkları şerıate uygunmuş,

zalimlerin haram yiyicilikleri ve halkın malını yağmalamaları şeriate

aykırı değilmiş!" demesinler.

Bazı müslümanların düşünce kapasitesi şu camının duvarlarını

aşamadığı ve daha derinlemesine ve daha ilerısıni düşünebilecek

kapasiteleri olmadığından "haram yiyicilik" ten sözedildiğinde hemen

ve sadece, sokaklarının başındaki bakkal geliverir hatırlarına; -Allah

göstermesin- "eksik tartıyor" diyerek!...Bütün bir ülkenin sermayesini

yutan, beytulmalı çalıp çırpan, petrolümüzü yiyen, yabancı sermaye ve

yatırım şirketleri adına ülkemizi hiç de zaruri olmayan pahalı

ecnebi mallarının tüketim pazarı haline getiren, bu yolla halkın parasını

kendisinin ve ecnebi yatırımcıların cebine akıtan o büyük "haram

yiyicilik", "yağmalama ve talan etme"leri idrak edip kavrayamazlar.

Petrolümüz çıkarıldıktan sonra hepsini belli bazı yabancı ülkeler alıp

götürüyor,(191) baştaki kendi yardakçıları olan egemene -şah- verdikleri

(191)

Hş. 1270'de (m: 1891'de) İran Kacar şahı Muzaffereddin'le İngiliz

Willıam Fa Dorsey arasında bir antlaşma imazalanarak İran petrollerinin bütün

hakları İngilizlere devredildi. Bu antlaşma 60 yıllıktı ve İran, kârın sadece

%16’sını alabilecekti. 32 yıl sonra yenilenen antlaşmada ise iran'ın payını %20'ye

çıkarma lütfunda (!) bulundular. Musaddık devrildikten sonra 1333'te yeni bir

konsorsiyum düzenlendi. İran ve İngiliz şirketi %40, beş Amerikan şirketi Acson,

Mobil, Golf, Schuran, Texaco %40, Hollanda şirketi Royal Doch Shell %14 ve

Page 134: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

az miktardaki suspayını da başka yollarla yine kendi ceplerine

kaydırıyorlar. Devletin kasasına giren az bir miktarın ne olduğunu,

nerelere harcandığını ise ancak Allah bilir. İşte bu haram yiyicilik,

uluslararası çapta, çok geniş boyutlu bir "haram yiyicilik"tir. Ürkütücü

ve en tehlikeli "münker" ve "kötü", budur işte. Toplumun durumunu,

devlet ve hükümet kuruluşlarının yaptıklarını şöyle bir dikkatle

inceleyiverin; ne kadar korkunç çaplarda "haram yiyicilik"ler olduğunu

görürsünüz! .. Memleketin bir köşesinde bir deprem vuku bulacak olsa

baştaki çıkarcı egemenlere yeni bir kazanç ve "haram yiyicilik" yolu

açılmış olur, depremzedelere yardım adı altında kendi ceplerini

dolduruverirler hemen. Baştaki zalim ve anti-milli yöneticiler yabancı

devlet veya şirketlerle imzaladıkları anlaşmalarla millete ait milyonları

kendi ceplerine akıtır ve yine millete ait milyonları yabancıların ve -

ecnebi- patronlarının kasalarına kaydırıverirler! Bunlar, hepimizin

gözleri önünde cereyan eden ve halâ da etmekte olan sel misali -

astronomik rakamlara ulaşan- "haram yiyicilik"lerden birer örnektir

sadece; dış ticaretlerde, maden işletmeleri, orman ve diğer doğal

kaynaklardan yararlanma ortak anlaşmalarında, yol ve bina yapımı ya

da batılı emperyalistlerle komunist emperyalistlerden silah alımı

anlaşmalarında... -bu haram yiyicilik sürüp gitmektedir öylece...

Bu vurgunculuk ve haram yiyiciliklerin önünü bizim almamız

gerekir. Bütün halkın vazifesidir bu; ama din alimlerinin sorumluluk ve

vazifesi çok daha ağır ve önemlidir. Bizim bu mukaddes cihad ve ağır

sorumluluğu diğer müslüman birey -ve kesimlerden- çok daha önce ve

fazla üstlenmemiz gerekir. Sahip olduğumuz mevki ve konum, bu işte

ilk adımı bizim atmamızı gerektirmektedir. Eğer bu gün bu işleri

engelleyip millete ihanet eden iktidardaki hırsızlar, çapulcular ve haram

yiyicileri cezalandırabilecek güç ve imkanlara sahip değilsek -bile en

azından- bu güç ve imkanları elde etmeye çalışmamız gerekir. Tabi bu

arada hiç olmazsa en asgari vazifemizi yerine getirmek ve hakikatleri

Fransız petrol şirketi %6 oranda hisselere (1333'ten 1357'ye kadar, yani 24 yıl

boyunca) sahip oldular ve mevcut istatistiklere göre bu 24 yıl zarfında İran'dan

205891947800 varil ham petrol ve 10152212090000 ayak metreküp doğal gaz batı

ülkelerine çıkarıldı. Bkz.: Başlangıçtan günümüze kadar petrol: Petrol Bakanlığı

Halkla İlişkiler bür, ve: Pehlevi saltanatının zuhuru ve düşüşü. c:2, siyasî

arıştırmalar merkezi, ve: İran: İktidar serabı: Robert Gruham, terc: (farça):

Firazniya, ve: Opec Hikayesi Pier Terziyan, farç terc: A. Rıza Gufrani, ve: Petrol -

Güç ve Prensip: Mustafa Alem, farç terc: G. H. Salihyar.

Page 135: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

söylemeyi ihmal etmeyerek haram yiyicilikler ile yalan, iftira ve

karalama oyunlarını ifşa etmek durumundayız. İktidarı ele

geçirdiğimizde sadece ülkenin politikasını, iktisadını ve idaresini

düzeltmekle kalmayacak, aynı zamanda bu haram yiyicilerle yalan ve

iftira düzenleri kırbaçlayıp hakketikleri cezayı vereceğiz.

-Biliyorsunuz- Mescid-i Aksâyı kundaklayıp yaktılar. Şimdi biz

"bırakın Mescid-i Aksâ bu yarı yanmış haliyle öylece kalsın, -İsrail'in

işlediği- bu suç izini silmeyin!"(192) diye feryad ederken şah rejimi

kalkmış özel hesap açtırıyor, Mescid-i Aksâ'yı yeniden restore edip

yaptıracağız diye milletten para topluyor ve bu fırsatı da kendi cebini

doldurmak için kullanıyor ve bu arada İsrail'in suç izlerini de -

farkettirmeden- ortadan kaldırmaya çalışıyor tabi!

İslam ümmetinin yakasından düşmeyen ve işin bu raddeye varmasına

neden olan musibetler bunlardır işte. İslam alimlerinin bu meseleleri

söyleyip anlatmaları gerekmez mi? "Rabbaniyyun ve ehbar, onları -

yahudileri- günahkarca sözlerden ve haram yiyicilikten niçin

menetmiyorlar?!" Niçin haykırmıyorlar?! Bu talan, vurgun ve

çapulculuklardan niçin hiç sözetmiyorlar?!

Daha sonra "İsrailoğullarından kafır olanlar lanetlendi" ayeti geliyor

ki burada konumuza girmediğinden, üzerinde durmuyoruz.

(192)

Hş. 30 Mordad 1948'de (m: 1970'de) siyonistler müslümanların ilk kıblesi

Mescid-i Aksa'yı yaktılar. Bütün bir islam dünyasının İsrail'e karşı nefretini bir

anda kat kat artıran bu olay, şah rejiminin güdümlü basınında geçiştirilmeye

çalışıldı ve haberin, halkın İsrail'e nefretini artıracak şekilde verilmesi engellendi.

Saray bakanlığı olaydan duyduğu üzüntüyü belirten bir bildiri yayınladıysa da olaya

sebeb olan İsrail siyonizmini kınamadı. Bu arada şah, Mescid'ul Aksa'nın yeniden

tamir ve restoresi için 1 milyon riyal tahsis ettiğini açıkladı; kral Faysal'la İran

şahı, bu olayı görüşmek üzere islam ülkeleri zirve toplantısı önerisinde bulundular.

Birçok islam ülkesinde müslümanlar yoğun gösterilerle siyonist İsrail'i kınayıp

olayı protesto ederken şah rejimi İran'da İsrail'i kınayacak gösterilere izin vermedi

ve bu durum birçok yüksek düzeyde dinadamının öfkesine yolaçtı. Aynı günlerde,

Bağdat'da yayınlanan Cumhuriyet gazetesi, İmam Humeyni'nin -ra- konuşmasını

şöyle yayınlayacaktı: "İmam, müslümanları vahdet ve kenetlenmeye çağırarak

Ribat'ta düzenlenecek zirve konferansının müslüman kamuoyunun dikkatini başka

tarafa çekecek bir "emniyet supabı" rolü oynadığını ve Filistin yahudilerin işgalinde

olduğu sürece Mescid'ul Aksa'nın tamir edilmemesi gercktiğini, böylece siyonizmin

suç izinin silinmemiş olacağını vurguladı. Bu arada BM güvenlik konseyi de bu

çirkin eylemi dolaysıyla (pek sert olmayan bir dille) İsrail'i kınadı.

Page 136: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Daha sonra -rivayette- şöyle buyruluyor: "...Gerçekte Allah

Tealâ'nın onları -yahudi dinadamlarını- kınamasının nedeni, onların,

zalimlerle kötülerin fesat işlemekte olduklarını gördükleri halde buna

engel olmamalarıydı."

Yine rivayete göre, bu suskunluğun da iki nedeni vardı: 1- Çıkarcılık

ve menfaat, 2- Zillet, alçalış ve horluk; ya da hırslı ve tamahkâr

insanlardı, zalimlerden maddi çıkarlar sağlıyor ve sus payı alıyorlardı.

Veya tavşan yürekli korkak insanlardı ve zalim egemenlerden

çekiniyorlardı. Emr-i bi'1 maruf, nehy-i anil münker rivayetine bir bakın,

emr bi'1 maruf nehy-i anil münkerden kaçınmak için sürekli özür ve

bahaneler öne sürenlerin bu tutumu eleştirilmekte ve böyle "susma"lar

kınanmaktadır.(193)

Ayet-i kerimede "Allah diyor ki, insanlardan korkmayın, Benden

korkun..." buyurulmaktadır. Evet Allah Teala "onlardan korkmayın"

buyuruyor. Niçin korkuyorsunuz ki? Sizi hapse atıp sürgüne

göndermekten, veya öldürmekten başka ne yapabilirler? Bizim

evliyamız -velilerimiz- islam uğrunda can verdiler, siz de bu gibi şeylere

hazırlamalısınız kendinizi... Sonra da ayette şöyle buyrulmaktadır:

"Müminler -kadın ve erkek- birbirlerinin velisidirler; birbirlerine marufu

emreder, münkerden nehyederler, namaz kılarlar, zekat verirler, Allah'a

ve Resulüne itaat ederler... "(Tevbe/71)

-Ve rivayet şöyle sürmekte:- Emr-i bi 1 maruf ve nehy-i anil münker

vazifesi iyi bir şekilde yerine getirilirse farzlar mutlaka uygulanacaktır.

"İyiliği emr ve kötülükten men" aslı uygulanacak olursa zalimlerle

yardakçıları halkın malını - mülkünü alıp kendi keyiflerine göre

harcayamazlar, halkın vergilerini telef edemezler. Emri bi'1 maruf ve

nehy-i anil münker islama davet eder, mezalimi reddeder, zalime karşı

çıkar."

"İyiliğe emr, kötülükten men" farzının genel sebebi bunlardır. İyiliğe

emr, kötülükten men olayını bizler dar bir çerçeve içinde algılamışız;

yapılması veya yapılmamasının zararının doğrudan doğruya ve sadece

bireye yönelik olduğu durumlarla sınırlamışız... Meselâ zihnimize

yerleştirilen şey, "münkerat"ın günlük hayatta karşılaştığımız günübirlik

(193)

Füruu Kafı, c:5. s:55-60, cihad kitabı, emri bil maruf babı, 1-2-5 ve 11.

hadisler, ve: Vesailusşia c: s: 393 ve sonrası ve emri bilmaruf.. kitabı 1 ve 3.

bablar.

Page 137: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

şeylerden ibaret olduğu şeklindedir. Mesela otobüste oturduğumuz

sırada bir müzik çalınıveriyorsa, veya mesela falan kahvede ters bir iş

yapılıyorsa, ya da çarşının ortasında birisi orucunu yerse münkerât vuku

bulmuş oluyor ve bunun engellenip menedilmesi gerekir -diyoruz- ama

o büyük çaptaki münkerata dikkat etmiyoruz hiç; asıl, islamın

haysiyetiyle oynayan, zayıflarla düşkünlerin haklarını çiğneyen o malum

güruha nehy-i anil münkerde bulunmak ve kötülükten menetmek

gerekir. Ters bir iş yaptıkları veya bir canilikte bulunduklarında

zalimlere karşı topyekün bir itiraz olursa; "şu uygunsuz işi yapmayın!"

diye bütün islam beldelerinden birkaçbin telgraf yağdırılırsa kesinlikle

çekinir ve -o işten- vazgeçerler. İslam'ın onur ve haysiyetine veya

halkın maslahatına ters düşecek bir şey yaptıkları veya bu cihette bir söz

safrettikleri zaman dört bir yandaki müslümanlardan, ülkenin bütün

şehir, köy ve kasabalarından protestolar yağıp tepkiler gösterilecek

olursa hemen geri adım atarlar. Atmamazlık edebilirler mi

sanıyorsunuz? Aslâ! Ben onları çok iyi tanıyorum, neyin nesi

olduklarını çok iyi bilirim ben onların! Çok da korkaktırlar! Çok çabuk

gerileyiverirler. Ama bizim kendilerinden daha pısırık olduğumuzu

görürlerse cevelan etmeye, gürlemeye başlarlar.

Alimlerin birlik içinde olduğu, biraraya gelip toplandığı ve diğer

şehirlerden de halkın onlara destek verdiği, çeşitli -kasaba ve

şehirlerden- heyetlerin gelip konuşmalar yaptığı o hadisede(194)rejimin

nasıl gerilediğini gördünüz, o kanun tasarısını geri çekip iptal ettiler.

Daha sonra bizleri tedricen soğutup gevşettikten, biribirimizden

ayırdıktan ve herbirimiz için sözde "şer'î vazifeler(!)" belirledikten sonra

aramızda başgösteren söz ayrılığı ve elbirliğimizin olmaması onlara

cür'et vermiş oldu, küstahlaştılar; şimdi müslümanlara ve -şu- islam

ülkesine dilediklerini yapabiliyorlar işte!

(194)

16 mehr 1341 (1963' te) şah rejimi tatrafından onaylanan Eyalet ve

Vilayet Encümenleri vasa tasarısına işaret ediliyor. Bu kararda seçmen ve adaylar

için "müslüman" ibaresi kaldırılması ve "Kur'an'a" yemin yerine "semâvi kitaba

yemin" ibaresi konulmuştu. Bu layiha önce İmam, sonra da bütün taklid

merciilerince reddedildi. İmam'ın -r- bildirisi üzerine halkın seri tepkisine şahid

olan rejim, aynı yılın 17 Azer'inde (Aralık) Eyalet ve Vilayet Encümenleri yasa

tasarısını iptal ettiğini açıklamak zorunda kaldı. Bkz. Berresi ve Tahlili ez Nehyet -i

İmam Humeyni -ks- s: 1-31-216.

Page 138: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

-İmam'ın hutbesinde de belirtildiği gibi- iyiliğe emredip kötülükten

menetme prensibi; islama çağırmak, zulmü reddetmek ve zalime karşı

koymak gibi önemli işler içindir. -Eksik tartan bir bakkal veya

baharatçı -bu gibi- yanlış bir şey yapmakla islama değil, kendisine zarar

vermiş olur. Asıl, şu islama zarar verenlere emr-i bil mâruf, nehy-i anil

münkerde bulunmak gerekir; çeşitli yollarla halkın varını - yoğunu

yağmalayanları -baştaki vurguncuları- men ve nehyetmek gerekir asıl!

Bu gibi mevzular bazen gazetelerde bile geçiyor; ama bazen mizah

yollu söyleniyor, bazen de ciddi; -mesela- sel felaketine uğrayanlar veya

depremzedeler için topladıkları bağış ve yardımları kendilerinin yediği

yazılıyor... Melayir şehrindeki bir alim, "böyle bir felaket hadisesinde

canını kaybedenler için bir kamyon kefen götürmüştük, ama görevliler

halka ulaştırmamızı engellemeye çalıştılar, bunları bile yemek

istiyorlardı!!" diyor... Emr-i bil maruf nehy-i anil münker böyleleri için

daha gereklidir.

Şimdi sorarım size, hz. Emir'in -s- bu hadiste buyurmuş oldukları, o

sırada etrafında oturup o hazreti dinlemekte olan kendi ashabı için

miydi?! "İbret alın ey insanlar!" hitabı bize yönelik değil midir sahi?!

Biz de "insan" değil miyiz? Bu hitaptan bizim de ibret almamız

gerekmez mi?

Bahsimin başında da belirttiğim gibi bu hitap belli bir kesim veya

belli bir cemaat için değildir, bilakis her yönetici, her emîr, her vezir,

her yetkili, her salih için; bütün dünya bütün insanlar ve yaşamakta olan

her birey, herkes için o hazretin belirleyip iblağ etmiş olduğu bir tebliğ

ve genelge hükmündedir. O hazretin bu tür tebliğ ve genelgeleri

Kur'an’la omuzdaştır, tıpkı Kuı'an gibi kıyamet gününe kadar itaati

farzdır. İstidlal olan, yahudi ulemasını kınandığı mezbur ayet, her ne

kadar "Rubbaniyyun"la "Ehbar"a yönelikse de gerçekte hekese yönelik

olan genel bir hitab vardıı- burada. Yahudi dinadamları seslerini çıkarıp

haykırmak, itiraz edip meseleleri anlatmak suretiyle bir şeyler yapabilip

zulmü durdurabilecekleri halde sırf dünyaya olan düşkünlükleri veya

korkaklıkları yüzünden zalimlerin karşısında sustukları için nasıl Allah'u

Taalâ tarafindan kınanıp azarlanıyorlarsa; zalimlere karşı kıyam

etmeyip sessiz kalnıaları halinde islam alimleri de aynı şekilde tekdire

uğrayacak ve Allah 'Tealâ tarafindan dışlanıp kınanacaklardır.

Böylece bütün insanlara yönelik bu hitaptan sonra islam alimlerine

hitaben şöyle buyurmaktadır:

Page 139: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

"Sizin toplumda saygın ve özel bir yeriniz var; islam toplumu size

saygı gösterip hürmette bulunmaktadır. Toplumda gödüğünüz bu izzet

ve saygınlığın nedeni; halkın sizden zalimler karşısında haktan ve

haklıdan yana çıkarak kıyam etmenizi ve zulme uğrayanların haklarını

zalimlerden almanızı beklemesidir. Halk kıyam edip zalimlerin zulmüne

son vereceksiniz diye size bel bağlamış durumdadır."

"Siz prestij ve iyi bir sosyal konum elde ettiniz, ama makama

ulaştığınızda bu makamın hakkınt veremediniz."

Babanız için bir hadise olur veya Allah göstermesin, biri sizin

babanıza saygısızlıkta bulunacak olsa rahatsız olursunuz, bağırır,

haykırırsınız. Ama gözlerinizin önünde Allah'ın ahdleri çiğneniyorken,

islama saygısızlık ediliyorken sesinizi bile çıkarmıyorsunuz.Hatta kalben

dahi olsun, üzülmüyorsunuz... Üzülseydiniz sesiniz çıkar, itiraz

ederdiniz zaten!..."

"Körler, dilsizler ve düşkünler ezilip gitmede ve kimsenin onları

düşündüğü yok! Yalınayak ve yoksul zavallt halkr düşünen yok!.."

Radyolarda kopardıkları onca yaygaranın doğru mu olduğunu

sanıyorsunuz? Kendiniz gidip yakından görün, halkın nasıl -perişan-

yaşadığını bizzat müşahede edin. 100-200 köyden birinde bir sağlık

ocağı yoktur! Zavalılar ve aç yoksullar için kimse bir şey düşünmüş

değildir! İslamın fakirlere ve yoksullar için öngördüğü programın

gerçekleşmesine de fırsat vermiyorlar. Islam fakirlerin sorununu

halletmiş ve bunu programının I . ilkesi edinmiştir: "...devlet gelirleri ve

vergiler yoksullar içindir!.."(195) İslam, her şeyden önce fakirlerle

yoksulların işlerinin yoluna konulması ve herkesten önce onların

düşünülmesi gerektiğini öngörmüştür. Ama bunun gerçekleştirilmesine

izin vemiyorlar işte!..

Zavallı millet fakirlik ve açlık içinde yaşıyorken İran'daki yöneticiler

her gün halktan topladıkları onca vergiyi kendi keyflerine harcıyorlar!..

İsrail ordusuyla yardakçılarının gelip bizim memleketimizde askeri

eğitim görmesi için -şah- fantom uçakları alıyor! Bugün müslümanlarla

savaş halinde olan İsrail -ki onu destekleyenler de müslıimanlara savaş

açmışlar demektir- bizim memleketimizde öyle destek bulmuş ve

iktidardaki güç tarafından öylesine himaye edilir olmuştur ki, İsrailli

subaylar, askeri eğitim için bizim ülkemize gelmektedirler!! Bizim

(195)

Tevbe/60

Page 140: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

memleketimiz onların üssü olmuş yani!!. Piyasamız da onların elinde

zaten... Eğer bu minval üzere gider ve müslümanlar da bu

gevşekliklerini sürdürürlerse İsrail, müslümanların piyasasını

mahvedecektir.

"... Siz makam ve konumunuzu - islam ve mazlumlar için -

kullanmıyor , hiç bir şey yapmıyorsunuz. Şer'i vasifesine amel etmekte

olan kimseye de yardımcı olmuyorsunuz.

"Zalimin sizi desteklemesine, size saygı göstermesine güveniyor,

bununla avunuyorsunuz, meselâ size "...çok saygıdeğer büyük şeyh

hazretleri" demesi hoşunuza gidiyor. Milletin başına neler geldiği,

hükümetin neler yaptığı ise umurunuzda bile değil!"

İmam -s- "benim hakkımı gaspettiler, siz kıyam etmediniz" veya

"İmamların -s- hakkını alıyorlardı da siz sesinizi bile çıkarmıyordunuz!"

diyebilirdi, ama "ulema-i billah" demektedir ki bu da "rabbaniyyun" la

önderlerden ibarettir; yoksa, maksat "irfan ve felsefe ehli" değildir.

"Âlim-i billah" Allah 'ın hükümlerine âlim olan ve ilahi hükümleri bilen

kimseye denir. Ruhaniyet ve Allah Teala' ya teslimiyet halinin kendisine

egemen olduğu böyle insanlara "ruhani "ve "rabbani" denir.

"Eğer siz dürüst insanlar olup bu işe girişseydiniz işlerin size

geldiğini ve sizden başladığını, emri sizin verdiğinizi ve size müracaat

edildiğini görürdünüz. İslamın istediği devlet kurulmuş olsaydı bugün

dünyadaki mevcut devletler onun karşısında duramaz, teslim olurlardı.

Ancak, böyle bir devletin kurulmâsı hususunda maalesef ihmalkarlık

gösterilmiştir. Sadr-ı islam dönemindeki muhalifler engellediler -bu

devletin- kurulmasını; iktidarın, Allah ve Resulünun -sav- razı olduğu

kimsenin elinde olmasına onlar engel oldular, yoksa iş buraya

varmazdı, -bu kadar bozulmazdı- ."

"Siz vazifenizi yerine getirmeyip devlet ve yönetim işini bırakınca,

zalimlere bu makamı işgal edebilme imkanı ve ortamı doğmuş oldu.

Şeriate dayalı bir devletin onların eline düşmesine ve insanların zan ve

şüphe üzerine kurulu bir düzen tarafından yönetilmesine ve baştakilerin

keyfi bir yönetim tutturup şehvetlerini tatminden başka şey

düşünmemesine sebep oldunuz. Onların yönetimi ele geçirebilmelerinin

tek nedeni, sizin ölümden korkarak kaçmanız ve dünyanın sizden

kaçmakta olan yaşamına gönül verip bel bağlamanız oldu. Siz bu

tavrınızla yoksul ve zayıf kitleyi zalimlerin pençesine düşürdünüz; öyle

ki kimi insanlar köle gibi ezildi; kimileri gece gündüz bir lokma ekmek

Page 141: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

için çırpınır oldu... Baştakilerse keyfi yönetimlerinde ve sorumsuzca

iğrenç emellerinin peşinde..."

Bütün bu durumlar bizim zamanımıza da tıpatıp uyuyor! Hatta

hazretin buyurmuş olduğu o dönemlerden daha fazla uymada bizim

çağımıza!

O dönemlerde minberdeki bazı hatipler zalimleri övüyordu; şimdi

radyolar var, hergün bağıra bağıra islam karşıtı ve onların lehine

propogandalar yapıyor, islam hükümlerini, olduğunun tam tersi şekilde

gösteriyorlar.

-Yine hutbede geçtiği üzere- bugün de islam beldeleri zalimler için

hazır ve amâde hale getirilmiştir ve çıkıp da karşılarına dikilecek

kimsede de yoktur.

-Rivayetin geriye kalan kısmını da incelerseniz- rivayetin baştan sona

ulemayla ilgili olduğunu görürsünüz. "Alim-i billah"tan maksadın Ehl-i

Beyt imamları -s- olduğunu gösterecek hiçbir belirti de mevcut değildir;

"ulemâ-i billah" ve "Rabbani", islam ulemâsıdır! "Rabbani", Allah'a

inanan, Allah'ın hükümlerini bilen ve Allah'ın helaliyle haramı

hususunda "emin ve güvenilir" olan kimseye denilir.

Ribayette " işlerin mecra ve icrası ulemanın elindedir" derken bunun

birkaç yıllığa mahsus olduğu, veya meselâ sadece Medine ahalısine has

olduğu gibi bir anlam kastedilmemektedir. Bizzat bu rivayet ve

hutbeden de açıkça anlaşılmaktadır ki Hz. Emir'in -s- maksadı çokdaha

geniş ve geneldir; maksat büyük -islam- ümmettir, haktan yana tavır

koyup kıyam etmesi istenmektedir bu ümmetin.

Allah'ın helal ve haramları hususunda " emin"ler olan alimler; daha

önce belirttiğim "ilim" ve "adalet" sıfatlarıyla da muttasıf olup Allah'ın

hükümleri ve islamla ilgili işler onların eliyle cereyan etseydi insanlar

artık hiçbir zaman aç ve zavallı kalmaz, islam hükümleri terkedilmezdi.

Bu rivayet-i şerife, bahsimizi onaylayıcı niteliktedir, senedi zayıf

olmasaydı delillerden sayıldığı da söylenebilirdi(196) bizzat rivayetin

mazmunu, -bu rivayetin- masum imamın -s- ağzından çıktığını ve sâdık

bir mazmun olduğunu göstermektedir zaten.

Böylece "velayet-i fakih" mevzuunu tamamlamış bulunuyoruz, bu

konuda tekrar konuşacak değiliz artık. Meselenin teferruatı -füruu

(196)

Tuheful Ukul 'un yazarı bu rivayeti naklederken belgelerini kaydetmemiş, bu da, rivavetin mürsel ve zayıf sayılmasına sebep olmuştur.

Page 142: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

konusunda, yani mesela zekatın nasıl olacağı ve hadlerin nasıl

uygulanacağı gibi mevzulara girilmesine de hiç gerek yok. Biz

meselenin aslı ve usulü olan velayet-i fakih, yani islam devleti

mevzuunu ele aldık burada. Bu sohbetimde, Hz. Resulü Ekrem -sav- ve

Ehl-i Beyfin masum imamları -s- için geçerli olan "velayet"in fakih için

de geçerli olduğunu arzettim, bu konuda zerrece şüphe yoktur. Bazı

istisnâi haller olabilir ki, biz de onları bu mesele dışında tutuyoruz

zaten.

Daha önce de belirttiğim gibi velayet-i fakih mevzuu ilk kez bizim gündeme

getirdiğimiz yeni bir mevzu değildir; bilâkis, ötedenberi

varolagelen konulardandır. -Meselâ- Merhum Mirza Şirâzi'nin tütünü

haram edip yasaklama konusundaki hüküm ve fetvası (197)devlet ve

yönetimle ilgili bir hüküm ve fetva oladuğundan, diğer fakihleri de

bağlıyordu ve onların da bu hükme uyması farzdı. Nitekim birkaç

istisna dışında, İran'daki büyük âlimlerin tamamı bu fetvaya udular. (198) Bu

hüküm, birkaç kişinin belli bir mevzudaki anlaşmazlığını çözmek

için verilmiş bir yargı fetvası değildi ki merhum Mirza Şirâzi kendi

teşhisiyle yargıda bulunup karar vermiş olsun! Müslümanların maslahatı

ve "sânevî hüküm"(199) verilmiş yönetim ve devlet boyutlu bir fetvadır

(197)

Mirza- veya Muhammed- Hasan bin Muhammed Huseyni Şirazi (1230

1312 hk) çağının en ileri usııl fakihi ve şia bilgini. Tahsiline Şiraz'la İsfahan'da

başladı, Necefte Şeyh Ensari'den 22 yıl fıkıh ve usul dersi aldı, onun ölümünden

sonra şia dünyasının en büyük mercii seçildi. Onun vefat yılında vuku bulan ve

milyonlarca İranlının bir günde sigara ve nargileyi bırakmasın ve sonrada İngiliz

şirketiyle imzalanan tütün anlaşmasının feshedilmesine yol açan meşhur Tonbaki

fetvası onu dini karizma ve siyasi nüfuzunu gösteren en güzel örnektir. Mirza

Huseyni Nuri, Aga Rıza Hemdani, Şeyh Fazlullah Nuri ve Mirza Habibullah

Horasani hep onun öğrencileridir. Önemli bazı eseleri şunlardır: Risale der Rıza, Emr

ve Neyh, Taharet ve Abdest üzerine.

(198) İranlıların Uyanış Tarihi: Naz.mi İslam-i Kirmani c:l s: 14 ve: Yahya'nın

hayatı: Devletabadi c:l s: 109 ve: Tönbeki yasağı: İbrahim Timuri s: 119 ve:

İran'da Tütünün Haram Olması:Nıccı R. Caddy, farsç terc: Şahroh Kaymakami

s:118.

(199) Şer'i hükümleri ilgilendiren bütün durum ve ünvanlara denilir ve iki

şekilde olur: 1- Herhangi bir kayıt ve şarta bağlanmayan genel geçer durumlar için

şeriatın verdiği hüküm ve sınırlara "ahkam-ı evveliye" denir 2- Belli bazı şartlar

veya istisnâen oluşabilecek zorunluklarda (zaruret, ikrah, çaresizlik, fesada

kapılmayla yüzyüze gelme... vb. gibi) verilen hükümse " sânevi hüküm"dür. Mesela

murdar -ölü hayvan eti- yemek hükm-ü eveli olarak haramdır. Ama birisi mecbur

Page 143: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

bu. Gerekçe varolduğu sürece bu fetva geçerliydi, gerekçenin ortadan

kalkmasıyla birlikte bu hüküm ve fetva da kaldırılmış oldu.

Aynı şekilde, Merhum Mirza Muhammed Taki Şirâzi'nin (200) verdiği

cihad hükmü -ki ismi müdafaa ve savunmaydı- ve bu hükme bütün

ulemanın itaat etmesinin nedeni bunun, "islâmî devlet ve yönetimle ilgili

bir hüküm ve fetva" olmasıydı.

Nakledildiğine göre Merhum Kâşiful Gıtâ da(201)bu mevzuların

çoğunu belirtmiştir. Arzettiğim gibi, Merhum Neraki, Hz. Resulullah'ın

-sav- bütün şer'i vazife ve yetkilerinn fakihler için de geçerli olduğunu

vurgulamaktadır. Merhum Nâiynî de "Ömer bin Hanzala" makbulesine

istinaden aynı sonuca varmıştır. (202) Kısacası, bu meselenin yeniliği

yoktur, biz sadece biraz daha etraflıca ele almış olduk; devlet ve

yönetim mevzununu inceleyerek beylere -konuşmayı dinleyen yüksek

din bilimleri öğrencilerine- sunduk ki mesele biraz daha aydınlığa

kavuşmuş olsun. Allah Tealâ'nın kitab'ı ve Resulünün -sav- lisanındaki

emirlerine itaat ederek günümüzde ihtiyaç duyulan bazt konuları da

beyan ettik, yoksa mesele -bizden önce de- birçoklarının anlamış

olduğu üzeredir.

kalırsa, açlıktan ölmeyecek kadar viyebilir. Veya mesela tütünün alım satımı ve

kullanımı 1. hüküm açısından helal ve câizken; müslümanların zararına, fesada ve

kâfırlerin müslümanlara tahakküm ve galebesine yolaçması halinde bu câizl ik

hükmü kalkar ve haram olur. (200)

Mirza Muhammed Taki bin Muhibbi Ali Şirazi Hayri (-?- 1338 hk):

Mukaddimeyi bitirdikten sonra tahsiline devam etmek için Samıra'ya gitti ve Mima

Şirazii Bozorg (Büyük Mirza) 'nın derslerine girdi, kısa sürede onun en iyi öğrencisi

oldu. Mirza'dan sonra'da taklid mercii makamına ulaştı ve Seyyid Muhammed

Kâzım Yezdi'den sonra da şia dünyasının taklid mercii ve en üst düzey âlimi oldu.

Meşhur fetvasını vererek Irak'ta cihad ilanında bulunup, bu ülkeye pençesine

geçirmiş bulunan İngilizlere karşı müslümanları savaşa çağırdı. Değerli ilmi

eserlerinden bazısı şunlardır: İlm-i Usulde Risalet, Mekasıb'a haşiye ve Ehl-i Beyt'i

-s- öven ve onlara ağıt mazmunlu farsça şiirler.

(201) Cafer bin Hızır bin Yahya Necefi ( -?- 1227 veva 1228 ): Şeyh Cafer Kaşıf’ul

Gıtâ olarak meşhurdur. Üstadı olan Allame Bahrelulum 'un rıhletinden sonra

(hk.1212) Şia dünyasının başkanlığını üstlendi. Fıkıhta mutedil; delil ve mantıkta

güçlü oluşuyla tanınmıştır. Çok güzel şiirleri de vardır Bazı eserleri şunlardır:

Keşful Gıta, Şerh-i Kavaid-i Allame, kitab-ı Taharet, Ğayet'ul Ma'mul fı

İlm'el Usul, Muhteser-ı Keşful Gıtâ'ul Hakkuk Mubin fı Tasrib'el Müctehidin ve:

Teharet'ul Ahbariyyin.

(202) Minyetuttalib fı Haşiyetul Mekasib c:2 s: 327,

Page 144: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Biz burada meselenin esasını ve özünü ele almaya çalıştık; bugünkü

ve gelecek neslin bu meseleyi detaylarıyla tartışıp üzerinde etraflıca kafa

yorması ve -iktidarı- ele geçirmenin yollarını düşünüp araştırması

gerekir. Gevşeklik, tembellik, ihmalkarlık ve ümitsizliği-kendilerinden

uzaklaştırmalıdırlar. Nasıl kurulacağı ve teferruatla ilgili diğer mevzuları

meşveret ve fikir alışverişiyle belirlemeli, islam devletiyle ilgili işleri

emin ve güvenilir uzmanlara, inançlı bilge ve akıl sahiplerine bırakmalı;

hainin elini devletten, vatandan ve müslümanların beytulmalından

kesmeli ve gerçek kudret sahibi Allah Teâlâ’nın onlarla birlikte

bulunduğundan emin olmalıdırlar.

Page 145: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

5. BÖLÜM

İSLAM DEVLETİ KURMAK

İÇİN GEREKLİ MÜCADELE

PROGRAMI

Page 146: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

İslam Devleti Kurmak İçin Gerekli Mücadele Programı

Bizler, islam devletinin kurulması için ciddiyet ve çaba sarfetmekle

mükkellefiz. Bu yolda yapacağımız ilk çalışma, tebliğat ve propaganda

olmalıdır. Tebliğat yoluyla başlamamız ve ilerlememiz gerekir.

Dünyanın her yerinde ve daima böyle olmuştur bu. Önce birkaç kişi

oturup belli bir mevzu etrafında düşünür, karar verir ve ardından

tebliğat ve propagandaya başlarlar. Hemfıkirler yavaş yavaş artmaya

başlar ve derken ya belli bir güç halinde büyük bir devlete sızmak veya

ona karşı mücadele edip savaşmak suretiyle o devleti yıkarlar. Meselâ

Muhammed Ali Mirzâi'yi(203) ortadan kaldırmış ve meşrutiyet

yönetimini kurmuşlardır. Hiçbir zaman daha işin başındayken ordu ve

kaydadeğer bir kuwet varolmuş değildir; hep propagandayla ilerlenmiş,

sadece propagandayla gidilmiştir. Zorbalıklar ve zulümler kınanıp

protesto edilmiş, millet bilinçlendirilmiş ve bu zorbalık ve zulümlerin

yanlış olduğu -ve yapılmaması, engellenmesi gerektiği- yolunda

(203)

Muhammedali şah (hk 1289-1304): Kacar şahı Muzaffereddin'le Mirza Taki Han

Emir Kebir'in büyük kızı Taculmüluk'un oğludur. Onun zamanında İran meclisini topa

tuttular, milletvekillerinin kimi öldü, kimi yaralandı; sağ kalanların çoğu da ya hapse,

ya sürgüne gönderildi. Bu olaydan 1 yıl sonra tahttan indirildi, 16 yıl çeşitli ülkelerde

sefahat içinde yaşadıktan sonra İtalya'da öldü.

Page 147: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

bilginlendirilmiştir; derken propagandanın boyutları giderek, artıp

toplumun bütün kesimlerini sarmış, halk uyanıp harekete geçmeye

başlamış ve neticeye ulaşılmıştır.

Evet, sizin şimdi ne ordunuz var, ne de -yönetimi kendi elinizde

olan- bir ülkeniz; ama propaganda imkanınız var... Düşman bütün

propaganda araçlarını elinizden alabilmiş değildir. İbâdetle ilgili

meseleleri elbette ki halka anlatıp öğretmeniz gerekir, ama -bugün- 1.

derecede önemli olan, islamın siyasi meseleleridir, islamın hukuki ve

iktisadi meseleleridir. İşin ekseni bunlardır ve bunlar olmalıdır.

Vazifemiz, hakka dayalı bir islam devletinin temellerini atabilmek için

şimdiden çalışmaya başlayıp çaba göstermektir; tebliğ ve propagandada

bulunup eğitmek, hemfıkirler yetiştirmek, büyük bir fıkri ve

propaganda dalgası yaratmaktır; böylece sosyal bir akım oluşabilecek,

bilinçli ve sorumluluk sahibi dindar kitleler islami hareket etrafında

toplanarak kıyamedip islam devletini kurabileceklerdir.

Propagandayla -tebliğat- eğitim ve yetiştirme -tâlimat- iki önemli ve

esas çalışmadır. İslam devletinin kurulup toplumda islam hükümlerinin

uygulanmasına müsait bir ortam oluşması için fakihler, islam

inançlarının, hüküm ve sistemlerinin (sosyal, idari, mülkî, askerî,

iktisadi, kültürel vb. çeşitli yapılanma şekillerini -çev-) tebliğ ve

propagandasını yapıp halkı yetiştirmekle yükümlüdürler. Rivayette de

gördünüz; Hz. Resul-ü Ekrem'in -sav- varisleri, yani fakihlerin

özellikleri anlatılırken "insanlara dini öğretir, talim ettirirler" ibaresi

geçmektedir. Bilhassa sömürü politikaları ve maddecilerin islam

gerçeklerini saptırma ve müslümanları şaşırtıp yanlışa düşürme siyaseti

izledikleri günümüz şartlarında gereklidir bu. Bu şartlarda tebliğat ve

öğretip yetiştirme hususundaki sorumluluğumuz her zamankinden

fazladır. Bugün yahudilerin -hazalekumullah-(204) Kur'an'a müdahele ettiklerini

görmekteyiz, işgal ettikleri bölgelerdeki Kur'an'larda bazı değişiklikler

yapmışlar! Biz bu tür ihanet ve haince müdaheleleri

önlemekle görevliyiz. Yahudilerle onların ecnebi destekçilerinin islamın

aslı ve esasıyla düşman oldukları ve bütün dünyaya hükmedecek bir

yahudi devleti kurmak istediklerini halka anlatmak, müslümanları

bundan haberdar etmek için haykırmak gerekir. Pek zararlı, şerli ve faal

bir cemaat oldukları için, neuzubillah -Allah göstermesin- birgün

(204)

"Allah onları hor ve hakir (zelil) kıldı."

Page 148: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

emellerine ulaşmalanndan ve içimizden bazılarının ihmalkârlık ve

gevşekliği neticesinde günün birinde yahudinin başımıza geçip bizi

yönetmesinden korkarım! Allah o günü göstermesin! Diğer taraftan

sömürü kuruluşlarının propaganda araçlığını yapan bir grup müsteşrik

de -şarkiyatçı- islamın hakikatlerini tersyüz edip bozmak için faaliyete

geçmiş durumdadır. Sömürü misyonerleri -islama karşı- yoğun bir

çalışma temposu içindedirler; bütün islam beldelerinde zehirli

propagandalarıyla gençlerimizi bizden ayırmaktadırlar. Yahudi veya

hırıstıyanlaştırıyor değiller; dinsizleştiriyorlar, ahlâklarını bozuyorlar,

laubalilik ve sorumsuzluk aşılıyorlar ki bu da sömürücüler için yeter

zaten! Tahran'ımızda kilise, siyonizam (205) ve Bahailik'in(206) zehirli

(205)

‘Siyonizm’, bütün dünyaya egemen bir yahudi devleti kurmayı amaçlayan çok

tutucu ve ırkçı bir ekolün adıdır. İsmini, hz. Davud'un -s- mezarının bulunduğu "Siyon"

dağından almıştır. Siyonizm. Avrupa ülkelerindeki yahudi düşmanlığının doğurduğıı aşırı

tepkilerden biridir. Bu hareketin öncüsü Teodor Hertzel adlı bir Macar yahudisidir. Bu

adam ilk dünya siyonizm kongresini İsveç'te başlattı. Wıezmen (Vayzmen) adlı bir

yahudi (ki daha sonraları ilk İsrail cumhurbaşkanı olacaktı) bu kogreye katılan üyeleri

Flistin'i yahudilerin vatanı olarak kabul etmeleri ve bütün yahudilerin bu topraklara

yerleştirilmesini sağlamaları hususunda ikna etti. Balfour deklerasyonu ve İngiltere'nin

yahudilerin Filistin'e göçmesini kabul edişinin ardından siyonistler dünyanın dört bir

yanındaki yahudileri Filistin'e göçmeye teşvik ettiler ve Amerika'nın rıâli yardımlarıyla

Filistin araplarının ev ve arazilerini hızla satınalmaya başladılar. Siyonist teşkilatın mali

gücü, bugün dünyanın en büyük kartellerinin mali gücüne denktir. Siyonizm teşkilatının

merkezi bugün ABD'dir ve 60 ülkedeki siyonist kuruluş, grup ve cemiyetler bu

merkezden yönetilmektedir. Siyonizm uluslararası 28 ana teşkilat 281 milli yahudi örgütü

ve 251 mahalli federasyondan müteşekkildir; Çok sayıda danışma kuruluşları, para fonları

ve daha birçok siyasi ve iktisadi imkanları olan bu kuruluşun dünyanın çeşitli ülkelerinde

faaliyet gösteren gizli istikbarat ve casusluk teşkilatları bulunmaktadır. Dünya medya ve

iletişim organizelerinin çoğu bu teşkilatlarca yönlendirilmektedir. Siyonistlerin sahip

olduğu gazete, dergi... vb yayın organlarının sayısı 2036'yı aşmaktadır; bu gazetelerin en

tanınmışlarından biri de Nevyork- Times'dir.

(206) Hicri kameri 1260'da Seyyid Ali Muhammed adlı biri kendisini "İmam'ın

babı" ve onunla ilişki vasıtası olarak tanımlayıp çok geçmeden Mehdilik iddiasına

kalkışmıştı. Ali Muhammed Bab, tutuklanıp öldürüldüyse de ona uyanlar arasında

"Subh-u Ezel" ve "Bahâ"adlı iki kardeş, onun vekilliği iddiasına girişti Sobh-e Ezel 'i

izleyenler "Bâbi" veya "Ezeli" ; Bahaullah'ı izleyenler de "Bahâi" adını aldılar.

Osmanlı Devleti Bahaullah'la izleyicilerini Filistin'deki Ukka bölgesine; Ezel ve

adamlarını da Kıbrıs'a sürdü. Sapık Bahâi fırkası, İngilizlerin de desteğiyle

Filistin'de yoğun çalışmalara başladı ve daha sonra işgalci İsrail devleti de bu

Page 149: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

propagandalarını yapan merkezler kurulmuş durumdadır; bunlar

insanlarımızı yoldan çıkarmakta, islam din ve ahkamından

uzaklaştırmaktadırlar. İslama zarar veren bu merkezleri ortadan

kaldırmak bizim vazifemiz değil midir? Sadece Necefi bulunduruyor

olmamız bize yeter mi yani? Kaldı ki, o bile bizim elimizde değil!

Kum'da oturup yaslara mı gömülmemiz gerekir, yoksa tam tersine,

dipdiri ve faal insanlar olmamız mı icabeder?

Dinî ilmiye medreselerinin genç nesli olan sizler dipdiri olmalı ve

Allah'ın emir ve direktiflerini canlı tutmalısınız. Sizler genç nesilsiniz,

düşüncelerinizi geliştirip olgunlaştırın Bilimlerin teferruatlarıyla ilgili

ayrıntılar etrafında dönüp duran düşünceleri bir kenara bırakın; çünkü

bu kılı kırk yarmalar ve ayrıntılar birçoğumuzu asıl sorumluluklarımız

ve ağır vazifelerimizi yerine getirmekten alıkoymuş, uzaklaştırmıştır. -

Bu teferruatlarla uğraşmayı bırakın- islamın imdadına yetişin,

müslümanları tehlikeden kurtarın. İslamı ortadan kaldırıyorlar; islam

ahkâmı adına, Hz. Resul-ü Ekrem -sav- adına -bu isimler ve

görünüşleri kullanarak- islamı yok etmekteler işte. Yerlisi ve

yabancısıyla; ister sömürüye doğrudan uşaklık edenler, ister onların

yerli uşaklarınca görevlendirilenler olsun, çeşit çeşit misyonerler İran'ın

bütün köylerine ve kasabalarına kadar gitmişler, çocuklarımızla

gençlerimizi, islamın işine yarayabilecek olan genç neslimizi

saptırıyorlar, yoldan çıkarıyorlar. Onların feryadına yetişin!

Fıkıhtan ne öğrendiyseniz halka yaymak ve öğrendiklerinizi onlara

öğretip anlatmakla mükellef ve sorumlusunuz siz. İlim ehli ve fakih

olanlar hakkında ahbarda geçen onca övgünün (207)nedeni, islamın

hüküm, akaid ve nizamlarını halka tanıtmaları ve Hz. Resulullah'ın - sav-

sünnetini insanlara öğretmeleridir. Sizler islamın tanıtılması ve

yayılması için elinizden geldiğince tebliğ etmeli, öğretip eğitmelisiniz.

Bizler, islam hakkında meydana getirilen şüphe ve iphamları

silmekler mükellefız. Bu şüphe ve karanlık noktaları zihinlerden silip

uzaklaştırmadığımız sürece hiçbirşey yapmamız mümkün olmayacaktır.

Birkaç asır boyunca islam hakkında zihinlerde yaratılan, hatta kendi

fırkaya destekçi oldu. İran şahı döneminde Bahâiler, Pehlevi rejimi tarafından yoğun destek gördüler; İran'ın dış politikasında ve siyonizmin İran'daki çıkarlarının temininde en etkili rolü Bahailer oynamıştır.

(207) Bkz. Usulü Kâfı c:l s:37-48, fazlulilim kitabı, ilimin ve alimin özellikleri

bâbı.

Page 150: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

tahsillilerimize aşılanmaya başlanan bu şüphe ve zanları bertaraf etme

ve islamın dünya görüşü ve önerdiği sosyal sistemleri tanıtma

hususunda çalışmalı, bunu gelecek nesle de yaptırmalı, hatta onlara da,

kendilerinden sonraki nesle aynı şeyi tenbihlemelerini söylemeliyiz.

İslam devlet ve düzenini halka tanıtsınlar ki halk, islamın ne olduğunu,

islam kanunlarının nasıl olduğunu bilsin... Bugün Kum, Meşhed ve

diğer yerlerdeki dinî ilmiye medreseleri islamı insanlara anlatmak ve bu

okulu tanıtmakla muvazzaftırlar. Halk islamı bilmiyor... Siz kendinizi,

islamınızı, islam devleti ve islami liderlik ve yöneticilik örneklerinizi

dünya insanlarına tanıtmalı, anlatmalısınız. Bilhassa üniversitelilere,

tahsilli kesime... Üniversiteliler uyanıktır; şundan emin olunuz ki siz

eğer bu okulu anlatabilir ve islam devletini gerçek haliyle

üniversitelilere tanıtabilirseniz, canla başla islama sarılacaklardır.

Üniversiteliler diktatörlük ve istibdada muhaliftirler, göbeğinden

sömürüye bağlı kukla ve uşak rejimlere karşıdırlar, zorbalığa ve kamu

mallarının talan edilmesine karşıdırlar, haram yiyicilik ve yalan - dolana

karşıdırlar. Böylesine sosyal iktidarı, yönetim biçimi, eğitim metodu ve

öğretileri olan bir islama hiçbir üniversite ve üniversiteli karşı değildir.

Bunlar Necef dini ilmiye medresesine ellerini uzatmışlar, "bizim için bir

çare düşünün" diye... Oturup onların bize emr-i bil mârufta

bulunmalarını ve bizi vazifemizi yerine getirmeye davet etmelerini mi

beklemeliyiz yani? Gençlerin kalkıp Avrupâ dan bize "iyiliğe davet"

çağrısında bulunup "biz islami ilmiye medresesi kurduk, siz bize

yardımcı olun" demelerini mi bekliyoruz?

Bu konularda gerekli uyarılarda bulunmak, sadr-ı islam dönemindeki

islâmi yönetim tarzı ve islam yöneticilerini yönetim metodlarını

açıklamak ve; "onun -Hz. Ali'nin /çev/- hükumet binası ve Adalet

Bakanlığı caminin bir köşesinden ibaretti ve hükumetinin egemenlik

sahası İran'a, Mısır'a, Hicaz'a ve Yemen'e kadar uzanıyordu. Ne yazık

ki devlet, ondan sonraki grup ve sınıfların eline geçince yönetim tarzı

saltanata -krallık-, hatta daha da beterine dönüştürüldü" diye izah edip -

şöyle eklemek- bize düşer: Şimdi nasıl bir devlet istiyoruz? Bizim devlet

yöneticileri ve yetkililerimiz nasıl olmalı, tutum ve tavırlarının nasıl

olması gerekir, nasıl bir siyaset izlemeleri icabeder? -şeklindeki soruları

bizim cevaplayıp açıklamamız gerekir- İslam ümmetinin devlet başkanı,

Page 151: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

kendi kardeşi Akiyl'e(208) öyle davranıyor ki -adamcağız- kendisine

ekonomik ayrıcalık tanınması ve beytulmalden ek bir yardım

bağlanması gibi bir istekte bulunmaya bir daha cüret edemiyor!

Beytulmaldan âriyet -hemen geri verilmek üzere alınan ödünç- olarak

hirşey alan kızını hesaba çekip azarlıyor ve "eğer hemen geri vermek

üzere ödünç almış olmasaydın, eli kesilen ilk Hâşimi kadını olmaktan

kurtulamayacaktın!" diyor.(209) Biz böyle bir yönetici ve devlet başkanı

istiyoruz işte. Yani kanunu uygulayacak bir yönetici, kendi arzu ve

heveslerini değil; kanun karşısında herkesi eşit tutacak, eşit temel hak

ve vazifeler tanıyacak, bireyler arasında ayırım ve ayrıcalık

gözetmeyecek, kendi ailesiyle toplumun diğer fertlerine aynı güzel

bakacak, kendi oğlu hırsızlık edecek olsa elini kesecek, kardeşi veya kız

kardeşi eroin satacak olsa* idam edecek biri lazım; 10 gram eroin için

birçok insanı idam ederken kendi ailesi eroin şebekesinin başını çekip

memlekete tonlarca eroin sokan değil!

Tebliğat - Propaganda- Ve Talimata -Eğitme ve

Yetiştirme- Hizmet Edecek Toplantı ve İçtimâlar

İslamın ibadetle ilgili hükümlerinin çoğu siyasi ve sosyal hizmet

kaynağıdır. Esasen islamın ibadetleri siyaset ve toplumun tedbirinde

bulunmayla içiçedir. Mesela cemaat namazı, hacc ve Cuma namazı

münasebetiyle toplanma ve içtimada bulunuş, maneviyat, ahlaki ve

itikadi etkileşimle dolu olmasıriın yanısıra siyasi etkilere de sahiptir.

İslam bu tür toplanış ve içtimaları dinî fayda sağlanması, bireylerin

kardeşlik ve elbirliği duygularını güçlendirip takviye etmesi,

müslümanların fıkrî gelişme ve bilincini artırması, siyasi ve sosyal

müşkülatları için çözüm yolları bulmaları ve ardından topluca cihad,

gayret ve çaba göstermeleri için öngörmüştür. Gayriislami ülkelerde

veya halkı müslüman ülkelerdeki gayriislami yönetimler bu tür kalabalık

içtima ve toplanmaları gerçekleştirmek isteseler memleketin servet ve

(208)

Nehcul Belağe, 215. hutbe.

(209) Biharul Envar c:4 s:337-338 ve Tarih-i Emiriel müminin -s- 98 bâb ve:

Vesailuşşia c: 18 s:21 "Hadler vc tazirat" kitabı, "Haddul sırkat" babları c:l l s:395. * - Doğrudan doğruya şaha işaret ediliyor. Kız kardeşi Eşref, İran'ın uyuşturcu

şebekesinin elebaşıydı -çev-

Page 152: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

bütçesinin milyonlarını bu işe harcamak zorundadırlar. Üstelik onların

toplantıları samimiyet ve sevgiden, hayra sebep olacak etkilerden uzak,

tamamen gösterişten ibaret cansız ve ruhsuz toplantılardır. İslam bu işi

öylesine organize etmiştir ki, canı hacca gitmek isteyen herkes kalkıp

hacca gidebilmektedir, müslüman, canla başla cemaat namazına

gitmektedir. Bu toplanma ve ictimalardan dini tebliğat, eğitım, terbiye

ve islami siyasi ve itikadi hareketin yayılıp genişlenıesi yolunda

faydalanılmaktadır. Bazıları vardır ki böyle şeyleri hiç düşünmezler;

"veledzalliyn"i iyi talaffuz edebilmekten öte bir düşünceye sahıp

değildirler. Hacca gittikleri zaman da müslüman kardeşleriyle hoş

geçinip anlaşacakları, islam akaid ve hükümlerini yayacakları,

müslümanların genel sorun ve müşkülatlarına çözüm yolları

arayacakları ve meselâ, bir islam beldesi ve islam vatanı olan Filistin 'in

kurtarılması için elele verip mesâi birliğinde bulunacakları yerde,

ihtilafları körüklemektedirler. Halbuki sadr-ı islam müslümanları hac ve

Cuma namazlarında toplanan onca kalabalıkla önemli işler yapıyorlardı.

Cuma hutbesinde - bugün olduğu gibi- bir sure ve dııa okuyup birkaç

kelime söyleyip geçmiyorlardı ki hemen; Cuma hutbeleriyle icabında

ordular seferber ediliyor ve camilerden savaş meydanlarına gidiliyordu.

Camiden kalkıp savaş meydanına giden biri ise sadece Allah'tan korkar,

başkaca hiçkimse ve hiçbirşeyden değil! Böyle biri öldürülmekten, fakir

ve perişan düşmekten korkmaz. Böyle bir ordu, zafer ve başarı

ordusudur, muzafFerdir. Cuma hakkındaki hutbelere, hz. Emir'in -s-

hutbelerine bakın;(210) hep halkı harekete geçirmek, geyretlendirmek ve

mecadeleye teşvik etmek, islama mücahid ve fedâi yetiştirmek, dünya

insanlığının problem ve müşkülatlarını gidermek içindir, bu cihettedir

Eğer müslümanlar her Cuma günü toplanıp müslümanların sorun ve

müşkülartlarını ele alarak bunları görüşüp gidermeye çalışsalardı veya -

enazından- buna karar verip azmetselerdi işler bu noktaya varmazdı.

Bugün ciddiyetle bu toplantıları düzenlemeli, tebliğat ve toplumu eğitip

yetiştirme yolunda bunlardan faydalanabilmeliyiz. Siyasi ve itikadi

islâmi hareket - islam inkılâbı- böylece yayılıp genişleyecek ve tırmanışa

geçecektir.

(210)

Nehcul Belağa, 11, 27, 29, 51 ve 54. hutbeler, 365. hikmet ve: Vesailüsşia c: 11

s:395 ve sonrası.

Page 153: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Bir "Âşura" Meydana Getirin

İslamı insanlara anlatın, islamı anlatma yolunda "Aşura"nın benzeri

bir kıyam ve hareket gerçekleştirin! Bugün Aşurâ'yı nasıl var

gücümüzle korumuş ve unutulmasına izin vermemişsek, halk nasıl halâ

Aşura için toplanıp sinesine dövünüyorsa -ki Aşura'yı gerçekleştirene

selam olsun!- siz de bugün rejime karşı güçlü dalgalanmalar

oluşturacak bir iş yapın; öyle bir iş ki kalabalıklar toplansın, mersiyeler

okunup minberlerde -o hususta- vaazlar verilsin ve halkın zihnine

kazınsın... İslamı tanıtırsanız, islamın dünya görüşünü, akâidini, sosyal

yapılanma ve sistemlerini, usul ve hükümlerini halka tanıtıp anlatacak

olursanız canla başla bağırlarına basacaklardır islamı. Allah bilir ya,

islama gönül verenler çoktur. Ben tecrübemle yaşadım; bir kelime -

islâmî bir mefhum- benimsetildiği zaman halkta büyük bır dalgalanma

oluşuveriyordu. Çünkü halkın tamamı bu durumlardan rahatsız ve

şikayetçidir, süngü ve baskı altında konuşamamakta, sesini

çıkaramamaktadır. Yiğitçe kalkıp -rejimin karşısına- dikilecek ve

korkmadan konuşacak birini beklemektedir. Şimdi sizler, islamın yiğit

evlatları, mertçe kalkıp konuşun, gerçekleri sade ve anlaşılır bir dille

halk kitlelerine anlatın, onları şevke getirip harekete geçirin; çarşı -

pazardaki, sokaktaki insanlardan, şu tertemiz yürekli işçilerle köylüler

ve bilinçli üniversitelilerden mücahid insanlar yetiştirin. Halkın tamamı

mücahit olacaktır o zaman. Toplumun bütün kesimleri hürriyet,

bağımsızlık ve halkın saadeti için mücadele etmeye hazırdır. Hürriyet ve

mutluluk yolunda verilecek bir mücadele için din gereklidir. Cihad

okulu ve mücadele dini olan islami halka vermesini bilin, o zaman

insanlar düşünce ve ahlaklarını ona göre düzeltecek ve mücahid bir

güce dönüşerek siyasî sömürü ve zulüm düzenini yıkıp islam devletini

kuracaktır.

İslam akaid ve sitemlerinin tanıtıcısı olan, bunu koruyup muhafaza

eden, bu tanıtıcılık, savunma ve bekçiliğini de heyecanlı, uyandırıcı ve

bilinçlendirici konuşmaları ve halka kılavuz ve lider olmasıyla

ispatlayan fakihler "islamın kalesi"dirler ancak! İşte ancak o zamandır

ki, 120 yıl sonra ölecek olsalar halk -onların ölümüyle- islamda bir

boşluk oluştuğunu hissedecek ve islamın başına acı bir olay geldiğini

görecektir. Rivayette de geçtiği üzere: "...âlimin -imanlı fakihin

ölümüyle, islam kalesinde giderilmesi imkansız bir gedik açılır." Evet,

Page 154: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

"iman sahibi bir fakih ölecek olursa islam toplumunda

doldurulamayacak bir boşluk oluşur" derken, evinde oturup mütalaâ

etmekten başka birşey yapmayan benim gibilerinin mi ölümü

kastediliyor sanıyorsunuz?* Benim gidişimle islam toplumunda ne gibi

bir boşluk oluşur ki?! İslam, İmam Hüseyn'i -s- kaybettiği zaman

"giderilmesi imkansız bir boşuğa uğrar ancak." İslamın akaid, hüküm

ve sosyal düzen ve sisteminin bekçileri, bu yolda kayda değer hizmetler

veren "Hâce Nesir"(211) ve "Allâme"(212) lerdi, böylelerinin ölümüyle bir boşluk

oluşmuş olur ancak. Ama, ben ve siz beyefendiler; islam için ne

yaptık ki öldüğümüzde bu rivayetin kapsamına girenlerden

sayılabilelim?! Bizim gibi bin kişi ölse hiç birşey olacağı yoktur! Çünkü

ya tam anlamıyla fakih değilizdir, ya da olsak bile, tam anlamıyla

mümin değilizdir!

Uzun Vadeli Bir Mücadele Direnci

Aklı başında hiçkimse bizim bu tebliğat, propaganda, eğitme ve

yetiştirme çalışmalarımızın hemencecik bir islam devletinin teşekkülüyle

sonuçlanmasını beklemez. Bir islam devleti kurabilmek için çok yönlü

ve aralıksız -uzun- faaliyetlerde bulunmamız gerekir. Zaman gerektiren

bir hedeftir bu. Akl-ı selim sahipleri 200 yıl sonra bir başkasının gelip

* - İmam bu fevkalâde alçak gönüllü tavrını hiçbir zaman değiştirmedi -çev-

(211)

‘Hâcı Nesir’ ve "Muhakkik-i Tusi (hk. 597- 672) Büyük islam âlim vc

bilginlerindedir. Felsefe, kelam, matematik ve astronomide çağının en ileri bilginiydi.

Alleme Hilli, Kutbettin Şirazi ve Seyyid Abdulkerim bin Tavus onun

öğrencilerindendir, değerli eserlerinden bazısı şunlardır: Şerh-i Îşarat, Tecdidul

İtikâd. Tahrir-i Oklitus, Tahrir-imucesti ve Ahlak-ı Nasıri.

(212) Ayetullah Şeyh Cemaleddin Hasan bin Yusuf bin Ali bin Mutahhar Hilli (hk.

648-726) çağının fıkıh, hadis. tefsir, kelam, edebiyat, makul ve mankul dallarında en

ileri bilgini ve şianın baş âlimiydi, sadece "Allâme" adıyla da anılır. Çağının en

büyük şia ve sünni alimlerinden ders aldı. Muhakkik Hilli'nin hocalarından bazısı

Hace Nâsıreddin Tusi, Seyyid Ahmed bin Tâvus vc Şeyh Necibuddin'dir. Hocası olan

Hace Nesir, aynı zamanda onun fıkıh derslerine de katılmıştır. Oğlu

Fahrulmuhakkikin de babasının öğrencilerindendir. Tanınmış eserlerinden bazıları

şunlardır: Fıkıh dalında: Tebseret'ul Mutecllimin, Muhtelif, Kâvaid ve Tezkiretul

fukeha; kelam dalında: Keşful Murad Fi Şerh-i Tecrid'ul İtikad; imametin ispatı

dalında:Elifeyn; rical dalında: El- Muhteser; tefsir dalında: Telhis'el Keşâf.

Page 155: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

üzerine bir temel atıp belli bir sonuç elde edebileceğini umarak

şimdiden şuraya bir taş yerleştirmektedirler. Halife, ceviz fidani

dikmekte olan bir ihtiyara "İhtiyar!" diyor, "Elli yıl sonra olgunlaşıp sen

öldükten sonra meyve verecek bir ağacı mı dikiyorsun?" İhtiyar

"Başkaları dikti biz yedik, biz de dikelim ki başkaları yiyebilsin!" diye

cevap veriyor.

-Kendimiz göremeyecek olsak ve- ancak bizden sonraki neslin

sonuç olabileceğini biliyor olsak dahi çalışmalarımızı sürdürmemiz -ve

aralık vermememiz- gerekir. Çünkü islama hizmettir bu, insanların

saadeti içindir; şahsi bir çıkar için değildir ki "bize menfaati olmayacak,

ancak bizden sonrakilere fayda sağlayabilecek bir işten bize ne!"

diyebilelim! Bütün maddiyatını ve sahip olduğu herşeyi bir çırpıda

tehlikenin kucağına atıp feda eden Hz. Seyyiduşşuheda -İmam Hüseyin

a.s-nin kendi çıkarını düşünmeye yönelik bir zihniyeti olsaydı, ilk baştan

uzlaşır gider, mesele de bitmiş olurdu. Emevi saltanatının başındakiler

İmam Hüseyin'in -s- onlara biat elini uzatıp iktidarlarını onaylamasını

Allah'tan istiyorlardı zaten! Peygamber'in -sav- evladı ve devrinin

imamı olan bir zatın onlara "müminlerin emiri" diye hitap edip devlet ve

rejimlerini resmen tanımasından daha sevindirici ne olabilirdi onlar

için?! Ama o hazret -kendisinin değil- islam ve müslümanların

geleceğini düşünüyordu. Onun mukaddes cihadı ve fedakarlıkları

neticesinde islamın gelecekte insanlar arasında yayılıp sosyal ve siyasi

sisteminin toplumlarda teşekkül bulması için -Emevi düzenine- karşı

çıktı, mücadele edip fedakârlıkta bulundu.

Daha önce zikrettiğim rivayete dikkat ederseniz Hz. İmam Sadık'ın -

s- zalim yöneticilerin yoğun baskısı altında ve takiyye halinde

bulunduğu, bilfıil icrâi -yürütme- gücüne sahip olmadığı ve çoğu

kereler gözaltında ve gözhapsinde tutulduğu halde; bu şartlar altında

dahi müslümanlara şer'i direktifler verdiğini, kadı atayıp yetkili tayin

ettiğini görürsünüz. Hazretin bu yaptığının manası nedir? Esasen bu

atama ve azletmelerin ne yararı vardır sahi?! Yüksek ve ileri fıkirlere

sahip büyük insanlar hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmaz ve şimdiki

hallerine, hapishanede esir olduklarına ve serbest bırakılıp

bırakılmayacaklarına bakmazlar, şartlar ne olursa olsun, hedef ve

gayelerini gerçekleştirebilmek için plan ve program yaparlar; daha

sonra bizzat kendileri bu planları gerçekleştirebilecek fırsat

bulamazlarsa başkalarının -200 veya 300 yıl sonra olsa bile- bu planları

Page 156: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

uygulama safhasına koyacağını düşünürler. Büyük hareketlerin

çoğunun temeli bu şekilde olmuştur. Endonozyâ nın eski

cumhurbaşkanı Sukarno(213) hapisteyken bu düşünceleri taşıyordu,

orada yaptığı planlar daha sonraları gerçekleşmiştir.

İmam Sadık -s- plan ve tasarı yapmanın yanısıra tayinde de

bulunmuştur. İmamın bu tayini sadece o gün için olmuş olasaydı elbette

ki bugün geçersiz sayılacaktı, ama o hazret, geleceği düşünüyordu.

Bizim gibi değildi ki sadece kendini düşünsün, sadece kendisiyle

ilgilensin... Ümmeti düşünüyordu o; insanlığı düşünüyordu, bütün bir

kâinatı düşünüyordu. İnsanlığı ıslah etmek, adalet kanununu uygulamak

istiyordu. Bin küsür sene önce o plan ve tasarı yapacak, tayinde

bulunacak ki; milletler uyandığı ve ilsam milleti bilinçlenip kıyam ettiği

zaman ne yapılacağı belli olsun; İslam devletinin durumu ve islama

kimin başkanlık etmesi gerektiği belli olsun.

Esasen islam dini, şia mezhebi, diğer mezhepler ve diğer dinler hep

böyle gelişip ilerlemişlerdir. Yani önce salt tasarı ve plandan başka

birşey yoktu ortada; derken, peygamberler ve liderlerin ciddiyet ve

azimleri sayesinde zamanla neticeye ulaşılmıştır. Musa sadece bir

çobadı, başka şey değil! Yıllarca çobanlık yapmıştır... Firavn'la

mücadele etmekle görevlendirildiği gün hiçbir yardımcısı ve adamı

yoktu. Ama kişisel azmi, hamuru, liyakati ve direnci sayesinde bir

asayla Firavn rejiminin işini bitirdi! Musa'nın -s- asası bizim elimizde

olsaydı bu işi pekala biz de becerebilir miydik sanıyorsunuz?! O asayla

Firavn'ın düzenini yıkabilmek için Musa azmi, Musa himmeti ve tedbiri

gereklidir... Bu da herkesin becerebileceği bir şey değildir. Hz.

Peygamber-i Ekrem -sav- peygamberlikle görevlendirilip tebliğe

başlayınca ilkin sadece 7 yaşında bir çocuk olan Hz. Emir -Ali-le -s-, 40

yaşında bir kadın olan Hz. Hatice o hazrete iman ettiler. Bu ikisinden

başka ona inanan kimse yoktu. O hazrete ne eziyetler edildiğini,

nasıl herkesin onunla muhalefet ettiğini ve ne komplolar düzenlendiğini

(213) Ahmed Sukarno (1901-1970)bir öğretmenin oğluydu. 19 yaşında bir

Hollanda fen kolejine girdi ve mühendis olarak koleji bitirdi. Mücahedeleri sonucu

uzun zaman hapis ve sürgünde yaşadı. 1945'te Endonezya Cumhuriyeti'ni kurdu,

1949'da da resmen ülkesinin cumhurbaşkanı seçildi. Dünvanın tanınmış

politikacılarından ve "Bağlantısızlar" hareketinin kurucularındandır. Batı yanlısı

güçlerin gerçekleştirdiği bir askeri darbeden sonra görevinden istifa etmek zorunda

kaldı. "Devrim Bayrağı" nın yazardır.

Page 157: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

hepiniz bilirsiniz. Ama o yılmadı, ümitsizliğe kapılmadı, "kimsem yok,

adamım yok!" demedi. Yılmadan azimle direndi, güçlü bir ruh ve

kararlılıkla vazifesini öyle ifa etti ki bugün 700 milyon insan* onun

sancağı altındadır.

Şia mezhebi de sıfırdan başlamıştır. Hz. Peygamber-i Ekrem -sav-

efendimiz bu mezhebin temelini attığı gün kendisiyle alay ettiler!.. -

Bildiğiniz üzere- herkesi çağırıp misafır ettiği zaman "şöyle şöyle olan,

-bu ilahi çağrıya ilk lebbeyk diyen- benim vezirim olacaktır" buyurmuş

ve o sırada henüz büluğ çağına bile gelmemiş bir çocuk olan, ama

büyük mü büyük bir ruh taşıyan, bütün dünyadan daha büyük bir ruha

sahip olan Hz. Emir (Ali -s-)'den başka kimse ayağa kalkmamıştı. Bu

sırada oradakilerden biri Hz. Ebu Talib'e dönüp "bundan sonra oğlunun

sancağı altına giriyorsun!" demişti alaylı bir şekilde!(214)

Yine Hz. Resulullah efendimiz -sav- yönetim ve velayeti Hz. Emir

el-müminin'e (Ali -s-) sunduğu zaman da ilkin "ne alâ! Mübarek

oslun!" gibi -samimi olmayan- göstermelik laflarla karşılaşmış,(215) ama

ilk muhalefetler de yine hemen orada başlayıvermişti ki sonuna kadar

da bu muhalefet sürüp gitti! Eğer hz. Resulullah efendimiz -sav-, hz.

Ali'yi -s- sadece şer'i meselelerle ilgili bir merci ve yetkili olarak tayin

etmiş olsaydı hiçbir muhalefette bulunulmazdı; ama o hazreti kendi

yerine tayin edip "müslümanları o yönetecek, islam ümmetinin kaderi

onun elinde olacaktır" buyurarak iktidarı ona bırakınca o malum

rahatsız edici olaylar vuku buldu... Nitekim eğer siz de bugün evinizde

oturup memleketin işlerine karışmazsanız kimsenin size birşey diyeceği

yoktur. Ancak; memleketin kaderine müdahelede bulunmaya

yeltenecek olursanız size hemen müdahele ederler. Hz. Emir'el

müminin (Hz. Ali -s-) ve onu ızleyenler -şia- devlet ve hükumet işlerine

karıştıkları için onca eziyet ve cezaya maruz bırakıldılar. Ama yine de

cihad ve faaliyetten vazgeçmediler; onların tebliğat ve mücahedeleri

neticesinde bugün 200 milyon şia yaşamaktadır dünyada.

* - Konuşmanın yapıldığı günlerde dünya müslümanlarının nüfusu o kadardı.

Bugün bu rakam iki katına yükselmiş durumdadır -çev

(214) Taberi Tarihi c: 1 s: 319- 322.

(215)

Tefsir-i Kebir c: 12 s:53 ve: Usd-ul Ğabe c: 4 s: 28 ve: El- Gadir c: 1 s:

11- 213.

Page 158: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Din Alimlerinin Yetiştiği İlmiye Medreselerinin Islahı

İslamın -gereğince- insanlara tanıtılabilmesinin şartı, dinadamlarının

yetiştirildiği medreselerin ıslah edilmesidir. Şöyle ki: Ders

programlarıyla tebliğat ve eğitim - yetiştirme metodu -eksikleri

giderilmeli ve- mükemmelleştirilmelidir. Gevşeklik, tenbellik, ümitsizlik

ve kendine güven duymamanın yerini ciddiyet, çaba, gayret, ümit ve

kendine güven almalıdır. Ecnebi propaganda ve şartlandırmalarının,

kimilerinin moral ve psikolojisi üzerinde yarattığı etki ve izler

giderilmelidir. Bizzat dini ilmiye medreselerinin içinde bulunup, oradan,

halkı islamdan ve sosyal ıslahattan alıkoyan kutsal maskeli -dindar veya

hoca olmadığı halde öyle geçinenler /çev/- güruhun düşünceleri ıslah

edilip düzeltilmeldir. Dinini dünyaya satan saray mollaları –islami

olmayan rejimlere hizmet eden dinadamlarının /çev/- bir daha bu

elbiseyi -alimlere mahsus aba ve sarık /çev/- giymesi yasaklanmalı,

böyleleri dini ilmiye medreselerinden hemen atılmalı, kovulmalıdır.

Sömürünün Fikrî Ve Ahlâkî İzlerinin Ortadan

Kaldırılması

Sömürünün yardakçıları ve onlara bağlı kukla ve anti-milli rejimlerin

propaganda, eğitim ve siyasi mekanizmaları asırlardır zehirli

propagandalar yapıyor, zihinleri bulandırıyor, halkın ahlakını ve

fikirlerini zehirliyorlar. Halkın arasından gelip dini ilmiye medreselerine

girenler tabii ki -ister istemez- bu fıkri ve ahlaki zehirlemelerin yarattığı

kötü iz ve etkileri de beraberlerinde getirmektedirler. Dinı ilmiye

medreseleri de nihayet bu halk ve toplumun bir parçasıdır. Bu nedenle,

medreselerdeki fertlerin ahlak ve düşüncelerini ıslah edip düzeltmemiz

gerekir. Ecnebilerin zehirli propaganda ve şartlandırmalarıyla hain ve

satılmış bozuk rejimlerin politikalarının yarattığı ruhi ve fıkri iz ve

etkileri silmemiz, bununla mücadele etmemiz gerekir.

Bu -menfi- iz ve etkiler apaçık ortadadır. Mesela bazılarının

medreselerde birbirlerinin kulağına eğilip "Biz bu işlerin adamı değiliz,

bu gibi işlerden bize ne? Biz sadece dua etmeli, dinin ibadetle ilgili

mevzuatını açıklamalı -siyasete karışmamalı-yız" diye fısıldaşanlar

olduğunu görüyoruz... Bunlar, ecnebilerin zihinlere soktuğu yanlış

düşünceler, şartlandırınalardır. Necef, Kum, Meşhed ve diğer ilmiye

Page 159: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

medreselerinin tâ kalbine sızarak gevşeklik, pısırıklık ve tenbelliğe

yolaçıp, -din öğrencilerinin düşünce ufuklarının- gelişmesine ve

olgunlaşmasına engel olan sömürücülerin birkaç yüzyıllık zehirli

propagandalarının yarattığı menfr tesirlerdir bunlar.

Durmadan -gelip- mazeretler öne sürüyorlar "bu işler bize göre

değil..." diye!.. Yanlıştır bu! Böyle düşünmemeliyiz! Bugün islam

ülkelerinde iktidarı elinde tutanlar necidirler ki "bu işler" onlara göre

oluyor da, bize göre olmuyor" diyelim?! Onlardan hangisinin lalettayin

herhangi bir fertten daha üstün ve liyakatli bir yanı var?! Çoğunun

tahsili bile yoktur! -Mesela- Hicaz'ı yönetenim(216) ne tahsili var? Nerede

okumuş ki?! Rıza Han'ın okuma yazması bile yoktu! Okuma – yazma

bilmeyen bir erdi, hepsi bu! ! Tarihte de durum hep böyle olagelmiştir:

Milletin başına musallat olan zorba ve keyfı egemenlerin pek çoğu

toplumu yönetme, millet için tedbirlerde -idare- bulunmaya layık

insanlar değildi, ilim ve faziletten zerrece nasiplenmemişlerdi. Harun

Reşit(217) veya büyük ülkelere hükrnetmekte olan diğerleri -Emevî ve

Abbasi halifeleri /çev/- ne okumuşlardı, tahsilleri ne kadardı?! Tahsil,

bilim ve çeşitli bilimlerde ihtisas ve uzmanlaşma; ıdari ve yürütmeyle

ilgili işler ve programlamalar için gereklidir ki bu ihtisaslara sahip

insanlardan biz de faydalanacağız. Ülkenin üst düzeyde yönetim ve

denetimi, adaletin yayılması ve halk arasında adilane ilişkilerin

sağlanmasıyla ilgili şeyler -bilimler- ise fakihin okuduğu, onun tahsil

ettiği -ve bildiği- şeylerdir. Milli bağımsızlık ve hürriyetin muhafazası

için gerekli şeye sahip olan da, yine fakihtir. Yine fakihlerdir ki

başkalarının boyunduruğuna girmemekte, ecnebilerin nüfuzuna teslim

olmamakta, milletin haklarını, islam beldesinin hürriyet, bağımsızlık ve

toprak bütünlüğünü canı pahasına korumaktadır. Keza, sağa - sola

sapma göstermeyecek olan da fakihtir yine!

Siz şu tükenmişlik ve ümitsizliği silkinip üzerinizden bir atın; tebliğat

yöntem ve programınızı tamamlayıp hazırlayın, islamı tanıtma

hususunda çaba ve ciddiyet gösterin, islami devleti kurmaya azimle

karar verip bu yolda öne geçerek ilk adımı atın, hürriyet aşığı şu

(216)

Faysal bin Abdulaziz Âl-i Suud (1906-1975) uzun süre S. Arabistan dışişleri

bakanlığı ve başbakanlık görevinde bulundu. 1964' te kardeşini devirerek onun yerine

tahta geçti.

(217) Harun Raşid (hk 193), 5. Abbasi halifesi.

Page 160: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

mücadeleci halkla elele verin, o zaman islam devleti kesinlikle

kurulacaktır! Kendinize güvenin! Sizler milletin hürriyet ve bağımsızlığı

için mücadele verecek güç, cüret ve yeteneğe sahip olup bunu bizzat

yaptığınıza, halkı uyandırıp mücadeleye teşvik edebildiğinize, sömürü

ve baskı rejimini titrettiğinize, günden güne tecrübenizi artırıp sosyal

konulardaki liyakat ve becerinizi daha da geliştirdiğinize göre zorba ve

zalim egemenin -şah- düzenini yıkmayı başardıktan sonra devlet

yönetimi ve halk kitlelerini yönetmenin üstesinden de mutlaka

gelirsiniz! Devlet ve yönetimle ilgili taslak ve bunun için gerekli

kanunlarımız hazırdır. Memleketi yönetebilmek için vergi ve gelir

lazımsa, islam belirlemiştir. Kanun lazımsa, hepsini belirlemiştir. Devlet

kurduktan sonra oturup kanun çıkarmanıza ya da ecnebiperest ve batı

hayranı yöneticiler gibi gidip başkalarının kanunlarını ödünç almanıza

gerek yoktur, herşey hazır ve amadedir. Sadece bakanlık program ve

tüzükleri kalıyor ki o da çeşitli dallardaki uzmanlarla müşavirler ve

muavinlerin de yardımıyla bir müşavere -danışma- meclisinde hazırlanıp

onaylanıverir.

Sevinerek belirteyim ki milletler de size tabi ve sizinle birliktedir.

Sadece silahlı takviye ve gücümüz azdır ki onu da inşaallah elde ederiz.

Musa'nın -s- asasıyla, Musa'nın -s- himmetine ihtiyacımız var şimdi;

Musa'nın -s- asasıyla, Ali Bin Ebutalib'in -s- kılıcını kullanabilecek

insanlar lazım -bu harekete-.

Evet, medreselerde oturan o hiçbir işe yaramaz pısırık adamlar

devlet kurabilecek ve iktidarı ellerinde tutabilecek insanlar değildirler,

çünkü o kadar beceriksizdirler ki kalem bile kullanamaz -bu mevzuları

yazamaz ve hiçbir iş için adım dahi atamazlar.

Ecnebiler ve onların -yerli- uşakları durmadan "Kardeşim, git işine!

Medresende oturup tahsilinle uğraş, bu işlerle neden uğraşıyorsun?!

Size göre değil bu işler!!" diye o kadar kulağımıza okuyup durdular ki,

sonunda, elimizden hiçbirşey gelmeyeceğine ve beceriksiz insanlar

olduğumuza kendimiz de inanır olduk! ! İşte, bu zehirli propagandayı

bazılarının kulaklarından söküp atamıyorum ben şimdi! İnsanlığın

başkanlığını üstlenmeleri gerektiğini izah edemiyor, "siz de diğer

insanlar gibisiniz, siz de memleketi idare edebilirsiniz!" diye

anlatamıyorum bir türlü! Başkalarında olup da siz de varolmayan ne?!

Onların tek farkı, bazılarının şuraya buraya -yurtdışına- gitmesi, bu arada

kiminin biraz da okumuş olması değil midir?

Page 161: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Biz, okumasınlar demiyoruz; okumaya karşı değiliz biz, ilme karşı

değiliz asla! İsterlerse aya da gitsinler, atom sanayü kursunlar, biz engel

olacak değiliz ki! Ama o hususlarda da birtakım vazife ve

yükümlülüklerimiz var bizim de. Siz islamı anlatıp tanıtın, islamın

yönetim ve devletle ilgili programlarını dünyaya tanıtın; islam

ülkelerinin başındaki şu krallar, sultanlar ve cumhurbaşkanları o zaman

belki meselenin doğru olduğunu anlar ve islama tabi olurlar... Biz

onların elinden -makamlarını- almak istemiyoruz ki, tâbi ve güvenilir

olanın, yerinde kalmasına izin vereceğiz.

Bugün dünyada 700 milyon nüfusumuz var bizim, 170 milyondan

fazlası şiadır bunun; hepsi de bizi izlemekte sözümüzü dinlemektedirler,

ama pısırıklık ve beceriksizliğimizden, onları idare edemiyoruz işte!

Biz, halkın emanetdarlığını yapacak, güvencesini sağlayacak bir devlet

kurmalıyız; halkın güveneceği, kaderlerini canla başla teslim edecekleri

bir devlet... Emanete ihanet etmeyecek, onun sayesinde ve kanunun

gölgesinde bütün milletlerin tam bir huzur ve güvenle hayatlarını

sürdürebilecekleri güvenilir bir yönetici istiyoruz biz.

Bunlar, üzerinde kafa yormanız, durup düşünmeniz gereken

meselelerdir, ümitsizliğe kapılmayın. Bu işin "imkansız" olduğunu

sanmayın; Allah da bilir ya, sizin beceri ve liyakatiniz diğerlerinden hiç

de az değildir. Eğer beceri ve liyakat demek kaatillik ve zulüm demekse

bunlar elbette ki bizde yok! Hapisteyken(218)o herif yanıma geldiğinde,

Allah selamet versin -ki kendisi hala tutukludur- Kummi Bey'1e(219) ben

birlikteydik; herif "...siyaset pistir, kötülük ister, yalancılık ister; kısacası

politika dediğin itoğluitliktir, -bu yüzden, siyaseti- bize bırakın siz!"

demişti. Dediği doğruydu da! Çünkü eğer siyaset buysa, tabü ki ancak

onlara mahsus bir iştir! İslamın siayseti, müslümanların siyaseti, "siyaset

(218)

Dönemin gizli istihbarat şefi "Pakrevan" kastediliyor. İmam-ın –ks-

emniyette tutuklu bulunduğu 11 mordad 1342'de, İmam'la hücresinde görüşmüştü.

Bkz: Berresi ve Tehlil ez Nehzet-e İmam Humeyni c: l s:575.

(219) Hacı Seyyid Hasan Kummi (merhum Ayetullah hacı Sevyid Hüseyin

Kummi'nin oğlu) kastediliyor. Mezkur tarihte İmam'la -ks- birlikte tutuklanmıştı,

inkılab zafere ulaşıncaya kadar da Kerec'de sürgünde kaldı. İslam inkılabının

zaferiyle birlikte sürgünden kurtularak Meşhed'e döndü.

Page 162: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

adamı ve lider insan"lar olan(220) hidayet imamları aleyhimusselamın

siyaseti ise bambaşkadır. O -herif- bizim zihnimizi iğfal etmek istiyordu,

nitekim sonra da gidip "Siyasete karışmamaları hususunda

dinadamlarıyla anlaşmaya varıldı!" diye yazdırdı gazetelere! (221) Biz de serbest

bırakılır bırakılmaz minbere çıkıp tekzip ettik tabi! "Yalan

söylüyor" dedik, "Humeyni veya bir başkası; -ulema içinden- kim böyle

bir şey söyleyecek olursa aramızdan -ulemanın arasından- kovarız

onu!" dedik!(222)

Sizi memleket işleriyle ilgilenmekten vazgeçirip bu işi kendi ellerinde

tutmak, sizi de hep -ibadet ve- duayla oyalamak için bunlar ötedenberi

"politika yalan dolandan ibarettir" gibi laflarla doldurdular kafamızı; siz

burada oturup "Haledullah-u mülkî!"(223) diyedurun; onlar da

dilediklerini yapsınlar! İstedikleri serseriliği yapsınlar, öyle mi?! Tabi,

Allah'a şükür onlarda bu -planları yapabilecek- akıl ve zeka zaten yok,

ama üstadları ve uzmanları bu planları yapıyor işte. 300 yıl öncesinden

doğu ülkelerine sızarak bu ülkeleri her yönüyle tanıyan İngiliz

sömürücülerinin işidir bütün bunlar. Daha sonra da Amerikalı ve diğer

(220)

Rivayette geçen "Sâset", siyaset adamı" ve "yönetici" gibi anlamlara gelen "sâis"in

çoğuludur. Bu tabir, "Camie-i Kebir "ziyaret duasında geçer. Bkz. Men la Yahzerul Fakih

c. 2 s: 370, bâb. 2. hadis. . (221)

) Oniki Mordad 1342'de İran matbuatı şu haberi manşet geçiyordu: "... İstihbarat

teşkilatı'nın resmi açıklamasına göre Humeyni. Kummi ve Mehellati beylerle güvenlik

güçleri arasında; bu beylerin siyasete karışmayacaklarına dair anlaşmaya varıldığını..."

Nehzet-i İmam Humeyni, c: ls: 585. ve Kevser c: 1 s:104. (222)

İmam Humeyni -ks- 21 Ferverdin 1343'te Cuma günü, evinde yaptığı bir

konuşmada şöyle bir açıklamada bulunuyordu:. "13-5-1342 tarihli gazetede -ki o gün ben

Kaylariye hapishanesinden tahliye edilmiştim- ulemanın siyasete karışmayacağı yolunda

bazı şeyler yazılmış. Şimdi meselenin hakikatini burada sizlere açıklamaktayım; olay

şudur: İsmini anmak istemediğim birisi yanıma gelip "efendim, politika dediğin yalandır,

kısacası itoğluitliktir! Bu nedenle, siz politikayı bize bırakın!" dedi. Konumumuz elverişli

olmadığından, tartışmak istemedim; sadece "sizin sözünü ettiğiniz böyle bir politikaya biz

hiçbir zaman girmiş değiliz zaten!" dedim. Bugün konum elverişli ve durum gerektirdiği

için - açıkça- söylüyorum: "İslam bu değildir! Vallahi, islamın tamamı siyasettir! İslamı

çok kötü tanıtmışlar... Yönetim politikası islamdan kaynaklanmaktadır. Ben burada

oturup da tesbih çekecek mollalardan değilim! Ben papa değilim ki, pazar günleri bir

ayinde bulunduktan sonra bütün vaktimi kendimce bir nevi krallıkla geçirip başka işlere

hiç karışmayayım..." Kevser c: l s:104 - 105. (223)

"Sultanımızın saltanatı payidar olsun!"

Page 163: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

sömürücüler İngilizlerle elele vererek bunları hep birlikte yaptılar.

Hemedan'da bulunduğum günlerde bir talebem geldi yanıma. Âlim

elbisesini çıkarmış -alenen dinadamlığı yapmayı bırakmış-tı, ama

faziletli ve değerli bir insandı, ahlakını da halâ korumadaydı. Büyük bir

kağıt çıkarıp koydu önüme, bazı yerleri kırmızıyla işaretliydi. Bu

kırmızı işaretlerin, İran'daki yeraltı zenginliklerini göserdiğini

söylüyordu, yabancı uzmanlar keşfetmiş bunları... Ecnebi uzmanlar

gelip ülkemiz üzerinde çalışmışlar, incelemeler yapmışlar.

Memleketimizin neresinde altın, neresinde bakır, neresinde petrol vb...

olduğunu hep bulup çıkarmışlar. Bizim insanımız üzerine de

araştırmalarda bulunmuş ve planlarının gerçekleşmesine set teşkil edip

engel olan yegane şeyin islam ve islam alimleri olduğunu anlamışlar.

Onlar, islamın Avrupa'ya nasıl egemen olduğunu gördüler, islamın

gücünü bilir onlar; gerçek islamın bu tür şeylere -ihanetler- karşı

olduğunu da bilirler. Keza gerçek anlamda alim olanları avuçlarına alıp

kullanamayacaklarını ve öylelerinin fıkirlerini etkileyemeyeceklerini de

bilirler. Bu nedenledir ki ötedenberi bu dikeni siyaset yollarının

üzerinden kaldırmaya çalıştılar, islamı ve islam alimlerini küçük

düşürmeye çalıştılar. Zehirli propagandalarıyla bunu yaptılar da! Öyle ki

bugün islam, bizim nazarımızda 3-4 tane dini - ibadi mevzudan başka

birşey değildir! Diğer taraftan, müslüman toplulukların başında bulunan

islam fakihleriyle alimlerini iftira, karalama veya başka yollarla küçük

düşürüp iekelemeye çalıştılar. Sömürünün satılmış uşağı olan o arsız ve

utanmaz herif, kitabında "Necef ve İran ulemasından 600 kişi

İngilizlerin adamıydı, Şeyh Murtaza(224) da iki yıl onlardan maaş aldı,

olayı ancak ? yıl sonra anladı" diye yazmış;(225) kaynak olarak da

İngiltere dışişleri bakanlığının Hindistan' daki arşiv belgelerini

(224)

Şia dünyasının tanınmış fakih ve büyük usulcüsü Şeyh Murtaza Ensari

kastediliyor. (225)

İran'daki maaşlı İngiliz yardakçıları: İsmail Rain s:102-103. Rain, Savak'ın

kuruluşundan beri 1498 kod numarasıyla bu teşkilatla işbirliği içindeydi. Feramuşhane

ve Framasoneri adlı kitabını Savak'ın elbirliğiyle hazırlayıp yayınladı. Rain'in bu

kitabındaki belgeler Savak arşivlerindeki framasonluk belgeleriyle karşılaştırıldığında

bu arşiv belgelerinin önemli bir kısmının aynen iktibas edildiği görülür. İran

şehinşahlık saray bakanı Alem'le çok yakın ilişkiler içindeydi: Rain'e mezbur kitabı

yazdıran da odur; böylece İran uleması lekelenmek istenmiştir. Bkz. Zuhur ve Suğut-u

Saltanat-ı Pehlevi c:2 s:242 - 246 ve Siyasi Araştırma ve İnceleme Kurumu: Siyasi

İncelemeler, 1. kitap, s:41 - 92.

Page 164: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

gösteriyor! Bu da, -icabında- kendisine sövdürüyormuş gibi yaptırarak

birtakım emellerine ulaşmayı ilke edinmiş olan sömürünün oyunlarından

biridir yine. Sömürü odakları, bütün islam ulemasını kendi beslemesi

olarak tanıtmaya can atmaktadır; böylelikle islam alimlerini halkın

nazarında kötülemek ve halkın ulemadan yüz çevirmesini sağlamak

istemektedirler.

Bir yandan da yine zehirli propaganda, ve şartlandırma

yöntemleriyle islamın -gücünü ve müdahele sahasını- küçültüp

daraltmaya ve islam ulema ve fakihlerinin vazife ve yetkilerini küçük ve

önemsiz işlerden ibaret hale sokmaya çalıştılar. Fakihlerin dini ve ilmi

meseleleri anlatmaktan başka işleri ve sorumlulukları olmadığı yolunda

bizi şartlandırmaya çalıştılar. Kimileri de farkında olmadan bu oyuna

düşerek sapıverdiler. Bütün bunların, bizi bağımsızlığımızdan etmek ve

islam ülkelerini her yönüyle elimizden almak için hazırlanmış bir plan

olduğunu anlayamadılar. Bilmeyerek ve farkında olmaksızın

sömürünün propaganda odaklarına, onların politikalarına ve gayelerinin

gerçekleşmesine yardım etmiş oldular. Sömürünün propaganda

mekanizmaları "dinle siyaset birbirinden ayrıdır" diye vesveselerde

bulundular, "dinadamları hiçbir sosyal işe karışmamalıdır, fakihler kendi

kaderleri ve islam ümmetinin alınyazısına nezarette bulunmakla görevli

değildirler..." dediler. Ne yazık ki kimi de bu laflara kanarak etkilendi

ve netice, şimdi gördüğümüz gibi oldu. Sömürücüler de bunu

istiyorlardı işte; ötedenberi istedikleri ve daima da isteyeduracakları

şeydir bu!

Dini ilmiye medreselerine şöyle bir bakın, sömürünün telkin ve

propagandalarının iz ve etkilerini kolayca görürsünüz. İbadetle ilgili

meseleleri açıklamaktan ve dua etmekten başka hiçbir şey yapmayan ve

esasen bundan başka şey de beceremeyen hiçbir işe yaramaz, tenbel,

işsiz - güçsüz ve himmetsiz bir sürü insan görürsünüz. Aynı şekilde,

yine bu propaganda ve şartlandırmaların tesirleriyle oluşmuş bulunan

düşünce ve metodlarla da karşılaşırsınız orada. Mesela "konuşmak, bir

dinadamına yakışmaz" derler! "Dinadamı ve müçtehid dediğin,

konuşmasını bile bilmemelidir, bilse bile konuşmamalı, sadece

"lailaheillallah" demelidir! ! Arasıra bir kelime söyleyebilir, hepsi o

kadar!" derler! Halbuki yanlıştır bu! hz. Resulullah efendimizin -sav-

sünnetine de aykırıdır! Allah Teala iyi konuşmayı, meramını iyi

anlatmayı, kalemi ve -iyi- yazmayı övmüş olup Errahman Suresi'nde

Page 165: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

"...ona konuşmayı -beyanı- öğretti"(226)buyurmaktadır ve beyanda

bulunabilmeyi öğretmiş olmasını büyük bir nimet ve lütuf olarak

değerlendirmektedir. Bu beyan Allah'ın hükümlerini, islam akaid ve

ö~retilerini yaymak ve öğretmek içindir. Beyan ve konuşma yoluyladır

ki dini insanlara ö~retebilir ve "insanlara -dini- öğretsinler diye..."

buyruğunu yerine getirmiş oluruz. hz. Resul-ü Ekrem efendimiz –sav-

ve hz. Emir (hz. Ali -s-) konuşmalar yapar, hutbe verirlerdi; söz eri ve

güçlü konuşmacıydılar.

Ulema Kisvesine Bürünüp Mukaddes Görünmeye

Çalışanların Islahı

Bazılarının zihnine yerleşmiş bulunan bu tür ahmakça düşünceler,

sömürücülerle zalim ve zorba devletlerin islam ülkelerini içinde

bulundukları şu -perişan- halde tutmalarına ve onların islami hareketi

engellemesine yardımcı olmaktadır. "Mukaddes" ve "ermiş insanlar"

olarak tanınan; gerçekte ise ermiş değil, ermişlik taslayıp mukaddes bir

kisveye bürünen güruhun düşünceleridir bunlar. Bunların düşünce ve

fıkirlerini ıslah edip düzeltmeli, bunlara karşı nasıl davranmamız

gerektiğini bilmeliyiz. Çünkü bunlar bizim ıslah ve hareketimize

engeldirler; elimizi kolumuzu bunlar bağlamıştır.

Birgün rahmetli Brucerdi,(227) rahmetii Hüccet,(228)merhum Sadr(229)

ve merhum Hansari(230) beyler -rızvanullah aleyhim- siyasi bir mevzuyu

(226)

Errahman Suresi/4. (227)

Ayetullah Uzma Seyyid Hüseyin bin Ali Tabatabai Brucerdi (h.k. 1292 - 1380):

Tanınmış fakih, usul bilgini. ilmive Havzası'nın müdürü ve dünya şiilerinin dini lider -

taklid mercii- Ahund Horasani, Seyyid Muhammed Kazım Yezdi ve Şeyhuşşeriat

İsfehani'den ders almıştır. Kum ulema ve din öğrencilerinin isteği üzerine hk. 1364'ten

itibaren Kum'a yerleşti. Bazı eserleri şunlardır: Urvet'il Vuska vc Kifayet'il Usul

Vennihaye (Şeyh Tusi)'ye haşiye ve öğrencileri tarafından kaleme alınan "Fıkıh vc Usul

Dersi Takriratı". (228)

Ayetullah Seyyid M. Hüccet (hk. 1310 - 1373) fıkıh ve usul hocalarından

ve tanınmış müçtehidlerdendir. 1349'da Kum'a yerleşti. Ayetullah Hayri'nin

vefatından sonra AyetulIah Sadr ve Hansari Beylerin yardımıyla medresenin idare

ve bakımıyla ilgilendi. Eserlerinden bazısı: İstishab risalesi, Bey risalesi ve

Kifayae'ye haşiye.

Page 166: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

görüşmek üzere bizim evde toplanmışlardı.(231) Kendilerine "siz

herşeyden önce şu mukaddes kisveye bürünmüş ermişlik taslayanları ne

yapacağınızı düşünün" dedim, "Onların yaptığı, tıpkı, düşmanın

saldırısına uğradığınız bir sırada birinin gelip arkadan kollarınızı

kıskıvrak tutmasına benziyor. "Mukaddes ve ermiş" görünmeye çalışan

-gerçek ermişleri kastetmiyorum tabi- ve neyin doğru neyin yanlış

olduğunu teşhis edemeyen bu adamlar sizin eliniz - kolunuzu bağlamış

durumda. Birşeyler yapmak isteyecek olsanız, şu fesat, kötülük ve

ahlaksızlıklara bir son verebilmek için bir devleti veya meclisi ele

geçirmek isteseniz onlar sizi toplumda rezil eder, halkın gözünden

düşürüverirler. Her şeyden önce, onlarla ne yapacağınızı düşünmeniz

gerek!"

Bugün islam toplumu öyle bir hale gelmiştir ki sahte mukaddes ve

ermişler islam ve müslümanların ilerleyip etkınlik göstermesini

engellemekte ve islam adına islama zarar vermektedirler. Bu cemaatin

toplumdaki kökleri, dini ilmiye medreselerindedir. Necef, Kum,

Meşhed ve diğer medreselerde "mukaddes ve ermiş görünmeye çalışan"

bir psikolojiye sahip insanlar var, bu kötü düşünce ve psikolojiyi islam

adına medreselerden toplumun diğer kesimlerine bulaştırmaktadırlar.

"Kalkın, biraz canlanın, başkalarının -boyunduruğu ve- bayrağı altında

yaşanılmasına izin vermeyin, İngiltere'yle Amerika'nın bize bunca

baskıda bulunmasına ve dilediklerini yaptırmasına müsade etmeyin,

İsrail'in müslümanları böylesine felce uğratmasına gözyummayın!.."

diyecek biri çıksa, bu alim kisvesine bürünenler hemen karşı çıkarlar

ona.

(229)

Ayetullah Seyyid Sadreddin Sadr (1299 - 1373 h.k.) Ahund Horasani ve Ayetullah

Naini'nin öğrencilerinden. Ayetullah Hayri'nin daveti üzerine Kum'a gitti ve onun

müşaviri ve yardımcısı oldu. Eserlerinden bazısı şunlardır. EI Mehdi. Hulasat'il Fusul ve

Medine't-ul llim.

(230) Ayetullah Seyyid Muhammed Takiy Hansari (1305 - 1371 h.k.): Ahund

Horasan-i, Miraza Naini ve Şehy. Muh. Kazım Yezdi gibi büyük üstadlardan ders

aldı. Irak müslümanlarının İngiliılere karşı başlattığı cihada katıldı. Ayetullah

Hayri'nin vefatından sonra Hüccet ve Sadr Beylerle birlikte ilmiye medresesinin idaresini

üstlendi ve h.k. 1363'te yaşanan korkunç kuraklık yılında Kum halkının rieası üzerine

"istiska" namazına -yağmur namazı- durdu ve hemen ardından uzun ve şiddetli bir

yağmur başladı.

(231) Devani ve Halhali Beyler'in de belirttiği üzere mezkur siyasi hadise meclis-i

müessisan -kurulcular meclisi-la ilgiliydi.

Page 167: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

Bugüruha önce nasihatte bulunup uyandırmak ve şöyle demek

gerekir: "Siz tehlikeyi görmüyor musunuz? İsraillilerin vurup kırdığını,

öldürdüğünü, herşeyi ortadan kaldırdığını, İngiltere'yle Amerika'nın da

ona yardım ettiğini görmüyor musunuz? Sise oturmuş, sadece

seyretmektesiniz! Sizin uyanmanız gerekir! Halkın bedbahtlıklarına

çare aramanız gerekir. Sırf oturup dini mübaheselerde bulunmanın

yararı yoktur, sadece dini meseleleri anlatmakla problemler

hallolmuyor. İslamın defterini dürmeye uğraştıkları şu sırada

hırıstiyanlar gibi sessiz -sedasız oturmayın; onlar da böyle oturup

Ruh'ul kudüs ve teslisi tartışmakla meşgulken yakaladılar, ortadan

kaldırdılar... Uyanın ve bu gerçeklerle, bu hakikatlerle iglilenin, günün

meseleleriyle ilgilenin, bu kadar uyuşuk, sorumsuz ve tenbel hale

getirmeyin kendinizi. Bu ihmalkarlıklarınızla, meleklerin kanatlarını

sizin ayaklarınızın altına yayacağını umuyorsunuz bir de, öyle mi?!

Meleklerin tenbellerden yana olacağını mı sanıyorsunuz yani? Melekler

kanatlarını hz. Emir'el müminin -s- ayaklarının altına yayarlar, evet,

çünkü islama faydası olabilen bir insandır o; islamın yücelip

genişlemesini sağlamakta, onun sayesinde islam bütün dünyaya yayılıp

dünyaca tanınır hale gelmekte ve o hazretin yönetimi altındadır ki iyi

isim yapmış, hür, hareket ve fazilet dolu bir toplum oluşabilmektedir.

Bu durumda melekler elbette ki o hazretin önünde saygıyla eğilecektir,

esasen herkes onun önünde saygıyla eğilmektedir. Hatta düşmanı bile

saygıyla eğilmektedir onun karşısında. Oturup dini -ibadi meseleleri

anlatmaktan başka yükümlülük kabullenmeyen sizler için saygı

gösterilmesinin hiçbir manası ve gereği yoktur.

Mükerrer uyarı, aydınlatma ve nasihatlere rağmen yine de uyanmaz

ve vazifelerini yerine getirmek istemezlerse biliniz ki bu kusurlarının

sebebi gaflet değildir, başka bir "dert"leri vardır. O zaman onlara daha

başka türlü davranılması gerekir tabi.

Dini İlmiye Medreselerinin Tasfiyesi

Dinadamlarının yetiştirildiği ilmiye medreseleri müslümanların

eğitim, öğretim, tebliğ ve yönetim merkezleridir; adil fakihlerin yeri,

faziletli erdemli kişilerin, üstadların ve öğrencilerin mekanıdır.

Peygamberlerin emanetini üstlenen ve onların halefi ve halifesi olanların

yeridir. Emaneti koruma yeridir; ilahi emanetin rastgele herkese teslim

Page 168: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

edilemeyeceğiyse apaçık ortadadır. Bu kadar önemli bir makama geçip

müslümanların veliyy-i emri ve Emirel mümini'nin -s- naibi olacak ve

halkın ve kendisinin malından, canından ve ırzından mesul tutulacak;

ganimetler, hadler vb'ne müdahelede bulunabilecek kimsenin

münezzeh, temiz ve dürüst olması, dünyaya düşkün olmaması gerekir.

Dünya için uğraşıp çabalamakta olan biri her ne kadar gerekli -diğer-

şartlara sahip olsa da "Eminullah" -Allah'ın emanetini üstlenebilecek

emin insan- değildir ve böylesine birine güvenilemez. Zalimlerin düzen

ve rejimlerine giren ve -iktidarı elinden bulunduran- saray erkanının

yakınında yeralarak onların emirlerine itaat eden bir fakih "emin"

değildir ve -böyle bir fakihin- ilahi emaneti üstlenmesi düşünülemez.

Sadr-ı islamdan şimdiye değin bu tür "kötü alim"lerden islamın neler

çektiğini bir Allah bilir... Mesela, Ebu Hureyre de bir fakihti (232) ama

Muaviye ve benzerleri için ne kadar -sahte- ahkam uydurduğu ve

islamın başına ne belalar getirdiğini yine, bir Allah bilir... Ulemanın

zalimler ve egemenlerle işbirliği yapması, halkın diğer kesimlerine

mensup herhangi bir insanın bunu yapmasından farklıdır. Eğer alelade

bir insan -zalimlerin- düzeninde -yönetim teşkilatında- çalışırsa o insan

fasık demektir, onun olacağı ve yapacağı şey en fazla budur. Ama bir

fakih veya bir kadı; -mesela- Ebu Hureyre veya Kadı Şureyh gibi

insanlar zalimlerin -yönetim- teşkilatına girdikleri zaman o teşkilatı

(232)

Ebu Hureyre (h.k. 57 veya 58): Hicretin 7. yılında müslümanlığı kabul

etti. Sahabelik süresi toplam üç yıldan fazla olmadığı halde, o hazretten naklettiği

hadis sayısı, diğer bütün sahabelerinkinden fazladır! Bu kadar fazla hadis

duyduğunu iddia etmesi diğer büyük sahabenin itirazlarına yolaçmış ve hulefai

reşidin döneminde ileri gelen sahabelerce defalarca azarlanmıştır. Ömer'in hilafeti

döneminde Bahreyn valisiydi, çok geçmeden görevden alınarak beytulmalden

hırsızlık ettiği için 10 bin dirhem para cezasına çarptırıldı! Osman halife olunca

bu defa da ona yaranabilmek için onu övücü hadisler uydurdu. Hz. Ali -s-

döneminde, Muaviye'nin işine yarayacak bir sükutu tercih etti. Sıffın savaşı

sırasında savaştan uzak durduğu ve bir gün Hz. Ali'nin -s- çadırında, ertesi

gün de Muaviye'nin yanında yeraldığı söylenir. Yine rivayete göre -Sıffın'de-

namazlarını Hz. Ali'nin -s- imametinde, onun arkasında kılar, yemek vakti geldiği

zaman ise Muaviye'nin sofrasına oturur ve "Muaviye'nin sofrası pek yağlı - ballı,

Ali'nin de namazı çok faziletli!"!" derdi. Şia ve sünni alimleri onun naklettiği

rivayetlerin büyük bir kısmını "şüpheli" bulmuşlardır. Bkz.: Ebu Hureyre: Allame

Şerefuddin, Ebu Hureyre Şeyh'ul Muziyre: Muhammed Ebu Zühre, Nehcul Belaga Şerhi:

Ebu'1 Hadid c:4, s:63 -69 - 78 ve Dairetul maariful islami (Büyük İslam Ansikl.): İbni

Ebil Hadid c: i s: 418 - 419.

Page 169: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

büyütmekte -meşrulaştırmakta- ve islami lekelemektedirler. Bir fakihin

zalimlerin teşkilatına girmesi, herhangi bir insanın değil; bir ümmetin o

teşkilata girmesi, zalimlere katılması demektir. Bu nedenledir ki masum

imamlar -s- bu tür -zalim ve gayrüslami- yönetim ve sistemlere

girmekten kesinlikle sakınmamızı buyurmuş ve "sizler katılmasaydınız

iş bu noktaya varmazdı" demişlerdir. (233)

İslam fakihleri için birtakım vazifeler vardır ki başkaları için –bu

vazifeler yoktur. İslam fakihleri, fakihlik makamında bulundukları için -

herkese- caiz olan birçok şeyden sakınmak, birçok caizi terketmek

durumundadırlar. -Bu cümleden olmak üzere- islam fakihleri, diğer

bireyler için pekala takiyyeyi gerektiren -birçok- mevzuda takiyye

etmemekle yükümlüdürler. Takiyye, islamın ve mezhebin muhafazası

içindi, eğer takiyye etmeselerdi din ve mezheb diye birşey

kalmayacaktı. Takiyye, füru ile ilgili meselelerdendir; yani mesela

abdesti şöyle veya böyle almak gibi... Ama islamın temeli ve aslı,

islamın onur ve haysiyeti tehlikedeyse o zaman takiyye olmaz, sükut

edilemez! Bir fakih minbere çıkıp da Allah'ın hükmüne aykırı bir

hüküm vermeye zorlanırsa "Takiyye benim ve atalarımın yolu,

yöntemidir" (234) diyerek itaat mi etmelidir?! Bu durumda takiyye

edilemez. işte! Bir fakihin, bir zalimin teşkilat ve düzenine girmesiyle

zulüm revaç bulacak ve islam lekelenecekse, girmemelidir, hatta

öldürülse dahi yapmamalıdır bunu! Bu hususta hiçbir mazeret kabul

(233)

İmam Seccad hazretlerinin -s- Muhammed bin Müslim Züheri 'ye yazdığı

mektupta şöyle geçer: "...Şunu bilki gizlediğin en asgari hak ve yüklendiğin en

hafif sorumluluk, zalime yakın durarak onun korkusunu azaltman, ondan gelecek

tehlikeye karşı böylece kendini güvenceye aldığını sanman ve onun sapmasını ve

yoldan çıkmasını kolaylaştırmandır. Çünkü ona yakın durmakta ve seni davet ettiği

zaman hemen gitmektesin. Bu davet ve gidişlerle; seni kendi zülüm ve

adalelsizliklerinin ekseni şeklinde göslermek ve işledikleri zülümleri tıpkı

değirmenin mili gibi senin etrafında çevirmek istediklerini bilmiyor musun? Zulüm

ve iğrenç emelleri yolunda seni köprü gibi kullanmak, insanları saptırabilmek için

bir merdiven, eğriJve sapık çağrılarına davet edecek bir davetçi haline getirmek

istediklerini, seni de kendi yollarına sokmakta olduklarını, ulema ve bilginleri

lekeleyip onlara çamur sürebilmek için seni kullanıp, cahilleri kendi taraflarına

çekmeyi planladıklarını bilmez misin?!" Bkz: Tuheful Ukul, s:214, İmam Seccad'ın

-s- sözleri bölümü.

(234) Takiyye benim ve atalarımın yöntemidir" Müstedrek'il Vesail, c:12, s:258, emr

bil maruf kilabı, emr ven nehy babları, 24. bab, 4. hadis.

Page 170: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

edilemez! Ancak Ali Bin Yaktin (235) gibi; birtakım akli ve rnantıki temel

ve hesaplara dayanarak girmesı gerekiyorsa -ki onun niçin -Abbasilerin

sarayına /çev/- birdiği de bellidir zaten- veya Hace Nesir rızvanullah

aleyh gibi olursa -ki onun hareketinin de islama ne kadar fayda

sağlamış olduğu bilinmektedir- o zaman başka. İslam fakihleri için

zaten böyle şeyler sözkonusu değildir, sadr-ı islamdan bugüne kadar

nasıl geldikleri ortadadır, -fakihlerimiz-, bizim nazarımızda ışık gibi

parlamaktadırlar ve zerrece lekeleri yoktur O dönemlerde rejımle

işbirliği yapmış olan dinadamları da bizim mezhebimize mensup değildi

zaten. İslam fakihleri onlara -zalim yöneticiler- sadece itaat etmemekle

kalmamış, muhalefette de bulunmuşlardır, hapislere düşmüş, işkence ve

eziyetler görmüş ama yine de itaat etmemışlerdir. Kimse, islam

alimlerinin geçmişte veya bugün bu tür teşkilatlarla çalış tığını veya

çalışmış olabileceğini zannetmesin. İcabında, -zulüm rejimi- kontrol

veya sistemini alt üst edip devirmek için bazen girmişlerdir tabi; nitekim

bugün de elimizden böyle birşey gelecek olsa girmemiz farzdır, burada

tartıştığımız konu bu değil. Problem; şurada burada bir - iki kelime

okuduktan sonra -ki okuyup okumadıyı da belli değil- başına bir sarık

geçirip işkembesini doyurmak ya da bir mevki ve makam elde

edebilmek için bu gibi yerlere yamanan kimselerdir. İşte bu g ibilerine

karşı ne yapacağımızı belirlemeliyiz.

Saray Mollalarını Dışlayın, Kovun!

Bunlar, islam fakihlerinden değildirler. Zaten bu gibilerin çoğuna

İran gizli emniyet teşkilatı sarık giydirmiştir ki -minberde şah ve rejimi

için /çev/ - dua etsinler... Bayram ve benzeri günlerde cami imamlarının -

rejim tarafından düzenlenen veya şahın katıldığı merasimlere /çev/

(235)

Ali bin Yaktin (h.k. 12-3 -182): Babası Emeviler zamanında, iktidarın

Abbasilerde olması gerekriğini savunanlardandı. Bu nedenle Abbasiler iktidarı

elegeçirince Ali bin Yaktin iktiadara yakın olmuş oldu ve Harunurreşid’in

vezirliğine kadar yükseldi. Aynı zamanda İmam Kazım'la da -s- irtibatını

korumada ve hazretin emrine itaati farz bilmedeydi, İmam'ın -s- bütün emirlerini

yerine getirmeye çalışmıştırç İmam onun için şöyle buyurmuştur: "... -Ey Ali,

Allah Teala'nın ; zalimler ve yardımcıları arasında kendi özel adamları da vardır

ki, bunlar aracılığıyla dostlarını koruyup destekler; ve ey Ali, sen de onlardan

birisin işte!’’

Page 171: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

zorla ve cebren katılmasını sağlayamıyacak olurlarsa böyle şeyleri

yapabilecek ve "celle celaluhû!" diyecek adamları olsun yani!.. Evet,

son zamanlarda "celle celaluhû" lakabını vermişler ona!! (*) Bunlar fakih

değil; kim oldukları belli bunların! Halk bunları tanıyor zaten!

Bahsettiğimiz rivayette de geçiyor zaten "bu gibileri için, dininizden

korkun" diye, "bunlar sizin dininizi yok ederler" diye... Bunları halka

tanıtıp rezil etmek gerekir; halk arasında birilerinden itibar görüyorlarsa

kepaze etmek, -maskelerini- düşürmek, toplumdan silmek gerekir!

Eğer kendileri toplumdan atılmaz, silinmezlerse İmam-ı Zaman'ı -satacak,

islamı sahneden silecektir bunlar!

Gençlerimiz, bunların sarıklarını başlarından almalıdır! İslam

fakihleri ve islam alimleri adıyla müslüman toplumlarda böylesine fesat

ve bozulmalara yolaçan bu tür mollaların sarıkları başlarından

alınmalıdır. Bilmiyorum; İran'daki o gençlerimiz ölmüş mü yoksa?..

Neredeler ya?! Bizim zamanımızda böyle değildi... Şunların sarıklarını

niçin almıyorlar başlarından?! Ben, öldürsünler, demiyorum; bunlar

öldürülmeye layık değiller; ama başlarından o sarığın alınması gerekir.

Halk bu konuda sorumludur; İran'daki yiğit gençlerimiz bu tür (şaha

celle celaluhû diyen) mollaların sarık takmasına ve halkın içine sarıkla

çıkmasına engel olmakla sorumludurlar. Böylelerine fazla dayak

atılmasına gerek yok; ama sarıkları mutlaka çıkarılmalı... Sarıkla

dolaşmalarına izin verilmemelidir! Bu elbisenin bir şerefi vardır;

herkesin bu elbiseyi sırtına geçirmesine izin verilemez! İslam alimlerinin

bu gibi şeylerden beri olduğun arzetmiştim; bu gibi sistemlerle

çalışmazlar ve çalışmamaktadırlar da! Bu düzene -şah rejimi /çev/-

bağlı olanlar da kendilerini dine ve ulemaya yamamaya çalışan

beleşçilerdir; böylelerinin hesabı ayrıdır zaten, halk da tanımaktadır

onları...

Bize de pek güç görevler düşüyor... Ruhen ve yaşayış tarzı -ve sathı-

açısından kendimizi tamamlayıp mükelleştirmemiz gerekir. Takvamızı

fevkalade artırmalı ve dünyanın değersiz metaından yüz çevirmeliyiz.

Sizler -ulema- kendinizi ilahi emaneti korumaya hazırlamalısınız. "Emin

güvenilir insan" olun. Dünyayı düşürün gözünüzden. Evet, "dünya

benim nazarımda tıpkı keçi aksırığının salyası gibi değersizdir!" buyuran

hz. Emir (hz. Ali -s- ) gibi olamayabilirsiniz, ama hiç olmazsa dünya

(*)Şah kastediliyor.

Page 172: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

malı için kendinizi küçültmeyin, dünya malına tenezzül etmeyin,

nefsinizi eğitip temizleyin, Allah Teala'ya yönelin samimiyetle; takva

sahibi olun. Eğer, Allah göstermesin, yarın bu işten birşeyler kazanırım

umuduyla -medresede- okuyorsanız bilin ki ne fakih olursunuz ne de

islamın "emin"i! İslam için yararlı olacak şekilde hazırlayp donatın

kendiniz. İmam-ı Zaman (hz. Mehdi -s- /çev/) ordusunun askerleri olun

ki adaleti yayıp hizmet edebilesiniz. Salihler, öyle insanlardır ki

varlıkları bile toplum için ıslah edicidir. Biz gördük böylelerini... İnsan

onlarla muaşerette bulunma yoluyla, hatta yürürken bile temizlenmekte,

nezihleşmektedir. Siz öyle davranın ki, sizin davranışınız, ahlakınız ve

dünya metaına değer vermeyişinizle insanlar düzelip ıslah oluversinler, -

davranışlarınızla örnek olun ki- size uysunlar, herkesin uyduğu

insan(236) olun. "Cündullah" olun, Allah'ın askeri olun ki islamı

tanıtabilesiniz, islam devletini tanıtabilesiniz. Ben tahsili bırakın

demiyorum, bilakis okumanız gerekir, okuyun fakih olun, fakihlikte

ciddiyet gösterin, bu medreselerin fıkıhtan soyutlanmasına izin

vermeyin, siz -dinadamları- fakih olmadıkça islama hizmet edemezsiniz

zaten. Ama, tahsilinizin yanısıra halka islamı anlatıp tanıtmayı da ihmal

etmeyin. -Görüyorsunuz işte- İslam bugün pek "garip"tir, islamı

kimsenin tanıdığı yok... Sizin halka islamı ve islam ahkamını

ulaştırmanız gerekir ki halk islamın ne olduğunu anlasın; islam

devletinin nasıl olduğunu, risalet ve imametin ne demek olduğunu ve

esasen islamın ne için geldiğini ve ne istediğini halk öğrenip bilsin...

Böylece yavaş yavaş islam tanınıp bilinecek ve bir gün islam devleti

kurulabilecektir inşaallah.

Zalim Devletleri Yıkalım!

Onların resmi -devlet- kunıluşlarıyla ilişkilerimizi keselim. Onlarla

çalışmayalım, onlara yardım sayılabilecek hiçbir şeyi yapmayalım;

onlardan bağımsız yeni yargı, mali, ekonomik, kültürel, eğitim -

öğretim ve siyasi kuruluşlar oluşturalım!

"Tağut"u yıkmak; yani bütün islam beldelerindeki gayrimeşru siyasi

güçleri ve düzenleri devirmek hepimizin vazifesidir. Zalim ve halk

(236)

Halkın öncüsü, lider, imam.

Page 173: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

düşmanı rejim ve kuruluşları yerlerini kamu hizmet kuruluşlarına

bırakmalı, islam kanunlarına göre idare olunmalı ve yavaş yavaş islam

devleti kurulmalıdır. Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de tağuta ve

gayrimeşru siyasi güçlere itaati yasaklamış ve insanları sultanlara karşı

kıyama teşvik etmiş ve Musa'yı -s- sultanlara karşı kıyam ettirmiştir.

Zalimlerle, dine müdahelede bulunanlara karşı mücadelenin teşvik

edildiği birçok rivayet mevcuttur. Ehl-i Beyt imamları aleyhimusselam

ve onların izleyicileri olan şia, zalim devletlerle gayrimeşru ve batıl

düzenlere karşı daima mücadele etmişlerdir. Onların biyografileri ve

yaşam tarzlarından bu gerçeği kolaylıkla anlamak mümkündür.

Hayatlarının önemli bir kısmı zalim ve zorba egemenlerin baskısı

altında geçti, sürekli sıkı bir takiyye ve şiddetli korku altında yaşadılar;

tabii ki bu korku dinleri yüzündendi, kendileri için değil. Nitekim

rivayetler incelendiğinde sıkça karşılaşılan hakikatlerden biridir bu.

Zalim egemenler de masum imamlardan -s- daima dehşetle korktular.

Masum imamlara -s- fırsat verecek olsalar hemen kıyam edeceklerini ve

ayyaşlık ve şehvetperestlikten ibaret hayatlarrnı onlara haram

edeceklerini çok iyi biliyorlardı. "Harun"un İmam Musa Bin Cafer

hazretlerini -s- tutuklayıp yıllarca hapsetmesinin, veya "Me'mun"um (237)

Hz. İmam Rıza'yı -s- Merve sürüp orada sürekli gözaltında tuttuktan

sonra sonunda zehirleterek şehid ettirmesinin (238) nedeni; bunların

seyyid ve Peygamber'in -sav- evlatları olması ve onların Peygamber

efendimize -sav- düşmanlık besliyor olması değildi asla! Bilakis, Harun

da, Me'mun da; her ikisi de şiiydi!(239) Ne var ki saltanat iktidar-

(237)

Abdullah Me'mun (h.k. 170 - 218}: Harun Reşid'in oğlu, 7. Abbasi

halifesi. (238)

El - İrşad s: 290 - 295 ve: Yakubi Tarihi c:2, s: 146 - 149 ve:

Murucezzeheb c:3 s: 440 - 441. (239)

İmam -s- onların, masum imamların -s- hakkaniyetini itiraf etliklerine işaret

etmektedir. Niktekim Abbasi halifcsi Memun, kendisini şia saymakta vc bunu da

babası Harun'a borçlu olduğunu söylemekteydi. Babası Harun'dan, hz. İmam Kazım -

s- hakkındaki görüşünü sorduğunda onun şöyle cevap verdiğini nakleder: "Ben halkın

görünürdeki imamı ve lideriyim; zorla ve cebren hükmediyor mu bu halka; Musa bin

Cafer ise gerçekten imamdır ve imameti haktır. Vallahi, oğulcuğum, şu iktidar

koltuğu öyle bir şey ki, onun için benimle dalaşmaya kalkarsan senin bile gözlerini

oyarım! Şunu bil ki, iktidar kısırdır, baba - oğul tanımaz!" bkz. Bihar'ul Envar c:48 s:

129 -133.

Page 174: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

kısırdır.(240) Yoksa, Alioğullarının halifelik iddiası taşıdıklarını ve -

gerçek anlamda- bir islam devleti kurmakta çok ısrarlı olduklarını,

halifelik ve devlet idaresini kendileri için bir vazife ve yükümlülük

addettiklerini onlar da biliyordu. Nitekim kendisine geri verilebilmesi

için "Fedek"in(241) sınırlarını belirlemesi istendiğinde, rivayette de

geçtiği üzere, İmam -s- o günkü islam beldelerinin tamamının sınırlarını

çiziyordu,(242) yani "bu hudutlara kadar ne varsa hepsi bizim

hakkımızdır, islam beldesini bizim yönetmemiz gerekir, siz onu zorla

bizden alan gasıplarsınız!" diyordu açıkça! Zalim halife - sultanlar,

İmam Musa Bin Cafer'in -s- serbest olması halinde dünyayı başlarına

dar edeceğini biliyorlardı; her an elverişli bir ortamın oluşması ve o

hazretin kıyam ederek saltanatı devirmesi ihtimali vardı. Bu nedenledir

ki hiç frrsat vermediler; eğer fırsat verselerdi hazret mutlaka kıyam

edecekti. Evet, bundan hiç şüpheniz olmasın, eğer Hz. Imam Musa Bin

Cafer -s- bir frrsatını yakalayabilseydi kıyam edecek ve devleti zorla ele

geçirip gasbetmiş bulunan zorba sultanların düzenini alt - üst edecekti.

Nitekim Memun da, bir gün kıyam eder de saltanatını başına yıkar

korkusuyla Hz. İmam Rızâyı -s- hep "ey sevıgli amcaoğlum"', "ey

Resulullah'ın evladı!" gibi hilekar ifadeler ve düzenbazlıklarla

(240) Harun'un "iktidar kısırdır" derken maksadı, iktidar kolluğunu babanın kendi

evladına bile vermeyeceğini ve bu işin baba - oğul tanımadığını söylemektir. İmam

Humeyni -ra- de burada aynı meseleyi hatırlatmaktadır. (241)

Fedek. Hayber'e bir menril uzaklıktaki bayındır bir köyün adıdır. Hayber

savaşından sonra Hayberliler Hz. Resulullah'la -sav- barış antlaşması imzalayıp Hayber'i

ona bağışladılar. Peygamber de -sav- Allah Teala'nın emri üzere Fedek'i, kızı hz

Fatıma'ya -s- bağışladı. Bkz. İbni Hişam Siyeri c: 3-4 s:353. Taberi Tarihi c:3 s:20 ve

Nehcul Belaga Şerhi: İbni Ebil Hadid c:4. s. 823 -874 ve: El-Fedek Fi Tarih: Şehid

Seyyid Muh. Bağır'es Sadr. (242)

Abbasi halifesi Mehdi'nin, haksız yere alınan mal ve hakları sahiplerine

geri iade etmek istediği söylenir. Bu haber İmam Musa bin Cafer’e -s- ulaştığında

İmam -s- "Peki, bizim hakkımızı niye geri vermiyorsun?" diye sordu. Mehdi "Sizin

hakkınız nedir'?" diye sorunca İmam -s- "Fedek" buyurdu ve sınırlarını Uhud

dağı'ndan Mısır sahillerine kadar islamın egemen olduğu bütün coğrafya olarak

gösterdi. Mehdi hayretle "bunların hepsi sizin mi?!" diye sorunca da İmam "evet"

buyurdu, "bunların hepsi bizimdir" Bkz. Bihar c:48 s:8 - 156 ve: İmam Musa bin

Cafer -s- Tarihi, 40. bab, 29. hadis ve İbn-i Şehri Aşub "Ahbarul Hulefa

"kitabından bu olayı naklederek anlatır ve muhatabın Harun olduğunu, mezbur

coğrafi sınırlarınsa Eden, Semerkant ve Afrika Seyf’ul Behr (bugün ki Ermenistan

yakınları) olduğunu belirtir. Bkz.: Menakıb-ı Al-i Ebu Talib c:4. s:346.

Page 175: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

gözaltında tutmadaydı. Çünkü o, peygamberin -sav- evladıydı ve

ha~.kanda -peygamber tarafından müslümanlara- yapılmış bir vasiyet

sözkonusuydu, bu nedenle de onu Medine'de serbest bırakmak

mümkün değildi... Zalim yöneticilerin bütün arzuları saltanat ve iktidara

kurban edebiliyorlardı; yoksa, kimseye karşı özel bir düşmanlık

besledikleri yoktu. Nitekim eğer İmam, Allah göstermesin, sarayın -

iktidarın- adamı olmayı kabul etseydi ona saygıda kusur gösterilmez,

fevkalade izzet ve ikramda bulunur, elini de öperlerdi! Rivayette de

geçer; İmam -s- "Harun"un yanına getirildiğinde, Harun, kendi

oturduğu yere kadar onun binekte getirilmesini emretti ve İmam'a –s-

fevkalade saygı ve hürmet gösterdi. Sıra, beytulmalın müslümanlar

arasında bölüştürülmesine gelince ise, Haşimoğulları(243) için çok az bir

meblağ belirledi! Bu sırada orada bulunan Memun, biraz önce şahid

olduğu onca saygı ve hürmetten sonra İmam'a -s- reva görülen bu

haksız bölüştürmeye şaşırınca Harun "Senin aklın ermez buna!" dedi,

"Haşimoğullarını hep böyle tutmak gerekir işte! Bunları hep fakir

tutacaksın, hapislerde çürüteceksin, süreceksin, sürekli eziyet ve çile

çektireceksin, zehirleteceksin, öldürteceksin!.. Yoksa kıyam edip

ayaklanır ve dünyayı başımıza dar ederler!".(244)

Ehl-i Beyt imamları -s- zalim düzenler, zorba hükumetler ve bozuk

ve ahlaksız saray erkanına karşı bizzat savaşmakla kalmamış, aynı

zamanda müslümanları da onlara karşı cihada çağırmışlardır;

Vesil'uşşia,(245) Müstedrek ve diğer kaynaklarda "Sultanlar ve zalim

düzenlerden uzak durun" ,(246) "Onları övenlerin ağızlarına toprak

(243)

"Haşimoğulları" :Kureyş'in büyük ve asil boyunun adıdır. Hz. Peygamber'in -sav-

dedesi Abdulmuttalib'in babası olan Amr bin Abdumenafın lakabı "Haşim"di, bu boy

ismini ondan almıştır. (244)

Uyuni Ahbarurrıza c:l s: 88 - 91 Bihar c:48 s:129, "Münazarat-ı Meelhulefa-el

cewr..." babı. (245)

Kısaca "Vesail" olarak tanınan "Tefsil-i Vesailuşşia ila Tahsil-i

Mesailuşşeria", Allame muhaddis Hürr Amuli'nin eseridir. Ahkamla ilgili

hadislerin mevzu ve gerekli bablara göre tasnif edildiği en mükemmel ve detaylı

hadis derlemesidir. Bu kitaptaki hadisler, diğer fıkıh kitaplarındaki gibi

tertiplenmiş ve kitabın sonuna, rical ilmiyle ilgili çok faydalı bilgiler eklenmiştir. (246)

Vesail, c:12 s:127 - 139, kitab-ul ticaret "mayehtesibbih hablarının 42 ve 45. babı,

Müstedrekil Vesail c:13 "mayektesibbih" bablarının 35 ve 38. babı.

Page 176: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

dökün",(247) "Kim onlara bir kalem verir veya divitlerine su dökerse

şöyle, şöyle olur... "(248) mealinde 50'den fazla rivayet vardır. Kısacası

onlarla kesinlikle işbirliğinde bulunulmaması ve ilişkilerin tamamen

kesilmesini emretmişlerdir.

Diğer taratan adil fakih ve alimi öven onca rivayet, onların,

toplumun diğer bireylerine olan üstünlüğünü de hatırlatmaktadır. Bütün

bunlar, islamın bir "islam devleti"nin kurulması için oluşturduğu projeyi

ortaya koymakta ve milleti zalimlerin düzen ve iktidarlarından yüz

çevirtip caydırmayı, zalimin evini başına yıkmayı; âdil, muttaki,

mücahid ve islam hüküm ve devlet düzeninin kurulması için çaba

gösteren fakihlerin kapısını halka açmayı amaçlamaktadır.

Müslümanlar ancak adalet ve kanun devletinin gölgesinde olurlarsa

huzur ve güven duyacak, iman ve erdemli ahlaklarını muhafaza

edebileceklerdir; sistem, idare tarzı ve kanunlarını islamın belirlemiş

olduğu bir devlettir bu... Şimdi biz; bütün plan ve projesinin islam

tarafından hazırlanmış ve tamamlanmış olduğu bu "islam devleti"ni

kurmak ve fıilen bu projeyi gerçekleştirmekle sorumluyuz. İslamın

devlet ve yönetim sistemiyle, siyasi ve sosyal yapı ve prensiplerinin

kalabalık kitlelere gereğince tanıtılmasının, düşüncelerde güçlü

dalgalanmalara yolaçmasını ve halk hareketinin doğurduğu gücün,

islam devletinin kurulmasını sağlayan bir faktör olmasını temenni

ederim.

Allah'ım! Zalimlerin ellerini islam beldelerinden kaldır! İslama ve

islam ülkelerine ihanet edenlerin kökünü kurut! İslam ülkelerinin

başındakileri, -müslümanlara- pek pahalıya malolan bu ağır uykudan

uyandır ki milletlerin maslahatı yolunda çaba göstersinler, tefrikalar ve

şahsi çıkarlardan vazgeçsinler! Genç nesle; medreslerdeki din

öğrencileriyle üniversite öğrencilerine tevfik inayet buyur ki islamın

(247)

Vesailuşşia c:12 s:132, kitabul ticaret, "mayehtesibbih" babları, 42. bab,

l. hadis ve: Menlayehzerul fakih c:4 s:5 "zikri cemel min menahinebi..." babı, 1.

hadis. (248)

İkab'ul Amel'de, Hz. İmam Sadık'ın -s- ceddi Hz. Resulullah'tan -savşöyle

naklettiği geçer: Zalimlere yardımcı olanlar nerede?! Onların divitlerine mürekkep döken

veya onlar için altın keselerini düğümleyenler, ya da onlar için eline kalem alıp divite

sürenler neredeler?! Şimdi onlar, zalimlerin yardımcılarıyla birlikte haşrolunacaklardır!"

bkz.: Vesail c:12 s:130, kitabul ticare "mayektesibbih" babları 42. bab.

Page 177: VELÂYET-İ FAKİHankara.icro.ir/uploads/islamic_government.pdfVelâyet-i Fakih / İslam Devleti İmam Humeyni -ks 1. Baskı Yayınlayan: İmam Humeyni'nin -ks- Eserlerini Tanzim ve

mukaddes hedefleri için ayaklansınlar ve tek saf -ve tek yumruk-

halinde, sömürü ve onun habis uşaklarının pençesinden kurtulma ve

islam ülkelerini savunma yolunda elele verip birlikte çalışsınlar.

Toplumun fikir ve düşüncesini aydınlatıp hidayet etme yolunda gayretli

olmaları, islamın mukaddes hedeflerini müslümanlara, bilhassa genç

nesle ulaştırabilmeleri ve islam devletinin kurulması cihetinde

mücadedede bulunmaları için islam fakihleri ve ulemasını başarılı kıl!

Ya Rabbi! Sen tevfıkte velîsin; pek yüce ve büyük olan Allah'tan

başka güç, kuvvet ve değişim verebilecek hiç kimse yoktur!

-*-