sÛfÎlerİn kur’an’dan alarak oluŞturduklari lİteratÜre...
TRANSCRIPT
The Journal of Academic Social Science Studies
International Journal of Social Science
Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS3388
Number: 45 , p. 189-200, Spring III 2016
Yayın Süreci
Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date - Yayınlanma Tarihi / The Published Date
02.03.2016 15.04.2016
SÛFÎLERİN KUR’AN’DAN ALARAK OLUŞTURDUKLARI
LİTERATÜRE İKİ ÖRNEK: İ’TİSÂM VE FİRÂR TWO QUR'ANIC-BASED EXAMPLES IN THE DEVELOPMENT OF THE
SUFI CANON: I’TİSÂM AND FİRÂR Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yavuz ŞEKER
Mustafa Kemal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü Öz
Sûfîler, kendi duygu ve düşüncelerine ait fikir dünyalarını meydana getirirlerken, zaman
içerisinde, kendilerine göre bir terminoloji oluşturmuşlardır. Kavramların pek çoğunu ise
Kur’an’dan istifadeyle terminolojiye dahil etmişlerdir. Bu ifadeler bir yönüyle, sûfîlerin, Kur’an’ı en
büyük ve birinci kaynak kabul etmiş olmalarının da ifadesi olmaktadır.
Kendilerini Hakk’a vardırmaya azmetmiş sûfîler, kendilerini bir yolcu, hayatlarını da
yoldan ibaret görmüş, bu yolun sonunda ise Hakk’ın bulunduğunu kabul etmişlerdir. ‚Seyr-i
sülûk‛ adını verdikleri bu yolculukta, karşılaştıkları farklı hal ve makamlara da birer isim vermiş ve
onları tanımlamaya çalışmışlardır. İşte bu kavramların peşisıra yer alan ikisi i’tisâm ve firârdır.
Yapışmak, tutunmak ve dört elle sarılmak manalarına gelen i’tisâm, kişinin kendisini Al-
lah’ın koruması ve kendisine hep güzellikle bakışı altında görmesi, O’nun beğendiklerini yapmaya
çalışıp sürekli taat üzere olması şeklinde özetlenebilir.
Kaçmak anlamına gelen firâr ise sûfînin mezmum ve kötü bir halden, övülen ve iyi bir
hale süratle intikal etmesi, Allah’a taatte bulunmaktan alıkoyan neler varsa hepsinden kaçması
olduğu söylenebilir.
Bu açıdan i’tisâm, doğrudan Allah’a kaçışı ifade eden firârın başlangıcı, firâr da i’tisâmın
bir neticesi gibidir.
İman edip Allah’ın dinine yapışan, Kur’an ve Sünnet’e sımsıkı sarılan kul, bu çizgisini
devam ettirdikçe, fenâdan bekâya doğru gitgide derinleşen bir kaçış gerçekleştirmektedir. Bu aynı
zamanda, yokluğa mahkum herşeyden, varlığı daimî ve bâkî olan Hakk’a firârdır.
Anahtar Kelimeler: İ’tisâm, Firâr, Sülûk, Hablullah, İlticâ
Abstract
In effecting their own world of feeling and thought, the Sufis gradually developed their
own nomenclature. Many of these concepts they incorporated into their lexicon benefiting from the
Qur'an itself. In a sense, these terms serve as demonstration of the Sufis' acknowledgement of the
Qur'an as their first and foremost source. Resolved to reach God, the Sufis have viewed themselves
as travellers and their lives as a journey, deeming Him to be at its end. Sufis refer to this spiritual
quest as sayr u suluk and have named and attempted to define each of the different states and sta-
tions they have encountered on this path. Two terms following directly on from these concepts are
firar and i'tisam. I'tisam denotes holding fast and clinging to wholeheartedly, and can be summated
as a person's viewing themselves as forever under God's protection and watch, striving to do what
190
Mehmet Yavuz ŞEKER
pleases Him, in perfect servitude to Him. Literally meaning 'fleeing', firar is the Sufi's transition
from a blameworthy state to a laudable one, and can be said to refer to their flight from all that pre-
vents them from subservience to God. Thus, i'tisam constitutes the starting point of firar, which ex-
presses the flight to God, the latter being a result of the former. The servant who believes and holds
fast to the religion of God and adheres firmly to the Qur'an and the Sunna actualises an increasingly
deepening escape going from annihilation to subsistence as they advance upon this path. This is
thus an escape from everything that is doomed to nonexistence, to God Whose existence is perma-
nent and everlasting.
Keywords: I’tisâm, Firâr, Suluk, Habl Allah, Iltija'
Giriş
Sûfî anlayışta seyr-i sülûk, cehaletten
bilgiye, kötü ahlaktan güzel ahlaka ve kendi
vücûdundan Hakk’ın vücûduna doğru manevî
ve kalbî bir hareket olarak tanımlanmıştır.1
Allah’a seyr, (Seyr ilallah), Allah’ta seyr (Seyr
fillah) Allah’la seyr (Seyr ma’allah) ve Allah’tan
seyr (Seyr ‘anillah)2 gibi tasnifi yapılan bu
ruhânî yolculukta tabiatı gereği bir
kademeleşme, basittten mürekkebe, iyiden daha
iyiye doğru bir tekâmül söz konusudur. Sûfîler
bu yolculuktaki her bir kademe ve mertebeye bir
isim bulmuş ve onu durumuna göre ‚makam‛
veya ‚hal‛ olarak değerlendirmişlerdir.
‚İ’tisâm‛ ve ‚firâr‛ da sülûk mertebelerinde
kendilerine yer bulmuş iki terimdir. Sûfîler diğer
birçok kavram gibi bu iki kavramı da Kur’an
referanslı olarak kendi düşünce dünyalarına
dahil etmişlerdir.
Bu makalede bu iki kavramın beraberce
ele alınması, onların sülûk mertebelerinde
peşisıra yerlerini almaları ve ikisinin de ‚Allah’a
ilticâ‛ şeklinde ifade edilebilecek bir üst tanım
çerçevesine oturmalarından ötürüdür.
Makalede, bu iki kavram, seyr-i sülûk
derecelerindeki sıraya göre, Kur’an ayetleri
müvâcehesinden değerlendirilip tasavvuftaki
yerleri ifade edilecek, böylelikle, bir yönüyle
sûfîlerin Kur’an’dan nasıl istifade ettiklerine,
diğer yönüyle de sûfîlerin fikir ve düşünce
dünyalarındaki derinliğe dikkatler çekilecektir.
1. İ’tisâm
İ’tisâm, sözlük manası itibariyle ‚bir
şeye yapışmak, tutunmak‛3 ve ‚dört elle
1 Abdurrezzak Tek, Azîz Mahmud Hüdâyî’nin Seyru Sülûk
Anlayışı, Aziz Mahmud Hüdayi Uluslararası Sempozyum
Bildiriler, c. I, s. 179, Üsküdar Belediye Başkanlığı, İstanbul,
2005. 2 Muhammed Ali Tehânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn ve’l-Ulûm,
thk. Ali Dehrûc, Mektebetü Lübnan, Beyrut, 1996, I/969, 970;
Uludağ, Süleyman, ‚Sülûk‛, DİA, İstanbul, 2000, cilt: XXXVIII,
sayı: 128; Özköse, Kadir, Tasavvuf El Kitabı, ed: Kadir Özköse,
Grafiker Yay., İstanbul, 2013, s. 233, 234. 3 Ragıb İsfehânî, Mu’cemü Müfredâtı Elfâzi’l-Kur’an, thk. Nedim
Mar'aşlı, Beyrut, Dârü'l-Fikr, tsz, a-s-m mad.
sarılmak‛4 manalarına gelmektedir. Bu
anlamlarından hareketle i’tisâmın, insanın
kendisini Allah’ın koruması ve kendisine hep
güzellikle bakışı altında görmesi,5 Allah’ın
beğendiklerini yapmaya çalışma arzu ve
iradesini (taat) devam ettirmesi, insanın,
korkutucu durumlardan Halleri Değiştiren
(Muhavvilü’l-Ahvâl) Allah’a güvenmesi
şeklinde yorumlarda bulunulmuştur.6
Sülûk mertebeleri içerisinde altıncı
derecede bulunan i’tisâm kavramı,7 Tasavvuf
terminolojisinde bir terim olarak yerini alırken,
Kur’an’da geçtiği yer ve bağlamına göre anlam
ve yorum zenginliği kazanmıştır. Kur’an,
i’tisâmı, bizzat Allah’a ve Allah’ın ipine
(hablullah) olmak üzere iki şekilde ifade
etmektedir:
a. İ’tisâmın direkt olarak Allah’a
nispet edilmesi
İ’tisâmın doğrudan Allah’a nispet
edildiği ayetlerde şunlardır:
‚Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler,
Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini (ibadetlerini)
yalnız onun için yapanlar başkadır.‛8 ‚Allah’a iman
edip O'na sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları
kendinden bir rahmet ve lütuf (deryası) içine
daldıracak ve onları kendine doğru (giden) bir yola
götürecektir.‛9 ‚Kim Allah’a sımsıkı sarılırsa
muhakkak ki o doğru yola konulmuştur.‛10 ‚Allah’a
sımsıkı sarılın. O sizin Mevlânızdır.‛11 Bu
ayetlerdeki ‚sımsıkı sarılma‛ ifadesi, itisam
4 Abdurrezzak Kâşânî, Letâifü’l-A’lâm fî İşârâti Ehli’l-İlhâm,
Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, Kahire, 1996, I, 219; Abdurrezzak
Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, çev. Ekrem Demirli, İz Yayıncılık,
İstanbul, 2004, s. 34. 5 Ebû Abdurrahman Sülemî, Tefsîru’s-Sülemî vehüve Hakâiku’t-
Tefsîr, thk. Seyyid Umran, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,
2001, I, 114. 6 Refik Acem, Mevsûâtu Mustalahâti’t-Tasavvufi’l-İslamiyye,
Mektebetü Lübnan, Beyrut, 1999. ‚İ’tisâm‛ mad. 7 İsmail Rusûhî Ankaravî, Minhâcü’l-Fukarâ, haz. Dr. Safi
Arpaguş, Vefa Yay., İstanbul, 2008. s. 271. 8 Nisâ, 4/146. 9 Nisâ, 4/175. 10 Âl-i İmrân, 3/101. 11 Hacc, 22/78.
Sûfîlerin Kur’an’dan Alarak Oluşturdukları Literatüre İki Örnek: İ’tisâm Ve Firâr 191
kelimesinin karşılığıdır.
Sûfîlerin bu ayetlerden hareketle
Allah’a i’tisâm hakkında değerlendirmelerde
bulunurlarken, tabiatıyla, kendi bilgi ufku ve
kalbî derinliklerine göre yaklaşımlar ortaya
koydukları görülmektedir; bazıları kulluğa
vurgu yaparlarken, bazıları da her an Allah ile
beraberliği işaretlemişlerdir. Buradan hareketle
i’tisâmın derecelerinin olduğu ve Allah’a iman
ile O’nun maiyyetini paylaşmak arasında geniş
bir yorum zenginliğine sahip bulunduğu
söylenebilir.
Bu bağlamda sûfîlerin konu hakkındaki
fikir ve yaklaşımlarından dikkat çeken bazılarını
şöyle sıralamak mümkündür:
Hakîm Tirmizî (320/932)’ye göre,
Allah’a sımsıkı bağlanma hususunda çabalayan,
Allah’ın fazlı ve rahmeti olmazsa onu elde
edemeyeceğini bilen birisi, kalbini Allah ile
beraber tutabilirse, kötülüklerden korunma
hususunda O’ndan başka hiç kimseye ilticâ
etmez. İşte bu durum, Allah’a i’tisâmda
bulunmaktır.12
Ebû Abdurrahman Sülemî (416/1021),
Allah’a i’tisâm hakkında değerlendirmelerde
bulunurken önce tasavvuf büyüklerinin
sözlerine yer vermiştir. Örneğin, Hz. Cafer
(48/765) ‚Kim Allah’a sımsıkı sarılırsa
muhakkak ki o doğru yola konulmuştur.‛13 ayeti
hakkında ‚Kim Allah hakkında irfanını artırıp
O’nu tanırsa bütün mâsivâdan istiğna eder‛
demiştir. Ebûbekir Vasitî (320/932) ‚Allah’a
i’tisâm, O’ndan O’na olur. Kim bir başkasından
Allah’a i’tisâmda bulunursa, o, Rubûbiyet
hakkında bir zayıflık içerisindedir‛ demiştir.
Ebûbekir Verrâk (280/893) i’tisâmın üç alameti
olduğunu söyleyip onları şöyle sıralamıştır:
‚kalbi, mahlûkatın yardımından koparmak, onu
bütünüyle Alemlerin Rabbine yöneltmek ve
yardım ve kurtuluşu sadece Allah’tan
beklemek.‛14
Ebû Hüseyn Nurî (295/908) de Allah’a
i’tisâmı şöyle tarif etmektedir: ‚İ’tisâm, kalbi ve
sırrı, O’ndan başkasıyla meşgul eden şeylerden
sıyırıp O’nunla halvetini sağlamak, kalbi O’na
ayırıp başka herşeyden boşaltmaktır. O’na
muvâfakatla iştigal etmek ve hep O’nu ikbal
12 Mahmud Abdurrâzık, el-Mu’cemu’s-Sûfî, Dâru Mâcid Asîrî,
Cidde, 2004, I, 436. 13 Âl-i İmrân, 3/101. 14 Sülemî, Tefsir, I, 114.
etmek, O’na dönük olmaktır. Cenab-ı Hakk
‚Allah’a sımsıkı sarılın. O sizin Mevlanızdır.‛
demektedir. Yani siz i’tisâm üzere bulunursanız
O sizi Kendisiyle zengin edecektir.‛ demiştir.15
‚Allah’a i’tisâm, Allah’ın lütfuyla
masiyetten kaçınmak‛,16 bütün vehim ve
tereddütlerden kurtulup terakki etmek,‛17
‚bütün işlerde Allah’a güvenmek, yardım ve
nusreti başkasından değil sadece O’ndan talep
etmek.‛18 olarak da tanımlanmıştır. Allah’a
i’tisâmın, aynı çizgide en başta O’na iman ve
O’nun dinine temessük olduğu ifade edilmiştir.
Bunlarla birlikte, onun, Allah’a güven, tevekkül
ve ilticâı da kapsadığı, bütün bunların
neticesinin ise necat ve zafer olacağına da
dikkatler çekilmiştir.19
İbn Atâullah İskenderânî (709/1309)’nin
i’tisâm hakkında söyledikleri, konu hakkındaki
bütün ayetlerin bir tefsiri olmanın yanında, Nuh
(as)’ın oğlunun başından geçenleri anlatan
ayetlerin de işârî bir tefsiri gibidir. O, Hz.
Nuh’un oğlunun helâkini anlatırken onun
kurtuluş adına gerekli tedbiri almada kendi
başına davrandığını, Allah’ın Nuh (as) için
seçtiği tedbirine razı olmadığını ifade eder.
Nuh’un oğlu, evvela kendi aklının dağına
sığınmış, sonra da kurtulacağını zannettiği dağa
sığınmıştır. Ama kurtulamamış, helâk olup
gitmiştir. Onun helâki zâhirde tufanla, bâtında
ise Allah’ın rahmetinden mahrumiyetle
(hırman) olmuştur.
İbn Atâullah sözlerine şöyle devam
etmektedir:
‚Ey kul! Eğer senin üzerine yıkıcı dalgalar
gelirse o denizde boğulmamak için aklının batıl
dağına rücu’ etme. Lakin Allah’a i’tisâm ve O’na
tevekkül gemisine rücu’ et. Kim Allah’a
i’tisâmda bulunursa o sırat-ı müstakime hidayet
olunur. Kim Allah’a tevekkül ederse Allah ona
yeter. Sen böyle yaparsan senin kurtuluş gemin,
Cûdî dağına emniyetle konar, oturur. Sen de
Allah’a yakınlığın (kurbet) selameti ve vuslatın
15 Sülemî, Tefsir, II, 29. 16 Seyyid Murtaza Zebidi, Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kamus,
Dâru’l-fikr, Beyrut, 1994, XVII, 483. 17 Hace Abdullah Herevî, Menâzilü’s-Sâirîn İle’l-Hakki’l-Mübîn,
Tasavvufta Yüz Basamak, çev. Abdurrezzak Tek, Emin Yay.,
Bursa, 2008, s. 81. 18 İsmail Hakkı Bursevî, Tefsiru Rûhı’l-Beyan, Mektebetü Eser,
İstanbul, 1389, VI, 64. 19 Şihâbuddin Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî,
Beyrut, 1985, IV, 19.
192
Mehmet Yavuz ŞEKER
bereketiyle gemiden inersin.‛20
b. İ’tisâmın Allah’ın ipine nispet
edilmesi
İ’tisâmın Allah’ın ipine (hablullah) izafe
edildiği tek ayette ‚Hep birlikte Allah’ın ipine
sımsıkı yapışın.‛21 denilmektedir. Ebû Hüreyre
(r.a.)'ın rivayet ettiği hadiste Resûlüllah (sas) de
bazı hususlara değinirken hablullah kelimesini
zikretmiştir: ‚Hiç şüphe yok ki Allah, sizin için üç
şeye razı olur, üç şeyi de kerih görür: O’na ibadet
edip hiçbir şeyi O'na ortak koşmamanıza, hep birlikte
Allah'ın ipine sarılıp ayrılığa düşmemenize razı olur.
Dedikodu yapmayı, çok soru sormayı ve mal telef
etmeyi ise kerih görür.‛22
Ayette ve hadiste geçen ‚hablullah‛
kelimesi, genel anlamda, sembolik bir ifade
olarak anlaşılmıştır. Onu, Allah’a itaat edip,
emirlerini gözetlemek şeklinde özetlemek
mümkün olduğu gibi, Kitap ve Sünnete uygun
taatte bulunmak şeklinde tanımlamak da
mümkün gözükmektedir. Hakîm Tirmizî,
Kur’an’ın edebi ile edeplenen birisinin Allah’ın
ipine yapışacağını, o ipe yapışmak suretiyle
kendisini ifsat edebilecek şeylerden
korunacağını ifade etmektedir.23
Abdülkerim Kuşeyrî (465/1072) de bu
manaya yakın yaklaşımlarda bulunmuştur. Ona
göre i’tisâmın hakikati, Allah’a sığınmanın
doğruluğunda, O’na firârın sürekliliğinde ve
O’ndan yardım talep etmenin temâdisinde
kendisini gösterir. Allah’ın ipine yapışmak,
Kitap ve Sünnete yapışmaktır.24
Abdürrezzak Kâşânî (730/1329)
‚Allah’ın ipi olan necat sayesinde Allah’a ilticâ
ediniz ki Allah sizleri azabından korusun.
Allah’ın ipi Kur’an-ı Mecid’dir.‛25 diyerek bu
sımsıkı yapışmanın Kur’an ile Allah’a sığınıp
ilticâ etmek suretiyle olabileceğini ifade etmiştir.
İbn Kayyim Cevziyye (751/1350)
hablullah’ı, İbn Mesud (ra)’ın ‚cemaat‛,
Mücahid ve Atâ’nın ‚ahdullah‛, İbn Mesud,
Katade ve birçok müfessirin ‚Kur’an‛ olarak
anladıklarını aktarmıştır.26 İbn Kayyim Cevziyy
20 İbn Atâullah İskenderânî, et-Tenvîr fî İskâti’t-Tedbîr, thk. Halil
el-Mensûr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998, s. 30. 21 Âl-i İmrân, 3/103. 22 Müslim, Kitabu'l-Akdiye, 5; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, el-
Mektebetü’l-İslamiyye, İstanbul, 1992, II, 327, 360, 367. 23 Abdurrâzık, Mu’cem, I, 436. 24 Abdurrâzık, Mu’cem, I, 437. 25 Kâşânî, Letâif, I, 219; Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 34. 26 İbn Kayyim Cevziyye, Medâricü’s-Sâlikîn, thk. Abdulğaniy
Muhammed ibn Ali el-Fâsî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,
2004, s. 287.
Allah’ın ipine i’tisâmın insanı dalaletten
kurtaracağını, Allah’ın ipine i’tisâmın hidayete
ve delile uymayı gerektirdiğine dikkatleri
çekmiştir.27
Nizamuddin Nîsâbûrî (850/1447),
hablullah’ın, İbn Mesud’dan rivayetle Kur’an
olduğunu aktardıktan sonra onun Allah’ın dini,
Allah’a itaat, cemaat, tevbe ve ihlas olarak da
anlaşıldığını ifade etmiştir.28
İsmail Rusûhî Ankaravî (1040/1630),
‚Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın.‛29
ayetini ‚Kur’an-ı Mübin’in ve hablullah-ı
metinin manasına istimsak eyleyiniz. Müctemi
olduğunuz halde ey müminler!‛ şeklinde
dillendirmiş ve Hakk yolcusunun ten
vartasından ve beden sevgisinden kurtulup
maneviyata yol bulabilmesi için Kur’an ipine
yapışıp onun buyurduğu yolda gitmesinin
gereğinden bahsetmiştir.30
İsmail Hakkı Bursevî (1137/1725) de
‚hablullah‛ın Allah’ın dini veya kitabı
olabileceğini, bunların ikisinin de insanın
necatına ve matlubuna ulaşmaya sebep
olduklarını ifade etmektedir. O, ayette geçen
‚ip‛ kelimesi hakkında şunları söylemektedir:
‚Zor bir yola koyulan kişi, o yolda ayaklarının
kaymasından korkarsa, iki ucu da bu yola bağlı
bir ipe tutunur ve o korkusundan emin olur.
Ebedî saadet ve Rabbin rızası yolu da aynıdır.
Bu yolunda kayma noktaları, dalalete düşme
yerleri bir hayli fazladır. Böyle bir durumda
Kur’an-ı Azîm’e, şer-i şerîfin kanunlarına ve
Rabb-i Kerim’in delillerine (beyyinât) yapışan
sırat-ı müstakime hidayet edilir, cehenneme
götürücü şeylerden de emin olur.
Bursevî, ‚Hep birlikte Allah’ın ipine
sımsıkı yapışın.‛ ayetini yorumlarken Allah’a
ulaştırıcı her sebebin Allah’ın ipine yapışma
olduğunu, bunun da iyi ameller ve kurbet
vasıtaları ile Allah’a yaklaşma olduğunu ifade
etmiştir. Ona göre i’tisâm varsa ayrılık sebepleri
yok demektir. Zira i’tisâmın yokluğu tefrika
sebebidir.31
Şihâbuddin Âlûsî (1246/1830), ‚Allah’ın
ipine sımsıkı yapışın.‛ ayetindeki hablullahın
Kur’an, Allah’a taat, cemaat, ihlas, İslam,
27 İbn Kayyim Cevziyye, aynı yer. 28 Nizamuddin Nîsâbûrî, Garâibu’l-Kur’an ve Rağâibu’l-Furkan,
thk. Şeyh Zekeriyya Umeyrat, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,
1416, II, 225, 226. 29 Âl-i İmrân, 3/103. 30 Ankaravî, Minhâc, s. 272. 31 Bursevî, Rûhu’l-Beyan, II, 72.
Sûfîlerin Kur’an’dan Alarak Oluşturdukları Literatüre İki Örnek: İ’tisâm Ve Firâr 193
ahdullah, emrullah gibi hususlar olabileceğini
bunların da birbirlerine yakın manalar içerdiğini
ifade etmiştir.32
Elmalılı Hamdi yazır (1349/1942)
hablullah’ın, Allah’a vuslat sebebi olan delil ve
vasıta olduğunu ifadeyle, Allah’ın ipine
i’tisâmın ‚hep birlikte‛ yapılmasının
istenmesinde, cemaat ve ictimaiyete bir emir
olduğunda şüphe olmadığını, söylemekte ve
‚burada cemaat, hablullah değil, ona i’tisâmın
hasılıdır.‛ demektedir.33
Görüldüğü üzere, gerek doğrudan
Allah’a ve gerekse Allah’ın ipine sımsıkı sarılma
şeklinde ifade edilen i’tisamın mana itibarıyla
aynı olduğunu söylenebilir. Burada Kur’an’a ait
bir üslup zenginliği göze çarpmakta olup
Allah’ın ipine sarılmanın, bizzat Allah’a sarılıp
yapışmak olduğu anlaşılmaktadır.
2. İ’tisâmın Çeşitleri
İ’tisâm hakkında yorumda bulunanlar,
i’tisâmı hem kendi içinde, hem de onu yapanlar
açısından sınıflandırmışlardır. Yukarıda ifade
edilen, i’tisâmın, direkt Allah’a ve Allah’ın ipine
olması gibi onun farklı alanlarda nefsin
arzularını hayra yönlendirmek ve şeytanın
tuzağına düşmemek için yapılan uğraşlar
şeklinde tasnifi de söz konusu edilmiştir. Buna
göre örneğin ‚muamelattta i’tisâm‛ Allah’ın
kuvveti ve kudreti ile dünyevi işleri O’nun
istekleri doğrultusunda yapmak, ‚ahlakta
i’tisâm‛ Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak, O’nun
vahdaniyetinin lazımı olan muhabbetle
cezbolmak, ‚velilikte i’tisâm‛ Allah’ın esmâ
tecellilerinin nuruyla nurlanmak, ‚hakikatta
i’tisâm‛ Allah’ın zatî tecellisine mazhariyetten
ibarettir. Nihayette de, tam bir fenâ haline
ulaşmakla Allah’ın ulûhiyetine ait idrak edilen
bir i’tisâmdan daha bahsedilmiştir.34
İ’tisâmı yapanlar açısından ise o, şu
şekilde kategorize edilmiştir:
a. Avamın i’tisâmı
Toplumun bilgi yönünden en alt
kısmını teşkil eden avamın i’tisâmı, Allah’ın
dinine olup35 O’nun emirlerini gözeterek taat
üzere olmakla gerçekleşir. Bu tür i’tisâmda kul,
uhrevî bir hayrı umduğu veya bir şerden korkup
32 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, IV, 18. 33 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser
Neşriyat, İstanbul, tsz, II, 1154-1155. 34 Acem, Mevsûât, İ’tisâm mad. 35 Acem, Mevsûât, İ’tisâm mad.
çekindiği için değil, sırf Allah’ın emrine uyduğu
için taat üzere olmaktadır.36
Bir başka açıdan avamın i’tisâmı, zâhirî
haberleri tasdik etmek, Allah’ın mükafat ve ceza
adına yaptığı vaad ve tehditleri kabullenmek,
güç yettiğince emir ve yasaklara uyup Hakk’ın
mağfiretine yapışmaktan ibarettir.37
Avamın i’tisâmı, Allah’ın ipine yapılan
i’tisâm olarak da anlaşılmış ve hem Hakk ile ve
hem de halkla olan muamelelerin yakîn ve insaf
üzere tesisine dikkatler çekilmiştir.38
Avam, Kur’an ayetlerine yapışır, o
konuda herhangi bir tereddüt ve problem
yaşamaz. Allah ve insanlarla olan
münasebetlerini de buna göre düzenler.
Muamelelerin yakîne tesisinin manası budur.
Allah ile olan muamelelerin insaf üzere tesisi,
O’na kulluğun hakkını vermek, Allah’ın
uluhiyetine ait azamet, kibriya, ceberut gibi
sıfatları hususunda O’nunla münazaa
yaşamamak, O’na hamdedip, lütfettiği nimetlere
şükretmek suretiyle O’nu unutmamak,
isyanından vazgeçme adına O’ndan
başkasından yardım dilenmemek şeklinde
yorumlanmıştır. İnsanlarla olan
münasebetlerdeki insaf ise kişinin, başkalarına,
kendisine davranılmasını istediği şekilde
davranmasıdır.39
b. Hasların i’tisâmı:
Bu mertebedeki i’tisâm, Allah’ın ipine
yapılan40 bir i’tisâm olarak yorumlandığı gibi,
onun Kur’an’î bir deyim olan ‚urvetü’l-vüska‛41
36 Kâşânî, Letâif, I, 165. 37 Ankaravî, Minhâc, s. 271. İsmail Ankaravî konu hakkında
şunları söylemektedir: ‚Allah’ın ipine i’tisâm, avamın i’tisâmı
iken bizzat Allah’a i’tisâm havassın i’tisâmı olmaktadır. Zira
suretlere takılıp kalan avam, vasıtasız olarak Allah’a i’tisâmda
bulunmazlar. Onlara uygun hitap ‚Hep birlikte Allah’ın ipine
sımsıkı yapışın.‛dır. Vahdet koltuğunun ortasına kurulmuş
olan haslar ise sebep ve vasıtaları tamamen ortadan kaldırıp
sebeplerin Yaratıcısı’na yöneldikleri için onlara hitap da yine
vasıtasız olarak ‚Allah’a sımsıkı bağlanın.‛ şeklinde
yapılmıştır.‛ (Ankaravî, Minhâc, s. 272, 273) 38 Herevî, Menâzil, s. 81. 39 Cevziyye, Medâric, s. 289. İbn Kayyim el-Cevziyye, bu
yorumları yaptıktan sonra, ‚Allah’a yemin olsun ki Herevî’nin
zikrettiği bu avamın i’tisâmı, hakikatte, haslar üstü hasların
i’tisâmıdır. Fakat o, fenâ ilmi kendisine
lütfedilenlerden/yükseltilenlerden olduğu için konuyu üst
perdeden ifade etmiştir‛ demiştir. 40 Acem, Mevsûât, İ’tisâm mad. 41 Bahis konusu olan ayetler şunlardır: ‚Kim tâğutu (azgınlığı)
reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa
yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.‛ (Bakara, 2/256) ‚İyi
davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah'a veren kimse,
gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Zaten bütün işlerin
194
Mehmet Yavuz ŞEKER
(kopmaz kulp) ya olduğu da ifade edilmiştir.42
Yalnız, urvetü’l-vüska’ya yapılan bu i’tisâmın
gerçekleşmesi de bazı şartlara bağlanmıştır:
Bunların ilki, kulun kendi iradesinden tecerrüd
ederek Allah’ın iradesine sığınması şeklinde
gerçekleşir. Böyle bir kulun artık kendine ait
iradesi kalmamıştır. Ebû Yezid Bistâmî (261/874)
‚İrade etmemeyi irade ediyorum.‛ diyerek bu
hususu dile getirmiştir.43 Şartların bir diğeri,
insanlara karşı olabildiğince güzel bir ahlakla
muamele etmektir. Bu, tasavvufun hakikatidir.
Ebûbekir Kettânî (322/933)’nin de dediği gibi
‚Tasavvuf ahlaktan ibarettir. Senin ahlakın ne
kadar yüksek olursa, tasavvufun da o ölçüde
yüksek ve ziyade olur.‛ Bu seviyedeki bir
i’tisâmı gerçekleştirebilmek için olması gereken
üçüncü şart ise kişinin zâhirî/bâtınî bütün
dünyevî bağlardan gönlünü kurtarmasıdır. Bu
husus şu şekilde de ifade edilebilir: mal mülk, ne
zaman insanın kalbinde değil de elinde olursa, o
çok bile olsa ona zarar vermez. Ne zaman ki mal
mülk insanın kalbinde olursa, elinde hiç bir şey
olmasa bile ona zarar verir.44
İ’tisâmda ayrıca, kulun kendisini
Allah’a varmaktan alıkoyan açık gizli bütün
engel ve manileri terkedip muhabbetullah ipine
yapışması da söz konusu edilmiştir.45
c. Haslar üstü hasların i’tisâmı:
Doğrudan Allah’a yapılan bu i’tisâmda
kulun, kendisine veya bir başkasına nispet ettiği
benlikten Hakk’ın hüviyetine, bizatihî O’na
ilticâı bahis mevzuudur.46 Böyle bir i’tisâmda
bulunma konumundaki kul Allah’tan başka
herşeyden uzaklaşıp Allah’a sımsıkı bağlanır.
Sırat-ı müstakime hidayet olunan bu kimse
Cenab-ı Hakk’ı artık vasıtasız müşâhede etme
konumunda olup Allah’a, mâsivâsız bir şekilde
temessük etmektedir.47
Genel olarak bu tür bir üçlü
kategorilendirme ile birlikte, en üst mertebe olan
haslar üstü hasların da üstündeki bir seviyenin
i’tisâmından söz edilmiştir. Bu, haslar üstü
hasların i’tisâmındaki durum olan kulun
kendisine veya bir başkasına nispet ettiği
benlikten Hakk’a ilticâsının da ötesinde, Allah’ın
sonu Allah'a varır.‛ (31. Lokman, 22) Bu ayetlerdeki mananın,
i’tisâmla hemen hemen aynı olduğunu söylemek mümkündür. 42 Herevî, Menâzil, s. 81. 43 Kâşânî, Letâif, I, 165. 44 Cevziyye, Medâric, s. 290. 45 Ankaravî, Minhâc, s. 271. 46 Kâşânî, Letâif, I, 165. 47 Ankaravî, Minhâc, s. 272.
rubûbiyetinin hukukunu zâyi, ubûdiyetin
gereklerini ihmal endişesinden kaynaklanan bir
Hakk te’dibi söz konusudur. Bu, bir önceki
i’tisâmla beraber gerçekleşen bir başka
i’tisâmdır.48 Bu i’tisâmda, Allah’a çok daha
derince bir yönelme ve sığınma olduğu
söylenebilir. Bu ifadeleri zikreden Kâşânî bir
de‚İ’tisâmın İttisali‛nden söz etmektedir ki ona
göre bu, Cenab-ı Hakk’a vuslata mazhar olmuş
hasların halidir. Bu seviyede kul, artık başka bir
hiç şeyi görmeyip sadece Cenab-ı Hakk’ı
müşâhede etmektedir.49
3. Firâr
‚Kaçma ve uzaklaşma‛50 manalarına
gelen firâr da i’tisâm gibi sûfî düşüncede
kendine yer bulmuş kavramlardandır. Sülûk
mertebelerinin yedincisini teşkil eden firâr51,
‚fânî olandan Ezelî olana kaçmaktır.‛52 Bu cümle
‚olmayandan, yok olmayana kaçış.‛ şeklinde de
ifade edilmiştir ki burada ‚Olmayan‛, bütün
varlık; ‚yok olmayan‛ da Allah’tır.‛53 Bunun
manası vücûdu kendinden olmayan, fenâya
mahkum olan şeyden, vücûdu daimî ve bâkî
olan Hakk’a firâr etmektir.54
Firâr, sûfînin mezmum ve kötü bir
halden, övülen ve iyi bir hale süratle intikal
etmesi, Allah’a taatte bulunmaktan alıkoyan ne
varsa hepsinden kaçmasıdır. Bu kaçış, hevânın
istilası, dünyaya meyil ve amelleri ifsat eden
nefsânî garazlar gibi masiyete sevkedici
herşeyden bir kaçış olduğu gibi seyr-i sülûkteki
azme fütûr verecek herşeyden de bir
uzaklaşmadır.55
Abdülkerim Kuşeyrî’nin şu sözleri
insanın psikolojik durumunu da göstermesi
bakımından dikkat çekicidir:
‚İnsan şu iki halden birisi üzeredir; o
ya bir şeye rağbet edip yönelme veya bir şeyden
çekinme, ya ümit veya korku, ya da bir faydayı
48 Kâşânî, Letâif, I, 220, 221; Abdurrâzık, Mu’cem, I, 439. 49 Kâşânî, Letâif, I, 165. 50 Ebu’l-Fazl Muhammed ibn Mükerrem İbn Manzûr, Lisânü’l-
Arab, Dâru Sâdır, Beyrut, 1994, f-r-r mad; Asım Efendi, Kamus
Tercemesi, Matbaatu’l- Osmaniye, İstanbul, 1304, II, 602. 51 Ankaravî, Minhâc, s. 271. 52 Herevî, Menâzil, s. 81. 53 Afifüddin Tılımsânî, Şerhu Menâzili’s-sâirîn ile’l-Hakkı’l-
mübin, Dâru’t-Türki li’n-neşr, Tunus, tsz. I, 101. 54 Ankaravî, Minhâc, s. 273. Ankaravî bu cümleyi yorumlarken
kulun safa-yı kalble Allah’a firâr edememesine rağmen,
Allah’ın onu kendine celbetmeyi murat etmesine de
değinmektedir. Bu durumda, insanların ona olumsuz
duygular beslemesi, bunun neticesinde o kulun da
insanlardan usanıp Hakk’a firâr etmesi söz konusudur. 55 Abdurrâzık, Mu’cem, II, 908.
Sûfîlerin Kur’an’dan Alarak Oluşturdukları Literatüre İki Örnek: İ’tisâm Ve Firâr 195
celb veya bir zararı ortadan kaldırma halindedir.
Onun bu her iki halette de firârının Allah’a
olması gerekir. Zira faydayı veren de, zararı
gideren de O’dur. Kimin Allah’a firârı (firâr
ilallah) sağlam olursa, onun Allah ile olan firârı
(firâr maallah) da sağlam ve sıhhatli olur. Kula
düşen, onun cehaletten ilme, hevadan takvaya,
şekten yakîne ve şeytandan Allah’a firâr
etmesidir. Firâr kulun, başını ağrıtacak
fiillerinden Allah’ın razı olacağı fiillere, Allah’ın
gadabını celbedecek vasıflarından O’nun
merhametini celbe vesile olacak vasıflara ve
‚Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi
sakındırıyor.‛56 ile ifade ettiği kendi zatından
‚Allah’a firâr ediniz. Zira ben O’nun tarafından,
sizi uyarmak için gönderilen âşikâr bir elçiyim.57
şeklinde ifade buyurduğu zatına kaçmasıdır.‛58
4. Kur’an’da Firar Kavramı ve
Yorumları
Kur’an’da farklı versiyonlarıyla 9 yerde
geçen firâr kelimesi genel olarak sözlük
manasında kullanılmıştır. Bu 9 ayetin birisinde
firâr kelimesi ‚Allah’a kaçışı‛ anlatırken bir
diğerinde ise ‚imandan kaçışı‛ ifade etmektedir.
Söz konusu ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Allah’a firâr ediniz. Zira ben O’nun
tarafından, sizi uyarmak için gönderilen
âşikâr bir elçiyim.59
(Nuh) Rabbim! dedi, doğrusu ben kavmimi
gece gündüz (imana) davet ettim; Fakat
benim çağırmam onların firârından başka
bir şey artırmadı.60
Nuh sûresindeki ayette dinden
imandan bir kaçış/firâr anlatılıyor olsa da, Sûfî
düşünceye ilham kaynağı ‚Allah’a firâr ediniz‛
ayeti olmuştur. Böyle bir yaklaşımda, sûfîlerin
konuya pozitif yönden yaklaştıklarına dair bir
algının var olduğunu söylemek mümkün
gözükmektedir.
Allah’a firâr etme, rivayet tefsirinin
ilklerinden olan Ebû Cafer Muhammed ibn Cerîr
Taberî (310/923) tefsirinde, Allah’ın ikap ve
cezalandırmasından, iman, emrine itaat ve taat
üzere amel ile O’nun rahmetine kaçma olarak
56 Âli İmrân, 3/28. 57 Zâriyât, 51/ 50. 58 Kâşânî, Letâif, III, 469. 59 Zâriyât, 51/ 50. 60 Nuh, 71/5, 6.
yorumlanmıştır.61
Ebû Abdurrahman Sülemî (412/1023)
ise bazı sûfîlerin konu hakkındaki dediklerini
aktararak ayeti yorumlamıştır. Buna göre
örneğin Sehl ibn Abdullah Tüsterî (283/896)’ye
göre firâr, ‚Allah’tan başka herşeyden O’nun
gazabından rıdvanına, azabından rahmetine,
masiyetten Allah’a itaate ve cehaletten ilme
kaçmaktır.‛ Muhammed ibn Hamid’e62 göre
firârın hakikatı Hz. Peygamber (sas)’den rivayet
edilen ‚Sırtımı Sana dayadım.‛ (elce’tü zahrî
ileyke)63 ve Hz. Aişe’nin rivayet ettiği ‚Senden
Sana sığınırım.‛64 (eûzü bike minke) hadislerinde
anlatılan manadır. Sülemî ayrıca bazı alimlere
‚Seyahat edin, sıhhat bulun65‛ hadisinin manası
sorulunca onların, Allah’a yapılması gereken bir
yolculuğa vurgu yaptıklarını ve bu bağlamda
‚Bize seyahat edin, ilk adımda Bizi bulursunuz.‛
deyip ‚Allah’a firâr ediniz‛ ayetini okuduklarını
aktarmıştır. Yine bazılarıa göre firâr, insanın
kendi duygu ve davranışlarından sıyrılıp, kendi
kazanımlarını kendinden görmemesi,
bilmemesidir.66
Bu son yaklaşım diğerlerinden ayrı
gözükmektedir. İnsanın kendinde herhangi bir
meziyet, bir yetenek görmeyip, herşeyi Allah’tan
bilmesi ‚acz‛ ve ‚fakr‛ gibi terimlerle tasavvufî
anlayışta zaten kendine bir yer bulmakla
birlikte, burada firârın da bir yönden bu
hususları çağrıştırması dikkat çekicidir.
Cârullah Zemahşerî (538/1143) ‚Allah’a
isyandan ve O’nun ikabından O’na taate ve
O’nun sevabına kaçın. O’nu birleyin, şirke
düşmeyin.‛67 diyerek amelin yanına itikatı da
eklemiştir. Buna göre Allah’a firâr etmek, hem
amel ve hem de inanç yönüyle O’nun istediği
çizgiye gelmeye çalışmaktır.
Fahreddin Râzî (604/1209), firârı önce
‚helaktan kaçış‛ olarak yorumlamıştır. Ona göre
61 Ebû Cafer Muhammed ibn Cerir Taberî, Câmiu’l-beyân fî
tefsîri âyi’l-Kur’ân, thk. Abdullah ibn Abdulmuhsin Türkî,
Dâru’l-fikr, Beyrut, 2001, XXI, 549. 62 Muhammed ibn Hamid Tirmizî, Horasan’da yetişen
evliyanın meşhurlarından olup künyesi Ebûbekir’dir. Hicrî
üçüncü asırda Belh şehrinde yaşamış olup, doğum ve vefat
tarihleri bilinmemektedir. 63 Müslim, Salât, 222; Ebû Dâvûd, Salât, 148; Nesâî, Tatbîk, 71. 64 Müslim, Salât, 222; Ebû Dâvûd, Salât, 148; Nesâî, Tatbîk, 71. 65 Ahmed ibn Hanbel, Müsned, II, 380. 66 Sülemî, Tefsir, II, 276. 67 Cârullah Ebü’l-Kâsım Mahmûd ibn Ömer Zemahşerî, el-
Keşşâf ‘an hakâiki Gavâmidi’t-tenzîl ve ‘uyûni’l-ekâvîl fî vücûhi’t-
te’vîl, I-IV, Riyad: Mektebetü’l-Ubeykan, 1998, V, 619.
196
Mehmet Yavuz ŞEKER
Allah’ın helaki çok hızlı bir şekilde cereyan
edeceği için O’na rücû edip yönelmede herhangi
bir gecikmeye meydan vermemek şarttır. Râzî
ayrıca ayetin ‚kime‛ firâr edileceğinden
bahsetmekle birlikte ‚kimden‛ firâr edileceğini
söylememesi üzerinde durmaktadır.
Kendisinden firâr edilecek şey, azabın dehşeti
olabileceği gibi şeytan olması da mümkündür.
Râzî’nin üzerinde durduğu bir başka yaklaşım
da, bu ayette Allah’ın kendisinden başka
herşeyden kaçılmasını istemesidir. Zira
Allah’tan başka herşey, insanın ana sermayesi
olan ömrünü yiyip bitirmekte, hayır ve hak olan
herşeyi yok etmektedir. İnsanı kemalata
ulaşmaktan alıkoyan herşey bir yönüyle onun
düşmanıdır. Buna karşılık insanın Allah’a firâr
edip kaçışı, ömrünü vermesine mukabil, onun
sonsuz bir hayata ulaşmana vesilelik
yapacaktır.68
Muhyiddin ibn Arabî (628/1230) firârı
bir hal olarak görmüş, Allah’a kaçanın isabet
ettiğini, O’ndan kaçanın ise hüsrana uğradığını
ifade etmiştir. Hz. Peygamber (sas)’e tâbî olan
herkesin Allah’a firâr etmesi gerektiğine
inanan69 İbn Arabî’ye göre Allah’a kullukta
bulunup, yaratılış gayesini gerçekleştirmeyi
başarabilmiş bir mümin şu iki halden birisi
üzere bulunur; o kul ya Hakk katında kendi
kıymetini müşâhede ediyordur ya da ibadette
bulunduğu Allah’a olan intisabıyla övünüp
iftihar ediyordur. Bu iki hal de takdir edilen
hallerdir, zira bu iki durumda da kul, yaratılış
gayesini gerçekleştirmiştir. ‚Allah’a firâr ediniz.‛
ayetinin bu iki hale de bakan yönü vardır.
Çünkü bazen kendisiyle izzet bulup şereflenmek
için Allah’a kaçılırken, bazen de başkasına değil,
sadece O’nun huzurunda acziyet, zillet ve
ihtiyaç arzı için O’na firâr edilmektedir.70
İbn Arabî, bir başka yerde Allah’a firârı
anlatırken, onu, bir sonraki ayetle irtibatlı olarak
ele almıştır. Bir sonraki ayette ‚Allah karşısında
başka ilahlar kabul etmeyin.‛ denilmektedir. Buna
göre mana, bilgisizlikten bilgiye kaçmak
olmaktadır. Gerçekte var olan tektir. İnsan, ilah
zannettiği şeye ilahlığı nispet etmesiyle ortaya
çıkan varlık, ilahlıktan uzaktır. Bu açıdan,
‚Allah’a firâr ediniz.‛ ayetindeki emir, herhangi
68 Ebû Abdullah Fahruddin Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb,: Dâru’l-Fikr,
Beyrut, 1981, XXVIII, 228. 69 Muhyiddin İbn Arabî, el-Fütühâtü’l-Mekkiyye, thk. Abdülaziz
Sultan el-Mensûb, Âsımetü’s-Sekâfeti’l-İslâmiyye, Yemen,
2010, XI, 129. 70 İbn Arabî, Fütühât, VIII, 78.
birşeye ilahlık nispetinden uzaklaşıp Allah’a
kaçmak olmaktadır.71
İsmail Hakkı Bursevî (1137/1725) ise
‚Kimin firârı sahih olursa, onun Allah’la
beraberliği adına kararı da sahih olur.‛ diyerek
İlâhî birlikteliğe vurgu yapmış, ‚Allah’a kaçın
taki O’nda fânî olunuz.‛ diyerek de fenâfillaha
işaret etmiştir. Bursevî bunların dışındaki bütün
aktardığı bilgileri Sülemî’nin tefsirinden
almıştır.72
5. Firârın Çeşitleri
Hemen her konuda olduğu gibi, firârın
da kendi arasındaki farklı tezahürlerinden
bahsedilmiştir. Bu farklılık firârı gerçekleştiren
kişi ile ilgili olduğu için i’tisâmda olduğu gibi
burada da avam, has ve hasların hası şeklinde
bir kategorize uygun gözükmektedir:
a. Avamın Firârı:
Avamın firârı inanç ve çabayla
cehaletten ilme, ciddiyet ve azimle tembellikten
çalışmaya, tevekkül ve ümitle darlıktan
genişliğe kaçmaktır.73 Bu seviyedeki firâr,
‚Allah’a hizmetin edeplerini bilmekten onlarla
amel etmeye yönelik bir kaçış.‛74 olarak da
tanımlanmıştır.
Faydalı olan birşeyi bilememek cehalet
olduğu gibi, bir salih ameli muktezasınca yerine
getirememek de cehalettir. Öyleyse buradaki
firâr, hem bilmemeden bilmeye doğru yönelmek
ve hem de bilinen ama amele dökülmeyen bir
güzel işi pratikte yapmaya başlamak
şeklindedir. Tevekkül ve azimle darlıktan
genişliğe kaçış, insanın gam, keder, hüzün gibi
gönlünü sıkıştırıp daraltan duygularından ve bu
tür duyguların meydana gelme sebeplerinden
uzaklaşıp firâr etmesidir. Bunlardan firâr
etmekten maksat, Allah’a tevekkülün hasıl ettiği
genişliğe ve O’na duyulan hüsnü zannın
güzelliğinedir. Zaten halkın dilindeki en güzel
sözlerden birisi ‚Allah var, gam yok.‛ sözüdür.
Allah, böyle bir firârı gerçekleştirebilmiş kuluna
kayıp yaşatmayacak, onu hüsranda
bırakmayacak, amellerini zayi etmeyecek, onu
hüsnü zannında yalancı çıkartmayacaktır.75
Avam halkın firârındaki ‚cehaletten
ilme kaçış‛, cahillerin yolunu terketmek, sağlam
akide sahibi alimlerin yolu üzere olmak, bu
71 İbn Arabî, Fütühât, VIII, 482, 483. 72 Bursevî, Rûhu’l-Beyan, IX, 173. 73 Herevî, Menâzil, s. 81. 74 Kâşânî, Letâif, II, 209. 75 Cevziyye, Medâric, s. 293.
Sûfîlerin Kur’an’dan Alarak Oluşturdukları Literatüre İki Örnek: İ’tisâm Ve Firâr 197
yolda yürüme adına yüksek bir gayret ve
performans sergilemektir. ‚Tembellikten
çalışmaya kaçış‛ da aynı şekilde, gevşeklik ve
zâfiyet göstermeksizin kuvvetli bir azim ve
ciddiyetle yerine getirilmelidir. ‚Darlıktan
genişliğe kaçış‛ ise, aile fertlerinin geçim
sıkıntısı, mal mülk sahibi olamama ve fakirlik
korkusu gibi sebeplerden ötürü yaşanılan göğüs
darlığından, tevekkül ve rızkın Allah’ın teminatı
altında olduğu genişliğine kaçış olarak
yorumlanmıştır. Nitekim ‚Kim Allah’a karşı
gelmekten sakınırsa, Allah ona sıkıntıdan çıkış
kapıları açar.‛76 ayeti de bu hususu ifade
etmektedir. Bu derecenin sahibi olanların
kalblerini devamlı sûrette Allah ile beraber
tutmaları, sonra da O’na ünsiyeti hissettiren
münâcâtı eksik etmemeleri gereklidir. Allah’ı
Hayy ve Kayyûm isimleri ile zikretmek, O’nun
muhabbetiyle insan kalbini diriltmesi talep edilir
ki bu da zaten insanın derdinin dermanıdır.77
b. Hasların firârı:
Hasların firârı, kulun, ahiret sevabına
yönelik yapılan vaade ulaşma ümidi veya azaba
uğrama korkusu bulunmayan nefsanî hazlardan
kaçmasıdır.78
Bu mertebedeki firâr, ‚haberden
şuhûda, resim ve görüntüden asla ve hazlardan
tecride‛ yapılan bir kaçıştır.79 Bu tanımdaki
‚haberden şuhûda firâr‛, gaybden ve nakil olan
haberden, uyanık gözlere kendini gösteren
tecelliye kaçıştır. ‚Resim ve görüntüden asla
firâr‛, ilim ve amele ait hükümlerden, kalbdeki
Allah Bilgisi (marifetullah) vesilesiyle hasıl olan
haşyete kaçıştır. İlahî bilginin
ispatlamadığı/sabitlemediği amel, bu seviyedeki
müminlerden kabul olunmaz. Yani marifet ehli,
amellerinin hakikatını gönüllerinde duyup
zevkeder, öylece yerine getirirler. ‚Hazlardan
tecride firâr‛daki ‚hazlar‛ kelimesi, nefsanî
garazlar ve tevhidle alakalı şatahatlardır.
‚Tecrid‛ ise, bunları tamamen terketmek ve
bütünüyle onlardan kurtulmaktır.80
İbn Kayyim Cevziyye’nin yaptığı
kategoriye göre ise havas ehli, Allah’tan haber
verileni müşâhede etme makamına yükselinceye
kadar, imanlarının sadece mücerred haberden
76 Talâk, 65/2. 77 Tılımsânî, Şerhu Menâzil, I, 101. 78 Kâşânî, Letâif, II, 209. 79 Herevî, Menâzil, s. 82. 80 Tılımsânî, Şerhu Menâzil, I, 103.
ibaret kalmasına razı olmazlar. Hz. İbrahim’in
kalben mutmain olmayı istemesi gibi -ki o
malumu müşâhede etmek istemişti- onlar da
ilmen yakînden ayne’l-yakîne terakki etmek
isterler. ‚Resim ve görüntüden asla ve öze
firâr‛daki resim ve görüntü, ilim ve amelin
zâhirî, asıl ise iman hakikatları, ezvakı,
varidatları ve kalbin amelleridir. Bu makamın
insanı, ilim ve amelin zâhirî ahkamından sırrın
haşyet ve saygısına firâr eder. Çünkü azimet
sahipleri, Allah’a olan yolculuklarında amellerin
zâhirleriyle yetinmezler. Amellerin ruhunu ve
hakikatını elde etmedikçe onu kamil amel kabul
etmezler. Onları rahatlatan ve sakinleştiren, İlahî
biliştir. (et-taarrufu’l-ilahî)81
‚Hazlardan tecride firâr‛ ise bütün
mertebe ve anlayış farklılıkları mahfuz, nefsanî
arzu ve hazlardan uzak durmaktır.82 Nefsanî
hazlar kişiye göre değişir. Bazılarına göre
yüksek bir mertebe gibi gözüken bir husus, bir
başkası için kendisinden Allah’a sığınılacak bir
husus olabilir. Bu yüzden genel olarak ‚haz‛
deyince Allah’ın muradı dışında olan herşey
diye anlamak yerinde olabilir.
Genel olarak kendilerini Allah’tan
başka herşeyden sıyırıp uzaklaştırabilmiş olan
tecrid ehlinin özelliklerine gelince, onlar
Allah’tan başka hiçbir şeyin kendilerine
yetmediği, O’nun dışında hiçbir şeyle mutlu
olamayan insanlardır. Onlar Allah’tan başka bir
şeyi kaybettiklerinde üzülmez, ancak O’nunla
müstağni olurlar. Sadece O’na arzu ve ihtiyaç
içinde bulunurlar. O’nun rızasına muvafık
olmayan hiçbir işten hoşnut olmazlar. Sadece
Allah’ın gözünden düşmekten korkarlar.
Onların her işi Allah için, O’na yönelik ve
O’nunla beraberdir. Sürekli O’na yolculuk
halindedirler. Onlar Allah ile beraber iken
halktan mücerred, halk ile beraberken kendi
nefislerinden mücerred, bir iş üzerinde iken de
nefsanî hazlarından tecrid halindedirler.83
c. Haslar üstü hasların firârı:
Ehassü’l-havas denilen bu en yüksek
tabakanın firârı, Hakk’ın dışındaki herşeyden
Hakk’a firâr etmek, sonra bu firârı müşâhede
etmekten Hakk’a firâr etmek, sonra da bu
firârdan da Hakk’a firâr etmektir.84 Yani onlar,
81 Cevziyye, Medâric, s. 295. 82 Cevziyye, Medâric, s. 295. 83 Cevziyye, Medâric, s. 296. 84 Herevî, Menâzil, s. 82; Kâşânî, Letâif, II, 209, 210.
198
Mehmet Yavuz ŞEKER
önce halktan Hakk’a kaçarlar. Fakat bu kaçışla,
onlarda, halktan firâr ettiklerine dair olan bir
mülahaza; yaptıkları bu firârlarını halka
hissettirmeye yönelik bir düşünce kalır. Hemen
sonrasında, halktan kaçışlarına yönelik
kendilerinde kalan o düşünceden de firâr
ederler. Bu ikinci firârlarıyla onlar, halk ile
kendileri arasındaki o düşünceden kurtulurlar.
Böylelikle kendilerinde, bu ikinci firârlarına ait
mülahaza dışında hiçbir şey kalmaz. Sonra,
bundan da Allah’a firâr ederler. Artık
kendilerinde, yapmış oldukları firârlara ait
hiçbir düşünce ve nispet kalmaz. Yaptığı
firârların hepsini unutur, terki de terkederler. Bu
hasların da haslarına ait firâr, kasdî ve iradî bir
biçimde elde edilemez. Bu makamda kesbin
herhangi bir müdahalesi yoktur. Zira enaniyet
bu zikredilen tavırlarda kaybolur gider.85
Cevziyye’ye göre de bu makamın
insanı evvela halktan Hakk’a kaçar. Bu, tam bir
firâr sayılmaz. Çünkü bu firârında o, yaptığı
firârı görür; mahlukatı terkettiğine dair
hislerinin varlığını müşâhede eder. Sonra
bundan da firâr eder. Bu firârında yaptığı firâr
dışında artık kendisiyle halk arasında hiçbir
nispeti görmez. En sonunda ise, bundan da firâr
eder; bütün bağlardan kurtulur, terki terkeder.
Cevziyye bundan sonra bir adım daha atarak bu
firârında üzerinde de bir firâr bulunduğunu
söylemektedir. Ona göre en seviyeli firâr,
kişinin, yaptığı firârın Allah ile Allah’tan ve
Allah’a firâr ettiğini görmesidir. O müşâhede
eder ki, Allah’a Allah’tan ve yine O’na firâr
etmiştir. Bu, kümmeline ait firâr olmaktadır.86
İbn Kayyim, bu son görüşüyle,
Herevî’ye katılmadığını net bir biçimde ifade
etmiş olmaktadır. Zira geldiği gelenek göz
önüne alındığında, İbn Kayyim’in, vahdet-i
vücûd fikrini çağrıştıran bir yorumu kabul
etmesi düşünülemez. Zaten o da kabul etmemiş,
en yüksek firâr olarak Allah ile varlığın arasını
ayıran bir yaklaşımı nazarlara sunmuştur.
6. Bir Farklı Açıdan Firârın Tasnifi
Kâşânî ayrıca ‚Elf Makam‛ adını
verdiği Farsça eserinde firârı on ayrı kategoride
değerlendirmiştir. Ona göre:
a. Bidâyette firâr, insanın kendisini
Hakk’a ibadetten alıkoyan ve onu günaha
sürükleyen şeylerden uzaklaşmasıdır.
b. Ebvâbda (Hakk’a yolculuğun ilk
85 Tılımsânî, Şerhu Menâzil, I, 103, 104. 86 Cevziyye, Medâric, s. 296.
kapılarında/mertebelerinde) firâr, insanın
kendine ait bir güç ve kuvvet iddiasından,
dünyaya olan heva ve meylin onu istila
etmesinden ve bayağı şeylere temayüllerinden
uzaklaşmasıdır.
c. Muâmelatta firâr, insanın dünyaya ve
ukbaya ait beklentilerinden ötürü amellerini
ifsat edecek maksatlardan ve bu hususlarla
alakalı durumlara riayet ve hürmet şartlarını
ihmal etmekten uzaklaşmasıdır.
d. Ahlakta firâr, insanın mürüvvetini ve
fütüvvetine zedeleyen şeylerden kaçınmasıdır.
e. Usûlde firâr, kişinin Hakk yolunda
azmini zayıflatan herşeyden uzaklaşmasıdır ki
bu husus ‚huzur ehlinin tarikat edebi‛ olarak
adlandırılmıştır.
f. Evdiyede (manevî hastalıkların
tedavisinde) firâr, kişinin, ilim ve hikmetle
meşgul olsa bile himmetinin yüceliğine aykırı
olan ve kalbini Hakk’a olan yönelişinden
alıkoyan herşeyden kaçmasıdır.
g. Ahvalde firâr, insanın kendi çaba ve
kazancını, amelini ve vuslata yapışmayı
görmekten, Mahbubunu unutmasına sebep olan
ve himmetini azaltan herşeyden sakınmasıdır.
h. Velayette firâr, asfiyadan olsa bile,
kişinin, önceden kalan herşeyden kaçmasıdır.
i. Hakâikte firâr, Hakk’ın esmasına ait
tecellilerin çokluğu sebebiyle meydana gelen
yoğunluğu yaşaması ve hâlâ benliğine ait
kalıntıları müşâhede etmesi nedeniyle
kendinden kaçmasıdır.
j. Nihayette firâr ise, insanın ikiliğin
hükümlerinden, bunlara itibar etmekten ve
Hakk’ta firâr ve etkilerini görmekten
kaçmasıdır.87
SONUÇ
Sûfîlerin Kur’an referanslı kullandıkları
iki terim olan i’tisâm ve firârın, titiz bir İslamî
anlayışla yaşamak isteyenler için bir hayat
standardı olduğu söylenebilir. İ’tisâm
kavramında sımsıkı sarılma, sıkıca tutunma ve
dört elle yapışma söz konusudur. Bu sarılma,
tutunma ve yapışma önce Allah’ın ipi olan
Kur’an ve Sünnet’e, sonrasında ise yine bunlarla
birlikte ve onların rehberliğinde doğrudan
Allah’adır. Allah’a iman ile başlayan, kulluğun
bütün şart ve sırlarına riayetle devam eden, en
üstü mertebesinde Allah’ı vasıtasız müşâhedeye,
kendi benliğinden tecerrüd ederek Allah’da fânî
87 Herevî, Menâzil, s. 252; Acem, Mevsûât, firâr mad.
Sûfîlerin Kur’an’dan Alarak Oluşturdukları Literatüre İki Örnek: İ’tisâm Ve Firâr 199
olmaya kadar varan bir yöneliş, ilticâ ve sarılma
söz konusudur.
Firârın ise fânîden bâkîye bir kaçış
olduğu söylenebilir. Onda, Allah’tan başka
herşeyden uzaklaşırken, Allah’a yakınlaşma ve
sığınma bahis mevzuudur. Hakk’ın dışındaki
herşeyden Hakk’a kaçmak, sonrasında bu kaçışı
bile görmez hale gelmek, firârın en üst
mertebesini teşkil etmektedir.
Hakk’a iman etme, O’na layıkınca
kullukta bulunma, Kur’an’a ve Sünnete sımsıkı
sarılıp Allah’a sığınmanın ana çizgilerini teşkil
ettiği itisam ve firârın, hayatı, O’nun
istemediklerinden istediklerine, O’ndan başka
herşeyden O’na doğru yapılan bir yolculuktan
ibaret olduğunu söylemek mümkün
gözükmektedir.
Kemâlâta gidişin aşama aşama
oluşundan hareketle, bu iki hususta da üzerinde
duruldukça meydana gelen bir derinlik ve
gelişim söz konusudur. Allah’a ve Allah’ın ipine
yönelme ile başlayan süreç, önce i’tisâm denilen
kulvarda devam etmektedir. Burada, irade ve
sabırla doğru orantılı olarak, bir gelişmeye
mazhariyet bahis konusu olmaktadır.
Sonrasında bu kulvar farklı bir görünüm
kazanarak firâra dönüşmekte; Allah’a yapışıp
O’na sımsıkı sarılmanın ötesinde O’nda fenâya
ermeye kadar mevzuun zirveleşmesi mümkün
olabilmektedir. Yani i’tisâmla başlayan süreç,
firârla tamamlanıyor veya derinliğini artırarak
devam ediyor gibidir.
KAYNAKÇA
Abdürrâzık, M. (2004). el-Mu’cemu’s-Sûfî (3 cilt).
Cidde: Dâru Macid Asîrî.
Acem, R. (1999). Mevsûâtu Mustalahâti’t-
Tasavvufi’l-İslamiyye. Beyrut: Mektebetü
Lübnan.
Ahmed ibn Hanbel, Ebû Abdillah Ahmed ibn
Muhammed eş-Şeybânî (1992). el-
Müsned (6 cilt). İstanbul: el-
Mektebetü’l-İslamiyye.
Âlûsî, Ş. (1985). Rûhu’l-Meânî (30 cilt). Beyrut:
Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî.
Ankaravî, İsmail R. (2008). Minhâcü’l-Fukarâ,
haz.: Dr. Safi Arpaguş, İstanbul: Vefa
Yay.
Asım Efendi (1304). Kamus Tercemesi (4 cilt).
İstanbul: Matbaatu’l- Osmaniye.
Beydâvî, Abdullah ibn Ömer ibn Muhammed
(1988). Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl
(2 cilt). Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Bursevî, İsmail Hakkı (ts.). Rûhu’l-beyan (8 cilt).
İstanbul: Mektebetü’l-Mahmudiye.
Cerrahoğlu, İ. (1991). Tefsir Usûlü. Ankara:
Türkiye Diyanet Vakfı yay.
Cevziyye, İbn Kayyim, Medâricü’s-Salikin. thk.:
Abdulğaniy Muhammed ibn Ali el-Fâsî
(2004). Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Sicistânî, Ebû Dâvûd, Süleyman ibn Eş’as (tsz).
Sünenü Ebî Dâvûd (2 cilt). İstanbul: el-
Mektebetü’l-İslamiyye.
Herevî, Ebû Abdillah el-Ensârî (2008).
Menâzilü’s-sâirîn İle’l-Hakki’l-Mübîn,
(Tasavvufta Yüz Basamak) (Çev. A.
Tek). Bursa: Emin yay.
İbn Arabî, M. (1431/2010). el-Fütühâtü’l-Mekkiyye
(13 cilt). thk.: Abdülaziz Sultan el-
Mensûb, Yemen: Âsımetü’s-Sekâfeti’l-
İslâmiyye.
İbn Kesir, İsmail Ebu’l Fida (2000). Tefsiru İbn
Kesir (8 cilt). thk.: Mustafa es-Seyyid
Muhammed, Muhammed es-Seyyid
Raşed, Müessesetü Kurtuba.
İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Muhammed ibn
Mükerrem (1994). Lisânü’l-Arab (15 cilt).
Beyrut: Dâru Sâdır.
İskenderânî, İbn Ataullah (1998). et-Tenvîr fî
İskâti’t-Tedbîr, thk: Halil el-Mensur.
Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Kâşânî, A. (1995). Mu’cemü’l-Mustalahat ve’l-
İşaratü’s-Sûfîyye. thk. Said Abdülfettah,
Kahire: Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Kâşânî, A. (1996). Letiâfü’lA’lâm fî İşârâti Ehli’l-
İlhâm (2 cilt). Kahire: Dâru’l-Kütübi’l-
Mısriyye.
------ (2004). Tasavvuf Sözlüğü. (Çev. E. Demirli).
İstanbul: İz Yayıncılık.
Kutub, S. (1988). Fî Zılâli-l-Kur’an (5 cilt). Beyrut:
Dâru’ş-Şurûk.
Müslim, Ebu’l-Hüseyin ibn Haccâc el-Kuşeyrî
(1413/1992). el-Câmi’u’s-sahîh (4 cilt).
İstanbul: el-Mektebetü’l-İslamiyye.
Nesâî, Abdurrahman ibn Şu’ayb (ts). Sünenü’n-
Nesâî (8 cilt). Beyrut: İhyâi’t-Türâsi’l-
Arabi.
Nevevî, Ebû Zekeriyya (1392). Şerhu’n-Nevevî (18
cilt). Beyrut: Dâru İhyai’t-Türasi’l-
Arabî.
Nîsâbûrî, Nizamuddin (1416). Garâibu’l-Kur’an
ve Rağâibu’l-Furkan (2 cilt). tahk.: Şeyh
200
Mehmet Yavuz ŞEKER
Zekeriyya Umeyrat, Beyrut: Dâru’l-
Kütübi’l-İlmiyye.
İsfehânî, R. (ts). Mu’cemü Müfredâtı Elfâzi’l-
Kur’an, thk.: Nedim Mar'aşlı, Beyrut:
Dârü'l-Fikr.
Râzî, Ebû Abdullah Fahruddin (1981).
Mefâtîhu’l-Ğayb (30 cilt). Beyrut: Dâru’l-
fikr.
Taberî, Ebû Cafer Muhammet ibn Cerir (2001).
Camiu’l-beyan an te’vîl-i âyi’l-Kur’an (30
cilt). thk.: Abdullah ibn Abdülmuhsin
et-Türkî, Beyrut: Dâru’l-fikr.
Tehânevî, Muhammed Ali (1996). Keşşâfu
Istılâhâti’l-Fünûn ve’l-Ulûm (2 cilt).
Beyrut: Mektebetü Lübnan.
Tek, A. (1984). ‚Azîz Mahmud Hüdâyî’nin
Seyru Sülûk Anlayışı‛. Aziz Mahmud
Hüdayi Uluslararası Sempozyumu.
İstanbul: Üsküdar Belediye Başkanlığı.
Turgut, A. (1991). Tefsir Usûlü ve Kaynakları.
İstanbul: İlahiyat Fakültesi Vakfı yay.
Sülemî, Ebû Abdurrahman (2001). Tefsîru’s-
Sülemî vehüve Hakâiku’t-Tefsîr (2 cilt).
thk.: Seyyid Umran, Beyrut: Dâru’l-
Kütübi’l-İlmiyye.
Özköse Kadir ve diğerleri (2013). Tasavvuf El
Kitabı. İstanbul: Grafiker Yay.
Uludağ, S. (2009). Sülûk. Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi (s. 128). İstanbul: Türkiye
Diyanet Vakfı.
Yazır, Elmalılı M. H. (ts). Hak Dini Kur’an Dili
(10 cilt). İstanbul: Eser Neşriyat.
Zebidî, Seyyid Muhammed M. (1994). Tâcu’l-
Arûs min Cevâhiri’l-Kâmus (20 cilt).
Beyrut: Dâru’l-fikr.
Zemahşerî, Cârullah Ebü’l-Kâsım Mahmûd ibn
Ömer (1998). el-Keşşâf ‘an hakâiki
Gavâmidi’t-tenzîl ve ‘uyûni’l-ekâvîl fî
vücûhi’t-te’vîl (4 cilt). Riyad:
Mektebetü’l-Ubeykan.