sfinancemagazine

45
İzmir Ekonomi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Fehmi Baklacı sıcak gündemin popüler terimi olan ideal kur oranı hakkında düşüncelerini paylaştı. İzmir Ekonomi Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Finansman bölüm başkanı Cengiz Erol engin tecrübesi ile bizlere ışık tutuyor. İzmir Ekonomi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ufuk Tutan sıradışı kariyer sürecini bizlere anlattı. Student Finance Öğrencilerin Finans Merkezi www.sfinance.org Oyak Yatırım İzmir Şube Müdürü Mehmet Akhalil ile önemi her geçen gün artan İMKB’ yi masaya yatırdık CMS CEO’su Ünal Kocaman ile sektör ve kişisel kariyer öyküsü üzerine dopdolu bir söyleşi gerçekleştirdik

Upload: ieusfinance-meha

Post on 19-Mar-2016

219 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

sfinancemagazine

TRANSCRIPT

İzmir Ekonomi Üniversitesi

Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan

Fehmi Baklacı sıcak gündemin

popüler terimi olan ideal kur

oranı hakkında düşüncelerini

paylaştı.

İzmir Ekonomi

Üniversitesi Uluslararası

Ticaret ve Finansman

bölüm başkanı Cengiz

Erol engin tecrübesi ile

bizlere ışık tutuyor.

İzmir Ekonomi Üniversitesi

Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ufuk

Tutan sıradışı kariyer

sürecini bizlere anlattı.

Student Finance Öğrencilerin Finans Merkezi

www.sfinance.org

Oyak Yatırım İzmir Şube

Müdürü Mehmet Akhalil ile

önemi her geçen gün artan

İMKB’ yi masaya yatırdık

CMS CEO’su Ünal Kocaman ile

sektör ve kişisel kariyer öyküsü

üzerine dopdolu bir söyleşi

gerçekleştirdik

www.sfinance.org

İkinci sayımızın ilk yazısında, sizlere kısaca

“SFINANCE”'in kuruluş hikâyesinden

bahsedelim.2011 yılı Mayıs ayında “SFINANCE”

henüz adı konulmamış, küçük bir fikirden ibaretti.

Araya giren yaz döneminin ardından, tekrar bir

araya gelip bu fikri masaya yatırdık. Önümüzde

zorlu bir süreç vardı ve bu süreçte vaktimizin büyük

bir kısmını bu oluşumu gerçekleştirmek adına

kullandık. Uzun süren görüşmelerimiz sonucunda,

birlikte yeni deneyimler kazandık ve yakın

arkadaşlarımızın desteğiyle 20.11.2011 tarihinde

SFINANCE'i kurduk.

Peki, SFINANCE nedir? Nasıl bir

oluşumdur? Şimdi sizlere biraz da bunlardan

bahsedelim. SFINANCE‟i kurduk; çünkü

Türkiye‟de finansa ilgi duyan öğrenciler arasında

iletişimin ve üretimin eksik olduğunu fark ettik.

Aynı zamanda paylaşımları için yeterli alanın

sağlanmamış olduğunu düşündük ve kendilerini

geliştirip, kanıtlayabilecekleri uygun ortamı

sağlamak istedik. Bu yüzden öğrenciler tarafından

hazırlanıp, finansa ilgi duyan insanlara hitap

edebilecek ve öğrenciler arasında köprüler kurarak

bilgi akışını sağlayabilecek bir dergi oluşturmaya

karar verdik.

SFINANCE'in en önemli özelliği öğrenciler

tarafından kurulmuş olup, yine öğrenciler tarafından

hazırlanması.

Hayat sadece derslerden ibaret değil, insanlar

hayatları boyunca öğrendiklerini yorumlayabilmeli,

uygulayabilmeli ve en önemlisi de çeşitli

oluşumların içinde bulunup kendini

geliştirebilmelidir. SFINANCE için herkesin dergisi

diyebiliriz; çünkü isteyen herkesin, hem yazılarıyla

hem de görüşleriyle katkıda bulunabileceği bir

oluşum gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Türkiye‟de

finansa ilgi duyan ve bende varım diyebilen herkesi,

bu derginin çatısı altında birleştirmek umuduyla,

nice sayılarda görüşmek dileğiyle.

M. Melih Akyurt-Halil Karlı

Reklam & iletiĢim

[email protected]

05548865055/05056170479

www.Sfinance.org

GENEL YAYIN YÖNETMENĠ Halil Karlı

EDĠTÖR Tezer Yelkenci

RÖPORTAJ SORUMLUSU

Birce Dobrucalı

ÜNĠVERSĠTELER

SORUMLUSU

Sabri Umut Dilemre

HABER EDĠTÖRÜ

Melis Gizem Konuk

Halime Bayer

HABER EKĠBĠ

Merve Korkmaz

ÜNĠVERSĠTE TEMSĠLCĠLĠĞĠ

EKĠBĠ

Murat Sarı

Umay Algan

RÖPORTAJ EKĠBĠ

Aytaç Aycan

Tolga Deniz

YAZI ĠġLERĠ EDĠTÖRÜ

Gözde Özer

ETKĠNLĠK SORUMLUSU

Doğan Bademkıran

FOTĞRAF EDĠTÖRÜ

Semih Pek

YAZI ĠġLERĠ EKĠBĠ

Merve İkizoğlu

Bahar Çayır Hande N. Belen

ETKĠNLĠK EKĠBĠ

Celal Başol

Elif Kolcu Nur Haseki

Değerli okurlarımız,

DANIġMAN HOCALARIMIZ

Prof. Dr. Cengiz Erol

[email protected]

Doç. Dr. C. Coşkun Küçüközmen

[email protected]

Yrd. Doç. Emin Akçaoğlu

[email protected]

Dergiyi Hazırlayan: Halil Karlı-M. Melih Akyurt

GENEL KOORDĠNATÖR M. Melih Akyurt

EDĠTÖR Büçke Deniz Menteşe

ŞUBAT 2011

SAYI-2

Prof. Dr. Cengiz Erol ile hem UTF

(Uluslararası Ticaret ve Finansman)

bölümü ile ilgili planlar, hem de

ekonominin güncel sorunları hakkında

konuşma fırsatı yakaladık.

Birce Dobrucalı başarılı

yatırımcıların kokain ile bağlantısı

üzerine ilginç ama bir o kadar da

keyifle okunacak bir yazı paylaşıyor.

CMS CEO‟su Ünal Kocaman şirketin

sektördeki yerini ve gelecek

hedeflerini bizlerle paylaşıyor.

Oyak Yatırım İzmir Şube Müdürü

Mehmet Akhalil ile İMKB‟nin

bugününü ve geleceğini masaya

yatırıyoruz.

Doç. Dr. Hasan Fehmi Baklacı

ekonomik gündemle ilgili bizleri

aydınlatıyor.

Hazal Özgül Yunanistan‟daki kriz ile

2001 Türkiye Krizi arasındaki

benzerlikleri gösteriyor.

10

6

12

16

24

28

36

39

M. Melih Akyurt is focusing on the

CDO‟s which is created from the

mortgages regarding to American

nightmare in 2008

Doç. Dr. Ufuk Tutan kariyerinin

dönüm noktasını ve özel sektöre geçiş

hikâyesini bizlerle paylaşıyor.

ŞUBAT 2011

SAYI-2

İzmir Ekonomi Üniversitesinin en aktif

kulübü olan Kariyer kulübünün kuruluş

sürecini, bu işin mimarı Murat

Barbaros‟dan dinliyoruz.

44

Öncelikle bize biraz kendinizden

bahseder misiniz?

Kısaca şöyle bahsedeyim kendimden;

1974 yılında Ege Üniversitesi İşletme

bölümünden lisans derecesi ile mezun

olduktan sonra New York Eyalet

Üniversitesi‟nde Finans ve Muhasebe

dalında yüksek lisansımı tamamladım.

1983 yılında da New York Eyalet

Üniversitesi‟nde Uluslararası Ticaret ve

Finansman uzmanlık alanında

doktoramı yaptım. ODTÜ İşletme

Bölümü‟nde Finans Profesörlüğü ve

İşletme Bölüm Başkanlığı‟nı

yürüttükten sonra, 2010 yılı Eylül

ayında İzmir Ekonomi Üniversitesi‟nde

Uluslararası Ticaret ve Finansman

bölümünde profesör olarak çalışmaya

başladım. 2010 yılında Sosyal Bilimler

Enstitüsü Müdürlüğü ve 2011 yılı

Nisan ayından beri Uluslararası Ticaret

ve Finansman Bölüm Başkanlığı

görevime devam etmekteyim.

Yayımlanmış yerli ve yabancı birçok

makaleye ve kitap çalışmasına sahip

olduğum gibi, yurtiçi ve yurtdışı birçok

projede yer aldım, yer almaya da

devam etmekteyim.

Ġzmir Ekonomi Üniversitesi‟nin ve

ITF bölümünün kuruluĢunda önemli

rol oynadınız. Bu bölümü kurarken

hayalleriniz nelerdi ve bu bölüm için

gelecek planlarınız nelerdir?

İzmir Ekonomi Üniversitesi

kurulurken; iktisadi ve idari bilimler

fakültesi çatısı altında daha

uzmanlaşmış, daha dikey, Dünya‟nın

ve Türkiye‟nin ihtiyacı olan uzman

eleman yetiştirilmesi konusunda diğer programlardan farklı bir

program yapmalıyız diye düşündük. İzmir Ekonomi

Üniversitesi ilk açıldığında buradaydım. Üç dört ay gönüllü

olarak İzmir‟de kaldım, aynı zamanda Muzaffer Demirci Hocam

ve Adil Hocam da buradaydılar. Beraberce oturduk ve şu kanıya

vardık: Ekonomik olarak baktığımız zaman, dünyada iki eksen

vardır: ticaret ekseni ve para ekseni. Diğer konular bu iki

eksenin altındadır. ( pazarlama, insan kaynakları, halkla ilişkiler

vs.) Bu sebepten dolayı bu iki ekseni daha evrensel değerler

çerçevesinde işleyen bir program yapalım dedik ve bu program

için dünyada örnek teşkil eden birçok programı inceledik.

Uluslararası platformda özellikle Amerika‟daki programları

inceleyip o gün için bu programı ilk olarak Türkiye‟de İzmir

Ekonomi Üniversitesi‟nde İİBF çatısı altında kurduk.

Uluslararası Ticaret ve Finansman bölümüne iki eksen olarak

baktık. Ticaretle uğrasan insanın dünyayı bilmesi ve aynı

zamanda parayı da bilmesi şarttır. Birbirini destekleyen bu iki

konu üzerinde uzmanlaşmak gerekmektedir. Uluslararası

Ticaret ve Finansman bölümü, bu iki konuyu birleştirici

niteliktedir. Ben bölümü kurduktan hemen sonra buraya

gelmedim, ancak diğer hocam burada part-time olarak ders

veriyordu. Aradan geçen iki yılın ardından üniversiteye katılma

kararı aldım, tabi bu arada üniversitemizin açılışlarına da sürekli

katılıyordum. Üniversiteye katıldık, tekrar bu programı revize

ettik. Programın iki uzmanlık sahası olarak ders programını iki

eksene ayırdık. Yani benim öğrencim 3.sınıftan başlayarak ya

finans uzmanı olacak ya da ticaret uzmanı olacak. Bunlar teorik

çerçevenin ötesinde uygulamalı, esaslı derslerdir; özellikle

ticaret alanında çok sayıda uygulamalı dersimiz mevcuttur. O

dersleri de geliştirdik tabi.

İzmir Ekonomi Üniversitesi

Uluslararası Ticaret ve

Finansman bölümü başkanı,

değerli hocamız Prof. Dr.

Cengiz Erol sorularımızı büyük

bir titizlikle cevaplıyor ve

bizleri aydınlatıyor.

6/ www.sfinance.org

UTF (Uluslararası Ticaret ve Finansman) Bölüm BaĢkan Prof. Dr. Cengiz Erol

Peki, bu programla ilgili gelecekteki hayalleriniz

nelerdir?

Üniversitemiz çerçevesinde daha uzmanlaşmış, daha

rekabetçi potansiyele sahip öğrenci yetiştirmek ve

öğrenci odaklı olmak bizim hedeflerimiz

arasındadır. Bizim amacımız öğrenci eğitim

kalitesini arttırarak önümüzdeki 5 yıl içerisinde

mezunlarımızdan mayıs ayında nisan ayında

okulumuza gelerek “Sizin bolümden bize uzman

eleman gelir mi?” dedirtebilmektir. Bizim için

önemli olan sadece öğrenciye diploma verebilmek

ya da öğrencinin ne kadar ders aldığı değildir, bizim

için esas olan öğrencinin okulu bitirdiği zaman

ihracat prosedürünü ve gümrüklemenin ticaretle

ilgili bütün konularını içeren uzman bir nitelik

kazanması ve bu programın da ses getirmesidir.

Program daha yeni yeni oturuyor, programın

oturması kolay değil tabi. Ama gördüğüm kadarıyla

son bir kaç yıl içerisindeki bölümümüzün gerek

Dünya gerek Türkiye gerek diğer üniversitelerdeki

gerekse kendi üniversitemizdeki rekabetçi yapısı çok

iyi durumda ayrıca buraya gelen öğrencilerin puanın

yüksekliği ve niteliğinin de oldukça iyi olması

nedeniyle bölümün geleceğine olumlu bakıyorum.

Üç dört yıl içinde mezun olacak öğrencilerimizin

mutlak süratle iş arayan değil de talep yaratan

öğrenci olmasını istiyorum.

ġirketler açısından gelecek dönemin en büyük üç

riski nelerdir?

Şirketler açısından risk kavramı çok genel bir

kavramdır. Dünya ticaretinde küreselleşmeyle

birlikte klasik kârın tanımı değişti. Eskiden kar

şirketler için sattığın maldan aldığın payı ifade

etmekteydi ama şimdi küreselleşmeyle birlikte

sınırlar ortadan kalktı, şirket karları rekabetten

alınan paya dönüştü. Türkiye‟de faaliyet gösteren

Türkiye kökenli Türk sermaye şirketlerine bakış

açımız farklıdır, yabancı şirketlere bakış açımız

farklıdır çünkü yabancı şirketler dünyanın en ucuz

yerinde mal üreten en pahalı yerinde satan, dünyanın

tamamını pazar gören rekabetçi şirket

durumundadırlar. Fakat maalesef bizim şirketler bu

rekabet potansiyeline aynı şekilde sahip değiller. O

nedenle bizim şirketlerin rekabet konusunda

dünyada ne olup bittiğini görmesi gerekmektedir.

Dünyada iki önemli unsur vardır: bir marka iki

ölçek. Yüksek fiyatla kaliteli mal satmak yani marka

üretmek ve buradan kâr etmek marka esaslı üretim

yapmak demektir. Bir de ölçek ekonomisi dediğimiz

yüklü miktarda üretimden kâr etmek söz konusudur.

Örneğin tekstil sektörünü ele aldığımızda bir gömlek

firması tek yaka tek kol 10 milyon adet üretiyorsa bu

şirketin maliyet esaslı bir politika izlediğinin

göstergesidir ki Çin‟deki durum da budur. Bizim

şirketlerin dünyadaki değişimi algılayıp kendilerine

yeni bir yol çizmeleri gerekiyor.

Sizin gözünüzden önümüzdeki dönem için olası en

kötü ve en iyi senaryolar nelerdir?

Maalesef dünyada tarih boyunca her dönemde

ekonomik krizler vardır. Kötü veya iyi senaryonun

ana sebepleri yaşadığın zamana göre kendini

koruyabilmektir ve kendi stratejilerini

geliştirebilmektir. Ancak bizim ülkemizde yerli

şirketlerle ilgili moda olan yönetim modellerini değil

de; stratejik, uzun dönemli, rekabet eden,

girişimcilikten yönetimciliğe geçiş yönetim

modellerini ortaya koymak gerekmektedir. Bu

modellerle beraber de risk yönetiminin stratejik

yönetimlerin bir uzantısı olması gerekir. Maalesef

bizim şirketlerimiz moda olan yönetim şekillerine

özen gösteriyorlar. Şirketlerin kendi içinde daha

rekabetçi olmaları gerekirken günlük yaşama

eğilimleri vardır. Bütün bunlara ek olarak yerli

şirketlerin maalesef Avrupa‟daki ve Amerika‟daki

şirketlerin aksine yaşam süreleri çok kısa. Örnek

vermek gerekirse Singer 1851 yılında kurulmuştur,

150 yıllık bir şirkettir; ancak bizim bu kadar köklü

bir şirketimizin varlığından söz etmek güç. Bunların

Sizce kriz yönetiminde ülke olarak ne kadar

baĢarılıyız ya da bu alanda gerçekten baĢarılı

mıyız? Sizin bu konudaki düĢünceleriniz nelerdir?

Bizim ülkemiz genel olarak 2003 krizinden sonra

yeni ve dünyadaki küresel yapı içinde başarılı bir

görünüm arzuluyor. Bu konuyu burada kısa olarak

anlatmak çok kolay değil ama dünyadaki bu

furyanın içinde biz her ne kadar etkilenmişsek de

belli bir başarımız olduğunu kabul etmek gerekir.

Bizim ekonomimiz dünyadaki küreselleşme

zincirine göre yapılandığı için biz bunu başarı olarak

görüyoruz ama tabi ulusal çıkarlar boyutunda

tartışılır. Aslında bu çok daha geniş bir gündem

konusu.

www.sfinance.org

7/

Bankacılık sektöründe daha iyi olmamız bize bu

baĢarıyı getiriyor diyebilir miyiz?

Şimdi bankacılık sektöründe iyiyiz ama iyi

kavramı biraz mukayeseli bir kavram. Bir yabancı

bankanın toplam aktifleri, bizim bankalarımızın

toplam aktiflerine eşit. Biz küçük ölçekli finans

sektörünü yaşıyoruz. O açıdan baktığımız zaman

bizim bankalarımız daha uluslararası bankacılık

düzeyine gelemiyor. Bankalarımızın da yurt

dışında büyük operasyonları yok. Finansal

çerçevede daha kapalı bir ekonomiyiz; fakat 2001

krizinden sonraki yapılandırmalarla daha sağlam

bir pozisyona geldik. O açıdan başarılı

olduğumuzu söyleyebiliriz ama yabancı bir banka

kadar dünya bankacılığında rekabetçi bir yerimiz

olduğunu düşünmüyorum.

Farklı ülkelerde eğitimci olarak görev yaptınız.

Deneyimlerinize dayanarak Türkiye‟deki eğitim

sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Benim eğitim konusunda çok sıkıntılarım var. Ben

üniversitemi Ege‟de bitirdim ama master ve

doktoramı Amerika‟da yaptım. Amerika‟da bir

süre hocalık da yaptım. Deneyimlerime dayanarak

şunu söyleyebilirim ki bizim

ülkemizde eğitim

öğrenme esaslı değil.

Daha çok belge esasına

dayanıyor.

Üniversitenin bir tercih

yeri olması lazım yani

inandığın için,

profesyonel olmak için

üniversite okunmalı.

Niye üniversiteye

geliyorsun? Profesyonel

olmak için yani bilgiyi

satarak geçinmek için.

Bizim

üniversitelerimizde

öğretim daha çok ezbere

dayalı; düşünen, karar

veren beyin değil de

ezberleyen bir beyin

yetişiyor. Biz İzmir

Ekonomi

Üniversitesi‟nde bunu

mümkün mertebede

değiştirmeye

çalışıyoruz.

Öğrenciye bir şeyin

tarifini vermektense, o

şeyi nasıl

yapabileceğini

göstermek gerekiyor.

Sınavlarda da bir şeyin

tarifini istemektense,

problemi verip

öğrencinin çözmesini

beklemek gerektiğine

inanıyorum. Aldığın

eğitimi de kullanman

lazım tabi; finans

eğitimi alıyorsun, faiz

hesaplaması

yapıyorsun; onu güncel

ve profesyonel hayatta

da kullanman lazım.

Aksi halde

ezberliyorsun. Bilanço,

gelir tablosu

öğreniyorsun; onun ne

anlama geldiğini

kavramadan

sadece ezberliyorsun.

Öğrenen, karar veren,

analiz yapan bireyler

yetiştirme esasına

dayalı bir eğitim

olması lazım.

Türkiye‟ de

özelleĢtirme üzerine

çeĢitli kitaplarınız,

yayınlarınız var.

ġimdilerde ise

Türkiye‟deki cari

açığın önemli

sebeplerinden biri

olarak yanlıĢ alınan

özelleĢtirme kararları

hedef gösteriliyor. Siz

bu konuda ne

düĢünüyorsunuz?

Biz özelleştirmeyi

satmak, yabancı

şirketlere devretmek,

kapatmak olarak

algılamadık. Biz

özelleştirme de

Türkiye‟de faaliyet

gösteren kamu iktisadi

teşekküllerinin

ekonomiye transferi

olarak bir model

önerdik. Bugünkü cari

açık 1989-1990 yılında

raporunda vardır.

yüksek denetleme

kurulunun bir Biz

maalesef kendi

uzmanlarımızın yazdığı

kitapları okumuyoruz.

Orada der ki: “Türkiye,

özelleştirme yaparken

ara üretim yapan kamu

iktisadi teşekküllerinin

ekonomiye

kazandırılmasına çok

dikkat etmelidir.” Biz de

bu eksenden hareketle

iktisadi devlet

teşekküllerinin,

Türkiye‟de ara üretim

yapan kurumların

kapatılıp, ekonomiden

çekilip, yok edilmeden

ekonomiye, özel sektöre,

yönetime,

özerkleştirmeye bir

transferini önermiştik.

Fakat biz bütün bu ara

üretim yapan kamu

iktisadi teşekküllerini

özelleştirme adı altında

kapattık, sattık, attık;

arsalarını ev yaptırdık.

Sonucunda ithalatımızın

ulaştığı noktaları hep

beraber görüyoruz.

Bizim o modellerimiz

hala duruyor. Sonuç

olarak Türkiye

ekonomisi o sıralar

sektöre hizmet

www.sfinance.org

8/

GÖZDE ÖZER-M.MELĠH AKYURT-CENGĠZ EROL

Son olarak finans alanında uzmanlaĢmak isteyen

öğrencilere ne gibi önerilerde bulunmak istersiniz?

Öncelikle riskin ne olduğunu öğrenmeleri, risk

almaları lazım. Finansın esası budur. Karar

alacaksın, riski öğreneceksin ve bu konularda

uzmanlaşacaksın. “Just do it” olayı.

9/ www.sfinance.org

edebilecek üretim yapısına sahip değildi. O zamandan bu yana üretim ithalattan karşılanmaya başlandı. İthalat

düşük döviz kuruyla bir arada olunca bizim cari açığımız patladı. Bizim bununla ilgili baya ciddi

çalışmalarımız var.

Son olarak finans alanında uzmanlaĢmak isteyen öğrencilere ne gibi önerilerde bulunmak istersiniz?

Öncelikle riskin ne olduğunu öğrenmeleri, risk almaları gerekir. Finansın esası budur. Karar alacaksın, riski

öğreneceksin ve bu konularda uzmanlaşacaksın. “Just do it” olayı.

Röportajı Gerçekleştirenler: Gözde Özer, Melih Akyurt.

w

10/ www.sfinance.org

Wall Street‟in Kar‟lı Yolları

Wall Street borsa

simsarlarının kokaine,

nam-ı diğer kar‟a,

düşkünlükleri adeta bu ünlü borsa merkeziyle özdeşleşmiş

durumda. Eski Nasdaq başkanı

Bernie Madoff, Bear Stearns CEO‟su

Jimmy Cayne, uzun yıllar Llyods için

çalışan Trevor Collenette ve

Broadcom'un eski CEO'su Henry T.

Nicholas III kokain skandallarıyla

dünya medyasında en çok ses

getirmiş isimlerden yalnızca birkaçı.

Arkadaşlarından Phil Cohen‟e

Bromo.

-Seltzer (ağrıları dindirmek için kullanılan bir çeşit

antasid) şişesini gösterip, “Sence bu şişenin içinde

ne var?” diye sorduğunu, “Tabiî ki Bromo-Seltzer”

yanıtını aldığını ve bunun üzerine de gülerek “

Hayır. Tabiî ki şişenin içinde kokain var” diyerek

karşılık verdiğini birçok medya organı

yayınlamıştı. Aynı şekilde 2007 yılında Trevor

Collenette‟in yatındaki gizli bir fiber glas bölmede

15 milyar dolarlık kokainin yakalanması da büyük

bir ses getirmiş, fakat Collenette “ İnanın kimin

koyduğundan haberim yok.” diyerek bu haberi

yalanlamıştı. Bernie Madoff ise Collenette‟in

aksine 1970‟lerden beri Harlem‟e uyuşturucu

transferi yaptığını kabul etmişti. Kokain

konusunda en dürüst davranan ise, kuşkusuz,

Broadcom anlaşmalarından birini yüksek dozun

etkisindeyken yaptığını itiraf eden Henry T.

Nicholas III idi.

Medyada yalnızca borsa simsarlarının kokain

bağımlılığı değil, Wall Street‟ten sadece 0.21 mil

uzaklıkta bulunan ve simsarların mesai bitimindeki

uğrak yeri olan T.G.I Friday‟s adlı restoranda 200$

karşılığında peçeteye sarılı şekilde kokain servis

edilmesi de büyük yankı uyandırmıştı. Medyada

geniş yankı uyandıran bu haberin akabinde yıllarca

öne sürülen iddialar hakkında yorum yapmaktan

kaçınan mekanın en sadık müşteri kitlesini hala

Wall Street simsarları oluşturuyor.

Hırslı, güçlü ve hayatını para kazanmaya adamış

kişilerden oluşan bu topluluğun büyük bir kısmının

kokain bağımlısı olması bir tesadüf mü yoksa

bilimsel bir gerçeğe dayandırılabilir mi?

Yapılan araştırmalar, durumun tesadüften oldukça

uzak olduğunu ortaya koyar nitelikte. Cambridge

Üniversitesi‟nden Profesör Trevor Robbins yaptığı

araştırmaların sonucunda risk almanın, para

kazanmanın ve kokainin beyindeki haz ve

ödüllendirme gibi davranışlara aracılık eden, aynı

zamanda bireylerin davranışlarını yönlendiren

ödüllendirme sistemini uyardığını kanıtlamıştır.

Kokain kullanımının, riskli eylemlerde bulunmanın

ve para kazanımının beyindeki dopamin seviyesini

yükselttiğini, dolayısıyla bireylerin kendini daha iyi

hissederek, beyinlerindeki ödüllendirme sisteminden

“Daha fazlasını iste.” komutunu aldıklarını da bu

araştırmanın sonucunda ortaya koymuştur. Bir başka

deyişle, yatırımdan elde edilebilecek kar potansiyeli

yatırım yapma güdüsünü tetikleyen salgıları harekete

geçirir. Yatırımdan elde edinilmesi muhtemel olan

karı beyin ödül olarak algıladığından ödül sistemi

uyarılır. Tıpkı hazzı tetikleyen uyuşturucuların

kullanımında, keyif veren lezzetli yemeklerin

tüketiminde ve risk barındıran eylemlerde

bulunulduğunda olduğu gibi beyin dopamin hormonu

salgılamaya başlar. Salgılanan dopamin hormonu

bireyin kendisini daha enerjik, mutlu ve güvende

hissetmesini sağlar. Dopamin seviyesinin

yükseldikçe, beyin ödül sisteminin daha çok

uyarılmasını, dopamin seviyesinin daha da artmasını

ve aynı pozitif etkilerin artarak devam etmesini ister.

Kısacası, az önce de sözünü ettiğimiz gibi beyin daha

fazlasını ister.

Ödül sistemi uyarıldığında, yani yatırımcı

kazandığında, beyin daha fazlasını ister. Peki

istenilenin aksine, yatırımdan kar elde edilemezse ne

olur? Yatırımdan kaynaklanan maddi kayıpların

11/ www.sfinance.org

sonuncunda beyindeki, mutluluk hormonu olarak da bilinen, seratonin hormonu seviyesi azalır. Seratonin

hormonunun azalması bireyin kendisini depresif hissetmesine, duygusal çöküntüler yaşamasına ve davranış

bozuklukları sergilemesine yol açar. Seratonin seviyesinin düşmesinden kaynaklanan anksiyete ve

depresyonun sonucunda yatırımcının biyolojik korunma mekanizması devreye girmek ve riskli yatırım

kararları alınmasının önüne geçmek ister. Fakat yatırımcılar dürtülerine hakim olamamanın sonucunda kar elde

etmek için ya daha değişik yatırım stratejileri izlerler ya da çılgınca kar elde edebilecekleri diğer yatırımların

peşine düşerler. Ne yazık ki Kahneman ve Tversky‟nin 1992 yılında yaptıkları çalışmanın sonucunda öne

sürdükleri gibi yatırımlardan kaynaklanan kayıpların yaşattığı duygusal çöküşün şiddeti, yatırımların getirdiği

karın pozitif etkilerinden iki kat daha şiddetli hissedilir. Muhtemel maddi kayıp durumunda da yaşanan bu

çöküşün etkilerini azaltmak için yatırımcılar dopamine ihtiyaç duyarlar ve bir kez daha çareyi kokainde ya da

ödül sistemini uyaran diğer uyarıcılarda ararlar.

16 Ağustos 2009 yılında, Christine Dell‟Amore‟un National Geographic‟te yayınlanan yazısında

Massachusetts Üniversitesi‟nde yapılan ilginç bir araştırma sonucuna yer verilmiştir. 2007 yılında yapılacak

olan bu araştırma için Brezilya, Kanada, ABD, Çin ve Japonya‟dan banknot örnekleri toplanmış ve bu değişik

para birimine mensup banknotların üzerindeki kokain kalıntısı olup olmadığı araştırılmıştır. Araştırma oldukça

çarpıcı bir şekilde sonuçlanmış ve ABD banknotlarının %90‟ının üzerinde kokain kalıntılarına rastlanmıştır.

ABD banknotları barındırdıkları kokain oranıyla ilk sıraya yerleşirken, Japonya ve Çin banknotlarının en az

kokain barındıran banknotlar oldukları sonucu elde edilmiştir. ABD banknotlarına birinciliği getiren bu oranda

şüphesiz ki Wall Street simsarlarının ve dopamin bağımlısı yatırımcılarının da payı vardır.

C. Ferguson‟un imzasını taşıyan Inside Job belgeselinde de değinildiği gibi kokainin Wall Street‟teki tarihi en

az paranınki kadar köklüdür ve kokain en az para kadar Wall Street ile özdeşleşmiş durumdadır. Araştırmalarla

da desteklendiği üzere bu durum bir tesadüften ziyade bilimsel bir gerçekliktir ve bu ikilinin heyecanlı ilişkisi

şüphesiz ki daha birçok film, belgesel ve araştırmaya konu olacaktır.

Birce Dobrucalı Uluslararası Ticaret ve Finansman 3. Sınıf

[email protected]

İzmir/ Bergama

Bankacılık sektörü de dâhil olmak

üzere, çeĢitli sektörlerde yöneticilik

deneyiminiz olduğunu biliyoruz. Eğitim

hayatınızdan baĢlayarak bize kariyer

sürecinizden bahseder misiniz?

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler

Fakültesi İşletme Bölümünden mezun

oldum. Aynı bölümde masterımı, Dokuz

Eylül Üniversitesi İşletme Bölümünde

de doktoramı yaptım. Siyasal Bilgiler

Fakültesini bitirdikten sonra, müfettiş

yardımcısı olarak Garanti Bankası Teftiş

Kurulu‟na girdim. Çalışma hayatım,

İstanbul‟da başladı. 3.yılın sonunda

İzmir Çimentaş‟tan (İzmir çimento

fabrikaları) bir teklif aldım ve İzmir‟e

geldim. 5 yıl boyunca burada mali işler

yöneticiliği yaptım. Daha sonra Yaşar

Holding‟e girdim. Orada da sırasıyla

genel müdür yardımcılığı, boya ve

kimya grubunun mali işler grup

koordinatörlüğünü yaptım. Aşağı yukarı

orada da 5 yıl çalıştım ve 2000 yılında

CMS‟ye geldim. O tarihlerde şirketin

yaklaşık 40 milyon dolar cirosu vardı.

Şuanda 350milyon dolar cirosu var.12

yıldır buradayım ve 12 yıldır da CMS

sürekli büyüyen bir şirket.

Onun dışında eğitim, hayatım boyunca

devam etti. Kellogg Business School‟da

Advanced Executive programına

katıldım. Wharton Business School ve

Harvard Business School‟da eğitim

aldım. Bunlar işletme alanında dünyanın

en iyi 3 okuludur. Benim için akademik

hayatla, iş hayatı beraber devam etti.

Okuma ve yazmayı bırakmadım. Sürekli

bir bilimsel yaklaşımın peşinde koştum.

İşime de yaradı tabi. Şuanda da CMS

grubunun CEO‟su olarak çalışıyorum.

Aynı zamanda grup şirketlerinde ve Ege

sanayi iş adamları derneğinde yönetim

kurulu üyesiyim. Bunun yanında da

İstanbul‟da Kurumsal yönetim

derneğinde ve Capital dergisinde CEO

CLUB üyeliğim var. Kısacası kariyerim

boyunca bankacılık, çimento, kimyasal

gübre, boya ve alüminyum jant gibi

değişik sektörlerde çalıştığımı

söyleyebilirim.

Dokuz Eylül Üniversitesinde katıldığınız insan kaynakları

zirvesinde, son dönemde dünyanın önde gelen iĢ adamları

arasında yapılan anketlerde, iĢ dünyasının en önemli

eksiğinin „yetenek‟ olduğuna değinmiĢtiniz. Sizce bir

yöneticide bulunması gereken önemli yetenekler nelerdir?

Geleceğin yönetici adaylarına bu konuda tavsiyeleriniz

nelerdir?

Yetenekli insan normal bir işi alıp yapan kişi değil, aldığı işi

sıçratarak belirli bir yere getirendir. Aslında yönetici olmak her

yerde mümkün, asıl zor olan bir işi alıp sıçratmaktır. Yeteneğin

tabiri odur. Yoksa sıradan bir yöneticiden, ya da herhangi bir

kişiden bahsedilmiyor. Aldığı işi sıçratarak bir yere getiren,

inovatif hale getiren insanlardan bahsediliyor. Tabi

inovasyonun olabilmesi için de yöneticide bulunması gereken

belirli özellikler var. Birincisi bilgi, ikincisi tecrübe, üçüncüsü

de tutkudur. Üçünden biri yoksa yenilik yok demektir. Mesela

Edison‟u düşünün. Elektriği nasıl keşfetti? İşin içinde bilgi var,

teknik tarafını biliyor ve tecrübe etmiş. 2000‟e yakın denemesi

olmuş, hep yanlış yapmış ama sonunda bulmuş. Bu işe

duyduğu tutku sayesinde vazgeçmemiş. Eğer vazgeçip başka

bir işe yönelmiş olsaydı, o zaman herhangi bir yenilikten

bahsedemezdik. Mesela Steve Jobs niye farklı? Bilgiye sahip,

kafayı bu işe çok takmış, deniyor ve hayatını bu işe adayacak

kadar tutkulu. Dolayısıyla üçü birbirini destekleyen, sinerji

yaratan „soft skill‟ dediğimiz özellikler bir arada olacak ki,

yönetici yetenekli olacak. Mesela düşünün; çok bilgilisiniz

ama enerjiniz yok. Sabah uyandığınızda kim deneyecek bunları

diyorsanız, orada inovasyonun söz konusu olması biraz zor.

Üçünün bir arada olması gerekir.

Bazıları öyledir. Çok bilgilidir, ama adamı bir türlü

çalıştıramazsın; çünkü enerjisi yoktur. Enerjiniz ve tutkunuz

olacak ki yaptığınız işi sürekli hale getirebilin. Yoksa bir süre

sonra vazgeçerseniz başarı gelmez.

www.sfinance.org 12/

CMS CEO‟su Ünal Kocaman

Bunun yanı sıra benim yöneticilerden beklediğim en

önemli özelliklerden biri cesarettir. Sürekli kendini

yenilemesi, tek bir özelliğin üzerinde durup,

kariyerini sadece o yönde geliştirmemesi gerekiyor.

Bir tane özelliğe çok fazla kendini bağlayıp, hep

onunla kendini taahhüt etmesi doğru değil.

Çeşitlendirebilmeli bakış açısını. Onun dışında

esneklik gerekli bir özellik. Ofsaytta düşmeyecek,

hizalanacak. Kötü yönetici, ofsaytta sık düşen

yöneticidir. Öğrenci de olsanız, yöneticide olsanız

değişen şartlara göre hizalanmayı bileceksiniz.

Aileniz içinde aynı şey geçerli. Onların bakışına,

değerlerine, geleceğe yönelik beklentilerine

uymadığınız zaman ofsaytta düşersiniz. Mesela

örneklemek gerekirse çiçekler de fotosentez için

güneşe göre hizalanıyorlar. Yine iyi futbolcular

içinde durum aynı. Hem topa, hem rakibe, hem kendi

takım arkadaşlarına göre hizalanırlar. Baktığınız

zaman iş hayatı da bundan farklı değildir. Kendi

takım arkadaşlarınıza ve müşterilerinize göre

hizalanacaksınız.

Adaylar için tavsiyem; sürekli kendilerini

geliştirmeleri. Sadece bir yetenek üzerinde

durmamalarıdır. Matematiği çok iyi bilmek yetmez.

Türkçeden de birazcık, edebiyattan da birazcık,

sosyolojiden de birazcık bilmek gerekir. Zaman

zaman ilgi alanlarınızı çeşitlendirip,

değiştirebilmelisiniz. Yine spor yapmak çok

önemlidir. Kendinize, fiziğinize dikkat etmeniz,

kilonuzu korumanız gerekir. İlk önce kendimizi

yönetebilmeliyiz ki, iş hayatında iyi bir yönetici

olabilelim. Ben önce ona bakarım yani. Kendi

duygularımızı, bedenimizi yönetebilirsek iyi bir

yönetici adayı olabiliriz. Hastalık ve hormonsal

şeyleri saymıyorum. Özellikle siz gençler için

söylüyorum; vücudunuzu, ruhunuzu, aklınızı ve

sağlığınızı iyi yönetebileceksiniz ki karşı taraf size

baktığında, bu bizim işi de yönetebilir diyebilsin. Bir

eksiklik olursa o zaman ne diyecek? Kendi kilosunu

yönetemiyor, spor yapmıyor, sigara içiyor, yani

iradesi yok demektir. İrade, işte lazım; çünkü öz

disiplin işe de yansıyor.

2010 yılında CMS, Toyota tarafından en kaliteli

tedarikçi firma olarak seçildi. Bu baĢarınızı neye

bağlıyorsunuz?

Sadece Toyota‟dan değil, aşağı yukarı bütün

müşterilerimizden ödül aldık. En kaliteli ve en

verimli tedarikçi firma ödüllerini almaya devam

ediyoruz. Temel etkenlerden birisi de CMS‟nin

müşteriyi çok iyi anlamış olması. Müşteriyi iyi

anlayıp, ona göre hizalanması. Organizasyonunu,

insanlarını ve teknolojisini müşterinin beklentilerine

göre hizalaması. İyi insanlarla çalışması; sizin gibi

genç ve akıllı çocuklarla çalışıyoruz. Türkiye‟nin

en iyi okullarında okumuş arkadaşlar burada

çalışıyor. Aynı zamanda burası bir okul gibidir.

Onları eğitiyoruz da.

Otomobil sektörü; dünyaya açık, dinamik bir

sektördür. Buradaki arkadaşlarımızın hepsi

dünyayla iletişim kurabilecek becerilerde. Ama

şunu da unutmamak gerek; şirketler sadece teknik

yetkinlikleriyle başarılı olmuyor. Bir ekibin nasıl

yönetildiği de önemli. Teknolojiyi nasıl

kullandığınız önemli. CMS‟de teknoloji, insanla

başlayıp biten bir şey. Teknolojiyi herkes

kullanabilir, asıl farkı; nasıl kullandığınız ortaya

koyar. Bazısı daha verimli, bazısı daha az verimli

bir şekilde kullanabilir. Burada da insan kaynakları

devreye giriyor. CMS‟de insana ciddi bir yatırım

anlayışı var. ARGE merkezimiz var. Aşağı yukarı

70 kişi çalışıyor. Türkiye‟nin en iyi okullarından

mezun olmuş seçkin öğrencileri işe almaya

çalışıyoruz. Burada beraber yaratma, beraber

çalışma, işi eğlenceli bir hale getirme duygusu var.

O yüzden keyifli bir şekilde müşterilere hizmet

etmeye çalışıyoruz. Başarının sırrı da o. Kurucu

başkanı rahmetli Tonguç bey de bunlara çok önem

veren bir adamdı. Onun oluşturduğu ilkelerin

devamlılığı, yeni kuşaklar tarafından da sağlandığı

için başarı devam ediyor. Bir de aile de burada

önemli. Ösen ailesi mütevazı, işiyle kendini tanıtan

bir aile. Kurumsallaşmış bir şirket var ortada. Tabi

bu da yine başarı için önemli bir etken.

Türkiye‟de pazar lideri, Avrupa‟da ise ilk on

Ģirketin içerisinde olan CMS, üretiminin %85'ini

ihraç edilen ara mallar ile gerçekleĢtirmektedir.

Kurdaki artıĢ ihracatçıyı nasıl etkiliyor?

Genel olarak kurdaki artış, ihracatçıyı olumlu

yönde etkiliyor. Ancak, kurun çok sık değişmesi,

belirsizliklere sebep olduğu için projeksiyon

yapmanızı engelliyor. Dolayısıyla kurların

artmasını isteriz ama çok dalgalanmasını

istemeyiz.

Plan yapabilmek için de geleceği azda olsa

öngörmek lazım. Ama önümüzdeki dönem kaotik

bir dönem olacak, o yüzden de bunları çok fazla

tartışmaya gerek olmadığını düşünüyorum.

Otomotiv sektörü 2012 yılı için 2011‟e göre hedef

küçültmüĢtür. Bu durumun firmanızı nasıl

etkileyeceğini düĢünüyorsunuz?

Kriz döneminde Avrupa‟da ki birçok otomobil yan

sanayi ve jant üreticisi sektörden çekilmek zorunda

kaldı. Hatta bu üreticilerin bazılarından,

www.sfinance.org 13/

makinelerini satın aldık. Avrupa‟daki firmalar

krize kötü yakalandılar ve ellerindeki makineleri

satmak zorunda kaldılar. Ama biz kendimizi

sektörün durumuna göre hizalamıştık, yani

ofsaytta yakalanmadık. Şuan da Avrupa‟da

alüminyum jantta bir arz noksanı var ve Avrupa‟da

da alüminyum jant üreticisi yok, olanların da

birçoğu battı. Satışlarımızın büyük bölümü

Avrupa‟ya olduğundan bu durum bizi pek

etkilemedi.

Ġzmir Ekonomi Üniversitesi öğrencilerine

yapmıĢ olduğunuz konuĢmada, mobilitenin

Ģirketlerin iĢe alım sürecindeki en önemli

kriterlerinden biri olduğundan söz etmiĢtiniz.

Bunun dıĢında iĢe alım kriterleriniz nelerdir? Bu konuyla ilgili öncelikle mobilitenin önemini

vurgulamak istiyorum. Çünkü farklı kültürler,

farklı yaşlar, yani farklı jenerasyonlar bir arada

yaşayacaklar. Artık önümüzdeki dönemde, başarılı

çalışanların en önemli özelliği çok kültürlülük

olacak. Ben bu yeni jenerasyona „hyper

connected‟ diyorum yani aynı anda her şeye bağlı;

bilgisayara, televizyona, telefona, arkadaşına,

annesine, babasına. Bizim jenerasyonumuz işine

daha çok yoğunlaşmış, daha disiplinli çalışabilen

bir jenerasyondu. Çünkü bizim dönemimizde

ayrım yapmamız gereken çok fazla alternatif yoktu

ve ona göre eğitilmiştik. Yeni dönemde, bu

farklılıkları yönetebilen yöneticiler başarılı olacak.

Benzerlikleri yönetmek kolaydır. Önemli olan

kontrolü kaybetmeden, bu farklılıkları amaca

doğru hizalamaktır. Bununla birlikte önümüzdeki

dönemde network, yani ilişkiler iş hayatında

önemli rol oynayacak, dolayısıyla da herkesle

iletişim içerisinde olabilen, diplomat yöneticilerin

önemi artacak.

Son olarak, öğrencilere ve okuyucularımıza

mesajınız nedir?

elecek kaotik, belirsizliğin çok yoğun olduğu bir

dönem olacak. Belirsizliğin olduğu her yerde uzun

vadeli stratejiler kadar; kısa vadeli, taktiksel

yaklaşımlar da önemli olacak. Esneklik ve

hizalanmak sihirli sözcükler haline gelecek. Uzun

vadede hizalanmak kolaydır ama kısa vadede çok

enerjik olmanız lazım. Müşteriyi iyi takip etmeniz

gerek. Yetenekli insan konusu gündeme gelecek,

ama yetenek diye de şunu düşünmeyelim; bir

görevi yapabilecek temel niteliklere sahip insanlar

değil, bir işi alıp sıçratabilecek insanlardan

bahsediyorum. Sizin de kendinizi ona göre

hazırlamanız gerekir. Bence bilgi, deneyim ve

tutku bir insanda olması gereken en önemli

özellikler. O yüzden sevdiğiniz, yapmak

istediğiniz şeylerde bu üç unsurun olup olmadığına

bakmanızı tavsiye ediyorum.

www.sfinance.org 14/

BÜCKE DENĠZ MENTEġE-ÜNAL KOCAMAN-BĠRCE DOBRUCALI

HALĠME BAYER-MEHMET AKHALĠL-TOLGA DENĠZ

Mehmet Akhalil ile Finansal Piyasalar

Bize kariyer sürecinizden ve Oyak Yatırım‟ın

yapısından, iĢleyiĢinizden kısaca bahseder

misiniz?

Orta Doğu Teknik Üniversitesi İşletme Bölümü

1994 mezunuyum. Şu an çalıştığım sektör ile o

dönemki hedeflerim arasında ciddi farklar var

aslında. Bunun nedenlerini de çok kısaca şöyle

açıklayabilirim: Ben 1994 senesinde, 5 Nisan

kararları ve Tansu Çiller hükümeti derken global

yapıdan uzak, ağır bir ekonomik kriz ve bunalımın

içinde mezun oldum. Hatta 5 Nisan kararları

yüksek oranda bir devalüasyonla sonuçlandı. Bu

istihdam piyasasını da oldukça ciddi etkiledi.

Bizim 1994 yazında yaşadığımız bu sıkıntıyı

kimsenin yaşadığını görmedim. Hatta çok basit bir

örnek vereyim: İzmir‟deki çok büyük bir holding

ODTÜ İşletme ve Ekonomi Bölümü‟nde okuyan

İzmirli öğrencileri istihdam etmek için çok büyük

bir çaba sarf ederdi, siz İzmirlisiniz, gelin şehrinize

katkıda bulunun, bizim holdingimizde çalışın

diyerek. O dönem o holding bile eleman

almayacağını deklare etti. Birkaç tane, özellikle

finans alanında geçerli olan sınavları kazandım.

Çok istediğim bir, iki firma vardı. O sırada çoklu

bir yarışmada son ikiye kalarak oradaki istihdam

imkânını da kaybettikten sonra askere gitmek

istedim. Askerlik görevimi yaptıktan sonra butik

bir aracı kurum olan, şu anda Türkiye‟deki

sermaye piyasalarının geldiği noktada ciddi bir pay

sahibi olduğuna inandığım, Ata Yatırım Menkul

Değerler‟in İzmir şubesine müracaat ettim ve

borsa serüveni de öylece başlamış oldu. Sermaye

piyasaları yatırım danışmanlığı, portföy

yöneticiliği ne şekilde isimlendirirsek

isimlendirelim, soranlara kısaca borsacıyım

diyorum. Bu sektör de işe başlamamın böyle

tesadüfi bir etkisi var. 2003 senesinden beri de

Oyak Yatırım Menkul Değerler‟de çalışıyorum.

2007 senesinden beri de İzmir şubesi‟nin

müdürlüğünü yapıyorum.

Oyak Yatırım hakkında çok kısa bir bilgi vereyim.

Oyak Grubuna ait 3 finansman şirketinden bir

tanesi Oyak Yatırım. Oyak‟ı şöyle anlatabilirim;

Ordu Yardımlaşma Kurumu‟nun, anayasanın özel

maddesiyle kurulmuş olan bir tür emekli sandığı

var, subay ve astsubayların maaşlarından bir

kesinti yapılmak suretiyle biriken fonların

değerlendirildiği bir portföy yönetim şirketi.

Aslında emeklilik fonu şirketidir. Fakat zaman

içerisinde burada çok ciddi meblağlar birikmiş.

Dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri‟nin de

misyonu ve vizyonu çok farklı olduğundan,

ekonomiden bağımsız olarak bu fonun, emeklilik

portföyünün yönetimi piyasa profesyonellerine

terk edilmiş. Finans alanında Oyak Bank, Oyak

Yatırım ve Aksa Oyak Sigorta A.Ş. vardı. Aksa

Oyak‟ı yabancı ortağımıza devrettik. Oyak

Bank‟ta bildiğiniz gibi 2006 yılı sonunda

Hollandalı ING Bank Grubu‟na satıldı. Oyak

Bank‟ın satışından elde edilen gelirle Ereğli Demir

ve Çelik Fabrikaları ve İskenderun Demir Çelik

Fabrikaları satın alındı. Bu şekilde faaliyetlerimize

devam ediyoruz. Peki, Oyak Yatırım ne yapar?

Oyak Yatırım Sermaye Piyasası Kanunu‟na tabi

aracılık hizmetlerinde bulunan bir aracı kuruluştur.

Bizim A tipi diye tabir ettiğimiz bir aracı

kuruluştur. Her türlü sermaye piyasaları aracılık

faaliyetini yapmaktayız. Bunun içinde; İstanbul

Menkul Kıymetler Borsası piyasalarının hazine

bonosu tahvil piyasalarında, hisse senedi

piyasalarında, vadeli işlem ve opsiyon borsasının

her türlü ürünlerinde ve Varantlarda işlem yapmak

yer alıyor. Bunlara ek olarak bunların

türevlerinden oluşturulmuş yatırım fonlarını

kurmak ve yönetmek, portföy yönetimi işlemleri

yapmak da faaliyetlerimiz arasında yer alıyor.

Kurumsal olarak da şirket evlilikleri, ayrışmaları

ve birleşmeleri, stratejik ortaklık ve halka arz gibi

daha makro ve kurumsal işler yapmaktayız.

Şirketimizin genel iş kolları bunlardır. Genel

müdürlükte çalışan arkadaşlarımızın tabiriyle iki

şapkamız var; biri müşteriyi bulmak, ikincisi de

bulduğumuz müşteriye bu ürünleri pazarlamak.

ÇalıĢma hayatınız için Ġzmir‟i seçmenizin özel

bir sebebi var mı?

16/ www.sfinance.org

Çalışma hayatım için İzmir‟i seçmemin

başlangıçta özel bir sebebi yok. İkincisi bu bir

hataydı. Bunu bir kenara not edin. Kriz vardı ve

seçenekler zaten azdı. Bir de insan maalesef

kendine uygun mesleği zaman içerisinde anlıyor,

yani okurken ya da mezun olduğunuz esnada o

görüşmelere girip çıkarken bu öyle çok da

anlaşılmıyor. Açıkçası İzmir‟de çalışmamın ilk

sebebi; işi zaten İzmir‟de bulmuş olmamdı. Ama

zaman içerisinde bu işi İstanbul‟da yapabilme

şansına sahip oldum. Hem yetişme tarzımdan, hem

insan ilişkilerindeki ve mesleki başarılarımdan

zaman zaman çalıştığım müessesede gel genel

müdürlüğe burada çalış dedikleri oldu. Ama

zaman içerisinde İzmir‟e alıştık, İzmir‟in rahat

havasına alıştık, İzmir‟e göre gelir düzeyimiz biraz

yükseldi ve hemen yakınlarımızdaki yazlık

mekânlar gibi, insanı aldatan ilizyonlara kandık.

Aslında insanların parasıyla uğraşmak çok zor, bir

bakıma dipsiz bir kuyu. Bilinmezleri o kadar çok

ki, hâkim olmak gerçekten çok zor. Eldeki verileri

çok kısa bir zaman içerisinde, tamamen akılcı bir

süzgeçten geçirip, anında bir rasyonel karar

vermeniz gerekiyor ve ertesi gün bilinmeyen bir

dünyaya uyanabiliyorsunuz. Yatıyorsunuz, sabah

bir kalkıyorsunuz Japonya‟da deprem olmuş,

arkasından da tsunami alarmı verilmiş. Ben ne

yapayım diyemiyorsunuz. Bunu yapabilmek için

iki şey gerekiyor; birincisi özgüven. Ben özgüvene

sahip bir insanım demek, ben bir sürü kararı alırım

değil, on tane karar aldıysam sekiz tanesini doğru

bir şekilde alırım demek. On tane karar alma

yetkiniz var da bunun yedi-sekiz tanesinin yanlış

olması durumunda daha fazla yaşayamazsınız yani

bu mesleği de sürdüremezsiniz. Ama dediğim gibi

sorunun aslı şu; İzmir‟i seçmemde özel bir sebep

yok, İzmir‟de kalmamda bir takım özel sebepler

var ve bu sebeplerin tamamını, kariyerime geri

dönüp baktığım zaman hatalı olarak görüyorum.

Genç arkadaşlarımın tamamına özellikle finans

alanında çalışacaksanız İstanbul‟u öneriyorum.

Nedeni İstanbul bir finans merkezi ve suyun

başında olmakta her zaman fayda vardır.

ĠMKB‟nin yeni baĢkanı Merkez Bankası kökenli

Ġbrahim Turhan Bey ve ĠMKB‟nin değiĢen yapısı

ile ilgili olarak öngörüleriniz nelerdir?

ĠMKB‟deki iĢlem hacmini arttırmak için

yapılması gereken düzenlemeler ve yenilikler

neler olabilir?

Kıymetler Borsası‟na bağlı çalışanlar Bu soru

kanayan bir yara aslında. Biz Türkiye‟de İstanbul

Menkul olarak, pazar payımızı büyütemiyoruz.

Örnek vermek gerekirse, Türkiye‟nin nüfusunu

ortalama 70 milyon olarak kabul edelim.

Genç bir nüfusa sahip olduğumuzdan doğal olarak

tarımsalı ayıralım, yani ekonomiye doğrudan ya da

dolaylı olarak katkıda bulunan kişi sayısını da 20

milyonla sınırlandıralım. Bunun içerisinde asgari

ücret ile çalışan da olsun, dünyada ilk yüze

girebilecek zenginlikteki insanlar ve iş adamları da

olsun. Şimdi bakın ortalama 20 milyon gibi bir

rakam çıkardık, hadi bunu biraz elimine edelim; 10

milyona düşürelim, en kötü ihtimal Türkiye

nüfusunu 7‟de 1‟e indiriyoruz. İstanbul Menkul

Kıymetler Borsası‟nda açık hesap sayısı ise 2.5

milyon. Açık hesaplara sıfır bakiyeli hesaplar da

dâhil. Aktif hesap sayısı ise sadece 500 bin

civarında. Bu 500 bin içerisine senin A,B ve C

kurumundaki hesaplarında dâhil, onları da elimine

edersen 250 bin kişiye varıyoruz. Makro çapta

güzel yorumlar IMKB‟ye geldiği anda da 180 km

hızla duvara çarpmış bir araba etkisiyle

karşılaşılıyor. Bizim yapmamız gereken ilk olarak

bu pastayı büyütmek. Bu mümkün; fakat geçmişe

dönüp bir dizi düzenleme yapılması gerekiyor.

Türkiye 2000‟li yıllar krizini yaşarken, bu krizde

Türkiye‟nin yaklaşık 40‟a yakın bankası iflas etti

veya devlete devredildi. Bu bankalar ve bu

bankaların iştirakleri, aynı zamanda çok sayıda

şirket borsada işlem görüyordu. İstanbul Menkul

Kıymetler Borsası, Sermaye Piyasaları Kurulunun

kararıyla, „tahta kapatmak‟ diye tabir edilen bir

yapıya dönüştü ve işleme kapatıldı. Bir sürü küçük

hissedarın hisse senetleri orada kaldı, yani

sıfırlandı. Dolayısıyla o dönemde küskünler

ordusu yaratıldı. Öncelikli olarak İMKB‟nin bu

hukuki problemi çözmesi lazım; çünkü bir hisse

senedi yatırımcısının default riski vardır. Yeni

İMKB başkanının öncelikle bu konuya bir el

atması gerektiğini düşünüyorum, yani yatırımcıyı

borsayla barıştırmak olarak nitelendirebileceğim

bir misyon üstlenmesi gerektiği kanısındayım.

Türkiye‟de türev ürünlerle ilgili tek borsanın

(Vadeli ĠĢlemler ve Opsiyon Borsası) Ġzmir‟de yer

almasının bölge için avantajları nelerdir? Ayrıca

önümüzdeki günlerde iĢleme girecek opsiyonların

Amerikan tipi olması gündemde. Bu durum sizce

Türk toplumunun piyasaları spekülatif amaçlı

kullandığının bir göstergesi midir?

Bu da önemli sorulardan bir tanesidir. Vadeli

İşlemler ve Opsiyon Borsası‟nın İzmir‟de

kuruluşunun temel nedeni; emtialarla ilgili

Opsiyon Borsası‟nın İzmir‟de kuruluşu İzmir‟de

işlemlerin aslında zaten İzmir Ticaret Borsası‟nda

yapılıyor olması. Dolayısıyla Vadeli İşlem ve

işlemlerin tarihiyle tamamen örtüşüyor. Peki,

bölgeye bir fayda getirdi mi? Bu soruya maalesef

www.sfinance.org 17/

çok iyi ve sempatik bir cevap veremeyeceğim.

Çünkü paylaşılamamasından ötürü, bir kargaşa

meydana getirdi. Bir grup tarafından İstanbul

Menkul Kıymetler Borsası bünyesine bağlı olarak,

İstanbul‟da kuruluşu talep ediliyor. Tabi biz

İzmirliler olarak, İzmir‟de kalmasından yanayız.

Dolayısıyla bu çatışma halen devam eden bir

çatışma. Bir sürü ürünün, yeni kontratın piyasalara

girişini son derece geciktirip, negatif yönde etkiledi.

Bu çatışma kimseye bir fayda getirmedi. İkincisi

işlemci bir insan olarak, yani bir trader olarak asla

amacına uygun bir şekilde kullanıldığına

rastlamadım. VOB dediğimiz Vadeli İşlem ve

Opsiyon Borsası‟nın, işleme başladığı 2006-2007

yılından bu yana çoğunlukla yabancı yatırımcının

elinde spekülasyona son derece açık, hedge

dediğimiz asıl amacı korunma mekanizmalarından

bağımsız olarak kullanıldığını çok sık görüyoruz.

Fakat tabi bu borsanın suçu değil, onu o şekilde

kullananların seçtiği bir yol. Maalesef spekülatif

tarafı, „hedge‟ dediğimiz korunma amaçlı işlemler

tarafının çok çok daha üstünde. O noktada da

oldukça ciddi yatırımcı Kayıplarına yol açan 2-3

yıllık bir geçmişi var. Dolayısıyla önümüzdeki

dönem işleme girecek opsiyonların, ya da artacak

varant sözleşmelerinin yani yeni oluşturulacak türev

ürünlerinin sağlıklı bir şekilde piyasanın hizmetinde

olabilmesi için; bizim önce kişisel olarak bunu bir

spekülasyon malzemesinden çıkarıp, gerçekten

akılcı bir yatırım aracı olarak kullanmayı

öğrenmemiz gerek. İkincisi kural koyucuların yani

regülâtörlerin ve otoritelerin de bu piyasanın sağlıklı

işlemesi için gerekli her türlü tedbiri alması gerek.

Aslında tek problem maalesef sığlık ki o da

spekülasyonu getirir. Bu şu demek; çok katılımcının

olduğu bir borsada, kolay kolay spekülasyon

yapamazsınız. Spekülasyon maddi de bir gücü

gerektiriyor, ama katılımcı sayısı ve hacim az ise

belirgin bir meblağ ile her türlü spekülasyonu

yapabilirsiniz. Bugün günümüzde İstanbul Menkul

Kıymetler Borsası‟nda çokça rastladığımız gibi.

Dolayısıyla opsiyonların; Avrupa ve Amerika tipi

olmasından ziyade, bütün ürünlerin, içeriği ne olursa

olsun, sağlıklı bir zeminde işlem görüp, amacına

hizmet eden şekilde yapılması gerekiyor.

Günümüzde gündem çok hızlı değiĢiyor. Bilgiye

ulaĢmak da oldukça zorlaĢtı. Veriler deyim size

çarpıp geçiyor, çoğunu göremiyorsunuz bile. Bu

yüzden de piyasada çok hızlı karar vermek

gerekiyor. Bu doğrultuda „algoritmik trade‟ son

günlerde adından çokça söz ettirmeye baĢladı.

Farklı modellerin alım satımlarda yatırımcılara

çok kazandıracağını düĢünüyor musunuz?

Cevap veriyorum, hayır. Yatırım işi, matematik işi

değildir. Yatırım işi, biraz öngörü ve önsezi işidir.

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; ben bu

piyasada iyi traderların, lise mezunu olduğunu

gördüm. Algoritmik alım-satım, türev ya da integral

hesaplı alım-satım modellemelerinin tamamı elbette

ki birtakım teorilerden ortaya çıkıyor. Ancak

bunların zaman zaman çalışmaması gibi, komik

sonuçlarını da görüyorsunuz. Yatırım öncelikle bir

zamanlama işidir, para işidir ve belirli bir genel

kültür işidir. Bu genel kültürün içinde matematiksel

modellemeler de finansal modellemeler de yok. O

işin teorik kısmı. Bir şeyi fark ediyor musunuz

bilmiyorum. Dünyada yaşanan kriz, şimdilerde

Avrupa‟da- dünya‟da mali ve ekonomik sistemlerin

yavaş yavaş çöktüğü ve bittiği bir noktaya

gelindiğini gösteriyor. Bunun temelindeki sebep

aslında sanal dünyanın kendisi. Bu şu demek: Çok

sevdiğim bir hocamın bana söylediği gibi “üretime

gitmeyen para, çukura gider.” Bu modellerde

bahsettiğimiz yapılanmaya bakınız;

özellikle1990‟lardan sonra sermaye piyasalarına

hâkim olan mühendis zihniyetli, ya da mühendis

kökenli finansçıların yarattığı kaldıraçlar, türevler

yani az bir hisse, para bazıyla çoklu kaldıraçlı işlem

yapmanın yarattığı şey dünyanın sonu. 2008 krizinde

100.000 dolara alınan evin ipotek kâğıdı türev

piyasalarda 1,5 milyon dolara, üzerine yazılan CDS

ve sigortalar hariç, trade edilmeye başladı. Bakınız

alt tarafı 100.000 dolarlık bir şey. İşte bu olmayan

parayla bir şey yapılmaz. Yatırım bir felsefe içerir.

O da en basit anlamda şudur: Yatırım

harcamalarınızdan tasarrufa ayırdığınız rakamın,

zamanla paranın değerini yitirmemesi amacıyla

değerlendirilmesini amaçlayan bir modeldir. Bunun

için zaman vardır, fırsatlar vardır, piyasalar vardır

piyasaların gelişimi vardır. Bunu görürsünüz ve ne

hedeflediğinizi ortaya koyarsınız. Yatırım çok basit

bir iştir aslında. Sermaye piyasası kanunu, bize

önemli bir tebliğ yayımlamıştır: Müşteriyi tanıma

kuralı. Müşteri karşımıza gelir ve bir birikimi vardır.

100 TL diyelim. Müşteri der ki: „Ben bu 100 TL‟nin

değerlendirilmesini istiyorum.‟ Bu da çok doğal bir

taleptir. Bunu yaptıktan sonra onunla konuşmak

gerekir. Risk algısı nedir? Ne kadar risk alabilir?

Conservative bir yapıya mı sahip, hırslı ve girişken

bir yapıya mı sahip? Bu paranın ondaki ifadesi

www.sfinance.org 18/

nedir? Biz emekli olup, emekli ikramiyesini

buraya getiren insanları görüyoruz. Dolayısıyla bu

parayı; en sabit getirili ve en güvenli yatırım

aracından, risk ölçütü gittikçe artan yatırım

araçlarına doğru sıraladığınızda alabileceği

getirileri ortaya koyarsınız. Bunlar arasındaki

tercihi nedir, bunları saptarsınız. Bence burada en

önemli kavram “oransal olarak elde ettiğiniz

gelir.” Yatırımcıya şunu anlatmaya çalışıyorum:

100.000 TL var, 100.000 TL‟yi bankada tutarsan

en iyi ihtimalle ayda 1.000 TL alıyorsun (bu

söylediğim biraz izafi bir rakam). Eğer sen borsada

100.000 TL ile 1 ayda 1.500 TL bir getiri elde

ettiysen oransal olarak çok ciddi bir getiri elde

etmişsindir. Bunu bu şekilde kabul etmen lazım

diyorum. Fakat 100.000 TL de tek hedef 200.000

TL kazanmak olduğu için o 1500 TL lik getiride

yanlış bir algı var. Dolayısıyla dünya ekonomisi

olarak bu modellerin oldukça tartışıldığı çok ilginç

bir dönemden geçiyoruz. Demek istediğim asıl

olan üretimdir. Borsa mantığı çok barizdir. Siz bir

şirketin hisse senedini satın alırsınız. Şirketin hisse

senedini satın aldığınız zaman o para şirkete girer.

Şirket bu parayı yatırımlarında kullanır. Kendini

büyütür. Kendini büyütünce hisse senedinin değeri

artar. Böylece siz para kazanırsınız ve ekonomiye

ciddi ölçekte bir değer kazandırırsınız, istihdamı

ve yatırımları artırırsınız. Bugün A hisse

senedinden 10 TL lik alayım, yarın yükselirse

B‟ye satarım mantığıyla hareket ederseniz, hayat

sizin için zor olur. Bence bütün durum bundan

ibarettir.

Wall Street Journal gazetesi Türkiye‟de

enflasyonun son 3 ayda yükseldiğini ve bunun

sonucunda Türkiye'nin dünyanın en hızlı

büyüyen ekonomilerinden biri olup olmadığı

konusunda tartıĢmaların baĢlayabileceğini

belirtti. Sizin bu konudaki düĢünceleriniz

nelerdir?

Öncelikle Türkiye‟yi değerlendirmek için son 3

ayına bakmak gerekiyor, bu aşağı yukarı son 10

yılına bakılması gereken bir süreçtir. Türkiye‟de

enflasyon şu son 10-12 yıl içerisinde 60,70,80 ve

hatta 90lı rakamlardan tek haneye düştü. Bu 10-12

yıldaki düşüş ivmesi çok başarılı bir ekonomi

politikasının göstergesidir. Bahsettiğimiz rakamlar

son derece üst yapı rakamlarıdır; çünkü Türkiye‟de

faiz de %100 ler seviyesinden tek haneli seviyelere

inmiştir ki, bu da çok önemli bir diğer rasyonel

göstergedir. Başka ekonomik büyüklüklere de

bakmak gerekir; gelir dağılımı eşit olarak mıdır,

vergi sistemi adaletli midir, bu büyümeden herkes

kendi oranındaki payı alabilmiş midir? İşte bunlar

biraz tartışmalı. Türkiye gelir dağılımının çok

dengesiz olduğu bir ülke olduğundan dolayı,

ekonomik anlamda baktığınızda çok iyi görünen

oranların; aslında çok üst yapı oranları olduğunu

ve alt yapıya çok yansımadığını, çok amiyane bir

tabirle sokaktaki insana çok rastlamadığını, oraya

19/ www.sfinance.org

kadar ulaşamadığını görebiliyoruz. Dolayısıyla

ekonomi her zaman için tartışılan bir konu

olmuştur; fakat ölçütler hep bu makroekonomik

veriler üzerinden yapıldığından oraya baktığımızda

bir başarı hikâyesi görmemiz mümkün. Türkiye‟de

enflasyon son 3 yılda ciddi miktarda tek haneli

rakamlara indi; fakat son 3 ayda bu yılın da

etkileriyle bir yükselme trendine girdi ve en son

açıklanan Aralık ayı enflasyonuyla tekrar çift

haneye ulaştık. Nedenleri konjektürel; Türkiye‟nin

içinden kaynaklanan nedenler olduğu gibi dışsal

nedenlere de bağlanabilir. Geçtiğimiz krizlerden

çok farklı olarak, kendisini fazlaca hissettirmeden

gelmiş ağır bir Avrupa, Euro bölgesi krizi

yaşıyoruz. Euro bölgesi krizinin çok önemli

etkilerinden bir tanesi olarak Euro‟daki değer

kaybı ve Dolar‟daki artış düşünülebilir. Dünyada

bir Dolarizasyon var. Amerika‟nın Ağustos

sonunda aldığı kararların da bunda etkisi var tabi,

kimse parasının değerli olmasını istemiyor; çünkü

değerli para ihracatı son derece etkileyen bir

yapıya sahiptir. Dünyada parasal dengeler böyle

hızlı değişirken, yaşanan belli bir takım etkiler

petrol fiyatları üzerinde de baskı yaratmaya

başlıyor. Enflasyondaki artışın temel

nedenlerinden bir tanesi de budur. Türkiye‟nin

mücadele etmesi gereken ciddi bir cari açık

problemi var. Türkiye kazandığı her 100 birim

paranın 50-55 ini kendisi kazanıyor, 45-50 sini

göreceli olarak dışarıdan borçlanarak yürütebiliyor

ve maalesef üreten yapısı tüketen yapısına göre

çok daha az. Cari açık da, bu dengesizlikten

kaynaklanan önemli bir faktörür. Diğer bir yandan

faizlerin düşük olması insanları harcamaya sevk

ediyor. Çok rahat bir şekilde kredi

bulabiliyorsunuz ki Türkiye çok önemli bir pazar

ve insanların bir bölümünün alım gücü de oldukça

yüksek. Dolayısıyla Türkiye lüks ithal

otomobillere, lüks kullanım cihazlarına çok ciddi

para harcayan bir ülkedir. Geçenlerde bana cep

telefonlarıyla ilgili bir istatistik söylediler,

şaşırdım kaldım. Yaklaşık yıllık 3-4 milyar dolar

cep telefonu ithalatına para ödüyoruz. Aslında

normal bir rakam; çünkü yurtdışındaki bir

vatandaşın, herhangi bir cep telefonunu çok uzun

süre kullanarak hayatını yaşadığını görüyorsunuz;

ama iş Türkiye‟ye gelince sonuç biraz

farklılaşıyor. Demek istediğim harcama yapısı da

enflasyon arttırıcı bir etken olarak karşımıza

çıkıyor. Merkez bankasının yaz başında başlattığı

cari açıkla mücadele kapsamında uyguladığı

sıkılaştırma politikalarının da, enflasyonu arttırıcı

etkisi var elbette. Türkiye, dünyanın hızla büyüyen

bir kaç ülkesinden bir tanesidir. Aslında başarılı

ve örnek alınan bir model de oldu; ama her

ekonomik büyüme belli bir dönemden sonra farklı

makroekonomik sorunları (enflasyon ve kur

baskısı gibi) beraberinde getireceğinden kontrollü

olunmak gerekir.

2012 Yatırım Stratejileri Toplantısı‟nda

bahsedilen küresel risk iĢtahının azalmasının

kısa vadede kur, faiz ve borsa üzerinde baskı

yaratmaya devam edeceğini düĢünürsek, bir hisse

senedine yatırım yaparken nelere dikkat

etmeliyiz?

Hisse senedi yatırımı benim sattığım finansal

ürünlerin en önemli kısmını içeriyor. Bir hisse

senedinin fiyatını etkileyen birden fazla faktör var.

Normal koşullar altında, hisse senedi yatırımı

büyüme eğilimindeki sektörlerde yer alan, mali

yapısı güçlü, hedefi ve stratejileri olan ve sağlam

bir yapıya sahip şirketlerin hisse senetlerinin

alımıyla gerçekleştirilen bir yatırım. Fakat siz satın

aldıktan sonra, hisse senedinin fiyatını birkaç şey

etkilemeye başlıyor. İlk etken şirketin kendi

politikaları; şirketin büyüme ve küçülme

politikaları, farklı alanlara açılma politikaları,

birleşme politikaları her şey düşünülebilir bu

anlamda... İkinci etkense; sektörle ilgili olan

şeyler: O şirketin ekonomik faaliyette bulunduğu

sektörü etkileyecek olumlu ya da olumsuz

hükümet tarafından gelen vergi artışları, vergi

teşvikleri, yeni açılımlar, projeler (enerji

sektöründe olduğu gibi). Üçüncüsü, ülkenin

ekonomik yapısıdır. Bir ülkenin ekonomik yapısı

büyüme trendindeyse, işler iyiye gidiyorsa, faizde

yani borsanın alternatif yatırım araçlarında bir

düşme varsa hisse senedinizin fiyatı bundan

olumlu etkileniyor. Fakat küresel riskler dediğimiz

bundan 10 yıl önce biz borsaya başladığımız

dönemde, hiç aklımızın ucunda bile olmayan

şeyler de artık hisse senedinin fiyatını bir anda

etkileyebiliyor. Japonya örneğini verdim az önce.

Ülkedeki siyasi değişiklikler, karar alıcıların,

siyasilerin farklı karar mekanizmalarına

yönelmeleri, seçim ortamları, komşularınızla

yaşanan problemler bunların hepsi o piramidin en

üstünden alta kadar giderek sizi önemli miktarda

etkileyebiliyor. Dolayısıyla hakikaten hisse senedi

yatırımı çok karışık bir iş haline gelmeye başladı.

20/ www.sfinance.org

Eskiden bu kadar değildi; ama normalde hisse

senedi yatırımı en bariz anlamda hisse senedi

piyasasının argosuna uygun olarak yapılır. Çok iyi

bilindiği üzere, hisse senedi herkesin çok aldığı

dönemde alınan bir enstrüman olmamalıdır.

Herkesin sattığı, hisse senedinden kaçtığı -bu

dönemlerde olduğu gibi- dönemde alınan orta uzun

vadeli (orta uzun vade kavramı hep sorulur; bu

bazen 1 ay olur bazen 1 yıl olur.) iyi bir hisse

senedi iyi bir yatırım demektir. Fakat konjonktür

de çok önemlidir; bu küresel risk iştahındaki

azalma hisse senetlerinde de kaçışı beraberinde

getirir ve o kaçışta bir alım yaptığınızda işlerin

düzelmesini beklemeniz gerekir ki işler, bugünden

yarına çok kolay düzelmez. Özetle; temel felsefe

alma zamanlamasının çok iyi ayarlanmasına, hisse

senedinin göreceli olarak fiyatının düşük

kaldığının düşünüldüğü dönemlerde veya hisse

senetleri piyasasının ileriye doğru bir

potansiyelinin olduğunun işaret edildiği

dönemlerde alım yapılmasına dayanmaktadır. Tabi

ki hisse senedi: yatırımı iyi seçilmiş, mali yapısı

güçlü, kar payı dağıtma potansiyeli ve repütasyonu

iyi olan bir şirketten hisse senedi satın almak

suretiyle çok verimli ve iyi bir yatırım aracıdır.

Asla kumar değildir. Bunu kumar haline getirenler

insanların zihniyetidir.

Portföy yönetimi alanında uzmanlaĢmak isteyen

öğrencilere ne gibi tavsiyelerde bulunmak

istersiniz? Oyak Yatırım‟da staj yapmak isteyen

kiĢiler için Ģirketinizdeki staj imkânlarından

biraz bahseder misiniz?

Öncelikle staj prosedürel tarafı nedeniyle son

yıllarda şirketler tarafından çok tercih edilmeyen

bir uygulama olmaya başladı. Stajyer bir arkadaşı

istihdam ettiğinizde bir takım hukuki şartnamelerin

yerine getirilmesi gerekiyor. Bizim de staj

uygulamamız var; fakat bunu çok iyi bir

değerlendirme yaparak ve insan kaynakları

departmanımızla koordineli bir şekilde başvuruları

değerlendirerek gerçekleştiriyoruz. Dolayısıyla

böyle bir imkânınız var. Okulların kapalı olduğu

dönemde öğrenciler özgeçmişleriyle birlikte

gelirse, en azından yol gösterici ve yardımcı

olmaya çalışırız.

Portföy yönetimiyse, şu ana kadar kariyerle ilgili

bir sürü bahislerde bulundum; bunlardan

bahsederken bardağın biraz boş tarafından bakarak

yorumlar yaptım; ama şimdi biraz da dolu

tarafından bakalım… İlk olarak şunu söylemeliyim

ki zor ve riskli bir iş. Ayrıca stresi oldukça bol bir

iştir. Dolayısıyla bu işi yapacak olan arkadaşların

özgüven sahibi olmaları ve stresle iç içe yaşamaya

hazırlıklı olmaları gerekmektedir. Diğer önemli

nokta ise, çok kısa zamanda rasyonel kararların etkili

ve etkin bir şekilde, soğukkanlılıkla alınabilmesi

gerekliliğidir. Üstelik bu alınan kararları yatırımcıyla

paylaşırken çok iyi kişisel iletişim kurmaları da

gerekir. Bunlar kişinin kişisel özelliklerinde olması

gerekenler. Bunun yanında görsel formasyonlar da

var. Sosyal hayatı çok iyi bilen, o hayatın içindeki

gerçekleri kavrayabilmiş insanlar, sosyal

aktivitelerde bolca bulunabilecek, genel bilgi ve

genel kültür düzeyi yüksek kişiler olması gerekir.

İşin mesleki tarafına baktığımızda ise 2002 yılından

bu yana Sermaye Piyasası Kurulu lisanslama getirdi;

bunu otomobil almak için ehliyet almaya

benzetebiliriz ki bu belge de bu piyasada çalışmak

için oldukça gerekli bir belgedir. Bu olayın daha çok

teknik kısmıdır. Bunun yanı sıra mesleğin

gerektirdiği her türlü teknik finansman bilgisi,

muhasebesel bilgiler, vergisel bilgiler gibi akademik

alt yapıya da sahip olmanız gerekiyor. İşin bu tarafı

biraz kâğıt üstünde olmasına rağmen, zaman içinde

mesleğe başlamakla beraber bunları pratiğiyle

örtüştürüyorsunuz. Bunun yanı sıra, son 10 yılda

ortaya çıkan bir şey; ufkunuzun çok geniş olması,

dünyada olup bitene karşı duyarlı olmanız da çok

önemli. Dediğim gibi o dipsiz kuyudan yola çıkarsak

çok sayıda bilgiye ulaşabilecek kadar sanal dünyaya

hâkim olmanız, haberlere, gelişmelere vakıf

olmanız, dünya ekonomik, siyasi, politik olaylara da

hâkim olmanız gerekiyor. Eskiden bu yoktu; şimdi

21/ www.sfinance.org

yıl mayıs-haziran ayında internetten buraya

arkadaşlar müracaat ederler. Sınavlarda

mülakatlarla 10-12 kişilik bir grup seçilir ve

ardında 5-6 ay süren şirket içi çok ciddi ve

hakikaten pahalı eğitimlere tabi tutulur. Son olarak

da bu arkadaşlar yönetici olarak yetiştirilmek üzere

istihdam edilir. Bu işin güzel ve önemli giriş

kapılarından biridir. Ben ilk mesleğe

başladığımda, biraz alaylı mektepli ayırımı vardı;

ama şimdi artık olay tamamen farklı. Bizim

mesleğe başlayacak olanlardan artık yüksek lisans

isteniyor, dil isteniyor, internet ve bilgisayar

kullanımından bahsetmiyorum bile. Tabi ki bu alt

yapıyı oluşturmak daha çok aileleri ilgilendiren

ciddi bir maliyet ve birikim gerektiriyor. Sizinde

zihnen derslerinize kafa yorarak altına girdiğiniz

bir maliyet bu. Karşılığını ise mesleğin ilk

yıllarında değil; ama sonraki yıllarda becerinize ve

insan ilişkilerindeki başarınıza bağlı olarak

alabiliyorsunuz. Tabi bu biraz da çevrenizdeki iş

imkânlarıyla da doğru orantılı, o yüzden hep

İstanbul örneğini veriyoruz.

Son olarak şunu söylemeliyim ki fiyatınızı

kendiniz belirlersiniz. Ne kadar çok sayıda insanla

pozitif ilişkiler kurabildiyseniz, portföyünüzü

büyütebildiyseniz, o insanlara bir katkıda

bulunabildiyseniz bir şekilde bir repütasyonunuz

yayılıyor, farklı şirketlerden teklif alıyorsunuz ve

bünyenizi de bu şekilde genişletebiliyorsunuz.

Aslında bu alan kendinize yaptığınız yatırımın en

yoğun olduğu iş kollarından birisidir.

ise bir sabah uyandığınızda geçenlerde olduğu

gibi Macaristan'ın iç borçlarını çevirmesiyle ilgili

AB ve IMF kaynaklarına başvuracağını açıklaması

sizin burada aldığınız pozisyonu direk etkiler hale

geliyor. Dolayısıyla dış dünyayı, dış medyayı takip

etmek de ayrı bir önem kazanıyor. Kriz

dönemlerinde sabah 4:00-4:30 da kalkıp

Bloomberg‟ten ya da CNBC-E'den yurtdışı

piyasalarındaki genel ahval ve şeraiti izlediğimi ve

bu yüzden de saat 7:30-8:00 gibi ofise geldiğimi

çok bilirim. Demek istediğim portföy

yönetimindeki açılım gittikçe çok komplike

olmaya ve donanımlı bir eleman istihdamı

gerektirmeye başladı.

Buraya kadar her şey güzel; fakat kötü yanları da

var elbette. Portföy yöneticileri New York'ta,

Londra'da oldukça saygın mesleklerden birisi

olarak kabul edilir. Yüksek gelir grubuna sahip

insanlardır. Hiç bahsetmedik ve bahsetmeyi de

sevmiyorum; ama bu da bir rasyonel gerçek

olduğu için konuşmakta sakınca görmüyorum;

benim işim genellikle İzmir‟de gelir düzeyi yüksek

bir iş adamıyla, dolayısıyla işimi yapabilmek için

benim o insanlarla iletişimde olmam lazım. Çünkü

o insanlar benim müşteri kitlem. Onlarla, onların

yaşadığı ortam, hayat ve platformlarda bir araya

gelebiliyoruz. Bu nedenle portföy yöneticileri

dünyada yüksek gelir düzeyine sahip. Türkiye de

ise durum biraz farklı. Bu yüzden mesleğin ilk

yılları yeni başlayan arkadaşlara pek cazip

gelmeyebiliyor. Bizim MT programımız var. Her

Kariyer kulübünün öyküsü Kurucusu Murat Barboros‟un anlatımıyla SAYFA 44‟DE

22/ www.sfinance.org

I mortgage crisis, but there was

something different which turned into

nightmare of the Americans. Yes, the

rumors were absolutely right, CDOs,

which are derivative instruments,

played a key role. In this article

definition of a CDO will be made,

reason of their creation and their affects

on 2008 crisis will be explained.

24/ www.sfinance.org

CDO‟s role on 2008 crisis (The Worst Product Ever Seen)

What is a CDO? As we mentioned before CDOs played an essential

role on 2008 crisis. CDOs are known as a type of

structured asset-backed securities (ABS) with

multiple “tranches” which are issued by special

purpose entities like investment banks. If it is

necessary to explain what an ABS is, we can say that

an asset-backed security is a security whose value

and income payments are derived from and

collateralized (or "backed") by a specified pool of

underlying assets. And a group of small and illiquid

assets that are unable to be sold individually are

gathered around to create an asset-backed security.

CDOs are collateralized by debt obligations including

bonds and loans. Moreover, the different degree of

risk and returns are represented by the trenches of the

CDOs. And investors can demand the CDOs that they

wish by considering their expectations and their

expected risks level.

In the year 2000, the mortgages which are long term

assets for the banks located in the USA were gathered

around to create CDOs. These securities, which are

derived from the mortgages consisted of 5% of the all

CDOs for the beginning of 2000 in the USA, but then

it reached 36% of all. These CDOs were trenched by

considering the different risk levels of the mortgages.

Actually one of the biggest problem had been

occurred while they were classifying the CDOs

according to their risk levels (risk for CDOs is

defined as a probability of failure of the borrower on

paying the debt back to the lender), since the credit

agencies were not behave ethical. However we are

going to deal with this topic later when we discuss the

effects of the CDOs for 2008 crisis. Lets go back to

the our topic. Bankers derived CDOs from the

mortgage credits. They divided them into different

trenches which are called as super seniors (the safest

one), mezzanines (safer), and equities (the riskiest

one, unsecured) which were derived from subprime

mortgages. The safest ones which are super seniors

were retained by the banks, and the equities which

are consisted of highest risk level mortgages called

subprime mortgages were retained by the hedge

funds, since the hedge funds are risk taker and

always the higher return is on their mind. In other

words, the CDOs which are formed by gathering

around the subprime mortgages offer highest return,

anyhow hedge funds search for that. The mezzanine

mortgages were again divided in to three trenches

which are super seniors, mezzanines, and equities

according to their risk levels. And the process

repeats and repeats it self. It‟s understandable that

the CDOs which are the part of different trenches

had different level of percentage return, since they

had different level of risk for not to pay back. The

CDOs which are super seniors (sr secured) provided

7% interest for the investors, the mezzanines

provided 9%, and unsecured CDOs provided 12%

interest for the investors.

There are different types of CDOs such as CLOs

(collateralized loan obligations), CBOs

(collateralized bond obligations), CSOs

(collateralized synthetic obligations), and CMOs

(collateralized mortgage obligations). Consequently,

for the CDOs, we can say that they are the derivative

instrument derived from the long term assets such as

loans and bonds. These are the tools or vehicles for

the bankers which are created cleverly to make

higher profit. And cdos are also called asset backed

securities as we said before which are so complex to

understand and invest on. This complexity of the

CDOs affected the economy and financial system

kuyudan yola çıkarsak çok sayıda bilgiye ulaşabilecek kadar sanal dünyaya hâkim olmanız, haberlere, gelişmelere vakıf olmanız, dünya ekonomik, siyasi, politik olaylara da hâkim olmanız gerekiyor. Eskiden bu yoktu; şimdi ise bir sabah uyandığınızda geçenlerde olduğu gibi Macaristan'ın iç borçlarını çevirmesiyle ilgili AB ve IMF kaynaklarına başvuracağını açıklaması sizin burada aldığınız pozisyonu direk etkiler hale geliyor. Dolayısıyla dış dünyayı, dış medyayı takip etmek de ayrı bir önem kazanıyor. Kriz dönemlerinde sabah 4:00-4:30 da kalkıp Bloomberg’ten ya da CNBC-E'den yurtdışı piyasalarındaki genel ahval ve şeraiti izlediğimi ve bu yüzden de saat 7:30-8:00 gibi ofise geldiğimi çok bilirim. Demek istediğim portföy yönetimindeki açılım gittikçe çok komplike olmaya ve donanımlı bir eleman istihdamı gerektirmeye başladı.

Buraya kadar her şey güzel fakat kötü yanları

da var elbette. Portföy yöneticileri New York'ta,

Londra'da oldukça saygın mesleklerden birisi

olarak kabul edilir. Yüksek gelir grubuna sahip

insanlardır. Hiç bahsetmedik ve bahsetmeyi de

sevmiyorum ama bu da bir rasyonel gerçek olduğu

için konuşmakta sakınca görmüyorum; benim işim

genellikle İzmir‟de gelir düzeyi yüksek bir iş

adamıyla, dolayısıyla işimi yapabilmek için benim

o insanlarla iletişimde olmam lazım. Çünkü o

insanlar benim müşteri kitlem. Onlarla, onların

yaşadığı ortam, hayat ve platformlarda bir araya

gelebiliyoruz. Bu nedenle portföy yöneticileri

dünyada yüksek gelir düzeyine sahip. Türkiye de

ise durum biraz farklı. Bu yüzden mesleğin ilk

yılları yeni başlayan arkadaşlara pek

n 2008 crisis the subprime

mortgages were a problematic

asset for the banks and they were

said to be the cause of the

(in this chart it is represented that the division of the cdos in to different trenches regarding to the different risk levels)

badly. Moreover, we are going to discuss these later on the third part of the article since these are essential as

we mentioned before. But now I continue with the topic of why they needed to create CDOs (Collateralized

Debt Obligations).

Why the CDOs were created

The bankers in the USA provided for the all

Americans to realize their dreams which are to have

a house by offering a credit called mortgage. There

was nothing wrong with it from the beginning in

2000 to 2007 until the crisis happened. However the

mortgages had long maturities means they were long

term assets and the banks wanted to convert them to

short term liabilities, the process called

securitization. So we can say that the CDOs were

created.

Basically the reason for the creating a CDO is what I

mentioned above, but I am going to deal with it in

detailed. The originators, such as major investment

banks and other participants in the shadow banking

system, of the CDOs created them since they were

willing to sell the CDOs to investors and were

reflecting the greater profit margins from them.

Moreover they were successful until the 2008 crisis

since investment banking institutions and credit

agencies profit increased dramatically in the years

leading up to crisis. The 40 % of the credit rating

agencies revenues were from these CDOs.

Moreover, banks never want to hold illiquid assets

since they always want to gain more, they needed to

find a solution for the mortgages which are illiquid

to convert them in to a liabilities, and to transferred

them (along with related risk) to the investors. So

the clever originators created the CDOs which are

complex and hard to be understood by the investors.

Also, they benefited from the deregulation of the

market.

How the CDO Affected the 2008 Crisis

In 2008 crisis the CDO played a key role since the

mortgages were problematic assets which could be

overcome if just they were occurred. However,

originators created the CDOs which are complex and

these made mortgages the nightmare of the USA. It

was so closed that the hall financial system collapses

in the USA.

The problem has started from the subprime

mortgages. The mortgage system in the USA was a

trouble since the rationing of the mortgages was

made so bad. There was no regulation and even the

credits were known that it‟s going to be debt from

the beginning, the credit agencies rated these as

secured and safety and the banks provide these

credits to their customers. However the real problem

25/ www.sfinance.org

CDOs can be created as long as global investors are willing to provide the money for

purchase the pool of bonds. The chart which is represented above we can see the CDO bubble

in 2007 and the burst of the bubble. Moreover by looking at the amounts which are shown in

the left column we can understand how much they were derived. (Derivative instrument never

be used for the speculative).

M. Melih Akyurt Uluslararası Ticaret ve Finansman

[email protected]

was the CDOs which are derived from these

subprime mortgages and these were used

speculatively. The CDOs were too complex so the

investors couldn‟t understand them very well; they

couldn‟t measure their level of risk properly. As we

know these were directly related with the mortgages.

If any problem occurred in the mortgages, it was

clear that the CDOs were going to be harmed

Simpler systems cope better with extreme and

sudden events than highly complex ones - they can

adapt faster and are less fragile. However in the

USA the situation was vice versa. The complexity of

the CDOs‟ was mixed with the uncertainty of the

market and the fragility occurred. Fragility can

caused a collapse of the financial systems. We saw

that one more time in the 2008 mortgage crisis in the

USA. The president of the Fed in that time in the

USA who was the Ben Bernanke and the Secretary

of the Treasury who was Henry Paulson decided to

bail out the banks junk bonds which consist of

CDOs, mortgages.

In conclusion, if the CDOs were never being created

maybe the crisis wouldn‟t be as harmful as it was.

The CDOs multiplied the effect of the subprime

mortgages 10 times maybe the more then 10 times.

That is why these must have been regulated by the

government but they did not so the USA paid for the

2008 crisis.

26/ www.sfinance.org

14/ www.sfinance.org

Hasan Fehmi Baklacı ile gündeme özel

İzmir Ekonomi Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve

Finansman bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Hasan

Fehmi baklacı ile öğrenim hayatı, iş tecrübeleri ve

ekonomi gündemini şu ara meşgul eden konular olmak

üzere çok geniş bir yelpazede konuşma fırsatı

yakaladık.

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

1991 yılında ODTÜ işletmeden mezun oldum. Daha

sonra uluslararası denetim firmasında (Deloiite)

çalıştım. Yüksek lisansımı Amerika‟da Universal

Center Florida Üniversitesinde tamamladım. 1994

yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce İşletme

Fakültesinde asistan olarak mesleki hayatıma

başladım. Bir müddet çalıştıktan sonra istifa edip,

Texas üniversitesine geçtim. Texas‟da Finans üzerine

doktoramı yaptım. 2003 yılının sonunda da İzmir

Ekonomi Üniversitesine geldim. O yıldan beri burada

Uluslararası Ticaret ve Finansman bölümünde

çalışıyorum. Şuanda Doçent pozisyonundayım ve

2012 Aralığında da bir aksilik çıkmazsa

Profesörlüğüm gelmiş olacak.

İlk geldiğim sene, Salihli Ticaret Odasından bir proje

için danışmanlık teklif edilmişti. Bölümümüz öğretim

üyelerinden Hülya Tütek, şuanda profesör, bölüm

başkanı ve bir grupla birlikte orada danışmanlık

yapmıştık. Şuanda İzmir Ticaret Odasının, daha

olgunlaşma aşamasında olan ihracatçı birliğiyle

birlikte, küçük ve orta boy işletmelerin ihracatta

rekabetçi yapısını iyileştirmek adına ortak bir projesi

var. Bu proje başlarsa, orada yer alacağız. Ayrıca

bölüm başkanımız Cengiz Erol Hocamız ve bir grupla

birlikte bankacılık üzerine birkaç projemiz daha var.

Yakın bir zamanda bankacılıkla ilgili, TÜBİTAK

projesine başvurmayı düşünüyoruz. Bütün bunların

yanı sıra lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri

verdim. Gülin Hocanın, Gökçe Hocanın ve Berna

Hocanın doktora jürilerinde hem danışman, hem jüri

üyesi olarak yer aldım.

Ġlk kariyerinize denetim Ģirketinde baĢladınız.

ġuanda hocalarımız olsun, sektörde çalıĢanlar olsun

denetim Ģirketlerinde baĢlamanın, bizler için iyi

olabileceğini söylüyorlar. Herkes denetim Ģirketlerini

geçiĢ olarak görüyor. Bu konuda ne

düĢünüyorsunuz?

Kesinlikle öyle... Eğer bir denetim şirketinde

çalışmaya başlarsanız, orada kademe kademe

yükselirsiniz. İlk başta onlarında çırak olarak

adlandırdığı bir pozisyonda başlıyorsunuz, sonra

yönetici oluyorsunuz, çok yükselirseniz de ortak

oluyorsunuz. Tabi bu aşamalar zaman gerektiren

şeyler. Başladığınız noktadan itibaren, yaptığınız iş

boyunca şirketlere gidip denetleme yapıyorsunuz.

Denetim sırasında şirketlerin bütün bilançosunu,

gelir tablosunu inceliyorsunuz; hatta defteri, günlük

dediğimiz kayıtlara kadar incelemeniz gerekiyor. O

zaman da şirketin A‟dan Z‟ye kadar mali yapısıyla

ilgili fikir sahibi oluyorsunuz. Dolayısıyla,

şirketlerde bir açık olduğunda özellikle denetim

şirketinde mali yani finansman ya da muhasebe

bölümlerinde giriş pozisyonunda değil de müdür,

yönetici pozisyonunda çalışmış olanları tercih

ediyorlar. Çünkü şirketi en iyi tanıyanlardan biri dış

denetimcilerdir. Hatta bazen iç denetimcilerden de

iyi tanımış oluyorlar. O yüzden eğer denetim

şirketinde çalışıyorsanız, size iyi bir transfer teklifi

gelebilir. Tabi bu şirketler bizim dönemimizde de

vardı ama her yerde şubeleri yoktu. Şimdi sizin en

büyük şansınız; bu şirketlerin her yerde bir şubesi

olmasıdır. Benim hatırladığım Deloitte „un İzmir

şubesi yoktu ya da çok yeni kurulmuştu. Şimdi

İzmir‟de Delloite‟un yanı sıra, diğer yabancı ve yerli

şirketler de mevcut. Denetim şirketleri kariyer için

büyük bir sıçrama tahtasıdır. Orada biraz sabretmek

gerekir. Mesela İnegölde demir döküm fabrikasına

gitmem gerekiyordu. Erkek olunca tek

gidebiliyorsunuz, bayanları pek tek başına

göndermiyorlar. 10.30da sözleşmiştik ama kar yağışı

nedeniyle İstanbul‟a adalar vapuruyla gitmek

zorunda kalmıştım, ancak 15.00‟da varmıştım ve

artık kapatmak üzereydiler. Sırf denetimci gelmeden

de stokları yazamıyorlar çünkü dış denetimcinin

mutlaka denetlemesi gerekir. Bir de orada stokları

eksik saymışlar, muhasebe müdürü de kendisini

28/ www.sfinance.org

muhasebenin Mozart‟ı olarak adlandıran bir

adamdı. Biraz tartışmalar oldu ama sonra iyi

ilişkimiz oldu orasıyla. Yani denetim işi çok kolay

bir iş değildir özellikle yıl sonlarında çok yoğun

olur. Stok sayımları yapılır, defterlerin tekrar

düzenlenmesi gerekir ama dediğim gibi denetim

şirketinde de kalsanız yükselebilirsiniz. Bir yandan

da başka bir denetim şirketine geçmek daha kolay

ve avantajlı olabiliyor.. Eğer denetim şirketinde

çalışmaya karar verdiyseniz biliyorsunuz

okulumuzda buna uygun sertifika programları da

vardır, o dersleri şimdiden almanızda avantajınız

var çünkü bazen şirketler ufak tefek sözlü

mülakatlar ya da yazılı da yapabiliyorlar. Bu

yüzden ön bilginizin olduğunu kanıtlamanızın

faydası olabilir. Benim tasfiyelerim bunlardır.

Kariyer söz konusu olduğunda ben derslerimde de

toplantılarda da yeri geldiğinde söyledim,

sigortacılık aslında birçok insanın ilgilenmediği

farklı gördüğü bir alandır. Ama sigortacılık

konusunda da Türkiye‟de bir takım yeni

düzenlemeler gelecek. O alana da yönelebilirsiniz.

Bankacılık aynı şekilde her zaman olduğu gibi

gündemde olan bir alandır. Bütün bunlara bölüm

olarak da profil olarak da uygun olduğunuz için

değerlendirmekte fayda olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca kendi işinizi kurmaya karar verirseniz de

aynı avantaja sahipsiniz diyebiliriz. İl ticaret

konuları gündemde, yani illaki bir şirkette

çalışacağım gibi bir düşünceniz olmasın, kendi

işinizi kurmayı da düşünebilirsiniz. Denetim tabii

ki de muhasebe içerisinde iyi bir alan ama finans

sektöründe mesela sigortacılık bence kariyer

olarak düşünülebilecek bir alandır. Bunları da

düşünmenizde fayda var. VOB aynı şekilde,

biliyorsunuz VOB yeni atılımlar yapıyor. Mesela

opsiyon piyasalarının gelmesi gündemde. Yani bu

konuları da çalıştığınızda, risk yönetimi, opsiyon

piyasaları falan size ileride bir takım kapıları

açabilir diye düşünüyorum.

Kariyerden baĢlamıĢken, Amerika‟da yüksek

lisans yapmak isteyen arkadaĢlarımız için

tavsiyeleriniz nelerdir? Oradaki olanaklar

nelerdir?

Yüksek lisansta ya da doktorada tavsiyem aynı

üniversitede devam etmemenizdir. Mesela bu

üniversiteden mezun olduğunuzda, buraya kolay

girerim diyerek yüksek lisansınızı ve doktoranızı

burada yapmanızı tavsiye etmem. Neden? aynı

yapı, aynı hocalar. Yurt dışında yapmanız sizin

avantajınız olur çünkü kültür farkını

yaşayacaksınız. Türkiye‟deki eğitim kültürüyle

yurtdışındaki eğitim kültürü arasında çok fark

vardır. Amerika‟nın en büyük avantajı, bu alanda

en deneyimli ülke olmasıdır. Mozaik bir yapıya

sahiptir, Amerika‟da o kültürü yaşamak gerektiğini

düşünüyorum. Ben sadece eğitimin kalitesinden

bahsetmiyorum. Eğitimin kalitesi açısından

giderseniz görecekseniz ki, çok da büyük bir fark

yok. Ama bakış açısı farklı. Örnek vermek

gerekirse ben orada ders verdiğimde sınavlarda

kopya çeken öğrencileri Amerikalılar tespit edip

bana söylüyorlar; bunlar sessizce konuşup rahatsız

ediyorlar diyerek. Hepimiz biliyoruz ki

kültürümüzde kopya çekmek kolay not alma

yoludur. Öncellikle bunu görüyorsunuz. Biz

şimdiye kadar ne yapmışız şeklinde suratınıza bir

şamar gibi iniyor bu durum. Bazen ne kadar

anlamsız şeyler yaptığımızı fark ediyorsunuz.

Birde onların kopyaya bakış açısı sadece eğitim

anlamında değil, insani olarak da dürüst insan

olmak anlamında farklı. Dürüst olmak, kendi

çabanızı göstermek önemli zaten bunları

gösterdiğinizde karşılığını alıyorsunuz. Yani

bunlar işin en önemli artıları bunun dışında teknik

olarak Amerika‟da master yapmak için öncellikle

alanınızı çok iyi seçmelisiniz. Alanınızla ilgili

girmeniz gereken bir G-MAT, GRE gibi sınavlar

vardır. İngilizcenizin çok iyi olması gerekmektedir

çünkü orada sadece gidip okumuyorsunuz, aynı

zamanda yaşıyorsunuz ve bu yüzden İngilizceye

alışmanız gerekiyor. Ben ortaokulu TED‟de

okudum, sonra ODTÜ de okudum, İngilizcemin

belli bir seviyede olduğunu düşünmeme rağmen

Amerika‟da ilk günden taksicinin ne dediğini

anlayamamıştım. Çünkü öyle bir aksanda

konuşuyordu ki, öylece kalakalmıştık. Biz

arkadaşla sürekli yes diyorduk ama daha sonra ne

demek istediğini anladık. Arabayı durdurup ben

size yes no ile cevap verecek bir soru sormuyorum

nerden gideceğimi soruyorum dedi. Orada bazı

şeyleri görüyorsunuz. Hakikaten yurtdışında

yaşamak kolay bir iş değildir. Ama Amerika‟ya

kolay adapte olabilirsiniz. Çünkü Amerika‟ya her

taraftan insan geliyor. Avrupa ise daha farklıdır.

Avrupa gelen öğrenci yapısıyla biraz daha

kozmopolittir. O açıdan Amerika‟ya giderken,

Türk kültürünü burada bırakıp gitmeniz gerekir.

Oraya gittiğinizde ülkemi çok özeldim dur kebap

yiyim falan derseniz, Amerika‟ya alışamazsınız.

Ama bu her yer için böyledir. Ayrıca Amerika‟ya

giden öğrencilerin eğitim seviyeleri de daha

yüksektir. O yüzden, kendinizi hem geliştirmeniz

gerekir hem de biraz mücadele etmeniz gerekir.

Bunun dışında Amerika‟ya giderken ISCIS adında

(agretitasyon) veren bir kurum vardır. ISCIS„ın

onay verdiği üniversitelerin dışındaki

üniversitelere gitmenizi hiç tavsiye etmem, çünkü

29/ www.sfinance.org

döndüğünüzde diplomanızın YÖK tarafından

kabul edilmeme durumu vardır. Bu okullar

özellikle college ( Boston college gibi okullar

hariç) dediğimiz ya da communiti college

dediğimiz daha küçük okullardır ve buralardan

aldığınız diplomalar, sizin için döndüğünüzde çok

şey ifade etmeyebilir. Bir de Amerika‟daki

okullarda eyalet sistemi var. Mesela benim doktora

yaptığım Texas üniversite‟nin birden fazla

kampüsü vardı. Bir kampüse gittiğinizde diğer

kampüsün kütüphanesinden ya da veri tabanından

faydalanabiliyordunuz. Dolayısıyla küçük bir kolej

veya üniversiteye gitmektense, eyalet sistemi

içersindeki okullara( Teksas, Kaliforniya,

Newyork) gitmenizde fayda var. Çünkü o tür

okulların sağladıkları imkânlar da farklı oluyor.

Tabi bölge seçimi tamamen kişinin kendisine

bağlıdır. Eğer Amerikan kültürünü yaşamak

istiyorsanız, orta bölgelerdeki yerleri tercih

etmelisiniz, ancak bu bölgelerde de kendinizi

yalnız hissedebilirsiniz. Bir diğer seçenek olarak

bize daha yakın olan doğu veya batı kıyılarında,

yani yabancıların daha çok olduğu yerlerde

yaşamayı da düşünebilirsiniz. Ama tabi benim gibi

futbol seven birisi Amerika‟ya gittiğinde, belirli

şeylerden vazgeçmek zorunda kalıyor. Sonuçta

Amerikan futbolu da pek bizimkine benzemiyor. O

yüzden kültürünüzü geride bırakıp, başka bir

kültüre hazır bir şekilde gitmenizde fayda var.

Benim gözlemlediğim kadarıyla Amerika,

Avrupa‟dan daha iyi olanaklar sunuyor. Oraya

gittiğinizde burs veya asistanlık bulma şansınız

daha yüksek oluyor. Tabi gitmeden burs bulsanız

sizin için daha iyi olur, ama bulamasanız bile en

fazla 2 dönem içerisinde karşınıza asistanlık gibi

yeni imkânlar çıkabiliyor. Amerika‟nın böyle

avantajları var. Avrupa‟yı çok iyi bilmediğim için

fazla yorum yapmak istemiyorum, ama tabi

oranında kendine göre bir yapısı var. Yani genel

olarak tavsiyelerim bu şekilde diyebiliriz.

Mezun olur olmaz mı yüksek lisans yapmalıyız,

yoksa belirli bir sektörde iĢ tecrübesi edindikten

sonra mı yapmalıyız?

Yurtdışına da gitmek isteseniz, Türkiye‟de de

kalmak isteseniz mutlaka iş tecrübesi edinin.

Masterı lisans gibi düşünmeyin. Master, pratiğe

yönelik bir şey. Bir işte çalışıyor olmanız lazım.

Birde benim size tavsiyem; hiçbir şekilde

Türkiye‟de ya da yurtdışında MBA programına

başvurmayın. O sizin için çok anlamsız bir şey

olur; çünkü MBA programı bir nevi burada

gördüğünüz derslerin devamıdır. Zaten MBA

programı da; işletme ya da yönetim gibi

bölümlerden mezun olanlar için değil,

mühendisler ya da diğer alanlardan mezun olanlar

için tasarlanmıştır. O yüzden sizin dikkat etmeniz

gereken uzmanlık alanlarıdır. Mesela bankacılık

sektöründe çalışıyorsanız, ms: banking and finance

sizin için uygun olabilir. Yine aynı şekilde eğer

sigortacılık sektöründe çalışıyorsanız, ms: finance ya

da insurance sizin için uygun olacaktır. Eğer çok

alakasız bir alanda çalışıyorsanız da mesela lojistik

alanında çalışıyorsanız bankacılık sektöründe

yapılacak bir master da sizin için anlamsız olacaktır.

Kısacası iş tecrübesi, çalıştığınız yerde size hangi

master programının daha uygun olacağını anlamanız

için önemli. Zaten master programlarına da bakın, iş

tecrübesi artık aranan özelliklerden biri haline geldi.

Türkiye'nin bir numaralı gündem maddesi olan

dolar/tl kurundaki dalgalanma ve merkez

bankasının müdahaleleri hakkındaki fikirleriniz

nedir. ve ithalatçının ihracatçının farklı fikirler

belirttiği "ideal kur oranı" terimi hakkında ne

düĢünüyorsunuz eğer varsa çünkü ideal kur oranı

yoktur diyenlerde var bu oran ne olmalı?

Çok detaya inmeden şöyle açıklayayım; Merkez

bankası dolar tl kurunun çok fazla artmasını

istemiyor. Her ne kadar ihracatçı için bu birazcık

engel gibi gözükse de, dolar tl kuru bir sene

içerisinde yaklaşık %25-%30‟a yakın bir pirim

yaptı. Bu az da bir oran değil. Dolayısıyla daha fazla

artmasının yaratacağı bir takım sıkıntılar oluşacak.

Artmasının en büyük faydalarından biri ne peki?

Cari açık azalıyor, ama bunun yanında özellikle

bizim ekonomimiz dışa bağımlı olduğu için, bu

durum maliyetleri de arttırıyor. Yani iç piyasada

maliyetin üstünde dolar bazlı bir satış

gerçekleştirmek istediğinizde fiyatlar artıyor,

enflasyonist bir etki oluşuyor. Zaten enflasyonun

%10‟un üstüne çıkmasındaki sebeplerden biri de bu,

döviz kurundaki artış. Dolayısıyla merkez

bankasının temel amacı, enflasyonu

dizginleyebilmek olduğu için bu yaptığı dövize

doğrudan müdahalelerin ve döviz ihalelerinin

normal olduğunu düşünüyorum. Tabi siz bunu

alışkanlık haline getirirseniz, bu sefer insanlarda

beklenti yaratmaya başlarsınız. Bu beklenti nedir?

Kur belirli bir seviyenin üstüne çıkmayacak; çünkü

merkez bankası müdahale edecektir. Sonuçta ideal

kur kolay tespit edilen bir şey değil. Aynı zamanda

da mesela ithalatçı, ihracatçı için ideal olan bir kur,

üretici için ya da başka bir bankacı için de ideal

değildir. Türkiye‟de 2001 krizinden önce bu sabit

kur oranı uygulandı ve tutmadı, kriz yarattı. Eğer

insanların üzerinde bir beklenti yaratırsanız

ekonominin aktörleri de ona göre davranmaya

başlar. 2001 krizinden önce bankalar ne yaptı?

30/ www.sfinance.org

Nasıl olsa kur artmıyor diye, döviz cinsinden

borçlandılar. Biliyorlar ki kur riski yok, çok rahat

kar yapmaya başladılar. Dolayısıyla böle bir şeyi

tekrar uygulamaya ya da insanların kafasına

sokmaya çalışırsanız bu riskli bir şey olur. O

yüzden ideal kur oranı terimini sakıncalı

buluyorum. Fakat bir kur aralığı belirleyebilirsiniz.

Mesela „1.70 in altında olması sakıncalıdır, cari

açığı tetikler veya 2‟nin üstünde olması

sakıncalıdır, enflasyonist baskı

yaratır.‟diyebilirsiniz. Ama net rakamlar

belirlemeniz sakıncalı olur. Çünkü herkes ona göre

pozisyon almaya başlar ve bu pozisyonların

sonucunda da riskler oluşur. O risklerin telafi

edilmesi de çok kolay olmuyor. Bu yüzden

piyasanın kendi dinamikleri içerisinde hareket

etmesine izin vermek gerekir diye düşünüyorum.

Merkez Bankası BaĢkanı Erdem BaĢçı, yapmıĢ

olduğu açıklamada ''2012'de ABD dolarını TL

olarak yeneriz,bunu bir tarafa yazın'' dedi.Doları

doğrudan müdahale bombardımanına tutan

Merkez Bankası bu konjonktürü sağlayabilir

mi?Sizin bu konu hakkındaki görüĢleriniz

nelerdir?

Maalesef bu tek başına Merkez bankasının elinde

olan bir şey değil. Çünkü parite etkisi var. Her ne

kadar merkez bankası bunu bir takım

müdahalelerle kontrol altında tutmaya çalışsa da

dış piyasalardaki gelişmeler, doların daha fazla

artmasına ya da düşmesine sebep olabiliyor. Peki,

Merkez bankası neye güveniyor? Halen elinde

olan rezervlere güveniyor, o rezervleri

kullanabileceğini düşünüyor. Ama şu da

unutulmamalı ki; 2011 sonu gibi Türkiye‟den ciddi

bir para çıkışı oldu. Tekrar böyle bir şey

yaşandığında, merkez bankasının yapacağı

müdahaleler tek başına etkili olmayabilir. Hatta

yılbaşından önce çok ciddi bir müdahalede

bulundu; günlük 1milyar doların üstünde bir dolar

satışında bulundu, ona rağmen dolarda çok fazla

bir kıpırdanma olmadı. Yani belirli bir direnç

gösterebilir. O açıdan bu konjöktürü

sağlayabilmesi birazda dış piyasalardaki

gelişmelere bağlı.

Avrupa bono piyasasında faiz kısmında ülkeler

arasında çok büyük ayrıĢmalar olduğunu

görüyoruz. eğer Avrupa ortak tahvil çıkarmaya

baĢlarsa bu tahvilin risk algısı sizce ne olur ve

yatırımcıların gözünde nasıl değerlendirilir?

Zaten bu Euro tahvil olayı, geçen senenin

sonlarına doğru çıkan bir şey ki, doktora tezimin

konusu da uluslararası tahvil piyasalarıyla ilgiliydi.

Evet, tahvil piyasaları birbirinden etkileniyor.

Sonuçta birbirlerine karşı benzerlikleri, bağlılıkları

var. Ama tek başına bir tahvil çıkarmanın belirli

sakıncaları vardır. Mesela Avrupa bunu, tek para

birimi olarak denedi. Fakat Euro tek başına para

birimi olarak çıktığında, enflasyonist baskı yarattı.

Bu yüzden hala İngiltere, İsveç gibi ülkeler Euro

para biriminde değil. Tabi Euro‟nun tek başına

31/ www.sfinance.org

GÖZDE ÖZER-HASAN FEHMĠ BAKLACI-BĠRCE DOBRUCALI

bir ülkede bir şey olduğunda direk Euro üzerinde

etki yaratıyor. Dolayısıyla o kur dalgalanmaya hazır

hale geliyor. Peki, eğer tek bir para birimi olmasaydı

ne olurdu? Her ülkenin kendine ait para birimi

olsaydı, her ülke kendi dinamiği içerisinde, belki o

kurun dalgalanmasını kontrol edebilecekti. Ama

şuanda bunu kontrol edebilecek tek bir mekanizma

yok. Evet, Avrupa merkez bankası var, istikrar fonu

var, ama bunlarda belli noktalara kadar yarar

sağlayacak. Dolayısıyla tek para biriminin getirdiği

en büyük dezavantajlardan bir tanesi de;

dalgalanmanın çok daha fazla olması. Evet, ilk

çıktığı zaman enflasyonist baskı da yarattı. Ama bir

de şu var; tek para birimi, malların kolay dolaşımını

sağlıyor ve insanlara aldıkları malları birbirleriyle

karşılaştırma imkânı sağlıyor. Mesela benim

tecrübelerimden, İsviçre‟ye gittiğim zaman

Mcdonalds‟ta yemek yemiştim, orada İsveç

frankının çok değerli olduğu anlamıştım. Aşırı

pahalı bir ülkeydi. Ayrıca Amerika‟da kaldığım

sürede, gördüğüm kadarıyla eyaletler arasında bile

fark var. Mesela bir hamburgeri Florida‟da 2 dolara

yiyorsanız, Kaliforniya‟da 5 dolara yiyorsunuz.

Orada bile her eyalet kendi para birimini kullansın

diye bir konu gündeme gelmişti. Yani tek para

birimi çok kolay yürütülecek bir şey değil. Ama

tahvil olayı, çok daha farklı bir şey. Paranın

fonksiyonları neye bağlıdır? Bir alışveriş(

transaction) fonksiyonu vardır, bir de storage

fonksiyonu vardır. Yani insanlar parayı ellerinde

tutarlar. Ama tahvil dediğimizde, o tamamen

ülkelerin kendi dinamiklerine bağlıdır. Ondan ortak

para birimi şimdiye kadar bir şekilde yürüdü ama

ciddi anlamda riskler var ve bu ciddi risklerin göz

ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye‟de Ģirketlerin risk anlayıĢlarında kur

riskinden ziyade operasyonsal riskin ve riski

portföy zenginliğiyle dağıtmanın önemi daha

büyük. ġirketlerin açık pozisyonlarının bu kadar

ĢiĢmesi sizce Türkiye‟de gelecekte Ģirketler bazında

sorunlara yol açabilir mi ve VOB bunun için ne

kadar yeterli olabilir. Ayrıca Ġzmir‟de olması bir

handikap mıdır?

İzmir‟de olması bir engel değildir; çünkü vob

organize piyasalardan değil. Artık biliyorsunuz,

avantajları da var. Kur riskini ortadan kaldırıyor.

Tahvillerin bir de şöyle bir özelliği var; tahvilde her

ülkenin borç yapısıyla, ekonomik yapısı birbirine

benzemiyor. Mesela kuzey Avrupa ülkeleri ile güney

Avrupa ülkeleri aynı değil. Siz bunları tek bir faiz

oranıyla ortak bir sepette birleştirmeye çalışırsanız,

bu sefer ekonomik göstergeleri iyi olan ülkeler(

Almanya, Fransa) diğerlerinin borçlarını üstlenmek

istemeyecektir.

Yatırım açısından, piyasa dinamiği açısından

baktığınızda ise bunun faiz oranını nasıl

belirleyeceksiniz? Tek bir faiz belirlemek zordur.

Risk pirimi koyacaksınız, bu sefer o risk pirimi ne

olacak? Her ülkenin risk primi farklıdır. Yunanistan

ile Almanya‟yı aynı sepete koyamazsınız. O yüzden

bence bu karar, kriz zamanında piyasa aktörlerini

rahatlatmak için alınmış, derme çatma bir karar.

Üzerine biraz daha düşünülmesi gerekiyor. Bir de en

önemli noktalardan bir tanesi; risk algısı

dediğinizde yatırımcılar veya belli fonlar, bir yatırım

aracını riskli ve getirisi yüksek olduğu için almak

isterler. Siz eğer bütün ülkelerin tahvillerini sabit bir

getiriye indirgemiş olursanız, o zaman onlar için kar

yaratacak bir durum oluşmaz. Dolayısıyla onlar da

piyasadan yavaş yavaş çekilmeye başlar. Niye bazı

fonlar İtalya‟nın çıkardığı tahvilleri alıyor? Çünkü

getirisi yüksek. O açıdan ortak tahvil olayının çok

iyi yürüyeceğini sanmıyorum. Eğer ki Avrupa birliği

içinde tekrar bir harmoni sağlanır, ekonomik

dengeler yeniden birbirine yaklaştırılırsa, o zaman

düşünülebilir. Ama şu aşamada pek olabileceğini

düşünmüyorum açıkçası.

Euro ortak para birimi, Avrupa ülkeleri için dost

mu düĢman mı?

Tek para biriminin avantajları da var, dezavantajları

da var. Mesela Yunanistan gibi ülkeler kendi para

birimi cinsinden değil de, Euro cinsinden

borçlanmak zorunda kaldılar. Bu da şu demek; kriz

ortamında siz o paraya bağlısınız ve o para size bir

yerden temin edilmek zorunda. Yunanistan Avrupa

para birliğinin içerisinde olmasaydı, ne yapabilirdi?

En kötü ihtimal Merkez Bankası kendi parasını

basabilirdi. Bunu yapamıyorsunuz. Dolayısıyla tek

para biriminiz, politikalarınıza bir takım kısıtlamalar

getiriyor. Zaten bunun böyle olacağı baştan belliydi.

Dolayısıyla tek para biriminin en büyük

sıkıntılarından biri; „monetary policy, fiscal policy‟

dediğimiz, parasal ya da kamu finansmanıyla (bütçe)

ilgili politikalarınızda elinizi kolunuzu bağlıyor

olması. Sizi dışarıya karşı bağımlı hale getiriyor.

Zaten Yunanistan, bir miktar parayı zar zor temin

edebildi ve hala daha temin etmekte sıkıntı yaşıyor.

Niye? Çünkü Avrupa para biriminin içersinde yer

alıyor. En büyük avantajlarından biri ise, kur riskini

ortadan kaldırıyor. Kur riskinin olmadığı yerde

ithalatçı da, ihracatçı da çok daha rahat hareket

edebilir. Ama tek kur sistemi olduğunda kur riskini

kaldırıyorsunuz, bu sefer de Euro‟nun diğer para

birimlerine karşı dalgalanmasını kontrol

edemiyorsunuz. Çünkü Yunanistan‟da ya da başka

32/ www.sfinance.org

daha fazla kullanılması gerektiğini düşünüyorum.

Maalesef şuanda VOB‟un kullanımını yeterli

bulmuyorum. Şirketlerin kendi kendilerine

otokontrol mekanizmalarını devreye sokmaları

gerekir diye düşünüyorum.

Öğrencilere genel olarak sizin bir mesajınız var

mı?

İlk olarak siz öğrencilere mesajım üniversiteyi

sadece derslerden yüksek not almak, 4.00 la

bitirmek ve ya 2 not ortalamasını geçmek olarak

görmemenizdir. Üniversiteyi hayata hazırlanma

basamağı olarak düşünmelisiniz. Burada bir

dersten geçmek ya da bir şeyi kolaylıkla halletmek

inanın iş hayatına atıldığınızda size farklı şekilde

yansıyabilir. Dolayısıyla hep kendiniz gibi

davranmaya özen gösterin. Kendi çabanızla bir

şeyleri yapmaya gayret gösterin. Yaptıklarınız size

ileride iyi yönde dönecektir. Ben hep söylerim

“Üniversite eğitimi sırasında derslerin dışında

ekstradan ne yaparsanız, sizin çeyizinizdir.” diye.

Erkekler için de artık aynı şeyi söylüyorum.

Buraya koyduğunuz her şey, yani 2. yabancı dil

dışında 3.sü ve ya bir sertifika programına katılıp

aldığınız sertifika gibi yapacağınız ekstra

aktiviteler size mutlaka dönecektir. Bunları

yapmaya özen gösterin çünkü dört sene çabuk

geçiyor. Seçmeli dersleri alırken, bu derslerin „

kolay, zor‟ olmasına değil de sevdiğiniz yani zevk

aldığınız dersler olmasına dikkat etmeniz

gerekmektedir. Seçmeli aldığınız fakülte dışı

derslerde de aynı şekilde, örneğin sinemayı çok

seviyorsanız film veya fotoğrafçılık derslerini

tercih edebilirsiniz ama fotoğrafçılık dersinde

herkes AA alıyormuş diyerek o dersi tercih

ederseniz ileride onun faydasını göremezsiniz.

Gerçi bizim bölümdeki öğrencilerin çoğunun artık

böyle düşünmediğini biliyorum. Kendi sentezinizi

kendiniz kurmanız önemlidir. Arkadaşlarınızla da

konuşun ama çok da fazla etkilenmeyin çünkü

öğrenci psikolojisiyle etraftan etkilenmek çok

kolaydır. Hatta daha dersi almadan „Şu Hocadan

almayın zordur.‟ „Bu Hocadan alın kolaydır.‟ gibi

birtakım söylentiler kulağınıza geliyordur.

Söylentilere bir ölçüde kulak tıkamanız

gerekmektedir. Çünkü hiçbir öğretim üyesi

öğrenciye durduk yere zulüm çektirmek istemez.

Öğrencilerden feedback almak, öğrencinin soru

sorması, katılımcı olması bir öğretim üyesini

sevindirir. Dolayısıyla her zaman katılımcı olmaya

özen gösterin, sorun, sormaktan çekinmeyin ya da

katılıma olanak veren derslere katılmaya özen

gösterin. Çünkü elinizde iyi değerlendirilmesi

gereken 4 sene gibi kısa bir zaman vardır. Ayrıca

bizim üniversitemizde en büyük avantajınız küçük

her şey elektronikleşti. Enformasyon alt yapısı

gereği, cep telefonlarından bile işlem

yapabiliyorsunuz. Hatta İzmir‟de olması bir engel

değil, İzmir‟i tanıtması açısından bir avantajdır.

Dolayısıyla vob‟ ta yapılan işlemlerde, lokasyonun

çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Başa

gelirsek, operasyonel açık pozisyonların bu kadar

şüphe içinde olmasını sebebi kur beklentileri.

Doların artmamasından dolayı, insanlar bundan

sonraki evreler için de doların fazla artmayacağını

düşünerek bir takım riskler almaya başladı. Bunu

2001‟den önce sabit kur varken de yapıyorlardı.

Son birkaç senede de yaptılar. Ama bu

dönemlerden sonra kurdaki artış nedeniyle biraz

daha temkinli davranacaklardır. Evet, sadece

şirketler açısından değil bankalar açısından da

sorunlar oluşacak. Ama yeni getirilen Basel

kriterleri nedeniyle, artık bankalar çok fazla

operasyonel risk almıyorlar, alsalar bile o riske

uygun mali yapılarını kontrol etmek durumunda

kalıyorlar. Peki, şirketler açısından risk ne? Eğer

kredi alırken veya borçlanırken mali yapılarındaki

risk fazla ise, ya çok yüksek maliyetli,

borçlanacaklar ya da hiç alamayacaklar.

Dolayısıyla operasyonel risk, artık risk

değerlendirme kriterlerinde öne çıkan bir kriter

olduğu için onu da kontrol altında tutmaları

gerekir. Bilanço üzerinden gittiğinizde açık

pozisyonu çok daha rahat görürsünüz. operasyonel

risk şirketin biraz daha içine girdiğinizde daha net

görebileceğiniz bir şey.Artık bu basel kriterleri,

şirketlerin risklerini kontrol etmelerini gerektiriyor

ancak özellikle Türkiye‟ye baktığınızda, bu basel

kriterleri şirketler bazında çok uygulamaya

geçmedi. Yakın zamanda geçeceklerini

düşünüyorum. Dolayısıyla sıkıntı yaratacaktır.

Döviz kurundaki artış ciddi zarar getirecektir.

Dışarıdan ya da içerden borçlanma, yani para

teminindeki riskler şirketlerin başını ağrıtabilir.

VOB (Vadeli Opsiyon Borsası) burada nasıl

devreye girer?

Şirketler kur riskini kontrol edebilmek için

VOB‟dan faydalanabilirler ancak Türkiye‟nin

kültür seviyesi VOB ve VOB‟da işlem gören türev

ürünleri söz konusu olduğunda çok yetersizdir. Bu

konuyu VOB‟da çalışan biriyle konuşursanız size

daha net söyleyecektir. Tabii ki VOB‟un ne

olduğunu, ne işe yaradığını bilen belli bir grup

vardır ama bana kalırsa VOB Türkiye‟de kültür

olarak tam anlamıyla yerleşmediğinden birkaç

sene içerisinde daha etkili olacaktır. Kur riskini

kontrol etmek açısından VOB‟un fonksiyonu

önemlidir ancak VOB‟un fonksiyonunun

algılaması şirketler ya da kişiler bazında

yetersizdir. VOB‟un ya da VOB‟daki ürünlerin

33/ www.sfinance.org

sizin için büyük bir avantajdır. Benim gözümde

çift ana dal çok daha önemlidir. Her ne kadar

bizim bölümün çift ana dal, yan dal koordinatörü

olmama rağmen öğrencilere “ çift dal

yapabiliyorsanız yapın” diyorum. Yan dal yapmak

ekstra bir bölümden seçmeli ders almak gibidir.

Ayrıca kendi bölümünüzle ilgili bir bölümde çift

dal yapmanız gerekmiyor. Örneğin çift ana dal

yaparken Lojistikten daha az ders aldığınız için

çift ana dalınızı Lojistik bölümünde yapmanız

gerekmiyor zaten yapmamalısınız. Ama sayısal

tarafınız yüksekse matematik bölümünde

yapabilirsiniz. Ya da sözel tarafınıza

güveniyorsanız İletişim ve Halkla İlişkiler

bölümünde çift ana dal yapabilirsiniz. Demek

istediğim seçtiğiniz ikinci ana dalın hangi bölüm

olduğundan ziyade size hangi bölümün daha yakın

olduğuna bakmanız gerekir. Bizim fakültemizde

çoğu öğrenci dersler daha uygun olduğu için

İşletme ve İktisatta çift dal yapıyor ama ben

Lojistiğin, İşletmenin, İktisat‟ın çift dal açısından

çok farkı olduğunu düşünmüyorum. Çift dalın en

büyük avantajı size 2 diploma şansı tanımasıdır.

Okulu bitirdiğinizde mastera da başvursanız, işe de

başvursanız çift ana dal büyük avantajdır.

Fakültemiz dışından gelen, bölümümüzden çift

dal, yan dal yapan öğrenci sayısı giderek artıyor ve

Üniversite içerisinde en çok çift dal, yan dal tercih

edilen bölüm bizim bölümdür. Bunun dışında

dediğim gibi kendi zevkinize, profilinize uygun

alanda çift dal yapabilirsiniz. Çünkü ilerde

yöneticilik değilde kendi işinizi kurmak isterseniz

size İletişim ve Halkla İlişkiler farklı kapılar

açabilecektir. Yan dal da, çift dal da yapabilirsiniz

ama çift dal‟ı ciddi düşünün, yan dalı da çok

istediğiniz bir bölümde yapmak istiyorsanız yapın

derim. Son olarak da bu yaptığınız derginin de size

mutlaka geri dönüşü olacaktır. Kampüs dışında,

ders dışı aktiviteler size faydalı olacaktır. Tüm

arkadaşlarınıza tavsiyem: Santranç, folklör gibi

örneklerini çoğaltabileceğimiz aktivitelere de

zaman ayırmalısınız. Çünkü üniversite eğitimi

sadece dersten ibaret değildir.

sınıflarda eğitim görmenizdir, bu yüzden

hocaların sizi isim olarak tanıması daha kolaydır

ve bu sizin için büyük bir avantajdır çünkü ileride

referans mektupları istemeniz gerekecek, ya da iş

ararken yön gösterecek, bağlantılarını kullanacak

birine ihtiyaç duyacaksınız. Hocalara yakın

olmaya gayret gösterin, onlardan çekinmeyin.

Genel olarak öğretim üyeleri için en büyük

ödüllerden bir tanesi öğrencilerinin iyi bir

üniversiteye master yapmaya gitmesidir, iyi bir

yerde iş bulmasıdır ya da kendi işini kurduysa orda

başarılı olmasıdır. Kendinizi gösterin, kendinizi

hocalara da gösterin, kendinizi üniversiteye de

gösterin. İzmir Ekonomi Üniversitesinde Gözde

diye, Birce diye bir öğrenci vardı dedirtmeniz tabii

ki sizin için avantajdır. Genel olarak bunları

söyleyebilirim... Söylentilere inanmayın

Başkalarının sizi yönlendirmesine izin vermeyin.

Zaten sizin bu dergiyi başlatıp devam ettirme

konusundaki attığınız adım sizin ne kadar gayretli,

başarılı öğrenciler olduğunuzu kanıtlıyor. Bunun

da devamını getirin. Hiçbir şeyden çekinmeyin,

hiçbir şey sizi çok fazla etkilemesin ya da

şevkinizi kırmasın. Özgüveni yüksek olan

insanların başaramayacağı bir şeyin olmadığını

düşünüyorum.

Çift ana dal, yan dal programları hakkında ne

düĢünüyorsunuz? Çift ana dalı, yan dalı tavsiye

ediyor umusunuz yoksa bir alanda

uzmanlaĢmanın daha mı iyi olacağını

düĢünüyorsunuz?

Çift ana dal esasında kesinlikle tavsiye edeceğim

bir seçimdir. Çünkü iki diploma alıyorsunuz. Bu

www.sfinance.org

34/

Yunanistan ve Türkiye Nerede KesiĢti? Nerede Ayrıldı?

2 000‟li yıllarda Yunanistan, bütçe

açığı ve kamu borcu kriterini

yerine getirmediği halde, Euro

Bölgesi’ne dahil edildi. 2009 yılında Dubai‟de borç krizinin patlaması,

Yunanistan‟ı da etkiledi. Bütçe gelirleri azaldı,

doğal olarak yavaşlayan ekonomiyi

canlandırmak için kamu harcamaları artırımına

gidildi. Fakat Yunanistanın krizden yara alması

ve ilk not indirimi darbesini yemesi de fazla

uzun sürmedi. Ülkenin ulusal ekonomik değer

göstergelerinde yolsuzluk yapıldığı, bütçe

açığının fazla olduğu ortaya çıktı. Yunanistan

için kriz bombasının pimi çekildi. Hikayenin

sonrası ekonomi haberlerinin vazgeçilmez

öğesi haline geldi ve akabinde tarihin en büyük

uluslararası kurtarma yardımı Yunanistan‟a

yapıldı.

Yunanistan‟da yaşananlar aslında üretmeden

tüketen pek çok ülkenin yakından takip etmesi

ve ders çıkarması gereken gelişmelerdir. Konuyu

bu bağlamda ele aldığımızda Yunanistan‟daki bu

krizin, 2001 yılında Türkiye‟de yaşanan mali

kriziyle birçok noktada kesiştiğini ve ayrıldığını

görebiliriz. Koşullar birebir uymuyor olsa da,

çeşitli benzerlikleri göz ardı etmek mümkün

değildir.2001 yılında Türkiye‟nin kredi notu

düşürülmüştü. Ülkelerin ekonomik işlevlerini

devam ettirmek için ihtiyaç duydukları yabancı

fonları, uluslararası piyasalardan temin

etmelerini büyük ölçüde kredi notlarına bağlıdır.

Bu krizde de Yunanistan'ın kredi notu üç

kademe birden düşürüldü. En düşük kademe olan

CCC'ye indirildi. Bu da Yunanistan'a kredi

verilmesinin 'tehlikeli' olduğu anlamına geliyor.

Yunanistan Euro bölgesine dahil; Türkiye kur

çapası sistemini uygulamaktadır. 2001 Türkiye

krizinin ana nedeni bankalardaki yolsuzluk,

Yunanistan Krizinin nedeniyse devletin yaptığı

yolsuzluktur. İki krizin birbirinden ayıran en

önemli nokta burasıdır.2001 yılında Türkiye‟nin

bütçe açığı ve borç oranı Yunanistan‟a kıyasla

daha düşüktü. 2001 krizinden önce Türkiye bir

likidite sorununa giriyordu. Türkiye‟deki

bankalar yurtdışından çok düşük

faizlerle borçlanıyorlardı. Sabit döviz kuru sayesinde

kur riski olmadan bizim tahvillere yatırım

yapabiliyorlardı. Fakat o dönemde bankalardaki

yolsuzluklar ve ekonomideki kötü gidişat sıcak paranın

ülkeden kaçmasına neden oldu. Bu yüzden bir günde

döviz kurları patladı ve dolar yükseldi.Bu yüzden

bankalarında dışarıya borçları arttı.Başlıca nedeni

bankalardaki yolsuzluk olan 2001 kriziyle birlikte

Türkiye‟de birçok banka batmaya başlamıştı ve işsizlik

oranı artarak ilerliyordu. IMF‟nin verdiği mali

yardımlarla piyasa bir süre durulduysa da tekrar patlak

veren mali kriz sorunu likidite krizinin ötesinde,

Türkiye‟nin borçlarını ödeyememe riskini doğurmuştu.

Şu anda da Yunanistan‟da durum aynen bu şekilde

değil midir? IMF ve Avrupa Birliği ülkeleri –başta

Fransa ve Almanya- mali borcun ödenmesi yönünde

yardım etmiyor mu? Ayrıca şunu da eklemek isterim ki;

Yunanistan‟a en fazla borç veren bankalar Alman ve

Fransız bankalarıdır. Yunanistan moratoryum ilan

ederse- yani borcunu ödeyemeyeceğini ilan ederse- en

büyük zararı Fransa ve Almanya görecek. Peki, bu borç

nasıl olacaktı da makul bir büyüklüğe indirgenmiş

olacaktı? Borç stokunu milli gelirin makul bir düzeyine

indirmek için üç şey önemli etken bulunmaktadır.

Bunlardan ilki vergi gelirlerinin arttırılması,

harcamaların kısılmasıdır. İkincisi; özelleştirmeler yolu

ile elde edilen gelirin bütçeye aktarılarak borç

ödemelerinde kullanılmasıdır. Üçüncüsü ise büyümeyi

hedef almaktır. 2001 krizinde Türkiye‟de işsizlik

oranının artışı sonucunda işgücünün hızla ucuzlaması

36/ www.sfinance.org

Türk ihraç ürünlerinin rekabet gücünü arttırmış ve

özelleştirmeye alıcılar çıkmıştı. Yunanistan‟a

bakıldığındaysa şu an durum tam tersini gösteriyor.

Yunanistan‟da kamu işletmelerinde çalışanların

ücretleri, sosyal hakları yüksek olduğu için umulan

fiyattan teklif almalarının zor olduğu düşünülüyor.

Yunanistan‟da kamu harcamalarında görülen bu

artış, dış ve iç borçlanmayı da beraberinde getirmiştir.

Vergi gelirlerinin arttırılıp, kamu harcamalarının

kısılması Türkiye‟de olduğu kadar Yunanistan‟da da

uygulanması zor bir politika. Türkiye‟deki gibi

dolaylı vergilere yüklenilemiyor. Çünkü

Yunanistan‟da alt-orta sınıflarına bu kısıtlamaları

uygulatmak umulduğu kadar kolay değil. Eğitim

düzeyi Türkiye‟nin üzerinde seyreden Yunanistan‟da

halk her uygulamayı olduğu gibi kabul etmeyip,

devletin çıkarlarının ve kendi çıkarlarının kesiştiği en

makul noktayı bulana dek direniyor, getirilen her

yasayı sorguluyor. Mevzu iş ve kamu harcamalarını

kısmaya geldiğinde ise Yunanistan‟da bu pek

mümkün olamıyor. Çünkü halk her hak kısıtlama

operasyonuna tepki gösteriyor. 2001 krizinden sonra

Türkiye vergi gelirleri arttırmak için akaryakıt

tüketim vergisi, özel işlem vergisi , motorlu taşıtlar

vergisi ve emlak vergisinde gerekli düzenlemeleri

yapmıştır. Yunanistan‟ı borç krizine sürükleyen diğer

sebepler; yolsuzluk, rüşvet, erken emeklilikten dolayı

kamu sektöründe görülen kadrolaşma ve

uygulanamayan reformlardır

Yunanistan‟daki krizin bir sosyal patlamaya

dönüşmesinin önde gelen sebeplerinden birisi de

yolsuzluk iddiası ile suçlanan politikacılardır.Buna

örnek olarak 2006 yılında Alman Siemens şirketinin

Yunan görevlilere rüşvet verdiği ortaya çıkmış ve

uluslararası bir skandal yaşanmıştır. 2004 Atina

Olimpiyatlarında, Siemens ile Yunan makamları

arasında, güvenlik sistemleri alımında yolsuzluk

ilişkileri olduğu iddiaları ortaya çıkmıştı.

Yunanistan izlediği politika gereği savunma

konusunda ciddi yatırımlarda bulunmuşlardır.

Savunmaya ayrılan bütçenin GSYH‟ye oranı

açısından Yunanistan en çok silahlanan ülke

konumuna yükselmiştir. Yunanistan‟ın savunma

harcamalarında görülen bu artış Yunan ekonomisini

de etkilemiştir.Türkiye yaşadığı terör olayları ve

PKK‟ya rağmen Yunanistan kadar savunma

konusunda bütçe ayırmamıştır.

Görüldüğü gibi 2001 krizi ve Yunanistan krizi

arasında birçok benzerlik ve farklılık bulunmaktadır.

Kriz döneminde Türkiye‟ye, günümüzde

Yunanistan‟a olduğu kadar esnek davranılmadığı

açıkça ortadadır. Yunanistan krizinden çıkarılması

gereken en önemli sonuç; sistemleşen yolsuzluk bir

ülkeyi ihtiyaç duyduğu yatırımlardan vazgeçirirken

halkın üzerindeki vergi yükünü artırır. böylece

sosyo-ekonomik ve hatta siyasi sorunlara neden

olmaktadır.Yunanistan mali krizinin

dalgalanmalarının bir çok Avrupa ülkesini etkilediği

gözlemlenmekle birlikte, dünya ekonomisinin hızlı

bir şekilde yükselişe geçmeden Avrupa‟daki

sancının bitmeyeceği ortadadır.

Hazal Özgül 9 Eylül Üniversitesi İktisat Bölümü

2. sınıf [email protected]

38/ www.sfinance.org

Ufuk Tutan hayatının dönüm noktasında

yaşanan olayların, kariyerine nasıl yön

verdiğini bizlerle paylaştı.

Bizler Ufuk Tutan'ı bir de sizin

ağzınızdan dinlemek istiyoruz. Bize

biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

Bornova Anadolu Lisesi mezunuyum.

Liseden mezun olurken amacım; inşaat

mühendisi olmaktı. Bizim 18 tercih

yapma hakkımız vardı ve ben 6 tercih

yapmıştım. Tercihlerimin 5 tanesi inşaat

mühendisliği, 1 tanesi ise Tıp Fakültesi

idi. Tıp tercihim tamamen tercih yapmak

ve şanslıydım, o dönemde çok değerli hocalar vardı. O

eski Hocalar adeta bir okul gibiydi. Onlarla projelerde

çalışırken akademik bilgimi çok ilerlettim.Derslerde de

çok şey öğrendim; ama asıl o projelerde, o hocalardan

çok şey öğrendim. İyi bir dereceyle mezun olduğum

için her yerden çağrıldım; Finans Bank‟tan tutun Koç

Grubu‟na kadar. Fakat ben inatla gitmedim. Neden

gitmedim? Çünkü kafaya akademisyen olmayı

koymuştum. Arkadaşlarım gitti, çoğu da İstanbul'da işe

girdi. İstanbul‟da işe giremeyenler ise Merkez

Bankası‟nın sınavlarına girdi. Tabi kim daha iyi yaptı, o

tartışılır. Ben inatla akademide kaldım. Benim

devremde akademide kalan 2-3 kişiydik. Çoğumuz özel

sektöre ya da Merkez Bankası‟na geçti. Ben her şeye

rağmen akademide kalmak istedim. Orta Doğu Teknik

Üniversitesi; TÜBİTAK işbirliğiyle bilim ve

teknolojiyle ilgili bir master programı açtı. Bu aynı

zamanda Türkiye‟nin ilk master programıdır. Ben

Bilkent‟te çalışırken hocam bir gün beni yanına çağırdı,

gittim. “Böyle bir master programı açacağız, bana

yardım edeceksin.” dedi. Kabul ettim, bürokrasileri

hazırladık ve o bölümün ilk asistanı oldum. Aynı

zamanda ilk mezunuyum. Bilkent'ten tekrar ODTÜ‟ye

geçtim. Tübitak ve British Council bursuyla beni bir

seneliğine İngiltere‟ye teknoloji çalışmaya yolladılar.

İngiltere‟ye giderken doktora için yurtdışına

başvurmuştum, bana bir üniversiteden Fellowship

gelmiş. Tübitak‟tan da burs kazandığım için bir mektup

yazdım ve İngiltere‟den burs aldığımı ve bu kazandığım

doktora bursunu askıya alıp alamayacağımızı sordum.

Bunu kabul edemeyeceklerini; fakat tekrar başvurmamı

çok istediklerini söylediler. İngiltere‟ye gittim geldim

ve şubat ayında tekrar başvurdum. Enteresandır bana

tekrar Fellowship verdiler. Oraya gitmemi isteyen

hocayla da doktora yaptım sonra, Al Campbell. Neden

istediğini de daha sonra çözdüm; ben tam onun istediği

alanda çalışmak istiyordum. Referanslarıma bakmış

itibariyle çok yüksek bir puan alarak, ölü tercihim

olan tıbbı kazandım. Gülhane Askeri Tıp

Akademisine girdim. Askerliği çok sevdim; ancak

doktorluğu bir türlü sevemedim. Sonrasında doktor

olmak istemedim ve bir sempozyumda dinlediğim

ODTÜ‟lü bir profesör hocadan çok etkilenerek,

kendime ODTÜ İktisat‟ı hedef koydum. Sınava

girdim ve ODTÜ İktisat Bölümü‟nü kazandım.

Birinci sınıf geçti, ben hala hocanın yüzüne

bakıyordum; beni keşfetsin diye. Bizim derslerimize

değil de, 3. ve 4. sınıfların derslerine giriyordu. O

hoca sert bakışlı bir adamdı. Cesaret de

edemiyordum, bazen asistanlara bağırdığını

görüyordum. Gidip; “Ben buraya sizin için geldim

ve sizin asistanlığınızı yapmak istiyorum.”

diyemiyordum. En sonunda ikinci sınıfın sanırım

bahar dönemiydi, bir vesile ile o hocayla tanıştım.

Tanıştırılır tanıştırılmaz, hani dünyada insanın eline

bir veya iki kere fırsat geçer denir ya, o tanışma

esnasında elini sıkarken “Hocam ben sizinle bir şey

konuşmak istiyorum.”dedim. O zamanlar biz sizin

gibi hocalarla arkadaş değildik. Kıpkırmızı oldum.

“Hocam ben sizinle birlikte çalışmak istiyorum;

öğrenciyken size yardım etmek, projelerde yer

almak istiyorum.” dedim. “Sen kaçıncı sınıfsın?”

dedi. “ İkinci sınıfım.” dedim. “ Ortalaman kaç?”

dedi. Söyledim. “Zaten bir asistan vardı hiç

çalışmıyordu, sen o asistanın yerine geç.”dedi.

Sonra biz bir başladık, başlayış o başlayış. Şans işte,

o an o asistan ayrılmasa öyle bir ortam olmayacaktı.

O da benim kaderimi çizen bir andır. Ben çalıştıkça

hoca beni beğendi. Çalıştıkça da ben hocayı daha iyi

tanımaya başladım. O asık suratın altında farklı bir

adam olduğunu keşfettim. Beni ikinci sınıfın

yazından itibaren lisans hayatım boyunca projelerde

çalıştırdı ve ekonomiyi ben o projelerle öğrendim.

Derste öğrenmedim aslında, o projelerde öğrendim

39/ www.sfinance.org

, bir iki de telefon etmiş. Yeni gelen birkaç arkadaş

ile beraber gelişmiş ülkelerin İkinci Dünya Savaşı

sonrasında kar oranlarını ve genel yapılarını

incelemek

üzere büyük bir projeye dâhil olduk. Ben bu süreç

içerisinde hem doktora programındaki derslerimi

aldım ki dersler üç seneydi o zaman, hem de bu

projede yer aldım. O projede çalışırken de doktora

tezimi yazmaya başladım. O yüzden de doktorayı üç

senede bitirdim. Üniversitenin rekorunu egale ettim.

Gittiğiniz her yerde bir iz bıraktınız yani?

Öyle de diyebiliriz. Bence bu doğru yerde doğru

kişilerle olmakla da alakalı bir durumdur. Bitirdikten

sonra daha büyük bir projeye dâhil oldum ve hemen

iş buldum. Amerika‟daki dördüncü senemde araba

aldım, 150.000 dolarlık müstakil bir ev beğendim,

krediye başvuracağım derken annemden bir telefon

geldi ve anneme kanser teşhisi konulduğunu

öğrendim. Ailemin tek çocuğuyum. Hemen 1 hafta

içersinde eşyalarımın bir kısmını verdim, bir kısmını

sattım ve uçağa binip buraya geldim. Annemle

ilgilendim. 9 Eylül Üniversitesinde 3 ay çalıştım.

Daha sonra annemin bir ameliyat hikâyesi vardı ve

ondan sonra buradan bana teklif geldi. Ben de 9

Eylül'den buraya transfer oldum. Ondan sonra da

burada kaldım. Annem başarılı bir ameliyattan sonra

kurtuldu. Kemoterapi vs. derken şu an hastalığın

yedinci senesindeyiz ve şu an iyi durumdayız. Zaten

ondan sonra evlendim ve burada kaldım. Benim

hayat hikâyem budur. Amerika‟da kalacakken ve iş

bulmuşken annemin hastalığı hayatımda bir dönüm

noktası oldu.

Sonradan hiç Amerika‟ya dönmeyi düĢünmediniz

mi?

Vaktim olmadı. Çünkü 5 sene boyunca annemle

ilgilendim. O sırada babam da hastalandı. Ailemin

tek çocuğuyum ve ailemin diğer fertleri de

Manisa‟da. İzmir‟de başka kimsemiz olmadığı için

geri dönme ihtimalini düşünecek vaktim olmadı.

Açıkçası annem, babam derken o yedi sene nasıl

geçti bilmiyorum.

Bundan sonraki hayatınız için geri dönmeyi

düĢünür müsünüz?

Yok hayır. Evlendim, dört aylık bir oğlum var. Yani

bu saatten sonra en fazla Ankara‟ya giderim.

İstanbul‟a bile gitmeyi düşünmem.

Ankara‟nın sizde özel bir yeri var diyebilir miyiz?

Ankara benim için çok özel bir yer, orada hocalarım

var. Ankara‟nın tadına varan muhakkak geri dönmek

istiyor.

Peki, geri dönme Ģansınız olsaydı değiĢtirmek

isteyeceğiniz bir Ģey olur muydu? “KeĢke

akademisyen olmasaydım.” diyor musunuz?

Hemen hemen her gün diyorum.

Akademisyen olmasaydınız ne olurdunuz peki?

İstanbul‟da iş dünyasına girerdim. Kesinlikle

akademisyen olmazdım, ondan eminim. Merkez

Bankası‟nda çalışmak ister miydim? Belki isterdim;

ama geri dönüş şansım olsaydı kesinlikle lisansı

bitirdikten sonra, hemen en uygun iş teklifini kabul

edip kendimi İstanbul‟a atardım ve orada kendimi

ispatlamaya çalışırdım. İkinci bir alternatif dünya

var mı bilemezsin, varsa da ben görmedim. Olsaydı

herhalde o iş dünyasında başarılı olurdum gibi

geliyor. Şu an olduğundan daha iyi olurdu gibi

geliyor bana; ama kesinlikle akademisyen

olmazdım.

Size bunu söyleten nedir?

Bana bunu söyleten Türkiye‟deki akademik

dünyadır.

Yani akademik hayatı kafanızda tasarladığınız gibi

bulmadınız ve “ġimdiki aklım olsa Koç‟a ya da

herhangi bir özel Ģirkete gidip iĢ hayatına orada

baĢlardım.”diyorsunuz öyle mi?

Kesinlikle. Belki de bir uluslararası şirketi tercih

ederdim. Amerika‟daki akademik dünyayı görmüş

birisi olarak söylüyorum; Türkiye ile bir

karşılaştırma yapmamız gerekirse, Amerika‟daki

akademik dünyayı tercih ederdim. Çünkü

Amerika‟daki akademik dünya önünüze daha fazla

fırsat sunuyor. Ama Türkiye‟deki akademik dünya,

maalesef birçok alanda kısır kalıyor. O nedenle

Türkiye‟de yaşamayı kabullenmiş ve buna karar

vermiş bir insan olarak bu noktada diyorum ki “

Keşke Türkiye‟de akademisyen olmasaydım. Onun

yerine İstanbul‟da bir şirkette çalışsaydım veya

yöneticilik pozisyonunda olsaydım.” Çünkü benim

yaşımdaki arkadaşlarımın çoğu şuan uluslararası

şirketlerde veya Türkiye‟nin tanınmış şirketlerinde

üst düzey yönetici olarak çalışıyor. Ben 39

yaşındayım ve onlar hayatlarından oldukça

memnunlar. Zorluk çektiler mi? Gerçekten çektiler.

Rekabet var mı? Var. Ama memnunlar

hayatlarından; çünkü maddi ve manevi açıdan hak

ettikleri şeyleri alıyorlar. Türkiye‟de akademi

dünyasında bu maalesef yok.

Peki, siz bu saatten sonra özel sektöre kaymayı

düĢünür müsünüz?

Ben zaten özel sektöre kaydım. Danışmanlık

yapıyorum.

www.sfinance.org

Ufuk Tutan‟ı siz bize az çok anlatmaya çalıĢtınız.

Nereden baĢladı, nasıl buralara geldi. Peki, Ufuk

Tutan‟ın akademisyen sıfatının yanında ne gibi

özellikleri vardır? Ufuk Tutan neler yapmaktan

hoĢlanır?

İyi bir avcıyım. Bunun dışında dağlara çıkmayı çok

severim. Dağlarda eşimle beraber, inşallah ufaklık da

büyüyünce bize katılacak dolaşmayı, hiç bilmediğimiz

yerleri keşfetmeyi çok seviyoruz. Dağcı değilim,

tırmanış yapmıyorum. Çocuk olunca biraz ara verdik;

ama o biraz daha büyüyünce alacağız sırtımıza onu da

götüreceğiz. Genelde bu iki şey üzerine

odaklanıyorum. Annemin hastalığı sürecince, kanserle

ilgili bilginiz var mıdır bilmiyorum; ama SSK veya

Emekli Sandığı tarafından karşılanmayan birçok

kanser ilacı olduğundan cebimden annem için yaklaşık

100.000 TL ödedim ve ben bu parayı dışarıda

danışmanlık yaparak kazandım. Bu da benim neden

danışmanlık yaptığımı anlatıyor. Hiç hesapta yokken

bir fırsat beliriyor ve o fırsatı çok iyi kullanmak

durumunda kalıyorsunuz. Akademi dışına çıkmanın

tadına vardıktan sonra hayatımı o yönde ilerletmeye

başladım. Bunu da bir hobi olarak düşünebiliriz. Ben

danışmanlığa iş gözüyle bakmıyorum. Çok zevk

alarak, hobi olarak yapıyorum. Bunu da üçüncü hobi

olarak düşünebiliriz.

Peki, Ufuk Tutan‟ın hayatında olmazsa olmazı var

mıdır?

Eşim, annem ve babam

Peki, kendinizde sevdiğiniz ya da nefret ettiğiniz

özellikleriniz nelerdir?

Onları hiç söylemeyeyim; ama çok fazla özeleştiri

yaptığımı söyleyebilirim.

Siz Ģimdi yurt dıĢında da bulundunuz, Amerika‟daki

eğitim sistemini de, Türkiye‟deki eğitim sistemini de

biliyorsunuz. Sizce oradaki insanlara sunulan

fırsatlarla, bizlere sunulan fırsatlar aynı mı?

Valla çok açık söyleyeyim, birçok hoca benimle aynı

fikirde olmayabilir, ama ben ilk geldiğim zaman

Ekonomi Üniversitesi‟nin öğrencilerini çok

beğenmiştim. Belki benim öğrenci olduğum

zamanlardaki gibi bir öğrencilik yok, ama yine de

buranın öğrenci yapısını seviyorum. Mesela benim

öğrenci olduğum zamanlarda hocanın Office saatleri

dışında kapısını bile çalamazdık. Hocaların önünde

titrerdik. Tabii ki de şartlar değişti artık.

Amerika‟yla karşılaştıracak olursak, çalıştığım

üniversitelere göre söyleyeyim, buradaki öğrencinin

daha çok bilgi bombardımanına uğradığını

40/

düşünüyorum. Orada okuyan öğrenciler temel şeyleri

öğrenirken, sizler birçok şeyi ayrıntılı olarak

öğreniyorsunuz. O yüzdendir ki, yurt dışına giden

öğrenciler fazla zorlanmıyor. Yalnız hangisinin doğru

olduğunu açıkçası ben de bilmiyorum. Bilgi

bombardımanına uğramak mı daha doğru, yoksa

Amerika‟da olduğu gibi belirli şeyler üzerinden gidip,

daha rahat bir eğitim almak mı doğru bilemiyorum.

Ama ben Türkiye‟nin öğrenci profilini beğeniyorum.

Sizi anlatan bir söz, bir düĢünce var mı? Veya

annenizin rahatsızlığından bahsettik. O zamanlar

içinde bulunduğunuz psikolojiden dolayı sizi

etkileyen bir Ģeyler oldu mu?

Şunu anladım: hayat çok kısa ve insan kendisini hiç

bir şey için üzmemeli. „‟Carpe Diem‟‟( Anı Yaşa) diye

bir kavram var. Ben bu kavramı annemin hastalığında

keşfettim. Mesela bu kavram, benim için bir felsefedir.

Kaldı ki insan her şeyi başaramıyor. Annemin

hastalığından beri, araya tabi bir de babamın hastalığı

girdi, kendimi üzdüğüm ya da sıktığım zaman, bir

şeyleri başaramadığım zaman carpe diem‟i aklıma

getirip ‟ çok fazla kafaya takma, kendini üzme‟

diyorum. Zaten danışmanlığa da bu yüzden başladım.

Bir tek danışmanlığımın ilk senesinde biraz stres

olmuştum. Onun dışında gideceğim yerlere her zaman

güle oynaya giderim. O süreci bir hobi haline getirip,

stresi hayatımdan uzak tutmaya çalışıyorum. Anı

yaşayıp, o andan zevk alayım yeter. Çünkü bu

olmadığı zaman, önüme hep başka engeller gelecek

diye düşünüyorum.

ġimdi BDDK‟nın aldığı bir tek limit kararı var. Sizce

bu hane halkını ve esnafı ne yönde etkiler?

Bence doğru yönde alınmış bir karar. Yalnız hane

halkı için çok önemli bir şey. En azından tüketim

çılgınlığına kapılmış erkek ve bayanları bir şekilde

durduracak olduğuna inanıyorum. 1980 yıllarında

Amerika‟nın düştüğü hataya biz düşmeyeceğiz.

80lerde birçok Amerikan vatandaşı kredi kartı borcunu

ödeyemeyince iflas etti. Sonra Amerika iflasların

yükünü kendi başına üstlendi; ama bizim gibi bir ülke

bu tür iflasları kaldıramaz. O nedenle biraz da geç

alınmış bir karar olduğunu düşünüyorum. Keşke 2004

yılları sonunda alınsaydı; çünkü Türkiye‟nin

bankacılık sistemi 2004 yılında patladı. Bence

yapılması gereken bir şeydi

Sizce bu tek limit uygulamasının artı yönleri neler

olabilir?

İflasları önleyip, gelirlerin üzerinde yapılan

harcamaları bir noktaya kadar engelleyeceğini

düşünüyorum. Bence insanlar gelirleri kadar

bombardımanı da engellemek gerekir. Yani insanlara,

harcamalı; ne yazık ki toplumumuzda bir tüketim

çılgınlığı var. Üstelik bu hem medya tarafından,

hem de çeşitli kurumlar tarafından desteklenen bir

şey. Eğer bu uygulamada başarılı olunmak

isteniyorsa, bu tüketim ve mutluluğun eşit

olmadığı gösterilmeli. Ek olarak kredi kartını

kullanmak için çok bilinçli bir toplum değiliz, aynı

zamanda bankacılık sistemine de alışık değiliz.

Bunun için bir düzenleme yapılması ya da bir

kural çıkması gerekmez miydi? Yani insanlara

verilen kredi kartlarının, en azından onların

gelirleriyle orantılı olması gerekmez miydi?

Aynen öyle, ama dediğim gibi bizim bankacılık

sistemimiz 2004 yılında patladı ve 2004 yılında

Türkiye‟de birtakım değişiklikler yaşandı.

Anladığım kadarıyla finans dünyası bunu istemedi.

Çünkü ne kadar fazla kredi kartı verirse, o kadar

fazla rezervlerindeki atıl parayı tüketiciye

iletecekti. O nedenle belki de uygun bir zaman

değildi. Neyse zararın neresinden dönersek kardır.

Bana kalırsa bir tane kredi kartı yeterli, yani her

kampanyadan yararlanmasan da olur. Limitine

göre ayarlayacaksın. Ayağını yorganına göre

uzatacaksın. Eğer paraya ihtiyacın varsa

gideceksin, bankadan tüketici kredisi çekeceksin.

Çünkü tüketici kredisi faizi ile kredi kartı faizi

arasında ciddi bir fark var.

Peki, bir tanım yapsanız, kredi kartını kullanmayı

bilmeyen insanlar için nasıl bir tanımlama

yaparsınız?

Bizde para yok, para olmadığı için de kredi kartı

kullanılıyor.

Peki, bazı ekonomistler Ģuan Türkiye‟de ciddi bir

emlak sektörü balonu olduğunu savunuyor.

Fakat diğerleri, mesela Gyoder baĢkanı Turgay

TaneĢ; „böyle bir Ģeyin olmadığını,

olamayacağını ve talebe göre emlak arzını

dengelediklerini‟ söylüyor. Sizce bir emlak

balonu söz konusu mu?

O konuyu biraz çalıştığım için söyleyeyim. Bence

emlak balonu çok fazla söz konusu değil de, çeşitli

illerin bazı bölgelerinde anlamsız bir fiyat

patlaması var. Onu balon olarak kabul edersen,

evet bazı bölgelerde balon var; ama onun dışında

Türkiye‟de toplam bir balon olduğunu

düşünmüyorum. Çünkü bizim nüfusumuz hızla

artıyor. O artışa bağlı olarak da gerekli emlak

düzenlemeleri yapılıyor. Mesela İzmir‟de de iki

tane aşırı şişmiş fiyatlı bölge var. Onlarda eninde

sonunda bir dengeye ulaşacak.

Sizin kredi derecelendirme kuruluĢları ile ilgili

düĢünceleriniz nelerdir?

Mesela Enron olayında da, en son 2008 krizinde

de bu tür kredi derecelendirme kuruluşları sınıfta

41/ www.sfinance.org

DOĞAN BADEMKIRAN-UFUK TUTAN-BĠRCE DOBRUCALI

www.sfinance.org 42/

Aktaramayacaklar zaten. Asıl yük Almanya ve

Fransa‟da. İngiltere‟nin de ödeyebileceğini

sanmıyorum. Zaten İngiltere‟nin sorunu da değil.

Avrupa Birliği‟nin kurtarılması için en azından

ilk planda 200milyar€ gibi bir ortak havuz

öngörüldü ve oluĢturulacak bu havuzun içinde

pay sahibi olması istenen ülkelerde(ispanya,

Ġtalya) krizde olan ülkeler.

Bu insanlar daha kendilerini kurtaramaz ken,

kendi maaĢlarını ödeyemezken bu ortak havuza

nasıl para aktarabilirler?

Benim gördüğüm kadarıyla Almanya, Euro‟yu

kaybetmek istemiyor; çünkü Euro küresel çapta

çok önemli bir güce sahip. Fakat Almanya, bu

krizi de tek başına üstlenemeyeceğini biliyor. Eğer

Merkel bu krizi üstlenirse uzun yıllar boyunca ne

partisi bir daha seçilir, ne de kendisi. O nedenle

bölüşmek istiyor. Bu bölüşümü de ilk önce IMF ile

yapmaya kalktı; ama beklediği şeyi bulamadı.

Şimdi diğer ülkelerle bölüşmeye çalışıyor. Nereye

kadar başarılı olacak bilmiyorum. Bana kalırsa işin

içinde daha çok siyaset var. Merkel‟in siyasi

gücüyle Almanya kendi durumunu düzeltecektir.

Yalnız şunu da unutmayalım: aslında Almanya

tek başına krizde değil, Avrupa birliği içerisinde

krizde. En son yayınlanan Almanya devlet ihale

verilerine baktım, faizler düşmüş. Türkiye‟de dâhil

birçok ülkede borçlanma faizleri artarken,

Almanya‟da düşmüş. Bu ne demek? Almanya‟nın

devlet tahvillerine, küresel oyuncular güveniyor ve

daha fazla tahvil alarak, faizlerini düşürüyor.

Zaten 10 yıllık devlet tahvilinin faizi 1,9 mu 1,8

mi ne. Bu da neyi gösteriyor; Almanya‟da

enflasyon yok. Zaten 10 sene içerisinde

enflasyonda beklenmiyor. O noktada krizi tek

başına yüklenmek yerine, bölüşmeyi deneyecektir.

Türkiye uzun yıllardır geliĢmekte olan ülkeler

kategorisinde yer alıyor. Bir türlü geliĢmiĢ

ülkelerin seviyesine gelemiyoruz. Sizce geliĢmiĢ

bir ülke olabilmek için nasıl bir politika

izlenmeli?

Nüfusumuzu azaltmak, araştırma ve geliştirmeye

çok yüksek oranda pay ayırmak zorundayız. Bu

topraklar, bu ekonomi bu kadar nüfusu

taşıyamıyor.

Peki, Türkiye‟nin coğrafi konumu ve siyasi

durumunun ekonomiyi pozitif yönde etkilediğini

düĢünüyor musunuz?

Biraz etkisi var tabi. Mesela sıcak para akışı

durdu.Merkez bankası bilançolarında net hata

noksanları çoğaldı. Net hata noksanı ne?

kaldı. Adamlar iflas etti, İflas ettikten iki ay sonra

triple A dereceleri direk olarak DD‟nin altına

düştü. Adam iflas etmiş, sen iki ay boyunca neden

onu triple A‟de bırakıyorsun? Bir de iflas edeceğini

göremedin mi?

Bence ülke bazında da standart bir şey yok. Çok

temel şeyler var; „borcu, gayrisafi milli hâsılasının

yüzde kaçı ?‟ gibi. Fakat onu da şöyle yapabilirsin.

Mesela GSMH, bütün dünyada dolara göre sabit

fiyatların çok daha üzerinde büyümüş bir şekilde

hesaplanıyor. Eğer para birimini dolar karşısında

güçlendirirsen, senin gayrisafi milli hâsılan normal

gözükür. O zamanda balon bir gayrisafi milli

hâsılan olur. Hâlbuki çok borçlanmışsındır; ama

balon bir gayrisafi milli hâsılan var. Bu ikisini

böldüğün zaman, sonuç çok düşük gözükecektir.

Bunu bazı gelişmekte olan ülkeler keşfetti; ama

kredi derecelendirme kuruluşları da buna göre

puan veriyor. O noktada bence yanılıyorlar.

Sonuç olarak ülkeler bazında ve şirket bazında

bakacak olursak, kredi derecelendirme

kuruluşlarının çok güvenilir olduğunu

düşünmüyorum

Avrupa birliği konusuna girmiĢken, geçen

Türkiye ekonomisi dersinizde de Avrupa birliği

pazarı daralırsa, Türkiye‟nin ciddi bir sıkıntıya

gireceğini konuĢmuĢtuk. Eğer 2012‟de beklendiği

gibi bir kriz yaĢanır ve pazar iyice daralırsa, sizce

Türkiye nasıl bir sürece girer?

Hemen 2012‟de krize girmez. 2012‟nin sonlarına

doğru girer. İşsizlik ciddi bir problem olur.

Ekonomide küçülme söz konusu olabilir. Böyle

devam ederse iki, üç sene sonra da iflaslar başlar.

Şu da bir gerçek ki; Avrupa birliği pazarının iki

buçuk, üç seneden beri yerini dolduracak bir pazar

bulamadık. Bulamadığımız gibi maliyetlerimizde

artmaya başladı. Bu maliyet artışlarını da

engelleyemiyoruz ve rekabet de edemiyoruz. Bu

noktada, ülke ekonomisi başka açılardan krize

girerken, krizi kurtarmak için daha fazla dövizle

borçlanacak ve o şekilde ülke ekonomisini

kurtaracaktır. Ama bu uzun vadede sürdürülebilir

bir durum olmayacaktır. Umarım Avrupa

birliğindeki kriz çok uzun sürmez. Yoksa ciddi bir

sorunla karşı karşıya kalabiliriz.

Onun dışında Euro‟nun stres altında olduğu

söylenebilir. Yunanistan Euro‟dan çıkmak zorunda

kalacak gibi gözüküyor. Bu da Euro‟nun

güvenilirliğini azaltacak. Eğer İtalya, Yunanistan

gibi bir sorunla karşılaşırsa, işte o zaman ciddi bir

küresel krizle karşı karşıya kalabiliriz. Çünkü

İtalya kurtarılamayacak kadar büyük bir ülke ve

ülkenin çok ciddi sorunları var. Yani ben bu

küresel krizi kolay bitecekmiş gibi görmüyorum.

www.sfinance.org

Türkiye Cumhuriyeti

ekonomisi içerisine bir

para giriyor, bir döviz

giriyor ve dövizin nerden

geldiğini bilmiyoruz. O da

bizim coğrafi

durumumuzla ilgili biraz.

Bu zamana kadar batı

ülkeleri, ekonomik açıdan

her zaman doğu

ülkelerinin önünde yer

almıĢtı. YaĢanan son

krizlerden sonra, doğu

ülkelerinin ön plana

çıkmasını ve batı

ülkelerinin geride

kalmasını nasıl

yorumluyorsunuz?

Açgözlülük. Batı Amerikan kapitalizmi, İngiliz kapitalizmi ve Avrupa kapitalizmi 2000‟li yıllarda Mutlaka

bir yerde birisi, birisinin tam tersini yaptı;

kendine çok önemli bir fırsat buldu. Süper güçlerin aynı anda ve aynı yönde ilerlediği, aynı faiz ve aynı para

politikasını takip ettiği hiç görülmedi. Ya savaş çıktı, ya da kriz oldu. 2000‟li yıllarda Batı çok güzel bir kar

yakalama pozisyonuna girmişti. Hatta kulelerin vurulması bile fırsata çevrildi ve büyük bir patlama yaşandı.

Bu patlama bizim gibi gelişmekte olan ülkelere de yansıdı ki; dünya çapında bir kalkışa geçtik. Ama adamlar

bir koyup on alacakken, açgözlü davranıp bir koyup yüz almaya başladı. İşte o balon hikâyeleri de bu

noktada başladı. Ondan sonra da ellerine yüzlerine bulaştırdılar. hâlbuki Dante‟nin de bahsettiği gibi yedi

günahın bir tanesi açgözlülüktür. Bence orada bir hata yaptılar. Aslında doğuda sütten çıkmış ak kaşık değil.

Ama batı çok büyük hatalar yapınca, doğunun yaptığı hatalar o kadar ön plana çıkmadı. İşin kolayına kaçıp,

ellerine çok yüksek miktarlarda finansal kaynaklar geçince, bu finansal kaynakların önemli bir kısmını finans

üzerinden değerlendirdiler. Hâlbuki direk olarak üretime yatırmaları gerekirdi. Kısacası ülkeler çok büyük

fırsatlar kaçırdı.

MURAT BARBAROS

İyi bir ekip kurmanın zorlu sürecini yaşayarak

takım çalışmasına en uygun öğrenci

arkadaşlarımızı Kariyer Kulübüne davet ederek

başlatmış olduğum girişim ile farklı özelliklere

sahip ve her birinin kendi alanında üniversitede ki

en iyi isimler arasında olduğu Kariyer Kulübü

yönetim kurulu üyelerini bir araya getirerek örnek

çalışmalar yapmayı başarıyoruz.

Şirket yönetiminin simülasyonu olarak

gördüğümüz Kariyer Kulübünün genel

yükselişinin arkasında ki en önemli etken; yönetim

kurulu olarak gerçekleştirdiğimiz ciddi planlama

ve yönetim sürecidir. Tatil dönemlerinde

başladığımız çalışmalarla yıllık stratejik planımızı

belirleyip, hedeflerimiz doğrultusunda görev

paylaşımı ve takım çalışması ile sonuca

yaklaşıyoruz.

Doğru zamanda doğru etkinliği yapmak adına,

önemli bir araştırma süreci içerisinde bulunuyoruz.

Öğrenciler arasında yaptığımız anketler, kariyer

koçları ile görüşmelerimiz ve öğrenci

arkadaşlarımızla bire bir kurduğumuz iletişim bu

konuyu destekleyen çalışmalardır.

Verimlilik ve farklılık odaklı çalışma ilkesi ile

öğrencilere en faydalı ve özgün çalışmalar sunmak

için her 2 haftada bir düzenli olarak yaptığımız

yönetim kurulu toplantılarımız ile hedeflerimizi ve

ilerleyen süreci kontrol ediyoruz.

Etkinliklerimizi gerçekleştirirken ise, yönetim

kurulu üyelerimiz ve aktif üye takımımız ile görev

paylaşımı yapıyoruz ve uygulamaya başlıyoruz.

Bu bağlamda kulübümüz çatısı altında yer alan her

öğrenci kendisine organizasyonda görev alma,

proje yönetme, topluluk önünde konuşma, liderlik,

takım çalışması, iş disiplini ve en önemlisi iş

dünyası ile bağlantı ve iletişim kurma gibi

deneyimler kazandırarak fayda sağlıyor.

Kısaca, çok kısa bir zaman zarfındaki bu

yükselişin temel basamakları; iyi bir ekip

oluşturma, stratejik planlama, hedef belirleme,

doğru etkinlik için araştırma yapma, düzenli

toplantılar ile gidişatı kontrol etme ve tüm bunları

istikrarlı bir şekilde yönetme unsurlarıdır. Kariyer

kulübü olarak vizyonumuz; Türkiye çapında İş ve

Kariyer alanına hitap eden en aktif kulüp olmaktır

Ve inanıyoruz ki, bir gün bu hedefimize

ulaşacağız.

Son olarak, kulüpçülük, üniversite yaşamında elde

edebileceğimiz en önemli deneyimler arasında yer

almaktadır. Tüm öğrenci arkadaşlarımın öğrenci

kulüplerinde ve topluluklarında aktif olarak yer

almalarını, sürekli girişim ve iletişim içerisinde

bulunmalarını ve sosyal yaşamlarına özen

göstermelerini tavsiye ederim. Unutmayın, sadece

okumak, kariyerin canına okumaktır…

ĠEÜ Kariyer Kulübü Kurucu BaĢkanı MURAT

BARBAROS Kariyer kulübünün BaĢarı

Hikâyesini anlatıyor…

„Kariyer seni alıp götürmeli‟ sloganı ile

başladığımız kariyer yolculuğunda geleceğimizin

temellerini oluşturuyoruz. Üniversite hayatımızda

birçok akademik çalışma ve sosyal yaşantımız

dışında aynı zamanda Kariyer Kulübü ile okurken

kendimizi iş dünyasına hazırlıyoruz.

Kurucusu olduğum İzmir Ekonomi Üniversitesi

Kariyer Kulübü, 2009-2010 eğitim yılının Güz

döneminde aktif olarak çalışmalarına başlamıştır.

Temel amacı, öğrencilerin iş dünyasını tanıması ve

iş-dünyasına yönelik kendilerini geliştirebilmesi

olan kulübümüz bu kapsamda birçok etkinliği

gerçekleşmiştir.

İş ve Kariyer alanına hitap eden Kariyer Kulübü

çok kısa bir zaman içerisinde yapılan etkinlikler ve

girişimler ile İzmir Ekonomi Üniversitesinde kendi

alanında en aktif kulüp olmayı ve yine kendi

alanında Türkiye genelinde en aktif kulüpler

arasında ismini duyurmayı başarmıştır.

Kurulduğu günden bugüne önemli çalışmalarda

yer alan kulübümüz, her geçen gün öğrencilere

daha verimli etkinlikler düzenleyebilmek için

profesyonel bir çalışma örneği göstermektedir.

www.sfinance.org 44/