feodalizmden kapitalizme
TRANSCRIPT
8/3/2019 feodalizmden kapitalizme
http://slidepdf.com/reader/full/feodalizmden-kapitalizme 1/6
1
Kölelikten ücretli işçiliğe, feodalizmden kapitalizme - Mick Brooks
Marks’ın söylediği gibi “bir kapitalist daima birçoklarının başını yer”.
Kapitalizm sadece küçük üretimi yok etmekle kalmaz, sürekli olarak en güçsüz
kardeşlerini iflâs ettirir ve gemiyi kurtarmak için onları mülksüzlerin saflarına
atar.
Bu iki yanlı bir süreçtir; insanlığın potansiyel çıkarı için muazzam bir
üretici kaynak biriktirmesi açısından nesnel ekonomik içeriğiyle ilericidir, ama
öte yandan kapitalizm altında, bir avuç zenginin elinde muazzam bir güç
yoğunlaşmaktadır.
Marks, feodalizmin çözülme ve kapitalizmin ortaya çıkma sürecini “ilkel
birikim” olarak adlandırır. Bu süreç, bir taraftan toprak yerine para halinde
servet biriktirme süreciyken, diğer taraftan mülksüz bir proletaryanın
yaratılması sürecidir. Bu, üreticilerin kendi geçimlerini sağlayabildikleri
araçlardan ayrılmasıdır.
Feodal köylülüğün toprağa bağlı olduğunu görmüştük. Bu onlara kıtlıkzamanları dışında mütevazı bir hayat garantisi veriyordu.
Yol açtığı tüm güvensizlik nedeniyle, zorunda olmadıkça hiç kimse para
için çalışmaz. Emperyalistlerin Afrika’da kelle vergisi almaya başlamalarının ve
Güney Afrika’da olduğu gibi, Afrikalıları bir ücretli emek kaynağı olmaya
zorlamak için çorak rezervasyon bölgelerine sürüklemelerinin sebebi budur. Bu
nedenle, özel mülk sahiplerinin elindeki toprak tekeli, kapitalizmin gelişiminin
bir koşuludur.
İngiltere’de köylülerin mülksüzleştirildiği süreç Marks tarafından
Kapital’de anlatılır. Toprağın üçte birinin Kilisede olduğu bir dönemde
manastırların dağılması muazzam bir yoksul eski keşişler kitlesi yarattı. Bundan
önce de, Güller Savaşından sonra feodal maiyetin dağılması gaddar bir serseri
sınıf yarattı.
Ancak mülksüzleştirmenin ana kaldıracı, arazi sahiplerinden oluşan bir
parlamento tarafından Çitleme Kanunları olarak adlandırılan özel Parlamento
Yasalarının kabul edilmesiydi. Bu düpedüz yasal bir hırsızlıktı. Yün ticaretinin
arttığı bir zamana denk gelmişti ve toprak sahipleri koyun sürülerini otlatmak
için daha fazla toprak istiyordu. Eskiden muhtemelen beş yüz kişinin oturduğu
toprağın, toprak beyinin toprağı olmasına karar verildi ve köylülerin yerini
birkaç çoban aldı.
Bu süreç vahşice olsa da, eski verimsiz şerit sistemini[7] ortadan
kaldırarak ve rasyonel tarımın temelini döşeyerek topraktaki üretimi ilerletti.
Sonra, sanayi devriminin avantajları, modern makineler, bu büyük çiftliklere
uygulanabildi.
İlkel birikim sürecinin bir diğer kutbu da para birikimiydi. Sermayenin ilk
biçimleri, sanayi sermayesinin üretimi dönüştürmesinden önce, tüccar
sermayesi ve tefeci sermayesiydi.
Amerika’nın İspanyol yağmacılar tarafından “keşfedilmesi” dünya
ticaretinin eksenini kaydırdı. “Yeni Dünya”da büyük servetler kazanıldı.
İspanyolların altın aramasına korkunç bir vahşet eşlik etti. Onların
egemenliği altında, 1492’de bir milyon olan San Domingo Kızılderililerinin
nüfusu 1530’da on bine düştü. Küba’da yerli nüfus 1492’de 600.000 iken
1570’te sadece 270 haneye düştü.
Tüccar kapitalist güçler gaddarlıkta birbirleriyle yarışıyorlardı. Uzun
zaman önce öldüğü düşünülen kölelik, dünya pazarına hizmet eden madenlere
ve plantasyonlara emek gücü sağlamak için bir rönesansa uğradı.
Aynı zamanda, Orta Çağ sonlarında, güçlülerin artan para ihtiyaçlarını
karşılayan, Fuggerlar gibi büyük banker ailelerinin yükselişine tanık olundu.
Şövalyeler, prensler ve feodal maiyet, onlara sunulan yeni lükslerden geri
kalamazlardı. Toprağa dayalı üretim ilişkilerinin, üretici güçlerin gelişimi
önünde bir engel olduğunun çok açık bir kanıtıydı bu.
Monarşi de daha fazla paraya ihtiyaç duymaya başlıyordu ve borç almaya
başladı. O nedenle bu dönem her ulusun ulusal borcunu arttırmaya başladığı
dönemdi. Bugün hâlâ yaşadığımız ve İngiltere’de şu anda yaklaşık 100 milyar
sterlin olan (1983) bir sorun.
Orta Çağın sonlarında, Batı A vrupa ülkelerinin çoğunda, İngiltere’deki
Tudorlar gibi mutlak monarşiler türedi. Bu monarşiler eskinin toprak sahibi
egemen sınıfı ile umut vaat eden kapitalistler arasında denge sağlıyorlardı.
8/3/2019 feodalizmden kapitalizme
http://slidepdf.com/reader/full/feodalizmden-kapitalizme 2/6
2
Başlangıçta, ticaretin ve bu nedenle kapitalizmin gelişebileceği güçlü,
istikrarlı ulus-devletler kurarak toplumu ileri götürdüler. Yurtdışında
sömürgelerin fethedildiği savaşlarda tüccarların çıkarlarını savundular.
Aslında monarşiler kendi çıkarlarının peşindeydiler ve ancak
kapitalistlerle toprak sahipleri arasındaki sınıf mücadelesinin kilitlenmesi
sayesinde palazlanabilmişlerdi. Kapitalizm daha da geliştikçe, yükselen
kapitalist sınıfın içinde, büyüyen ekonomik gücüne uygun bir politik güç tutkusu
uyandı. Kapitalizmin egemenliğini sağlamlaştırmak için, saltanat süren mutlakmonarşileri hedef alan burjuva devrimler gerekliydi.
Tarımdaki gelişmelere paralel gelişmeler, zanaatsal üretimde de
gerçekleşti. Loncaların başlangıçta üretimdeki ilerlemeyi kurumsallaştıran
üretim ilişkilerini nasıl yansıttığını daha önce görmüştük. Loncaların dışındaki
kapitalistler devamlı genişleyen pazarlara üretim yapmak için ücretli emeği
harekete geçirmeye başladıkça, bunlar bir engel haline geldiler.
Loncalar fiyatları yüksek tutmak için üretimi sınırlandırma ilkesini
işletiyorlardı ve saldırılara direnmek için geleneksel ayrıcalıklarını
kullanıyorlardı. Tüccar kapitalistler, ufak toprak parçalarında yarı işsizdurumda olan köylülerin artı-emeklerini yutmak için köylü evlerine daldılar. Bu
evlere dokumacılığı “yerleştirmeye” başladılar.
Köylülük, dokumacılık gelirlerine giderek daha çok bağımlı hale geldi.
Tüccarlar sadece hammadde ve pazar sağlamaya çalışıyorlardı ve köylülere,
tezgâhlara ve hatta kulübelere bile sahip olabiliyorlardı. Pazarlar üzerindeki
kontrolleri sayesinde üstünlüğü ellerinde tutuyorlardı.
Bu, feodal köylülüğün proleter konuma düşürüldüğü bir diğer önemli
süreçti.
16. ve 17. yüzyıl boyunca, zanaat atölyeleri kuruldu. İşin basit süreçlerebölünebileceği görüldü. Adam Smith, “Ulusların Zenginliği” adlı kitabına, eski
yöntemlerle karşılaştırıldığında daha ucuza ve daha büyük miktarlarda
üretilebilen toplu iğne yapımındaki işbölümünü açıklayarak başlar.
Daha da ötesi, işin yinelenen basit görevlere bölünmesi, el emeğinin yerini
makinelerin almasını mümkün kıldı. Üretimi bulduğu gibi alarak işe başlayan
kapitalizm, üretim aletlerini devrimcileştirmeye başlıyordu.
Kapitalizm dünya ekonomisi üzerindeki hâkimiyetini hiçbir engelle
karşılaşmaksızın kolayca kurmadı. Yeni uyanan üretici güçler, eski üretim
ilişkilerine başkaldırmıştı. Bunların aşılması ve üretici güçlerin gelişim
aşamasına karşılık gelen yeni üretim ilişkilerinin kurulması gerekiyordu.
Bu burjuva devriminin göreviydi. 1640’lardaki İngiliz Devrimi, 1776
Amerikan Devrimi ve 1789-94 Fransız Devrimi, kapitalizmin dünya ölçeğindeki
egemenliğinin temellerini kuran belirleyici mücadelelerdi.
Peki, bu burjuva devrimlerin görevi tam olarak neydi?
Feodalizm artık egemen olmamasına rağmen, toprak sahiplerinin çıkarlarımeta üretiminin önünde bir engel olarak duruyordu.
İngiltere’de toprak sahibi kibar tabaka pazar için üretime geçmesine
rağmen, Fransa’da 1789’a kadar aristokrasi artının büyük bir bölümünü rant
olarak yedi ve malların serbest dolaşımı üzerinde her çeşit geçiş ücretini zorla
kabul ettirmek için ayrıcalıklı konumundan yararlandı.
Bu herkes için fiyatları yükseltti ve burjuvazinin aristokrasiye karşı
koyarak bir bütün olarak ulusun çıkarlarını temsil etme iddiasında bulunmasını
mümkün kıldı. 1789’da Parisli kitlelerin Bastille’i zapt etmesine kadar, örneğin
Paris’e yiyecek girişi feodal bir ayrıcalık olarak bir geçiş ücretine tâbi idi. Fransa, eski aristokrasinin tamamen kenara süpürüldüğü burjuva
devriminin klasik ülkesiydi. Giderek pazar için daha çok üretim yapan köylülük,
1789 burjuva devriminden sonra, tutkulu bir kapitalist sınıfa ve mülksüz bir
kırsal ücretli emekçi sınıfına bölünme eğilimindeydi.
Kapitalizmin, yeni üretim tarzının gelişebileceği bir çerçeve olarak merkezi
ulusal ekonomileri kurma görevi de vardı.
Almanya 19. yüzyıl gibi geç bir dönemde, kapitalist üretim için istikrarlı bir
ulus-devlete sahip olunması gerektiğini gösterdi. Almanya, 1848 devrimi
arifesinde hâlâ her biri kendi para birimi, kendi geçiş ücreti ve gümrüktarifeleri, kendi ölçü birimleri, toprak yasaları ve yerel ulaşımı olan otuz üç
küçük devlete bölünmüştü.
Açıkça, küçük devletlerin yarattığı bu karışıklık, Alman sanayi ve
ticaretindeki büyük ölçekli gelişimin önünde içinden çıkılmaz bir engel
oluşturuyordu. Arkasındaki yeni işçi sınıfından duyduğu korku yüzünden,
Alman burjuvazisinin “kendi” devrimini yapamaması, bu görevlerin –modern
bir kapitalist ulus inşa etme gerekliliğini gören– Bismarck etrafında toplanan
Prusyalı junkerlerin (toprak sahipleri) hegemonyası altında
gerçekleştirilmesine neden oldu.
8/3/2019 feodalizmden kapitalizme
http://slidepdf.com/reader/full/feodalizmden-kapitalizme 3/6
3
Öte yandan, Britanya ve Fransa’da, kapitalist gelişimin çerçevesini
geliştirme ilerici görevlerinden biri olarak, ulusal birlik zaten esasen mutlak
monarşiler tarafından gerçekleştirilmişti.
İlerlemeye karşı direnen tek kesim eski aristokrasi değildi. Toplumu
aslında ileri götürmüş olan kapitalistlerin bir kısmı da, giderek daha gerici hale
geliyordu. Zengin tüccarlar krallar üzerindeki nüfuzlarını t icarette tekel
sağlamak için kullanıyorlardı. Metaların fiyatını yükseltmek için ayrıcalıklarını
kullanıyorlardı.
Serbest ticaret için mücadele etmek zorunda kalan daha küçük tüccarlar ve
kentli kitleler, bu gerici kapitalistlere karşı koydular. Aynı şekilde büyük
tefeciler, servetlerini, kraliyete borç vererek yaptılar ve böylece monarşiye
bağımlı hale geldiler.
Bir bütün olarak kapitalist sınıf, devrimini tamamlamak üzere ihtiyaç
duyduğu politik gücü elde etmeye çalışmak için artık yeterince güçlüydü. Mut lak
monarşiler, ticaretin yayılmasını savunan bir kalkan olmaktan çıkıp, bir engel
haline gelmişlerdi. Ortadan kaldırılmaları gerekiyordu; ve zanaatçı ve küçük
çiftçi kitleler, bu işi kapitalist sınıf için yapmak üzere seferber edildiler.
Kapitalizm
Kapitalistler, servetlerini toprakla ya da kölelerle değil parayla ölçerler.
Para servetin üretime yönelmesi, insanlık için binlerce yıl önceki tarım devrimi
kadar önemli bir dönem olan sanayi devriminde gerçekleşti.
Kapitalizm de, feodalizm veya kölelik gibi bir sömürü sistemidir. Onun
ayırt edici özelliği, sistemlerinin doğası gereği, kapitalistlerin, artı-değeri
tüketmekten ziyade büyük bölümünü tekrar üretime geri yatırmak zorunda
olmalarıdır.
Kapitalizm bu yüzden ilk dönemlerde görülmemiş bir dinamik kazanır .
Feodal lordların hiç bitmeyen savaşlar yoluyla yapmaya çalıştığı gibi, yalnızca
daha çok insanı sömürmek yerine, kapitalizm insanları daha çok sömürür, emek
üretkenliğini geliştirir.
Böyle yaparak bir bolluk toplumuna ve böylece de sömürenle sömürülen
arasındaki bölünmeyi tamamen ortadan kaldırmaya olanak sunar. Başka bir
deyişle, bizzat kapitalizmden daha yüksek aşamadaki bir topluma olanak sunar.
Kapitalizm kendisini egemen kapitalist sınıfın elindeki üretim araçlarının
tekeline dayandırır. İnsanların büyük çoğunluğu, kapitalist sınıf tarafından
dayatılan koşullarda çalışmadıkça, yaşam araçlarından yoksun kalırlar.
Biçimsel olarak, ücretli işçiler yaptıkları işin karşılığını alıyormuş gibi
görünür. Gerçekte ise feodal serf ya da köleler kadar çok sömürülürler.
Kapitalizmde emek-gücü (işçinin çalışma kapasitesi) başka herhangi bir
şey gibi bir metadır, çünkü pazarda alınır ve satılır. Kendi sahibi, yani işçitarafından satılır ve paranın sahibi, yani kapitalist tarafından alınır.
Ancak emek-gücü bu bakımdan diğer metalardan farklıdır: değer yaratma
eşsiz özelliğine sahiptir. Kapitalistin işine yarayan da budur, bu nedenle emek-
gücünü satın alır (işçi çalıştırır).
Emek-gücü üretim içinde tüketildikçe (işçiler işe koşuldukça), kapitalistin
emek-gücü için ücret olarak ödediğinden daha fazla değer yaratılır. Kapitalist
kârın kaynağı budur.
Eğer emek-gücü kapitalistin satın alabilmesi için pazarda hazır ve nazır
bulunmak zorundaysa, onun üretilmesi gerekir. “Birey göz önündebulundurulduğunda” diye yazar Marks, “emek-gücünün üretimi, onun kendisini
yeniden üretmesinden ya da varlığını devam ettirmesinden ibarettir.” Marks
hemen arkasından bu devamlılığın “tarihsel ve manevi bir öğe de” içerdiğini
ekler; yani bir işçi ailesinin kendi varlığını devam ettirmesi ve çocuklarını yeni
bir ücretli işçi kuşağı olarak yetiştirmesi için gerekenler, bu toplumdaki işçi
sınıfı için kabul edilebilir olan ve mücadele yoluyla tesis edilmiş yaşam
standartlarına bağlı olacaktır.
Kapitalist sömürünün özü şudur: İşçilere emeklerinin karşılığı değil emek-
güçlerinin karşılığı –yani yaşamaları için gerekli olan miktar– ödenir. Fark
kapitalist tarafından alınır.
Böylece işçinin günlük çalışması “gerekli emek” ve “artı-emek” olarak ikiye
bölünür. İşçi “gerekli emeği”, günün, satıldığında ücret maliyetini karşılayacak
olan değerin üretildiği kısmında harcar. “Artı-emeği” ise işgününün geri kalan
kısmında, satıldığında kapitalist sınıfa giden kira, faiz ve kârı karşılayacak olan
değeri üretirken harcar.
Kapitalizm başlangıçta, işgününün sürekli uzatılmasını (işçilere genellikle
günlük ücret ödeniyordu, ancak çalışma saatleri çok uzundu) dayatarak sömürü
oranını arttırmaya uğraştı. Kapitalistler, şehirdeki ve kırdaki küçük üretimin
8/3/2019 feodalizmden kapitalizme
http://slidepdf.com/reader/full/feodalizmden-kapitalizme 4/6
4
yok olmasıyla ve açlık çeken yoksul yığınların kentlere sürüklenmesiyle
yaratılan neredeyse bitmez tükenmez bir yedek emek ordusu sayesinde bunu
başarabildiler.
Bu, işçilerin patronlar tarafından dayatılan her türlü koşul altında çalışmak
zorunda kalması anlamına geliyordu. Ancak kapitalist sistem altın yumurtlayan
tavuğu öldürme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. 1850’lerde Britanya’da yapılan
teftişler, cılız, güçten düşmüş bir işçi kuşağının askeri hizmet için uygun
olmadığını gösteriyordu.
19. yüzyılda İngiliz işçiler işgününün yasal olarak sınırlandırılması için
mücadele etmeye başladılar. Marks bunu “işçi sınıfının politik ekonomisi için ilk
zafer” olarak adlandırıyordu. Böyle olsa da, belirtmeliyiz ki, daha sonra yapılan
Ulusal Sağlık Hizmeti, 10 saat yasası gibi reformlar, uzun vadede egemen sınıfın
çıkarınaydı, çünkü emek kaynağının sağlıklı durumda tutulmasını sağlıyorlardı.
Buna rağmen, kapitalistlerin dar görüşlü açgözlülüğü yüzünden, bu
reformlar sadece egemen sınıf muhalefetine karşı dişe diş mücadele sayesinde
zorla kabul edildi.
Böylece, Marks’ın mutlak artı-değerin arttırılması (örneğin işgününüuzatarak) dediği şey sayesinde artı-değer oranını sınırsız bir şekilde
arttırmaları engellenen kapitalistler, nispi artı-değerin arttırılması yoluyla
sömürü oranını yükseltmek zorunda kaldılar.
Bu, kapitalistlerin, işçilerden daha fazla emek saati almak yerine, işçilerin
emek üretkenliğini –aynı iş saatinde daha fazla ürün elde etmek– arttırmak
zorunda olmaları anlamına gelir.
Emek ne kadar üretken olursa, işçilerin yaşam gereksinimlerinin değerini
(ücretlerini) üretmeye ayırmaları gereken işgünü parçası o kadar kısalır ve
kapitalist için artı-değer üretmeye o kadar fazla zaman ayrılabilir.
Kapitalizmin motoru rekabettir. Her kapitalist hayatta kalmak için
rakiplerini alt etmek zorundadır. Daha ucuz satmanın en iyi yolu daha ucuz
üretmektir. Emek zamanı değerin ölçüsü olduğu için, bu daha az emek
zamanıyla üretmek anlamına gelir.
Makineleşme emek üretkenliğini sürekli olarak arttırmanın temel aracıdır.
Belki de sürecin en iyi örneği, Marks’ın el tezgâhı dokumacılarının durumuna
ilişkin verdiği örnektir.
İplik eğirme makinesinin icadı ve ucuz dokuma ipliğinin kitlesel üretimi,
elbise yapımının makineleşmesine yol açtı. Dokumacılık o zamana kadar hâlâ
bir el zanaatıydı. Sanayi devriminin ilk yıllarında dokumacılara talep arttıkça, el
tezgâhı dokumacıları ücretlerini arttırabildiler ve düzenli bir “işçi aristokrasisi”
haline geldiler. Bunlar kapitalizm için ucuz üretimin önünde bir engel teşkil
ediyorlardı. Kaçınılmaz bir sonuç olarak, dokuma makinesi icat edildi, zira
kapitalist ihtiyaç icadın ebesidir.
Dokuma makinesinin, eşit miktarda yün kumaş üretmek için daha az emekzamanı aldığı, herhangi bir gözlemci için dahi apaçıktır.
El tezgâhı dokumacıları, ürünlerinin fiyatını boşuna düşürüyorlardı.
Dokuma makinesiyle hiçbir şekilde rekabet edemezlerdi.
En gelişkin oldukları dönemde el tezgâhı dokumacılarının sayısı çeyrek
milyondu. Bir kuşak boyunca binlercesi gerçekten açlıktan ölerek yok oldu. Çok
azı dokuma makinelerinin başında düşük ücretlerle iş bulabildiler.
Kapitalist gelişmenin yolu daima bu olmuştur. Fakat bu şekilde kapitalizm
modern sanayinin inanılmaz üretici güçlerini geliştirmiştir.
Kapitalizm aynı zamanda kendi hâkimiyetine uygun bir devlet biçimi de
geliştirir. Kapitalizm altında, her biri sınıf mücadelesinin gelişimindeki farklı bir
aşamaya tekabül eden farklı devlet biçimleri –parlamenter demokrasiden
faşizme ve en çeşitli biçimlerde Bonapartist askeri-polis diktatörlüklerine
kadar– var olabilir.
Tüm bu devlet biçimlerinin tek bir ortak noktası vardır: son tahlilde üretim
araçlarının özel mülkiyetini ve bu nedenle de sermayenin egemenliğini
savunurlar.
Marks ve Engels, demokrasinin, kapitalist sınıf egemenliğinin ideal biçimi
olduğunu sık sık vurguladılar; birincisi bu, kapitalistlere kendi anlaşmazlıklarınıçözme olanağı verir; ve ikincisi de toplumun yönetilmesinde işçi sınıfı
partilerine görüntüde bir söz hakkı tanır. Sistemin sürekli var olması için gerekli
olan değişiklikler böylece daha kolayca yapılabilir. Aynı zamanda burjuva
demokrasisi işçilere, sömürücülerini devirmek üzere örgütlenmeleri için en
uygun zemini sunar.
Kapitalizm, varlığının bir önkoşulu olarak, yeni bir mülksüz çalışanlar
sınıfını gerekli kılmıştır. Gelişimi boyunca kapitalizm giderek büyüyen bir
ücretli işçi havuzu yaratmıştır.
8/3/2019 feodalizmden kapitalizme
http://slidepdf.com/reader/full/feodalizmden-kapitalizme 5/6
5
İkinci Dünya Savaşından bu yana bile, Fransa, İtalya ve Japonya gibi
ülkelerde milyonlarca küçük çiftçi topraktan sürülmüştür. Bu, insanları
yalıtılmışlıktan ve kırsal hayatın geriliğinden kopardığı ve emek üretkenliğinin
yükselişini temsil ettiği ölçüde ileriye doğru bir adım olmuştur, böylece daha az
insanın tarımla uğraşması gerekir ve daha fazla insan ellerini başka şeyler
üretmeye yöneltebilir.
Ancak, aynı zamanda, kapitalizm insanların çıkarlarına aldırış etmez ve
kitlelere neye mal olursa olsun acımasızca artı-değer peşinde koşar.
Kapitalist Dünya Pazarı
Daha önce gördüğümüz gibi, kitleler için büyük acılar yaratmış olmasına
rağmen, kapitalizm dinamik bir sistem olmuştur. Amacı ve itici gücü daha çok ve
daha çok artı-değerdir.
Bu yüzden sanayi kapitalizmi dünyayı fethetmek için uğraşır. Ticari
sermaye diğer ülkelerde var olan üretim tarzlarından zorla haraç almakla
yetinmişti; sanayi sermayesi ise sanayi devriminden sonra yarattığı
imparatorluklarda, bu ülkelere ucuz manifaktür malları yağdırdı.
Bu mallar, k öylerdeki tarımla birleşen mevcut el zanaatları sistemini
zorunlu olarak yok etti.
Var olan toplumlar zorla dağıtıldı. Üstelik tarım giderek daha çok dünya
pazarının gereksinimlerine yöneldi. Kapitalizm kendi suretinde bir dünya
yaratmaya başlıyordu.
Bu süreç, kapitalist gelişmenin emperyalist evresinde en yüksek aşamasına
ulaştı.
Kapitalist ülkelerin kapitalizm öncesi uluslarla ilişkiye geçmesinin, onları
sömürmesinin ve onları kapitalizmin yörüngesine çekmesinin farklı evreleriHindistan örneğinde açıkça görülebilir.
Hindistan önce İngiliz hükümeti tarafından değil bir tüccarlar birliği olan
Doğu Hindistan Şirketi tarafından sömürgeleştirilmişti. Bunlar İngiliz-Hindistan
ticaretini tekellerine alarak, ucuz alıp pahalı satarak çok para kazandılar.
Hindistan’ın iç ticaretini de kapmaya çalıştılar ve doymak bilmez kontrolleri
altındaki tahıl fiyatları, kıtlıklar sırasında, yoksulların ulaşabileceğinin çok
üzerinde bir seviyeye fırladı.
Doğu Hindistan Şirketinin egemenlik dönemi İngiltere’deki ilkel birimin
gereksinimlerine tekabül ediyordu. Tüccar maceracılar eşitsiz değişim yoluyla
servetler kazandılar. İngiltere’nin Hindistan alt -kıtasının bütününe egemen
olmasını sağlayan Plassey Savaşının ardından, İngiltere Bankası ilk kez 10 ve 15
sterlinlik banknotlar bastı. Muhafazakâr tarihçi Burke, Hindistan’da 1757 ile
1780 arasında gerçekleştirilen yağmanın, o zaman için çok büyük bir rakam
olan 40 milyon sterline vardığını hesap etmişti.
İngiliz kapitalizmi her zaman uluslararası serbest ticaretin savunucusuolmadı. Bu ancak daha sonra, İngiltere büyük ölçekli bir kapitalist üretim
tekeline sahip olduğunda söz konusu oldu. Aslında İngiltere’ye ithal edilen
Hindistan tekstiline 1830 yılına kadar %70 ilâ %80’lik gümrük vergisi
uygulanmıştı.
Kısıtlamalar ancak Lancashire makine tekstil sanayisi tartışmasız bir
konum elde ettiği zaman kaldırıldı, çünkü bunlara artık gerek kalmamıştı.
Hindistan pazarına o zaman ucuz pamuklu mallar yağdı ve Hintli tekstil
üreticileri battı.
Hindistan toplumunun kaderi artık rekabetçi kapitalizmin gelişiminebağlıydı. Bu arada İngiliz kapitalizmi kendi ihraç mallarını Hintlilere zorla kabul
ettirmek için en barbar yöntemleri kullanmakta tereddüt etmedi. Örneğin,
Dakka’da dokumacıların elleri kesildi! Bölge korkunç bir kıtlık tehdidi altına
girdi ve tüm yöre kısmen bir cangıl haline geldi.
Hindistan 1850’de Lancashire tekstilinin dörtte birini emiyordu.
1857’de başlayan Hint İsyanından sonra İngiliz egemenler, halkı olduğu
yerde çakılı tutmak maksadıyla, birliklerinin hızlı hareketine olanak vermek
için, bir demiryolu ağı kurma ihtiyacı duydular. Bu Hindistan sömürüsünün
üçüncü evresine işaret ediyordu. Mallardan daha çok, sermaye ihracı ağır basan
özellik haline gelmişti.
Emperyalizm
Bu gelişme, mali sermayenin ve sanayi sermayesinin birleşmesiyle alâkalı
biçimde metropol ülkelerde tekelci kapitalizmin büyümesinin –Lenin tarafından
tahlil edilen emperyalizm çağı– sonucuydu. Daha zayıf rakiplerini yutan, üretimi
yeni zirvelere taşıyan ve yeni ve kârlı yatırım alanları arayan dev tekeller
yanında, ulusal pazarlar çok küçüldü.
8/3/2019 feodalizmden kapitalizme
http://slidepdf.com/reader/full/feodalizmden-kapitalizme 6/6
6
Hindistan örneğinde bu süreç, esasen İngiliz mülkiyetinde olan Hindistan
temelli modern bir tekstil sanayisi kurmak için İngiltere’den sermaye ihraç
edildiği 19. yüzyıl sonlarında başladı.
Marks’ın söylediği gibi “bir kapitalist daima birçoklarının başını yer”.
Kapitalizm sadece küçük üretimi yok etmekle kalmaz, sürekli olarak en güçsüz
kardeşlerini iflâs ettirir ve gemiyi kurtarmak için onları mülksüzlerin saflarına
atar.
Bu iki yanlı bir süreçtir; insanlığın potansiyel çıkarı için muazzam bir
üretici kaynak biriktirmesi açısından nesnel ekonomik içeriğiyle ilericidir, ama
öte yandan kapitalizm altında, bir avuç zenginin elinde muazzam bir güç
yoğunlaşmaktadır.
19. yüzyılın sonunda tekelin bizzat rekabetten çıkıp geliştiğini gördük.
Bankacılık sistemi, der Marks, “toplumun henüz faal olarak kullanılmayan
bütün mevcut ve hatta potansiyel sermayesini, sanayici ve tüccar kapitalistlerin
emrine verir; dolayısıyla bu sermayeyi borç veren de borç alan da, onun gerçek
sahibi ya da üret icisi değildir. Böylece, o, sermayenin özel niteliğini yok eder ve
dolayısıyla, kendi içinde, ama yalnızca kendi içinde, sermayenin bizzat ortadankaldırılmasını içerir. … Son olarak, kredi sisteminin, kapitalist üretim tarzından,
birleşmiş emeğe dayanan üretim tarzına geçiş esnasında güçlü bir kaldıraç
olarak hizmet edeceğine, ama üretim tarzının kendisindeki diğer büyük organik
devrimlerle bağıntılı unsurlardan yalnızca biri olarak bunu yapacağına, kuşku
yoktur.”[8]
Kapitalizm, kesintisiz bir şekilde kâr etmeye devam etmek için, sürekli
olarak para sermaye girişine gerek duyar. Bir meta stoku bir kez üretildiği
zaman, tekil kapitalist ya üretimi yeniden başlatacak para tekrar cebine girene
kadar bunları satmayı beklemek zorunda kalacaktır; ya da gerektiğinde
kullanılacak bir yatırım rezervi olarak çoğu zaman kullanılmadan kalan bir para
sermaye stoku tutmak zorunda olacaktır; on ya da yirmi yıl kullanılmayabilecek
olan sabit sermaye stoklarını yenilemek için bir fona sürekli olarak para
yatırmak zorunda kalacaktır.
Gerçekte, doğrudan üretime yatırım yapmaya hazır olmayan, ama artı-
değer pastasının bir dilimini kendileri kesmek için paralarını ödünç vermeye
hazır olan bir kapitalist asalak tabaka gelişir. Bu yüzden, kullanılmayan para
sermaye rezervleri meydana getirmek için bir rekabet eğilimi vardır. Bu
rezervler birkaç zengin elde toplanır: mali sermayenin yoğunlaşması.
Mali sermaye ilkin para sermayeyi toplayarak ve üretime akıtarak
kapitalist sisteme bir itilim verdi. Böyle yapmasının tek nedeni, kuşkusuz,
giderek artan bir artı-değer oranını kendisine ayırmaktı.
Marks’ın vurguladığı gibi, mali sermaye aynı zamanda muazzam ekonomik
gücü kendi ellerinde yoğunlaştırır ve kredi vermek ve almak yoluyla bireysel
üretici kapitalistleri bir bütün olarak kapitalist üretimin gerekleriyle etkili bir
şekilde bütünleştirir.
Emperyalizm, mali sermayenin üretimle meşgul olan tekelci sermayeyle
kaynaştığı çağdır.
Emperyalizm altında, ulus-devlet sınırları içindeki kapitalistler arasındaki
rekabet tamamen ortadan kalkmazken, çatışma uluslararası arenaya
sıçramıştır.
Büyük tekeller ve bankalar, sırf meta ihraç etmekten ziyade sermaye ihraç
etmekteydiler. Her kıtada ve ülkede muazzam bir demiryolu inşa programına
girişildi. En ücra yerlere borç paralar akıtıldı. Her türlü hammadde ve maden
kaynağına yönelik sistemli bir araştırmaya girişildi.
Şimdi çatışmalar ulusal sermaye blokları arasında başlıyordu. Mücadele,
dünyaya egemen olma mücadelesinden başka bir şey değildi. Sömürgeler için ve
emperyal ganimetlerin yeniden bölüşümü için, insanlık tarihinde benzeri
görülmemiş vahşette savaşlar patlak verdi.
Birinci Dünya Savaşı, daha önceki sınıflı toplum biçimleri gibi, kapitalizmin
de ilerici olmaktan çıktığını gösterdi. Üretimi daha ileriye götürmek yerine,
kitlesel yıkım ve kitlesel cinayet söz konusuydu.
Ancak aynı zamanda, eskinin içinde yeni bir toplum gelişiyordu. Rus
devrimi işçi sınıfının egemenliğinin yakın olduğunu haber verdi.