bakara- cemalnur sargut
Post on 28-Jun-2015
2.064 Views
Preview:
TRANSCRIPT
UNIVERSITYOF N.C. AT CHAPEL HILL
00034703330
derleyen: CEMÂLNUR SARGUT
BAKARAÂyet 1-10
Cemâlnur Sargut
This book is due at the VVALTER R. DAVIS LIBRARY onthe last date stamped under "Date Due." If not on hold, it maybe renewed by bringing it to the library.
NEFESyaynlar
ISBN: 978-605-5902-04-9
/. basm
Kitap yayn no: 9
Kur'an- Kerîm Çalmalar 2
Mays, 2009- stanbul
Metin Grubu: Meral Hasrc, Nazl Kayaban, Nee Tas
Editör: Muhammed Bedirhan
Kapak tasarm: Hümanur Bal
ç grafikler: Aygül Okutan
Sayfa düzeni: Adem enel
Kapak & ç bask: Pasifik Ofset.
Cilt: Pasifik Ofset
Nefes Yaynlar;
Badat Cad. Güzel Sk. Bilkan Apt.
A Blok no:11/2 Selâmiçesme, stanbul
Tel: (216) 359 1020 Faks: (216) 359 4092
BAKARAÂyeti-10
Cemâlnur Sargut
UNIVERSITYLIBRARYUNIVERSITY OF NORTU CARüLINA
ATCHAPELHILL
Nefes Yaynlar
ÇNDEKLER
ÖNSÖZ 13
BAKARA SÛRES 17
l.ÂYET 21
Elif, Lam, Mîm
Elif. 21
Lâm: 25
Mîm: 26
"Elif, Lam, Mîm" birlikte 29
2. ÂYET 37
Zâlikel-kitâbü lâ raybefîh hüden llmüttekine
O kitap (Kur'ân); onda asla üphe yoktur. O, müttakîler için
(saknanlar ve arnmak isteyenler) için bir yol göstericidir.
"te o kitap! "(Zâlike'l-kitabü) 38
Zâlike 39
O Kitap 39
"Kuku, çelime, tutarszlk yok onda." (lâ raybe fiyh) 47
Bir klavuzdur (hidâyettir) o,
(Hüden) 51
Hidâyet 51
Korunup saknanlar (müttakîler / takva ehli) için.
(fiyh hüden lilmüttekyne) 55
ttikâ, Müttakî/Takvâ ehli 55
3. Ayet 73
Elleziyneyuminune bi'l-aybi ve
yükymûne's-salâte ve mîmmâ rezaknâhüm yünfikûne
Onlar gayba inanrlar, namaz klarlar, kendilerine
verdiimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.
"Onlar ki gayba inanrlar" 76
îmân 86
"Namaz klarlar" 92
Abdest 92
Namaz/Salât 106
SMAL HAKKI BURSEVÎ'NÎN ECVBE- HAKKIYYE'S 137
Yedi says 137
Birinci soru:
Cuma da ön, tydda sonra hutbe okunmak nedir?
Hutbenin cuma namazndan önce, bayram namaznda ise
sonra okunmasnn hikmeti nedir? 139
TECELLÎ 141
CMÂL-TAFSÎL 143
FARK-CEM'. 146
Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki
ikinci iaret: 149
AHMED-MUHAMMED 150
Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki
Üçüncü aret: 1$2
Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki
Dördüncü iaret: 153
NEFS-RUH 153
Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki
Beinci iaret: 154
MEKKE-MEDÎNE. 154
Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki
Altnc iaret: 156
Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki
Yedinci iaret: 158
HÎTAP-TME-GÖRME 158
MÎRÂC 159
ikinci Soru:
Leyle-i Mîrâc'da pençâh vakt salâtfarz oluben
Bade tenzilin aceb be vakte hasr olmak nedir?
-Mîrâc gecesinde elli vakit namaz farz olduu hâlde,
indikten sonra be vakte inhisar etmesinin hikmeti nedir? 160
DEHR/ZAMAN 160
MEKKE /KABE. 162
SEKR 164
VAKTNAMAZLARI. 165
SEYR 169
HAZARÂT-IHAMS 171
Üçüncü soru:
ki, üç, dört rek'aden bîs ü kem olmayub salât
Her birin bir vakte tahsis eyleyüb klmak nedir?
-Namazlarn her birini bir vakte tahsis ederek iki, üç ve dört
rekâttanfazla ve eksik olmakszn klmann hikmeti nedir? 175
REKÂT-KANAT 175
REKÂTLAR-CELÂL I CEMÂL 177
NAFLENAMAZLAR 179
NAMAZ VAKTLER 181
Dördüncü soru:
Her salât kim rekat üç ola yahut dört ola
Ol salât içre iki kerre bu oturmak nedir?
-Üç ve dört rekâtl namazlarda iki defa oturmann hikmeti nedir?.... 184
NAMAZINRÜKÛLARI. 184
FENÂ-BEKA mAKATE. 189
MÎRÂC 190
KA'DE i9i
KIYAM 192
Beinci soru:
Gündüz ihfâ ile olmuken kraatfi's-salât
Cuma ve lydin salati içre olmamak nedir?
-Namazlarda kraat gündüz gizli olduu hâlde, Cuma ve
bayramlarda cehri olmasnn hikmeti nedir? 193
GÜNDÜZ VE GECE 193
SISLE-MERÂTB 195
ENE'I-HAK 196
CUMA-BAYRAM 197
Altnc soru:
Çün yakn ola kyamet maribî olup ems
Kenz-i garba girip andan yine domak nedir?
-Kyamet yaklat vakit, günein batya geçip yine oradan
domasnn hikmeti nedir? 199
KIYAMETLER 199
ÂDEME TECELLÎ. 201
GECE-GÜNE 201
Yedinci soru:
Ziyâde tekbîrleri lydin nedir hem idicek
Her birinde ellerini abdî kaldrmak nedir?
-Bayram namazndaki ziyâde tekbîrlerin ve o srada
elleri kaldrmann hikmeti nedir? 202
BAYRAM TEKBÎRNNHKMET 203
"Kendilerine verdiimiz rzktan bakalarna yardm için verirler." 204
nfâk 204
4. AYET 221
Velleziyneyuminûne bimâ ünzile ileyke ve mâ ünzile
min kablike ve biVâhirati hütn yûknûne.
Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene îmân ederler;
âhiret gününe de kesinkes inanrlar.
"Onlar ki sana ve senden öncekilere indirilen kitaplara inanrlar," ... 223
"âhirete îmân ederler" 231
Âhiret 231
5. AYET 245
Ülâike alâ hüden min rabbihim ve ülâike hümü'l-müflihûne
te onlar, Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler ve
kurtulua erenler de ancak onlardr.
"Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler" 246
Rab 246
Rubûbiyyet 252
Hidâyet ancak Rab'dan gelir 253
"bunlar felaha erenlerdir" 264
Kurtulua/Felaha ermek 264
6, AYET 269
Innelleziyne keferû sevâün aleyhim eenzertehüm
em lem tünzirhüm lâyuminûne
Gerçek u ki, kâfir olanlar (azap ile) korkutsan da
korkutmasan da onlar için birdir; îmân etmezler.
7 AYET 269
Hatemallâhü alâ kulûbihim ve alâ semihim ve alâ ebsârihim
âvetün ve lehüm azâbün aziymün.
Allah onlarn kalplerini ve kulaklarn mühürlemitir. Onlarn
gözlerine de bir çeit perde gerilmitir ve onlar için
(dünya ve âhirette) büyük bir azap vardr.
10
Âyetin cemâli yorumu 270
nkâr edenler/Keferu 274
Küfür ve kâfir 274
eriatAçsndan Açklamas 274
TasavvufAçsndan Açklamas 275
"uyarsan (nzâr) da, uyarmasan da" 283
nzâr / Korkutarak uyarma 283
"uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar." 283
Allah korkusunun hakikati 287
"Allah onlarn kalplerini ve kulaklarn mühürlemitir.
Gözlerinin üzerinde de bir perde vardr." 293
Kalp 293
Mühürlenmek, perdelenmek 302
"En büyük (azîm) azab onlarndr." 313
Azap 313
8, 9. AYET 317
-ve mine'n-nâsi men yekûlü âmenna billahi ve
bi'l-yevmi'l-âhiri ve ma hüm bi muminiyne
-yuhâdiûnallâhe velleziyne âmenu ve mayahdeûne
illâ enfüsehüm ve mâyeurûne
-insanlardan bazlar da vardr ki, inanmadklar hâlde
"Allah'a ve âhiret gününe inandk" derler.
-Onlar (kendi akllarnca) güya Allah' ve
müminleri aldatrlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini
aldatrlar ve bunun farknda deillerdir.
Münafk 323
"Gerçekte ise onlar öz benliklerinden bakasn aldatmyorlar.
Ne var ki, bunun farknda olmuyorlar." 327
Küffâr 330
11
10. ÂYET 331
fî kulûbihim meradunfezâde hümullâhu meradan
ve lehüm azâbün eliymün bi mâ kânû yekzibûne
Onlarn kalblerinde bir hastalk vardr. Allah da
onlarn hastaln çoaltmtr. Söylemekte olduklar
yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardr.
"Kalplerinde hastalk vardr." 332
Kalp hastalklar 332
"Allah da onlarn hastaln arttrmtr." 334
"Söylemekte olduklar yalanlar" 335
Yalan 335
"onlar için elîm bir azap vardr" 336
Balarna gelen elim azap nedir? 336
KELME NDEKS 343
ÂYET NDEKS 381
i
i
>
ÖNSÖZ
Elif, Lâm, Mîm.
Hayat, ilim, hikmet. .
.
Yaradln balamasyla dirileri insan, ilmini hikmete çevirip Allah'
her bakt yerde görmek her iittii seste duymak derecesine ula-
nca, yaadn anlar, idrâk sahibi olur. te bandaki üç harfle
dahî Kur'an'n mânâsn özetleyen yüce sûre BAKARA bizi tevhcTe.
götüren putlarmz krarak hâkim (hikmet sahibi) olmay öreten
Rabbi sûredir.
Yâ-sîn ile baladmz tefekkür yolculuuna belki de tamamlann-
ca 20'li ciltleri bulacak olan bu sûre ile devam etmek boynumuzun
borcuydu. Zira "Sûre-i Yâ-sîn" ile ak dolan gönüllerimizin edebi ö-renmek mecburiyeti vard.
Edep ise Hakk'tan baka hiçbir ey görmemek demektir. .
.
Hakk kulundan intikamn yine abd'iyle alr
Bilmeyen ilm-i ledûn'u onu abd etti sanr
Her iin hâliki oldur abd eliyle ilenir
Sanma ki onsuz Bahriyâ âlemde bir çöp debrenir
diyen kâmil insanlar gibi Allah'tan emîn olarak hüzünsüz ve korku-
suz bir âleme kavumann yegâne yolu Kur'an'n tecellîsinin gönlü-
müzü Kadir gecesi gibi aydnlatmas deil midir?
nsân- kâmil'lerin yorumlaryla idrâke çaltmz sûrenin ilk
10 âyetinin gönülleri akla doldurmasn, ibâdetimizi ak yolculu-
una çevirmesini ve bizleri yaayan Kur'ân'lar hâline getirmesini
Allâh'mzndan niyaz ediyoruz.
Hürmetlerimle
Cemâlnur SARGUT
t
YAYINCI ÖNSÖZÜ
Bakara Sûresi, Peygamber (s.a.s.) Efendimizin Medine'ye hicret etme-
lerinden sonra ilk inen sûredir. Ayrca bütün Kur'ân'n en son inen,
"Allah'a döneceiniz günden korkun. Sonra herkese kazand tamamen
ödenecektir." (Bakara, 281) âyeti de bu sûrededir. Demek ki Medine'de
ilk inmeye balayan ve en sonra tamam olan bir yüce sûredir.
Kur'ân'n zirvesi el-Bakara süresidir.
Kur'ân canl bir cisme benzetilecek olursa Fâtihâ ba, el-Bakara gövde-
sinin en önemli ksm, dier sûreler de baka uzuvlar, cihazlar, kol ve
bacaklar derecesindedir.
Bu eser Bakara Sûresinin ilk on âyetini kapsamaktadr. Daha önce
okurlara sunduumuz "Ey nsan" gibi büyük mutasavvflarn incele-
nen âyetlerle ilgili yorumlarndan derlenmitir.
lk on âyetin içinde Kitab'n mânâs, Hidâyet'in anlam ve korunup sa-
knan takva ehli için Kur'ân'n nasl bir klavuz olduuna dâir tasavvufî
açklamalar mevcuttur.
Mü'min, münafk ve kâfirin tanmlar derinlemesine yaplm, vasfla-
r ayrntlar ile açklanmtr.
Gayba îman, abdest, namaz, infâk gibi konular derinlemesine incelen-
mi, okuyucu için bir kaynak eser olmas amaçlanmtr.
Müslüman Türk insan bugün yeri doldurulamam manevî deerleri-
nin aray içerisindedir. Klielemi ve kendisine korku salan bir dînî
anlay reddetmekte, sevebilecei ve uygulayabilecei bir slamiyet'in
özlemini çekmektedir. Bunun yolu da doru ve yaklatran, itmeyen
çeken bir bak açs ile hurafelerden uzak, aydn, uygulanabilir bir
slâmiyet anlay ile bilgilendirilmesidir.
Cemâlnur Sargut Hanmefendi tarafndan derlenen bu eser inallah bu
amaca hizmet etmek gayesi ile yayna hazrlanmtr.
•
BAKARA SÛRES (2/92. sûre)
Medine Döneminde indi
Âyet says: 286
Bismillâhirrahmânirrahîm
Peygamber (s.a.s.) efendimizin Medine'ye hicret etmelerin-
den sonra ilk inen sûredir. Ayrca bütün Kurann en son
inen, "Allah'a döneceiniz günden korkun. Sonra herkese kazand-
tamamen ödenecektir." (Bakara, 281) âyeti de bu sûrededir. De-
mek ki Medine'de ilk inmeye balayan ve en sonra tamam olan
bir yüce sûredir.1
Kur'ân'n zirvesi el-Bakara süresidir.
Kur'ân canl bir cisme benzetilecek olursa Fatiha ba, el-Bakara
gövdesinin en önemli ksm, dier sûreler de baka uzuvlar, ci-
hazlar, kol ve bacaklar derecesindedir.2
Kur'ân- Kerîm'de ne mevcûd ise Bakara sûresinde mevcuttur.3
"Günlerin efendisi Cuma günü, sözlerin efendisi Kur'ân,
Kur'ân'n efendisi Bakara Sûresi, Bakara Sûresinin efendisi de
âyetü'l-kürsîdir."4
1 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c II, stanbul, 1992, s.143.
2 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. II, stanbul, 1992, s. 144.
3 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.542.
4 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. II, stanbul, 1992, s.158.
Bakara
18
eyh-i Ekber bn Arabi'nin Tecellîyât Kitabn anlamann anah-
tar, Bakara Sûresindedir. Kitabn her bölümünün, bu sûreden
bir veya birkaç âyetten oluan dayanaklar vardr... eyh, ad ge-
çen kitabn giriinde onu öyle tantmaktadr: "Bu onüç tlsm-
dan biri olan, üçüncü tlsmdan inilerdir." Üçüncü tlsmla, Ba-
kara sûresinin banda yer alan "Elif, Lâm, Mîm" harflerine ia-
ret edilmektedir. Bakara sûresi ise mukataa harfleriyle balayan
onüç sûreden biridir.
Örnekler: Birinci tecellî: Sr yoluyla gerçekleen iaret tecellîsi.
Sûrenin ilk âyetine taalluk (ilgili olma) eder: "Elif. Lâm. Mîm.
te bu Kitab..."
ikinci tecellî: Göz aydnlnda arnmann nitelikleri, ikinci
âyetle ilgilidir: "Onlar ki gayba îmân ederler ve namaz ikâme
ederler." Çünkü namaz göz aydnldr...5
Bu sûre anlam müphem (örtülü) harflerle balayan ilk sûredir.6
Bakara Sûresi müteâbih (anlam herkes tarafndan anlalma-
yan) harflerle balamtr. Müteâbihler ayn zamanda yorum-
dan uzaktrlar. Akl sahipleri ile hikmet sahibi kimselerin merte-
beleri bununla anlalr. 7
Baz bilim adamlar bu müteâbih (anlam herkes tarafndan
anlalmayan) lerin yorumunu Allah'tan baka hiç kimse bil-
mez, her kitabn bir srr vardr, Kur'ân'n srr da bu harflerdir,
demilerdir. 8
"Her kitabn bir özeti vardr. Bu kitabn özeti de hecâ harfleri-
dir." (Hz. Ali)9
5 Abdülbâki Miftah, Füsusu'l Hikem Anahtarlar Kur'ân-Varlk, çev.Vahdettin nce, s-
tanbul, s.30.
6 bnü'l-Arabî, Harflerin lmi, çev.Mahmut Kank, Bursa, 2006, s.98.
7 7 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu l-Beyân Tefsiri, c. I, stanbul, 2004, s. 56.
8 Ali Akpnar, Kur'ân'da Hece Harfleri, (Hurûf-i Mukattaa) ve Kueyri'nin Hece Harfleri
Yorumu, Tasavvuf lmî ve Akademik Aratrma Dergisi, Ankara 2003, say. 11, s.55-73.
9 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.153.
BAKARA19
Bil ki; sûrelerin bandaki anlam meçhul harflerin hakikatlerini,
ancak aklla anlalabilen sûrelerin hakikatlerini bilenler
bilebilirler.10
Bir kul, bu harflerin sûrelerindeki hakikatlerini örenmedikçe,
îmânn srlarn kemâle erdiremez.11
Harf, Hakk'n kendisiyle sana hitap ettii ibarelerdir.
Varlk bir harftir, anlam sensin
Benim âlemdeki yegâne emelim O'dur
Harf bir anlam, harfin anlam ise onun sakinidir (hareke)}1
Bakarann banda bulunan ve bu sûrenin özetini veren
üç harf, bir anlamda, ahit çarmak demektir.
Melekleri, bir anlamda da melekelerimizi harekete geçirip
idrâki arttrmz; kendimize "Kendine gel, bu âyeti anla"
demektir. "Sen bu âyeti ören ve hâle geçir"anlamndadr.
Cebrail'in mânâsn, seni bilgi ile dirilten, idrâkini artt-
ran olarak düünürsen; Eliften maksatAllah; lam, Cebrail,
yani müridin; Mim ise Allah'n senin hakikatinde ilmi ve
sfatyla tecellisi oluyor.
Elif, "lâ ilahe illallah" gibi düünülürse, Lâm; "lâ mev-
cuda illallah"yani kâmil insanda tecelli eden Cebrail'dir.
Zâten kâmil insan, "la mevcuda illallah"n delilidir ve
aikâr görünüüdür. "Lâ faile illallah " ise Mim 'dir ki, ya-
radlmn fiilindeki tecellidir.
Bakara, Allah'n insân- kâmilin vastasyla (efaatiyle),
sende aça çkard hakikatindir.13
10 bnü'l-Arabî, Harflerin lmi, çev.Mahmut Kank, Bursa, 2006, s.98.
11 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s. 161.
12 Suad El-Hakîm, bnü'l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s. 257.
13 Derleyenin notu.
^
AYET 1:
Elif, Lâm, Mim
Müteâbih {Kur ân- Kerim'in mecazi mânâya elverili âyet-
leri) de, tilâvet (okumak, takip etmek) yönünden tpk
muhkem (mânâs açk olan âyetler) gibidir. bn Mes'ûd'un anlat-
tna göre Râsûlullah (s. a. s.) öyle buyurmutur: "Kim, Allah'n
kitabndan bir tek harf okursa, (mânâsn idrâk ederse) ona bir
hasene {sevap) vardr. Her bir hasene de on misli olarak deerlen-
dirilir. Ben, 'Elif, lâm, Mîm' bir tek harftir demiyorum. Aksine
'Elif bir harftir, iam' bir harftir ve 'Mîm' de ayr bir harftir. Do-
laysyla "Elif, Lâm, Mîm"de otuz hasene vardr" 14
Elif:
Elif, hayattan ibarettir (mazhardr)... lâhî hayatn bütün eyaya
irini (yaylmak) ve eyann ilâhî hayat ile kâim oluunu (varol-
duunu) görmüyor musun?
ite Elif de tpk bunun gibi, bizzat harflerin hepsine sârî
(sir eden, yaylm) ve hepsinde mevcuttur. Hatta hiç bir harf
yoktur ki Elif, o harfte telaffuz ve yazl yönünden mevcûd
olmasn. 15
14 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu l-Beyân Tefsiri, c. I, stanbul, 2004/7, s.59.
15 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s.l 16-
117.
Ayet 1
22
• Bütün mertebeler Elife ait olduu gibi, harfler âleminin toplam
ve mertebeleri de ona özgüdür.
Elif, Bir says bütün saylara yayld gibi bütün mahreçlere
(harfve seslerin azdan çktklar yer) yaylr. O, harflerin daya-
nadr, her ey ona iliir, o hiçbir eye ilimez. Bu özelliiyle de
Bir'e benzer, çünkü saylarn varlklar da ona iliir, o ise hiç bi-
risine bal deildir. Bir, bütün saylar ortaya çkartr, saylar ise
onu ortaya çkartamazlar. Bir herhangi bir mertebeyle snrlan-
mad gibi, elif de bir mertebeyle snrlanmaz. Elifin ismi bü-
tün mertebelerde gizlenir, böylece bir yerde ismi B, bir yerde C,
bir yerde H, olur. Bütün mânâ ve harfler Elifindir.
Elif Zât' ifade eder.16
• Elif, yaylmay ve yaylmada dâhil olmay ihtiva eden zâta delâlet
(iaret) eder.17
• Elif harfi yazmda dier harflerden ayr bir özellie sahiptir.
öyle ki; bu harf kendisinden baka bir kaç harf gibi (dal, za,
ra, ze, vav), kendisinden sonra gelen harflere bitimez. Ancak
dier harfler kendisine bitiir. Elif harfinin bu özellii, tüm
mahlûkâtn yüce yaratcya muhtaç olduunu ama Onun hiç
kimseye muhtaç olmadn hatrlatr.
hlâsl bir kul Elif harfinden; Allah'n mekândan münezzeh
(tenzih edilmi) olduunu hatrlar. Çünkü dier harflerin boaz-
da, dudakta, yahut dil üzerinde belli çk yerleri vardr. Elif ise
böyle deildir, onun belli bir yeri yoktur.
Elif harfi, kulun kendini yalnzca Allah'a vermesine iaret eder.
Kul, tpk Elifin hiçbir harfe bitimedii gibi, Allah'tan bakas-
na yönelmez ve O'nun huzurundan hiç ayrlmaz.
Her harfin kendine has özel bir duruu ve ekli vardr. Bunlar-
dan yalnzca Elif dimdik ayakta duruu ve baka harflerle biti-
16 Suad El-Hakîm, Ibnul-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s. 170.
17 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s.95.
BAKARA23
memesi ile onlardan ayrlr. te o kitabn bana konarak, alfa-
benin ilk harfi olarak; baka eylere bitimekten ve baka eylerle
megul olmaktan uzaklaan kimse, yüceliklere erer ve ulvî mer-
tebeleri kazanr. Zâten mürekkeb (birleik) olayan harfler, seven-
lerin hâllerini ve srlarn yabanclardan gizlemek için kullandk-
lar rumuzlardr. Açk ibareler genel eylere iaret eder, rumuz
(iaret) ve iaretler ise özel eylere iaret eder.18
Yüce Tanr, Kur'ân'da yer alan anlam tam olarak bilinmeyen
harfler içinde yazl bakmndan Elifi birinci yapt; telaffuz ba-
kmndan ise Hemzeyi birinci yapt.
Dolaysyla Elif, kendi mükemmellii içinde Zât'n varl için
bir simgedir. Çünkü Elif, herhangi bir harekeye muhtaç deildir.
Dolaysyla Elif, bütün açlardan mükemmeldir. 19
Ey Elifin Zâtl Sen münezzehsin
(tenzih edilmi eksik ve kusurdan uzak saylm)!
Acaba senin için âlemler içinde bir varlk, bir mahal (mekân) var m?
O dedi ki Hayr [ltifatmdan baka bir eyim yok!
Çünkü ben ebedîletirme harfiyim, "ezel" içiririm.
Ayn zamanda ben zayfseçkin bir kulum.
Ben, sultan aziz ve celîl olanm.
Elif, hakikatlerden bir koku koklayan kimse nezdinde harfler-
den herhangi bir harf deildir. Fakat genel olarak insanlar onu
harf diye isimlendirmilerdir. Eer hakikat ehli, o da bir harf-
tir,' derse, o bunu cümle içerisinde, o harfin de yer almas açsn-
dan öyle söyler. Elifin makam "cem" makamdr. Elifin isimle-
ri vardr. Onun ismi Allah'tr. Elifin sfatlar vardr; onun sfat,
"kayyûmiyet" (ezelden ebede daim) tir. Elifin isimleri de var-
dr: el-mübdî (benzeri olmadan yeniden yaratan), el-bâis (diril-
ten), el-vâsi' (ihsan eden, rahmeti her eyi kaplayan), el-hâfz (ko-
18 Ali Akpnar, Kur'ân'da Hece Harfleri' (Hurûf-i Mukattaa) ve Kueyrî'nin Hece Harfleri
Yorumu, Tasavvuf lmi ve Akademik Aratrma Dergisi, Ankara 2003, say: 11, s. 55.
19 bnü'l-Arabî, Harflerin lmi, çev.Mahmut Kank, Bursa, 2006, s.103.
Âyet
24
rüyan), el-hâlk (yaratan), el-bâri (güzelyaratan), el-musavvir (gü-
zel suretler veren), el-vehhab (çok fazla ihsan eden, balayan),
er-rezzâk (rzk veren), el-fettâh (fetheden), el-bâsit (açan, ferahlk
veren), el-muizz (izzet ve ikram eden, aziz), el-muîd (yardmc), er-
râfi (yükseltici,hamil sahip), el-muhyî (maddî mânevi hayat veren),
el-vâlî (her eye mâlik), el-câmi (toplayan, içine alan), el-mugnî
(zenginlik veren), en-nâffi (menfaat vefayda veren).
Elifin zât isimleri de vardr: Allah, er-rab (terbiye eden), ez- zahir
(açk), el-vâhid (bir, tek, benzersiz), el-evvel (ilk, önce), el-âhir
(son), es-samed (her eyin kendisine muhtaç olup, kendisi hiçbir
eye muhtaç olmayan), el-ganî (zengin, muhtaç olmayan), er-rakîb
(dâima görüp gözeten), el-mübîn (aikâr eden), el-hak (var olan,
varl hiç deimeden duran).
Bütün mertebelerin hepsi ona aittir. Bu mertebelerde onun kar-
deleri he ve lam'dr. Harflerin toplam ve bütün mertebeleri
ona aittir. O, onlarda deildir, fakat onlarn dnda da deil-
dir. öyle ki: O hem dairenin merkezidir hem de çemberidir;
hem âlemlerin terkibidir (birleim, karm), hem de âlemlerin
çözümüdür. 20
Elif tek zâttr, yaznn banda bulunduunda onun herhan-
gi bir harfle bitimesi doru deildir. u hâlde o, "Bizi srât-
müstakime ulatr" ifadesiyle, kiinin istedii dosdoru yoldur.
Söz konusu, tenzih (Allah \n eksik ve noksandan uzak bulunduu-
na ve insan vasfnda olmadna inanma) ve tebih (Allah'n baz
isim ve sfatlarnn mahlûklarn sfatlarna benzemesi) yoludur.
Nefs Rabbine duâ ederken -ki onun Rabbi Fecir sûresinde ken-
disine emredilmi Kelime'dir- duasn kabul etmesini isteyin-
ce (âmin deyince), Rabbi de onun duasn kabul etmitir. Böy-
lelikle Elif-Lâm-Mîm'den Elifi (Fatiha sûresinin son kelimesi
olan) "dalâlette (doru yoldan ayrlmak) olmayanlardan" ifade-
20 bnü'l-Arabî, Harflerin lmi, çev.Mahmut Kank, Bursa, 2006, s. 130.
BAKARA25
sinden sonra getirmi, âmin'i ise gizlemitir. Çünkü o, melekût
âleminden olan bir bilinmezdir.
...Elif, melekût ve ahadet (ahitlik) âleminde bir olduu için gö-
rünmütür. Böylece kadîm ve sonradan yaratlmlar arasndaki
fark meydana gelmitir. 21
Elif insân- kâmiVin zâtdr (özü ve hakikatidir).22
Lâm:
Lâm, kâim olduu ekliyle {Lâm harfinin dik ksmi) kadîm {ezelî)
sfatlara delâlet eder.
Baka harfle bitime vâstas olan uzanyla da sfatlarn müteal-
liklerine (iliii olan) delâlet eder.
Sfatlarn müteallikler ise sfatlara mensup olan kadîm fiillerden
ibarettir.23
Lâm, orta âlemdendir. Dolaysyla sfat mahallidir. Sonradan
meydana geleni kadîm'den ayrtran ey sfattr. 24
Lâm harfi en kudsî en parlak ezel içindir
Ve onun en nefis en parlak makam içindir
Ne zaman kalksa, onun zât âlemi oluturan izhar (gösterme,
meydana çkarma) eder
Ne zaman otursa, o zaman kevnî âlemi (olu) izhar eder
Üç hakikatten sana bir nee verir
pek elbise içinde yürür, salnarak gider
Bil ki Lâm harfi, ahadet ve ceberut (varlklarn ilmi suretler
hâlinde bulunduu âlem) âlemindendir.... Bu harf havas {Has-
l tbnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s. 166.
22 Derleyenin notu.
23 Abdiilkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s.95.
24 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s. 170.
Ayet 1
26
lar, seçkinler;) ve havassü'l-havas âleminde temeyyüz eder (seç-
kin, farkl konuma gelmitir). Gaye ona aittir... Onun tabiat-
n oluturan eyler ondan var edilirler. Onun hareketi doru-
dur (müstakime) ve kaynamtr (mümtezice). Araf ona aittir.
O, kaynamtr, kâmildir, müfreddir {tekil) ve ürkütücüdür
(Mûhî). Elif ve Mîm harfleri ona aittir.25
Allah'n bilinmek istemesi ve iradesi "Lam" harfidir.26
Mîm:
Mîm, semîn {iitmenin) mazhardr.
Görmüyor musun? Mîm harfi, aznd olan dudaktan çkar.
Onun için; söylenmeyen bir söz iitilmez. Söylenen söz ise artk
zahir olmutur. O söz, ister telaffuz, ister hâlce {hâl lisân ile) ol-
sun müsavidir {birdir, eittir).
Söz de aynen böyledir. Zîrâ söz ile balanr, nihayet söze dönü-
lür...
Mîm'in tarifi yani bitimek için olan uzan ve çekili ksmla-
r, ister hâlce olsun ister sözce olsun varlklarn sözünü iitme
mahallidir. 27
Mîm, Nûn gibidir, eer ikisinin de srrn yakalayabilirsen
Oluun gayesinde bir varlk olarak ve balangçlarn
Dolaysyla Nûn Hakka aittir; güzel Mîm ise benim içindir
Balangç için balangç; gayeler için bir gayedir.
Öyleyse Nûnun berzah (ara âlem) bir ruhtur onun bilinip ta-
nnmasnda
Mîm'in berzah ise, bir rabdr yaratlmlar nezdinde.
25 bnü'l-Arabî, Harflerin lmi, çev.Mahmut Kank, Bursa, 2006, s. 141-142.
26 Derleyenin notu.
27 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 119.
BAKARA27
•
Bil ki Mîm harfi Mülk, ahadet ve Kahr âlemindendir... Bu harf
havasta ve hulâsada {özde) ve hülâsann safasnda temeyyüz (ben-
zerlerinden farkl ve üstün konuma gelme) eder. Yolun sonu ona
aittir. Araf ona aittir. Hâlistir, kâmildir, mukaddestir. 28
Mîm harfi Muhammed'de ve Ahmed'de ortaktr. O hâlde
Ahmed'deki Mîm kalkarsa "ahad" tecellî eder. te Hz. Peygam-
ber'in kulluundaki Rab tecellîsi budur. 29
"Mîm", Allah'n nuruyla tecellîsinin kalptaki zuhû-rudur.
Dolaysyla Nur Sûresi 35. âyetin tecellîsidir.
Allah irade etti; Elif,
irade emre döndü Lâm;
Kul iitti ve uygulad; Mimdir..30
"Allah göklerin ve yerin Nurudur. Onun nurunun örnei,
içinde çera meale (misbâh) bulunan bir kandil (mikât) gi-
bidir. Kandil, bir srça (zücâce) içerisindedir. Srça inciden bir
yldz gibidir ki, douya da batya da nispeti olmayan bereketli
bir zeytin aacndan yaklr. Bu aacn ya neredeyse, ate do-
kunmasa bilek saçar. Nur üzerine nurdur o. Allah, diledii-
ni kendi nuruna klavuzlar. Allah, insanlara örnekler verir. Al-
lah her eyi bilmektedir." 31
Hakk Teâlâ Kur'ân- Kerîm'de Nûr sûresinin 35. âyet-i kerî-
mesinde kendi zatî nurundan misâl verip;
nsann zâtnn nurunu: Mikât, Misbâh ve Zücâce ile tahayyülî
bir ekilde nakletmitir. Zâtn o tebihi, insann suretinden iba-
rettir.
28 bnü'l-Arabî, Harflerin lmi, çev.Mahmut Kank, Bursa, 2006, s. 159.
29 Abdülkâdir Geylânî, Füyûzât- Rabbani, çev.Celâl Yldrm, stanbul, 1995, s. 150.
30 Derleyenin notu.
31 Nûr, 35.
Ayet 1
28
"Mikât"dan {lamba konan yer) maksat: nsann sadrdr (gösü).
"Zücâc'dan maksat, kalbidir.
"Misbâh"dan maksat ise, insann srrdr.32
• O mikât Peygamber efendimizin vücûdudur. Zeytinya,
Onun temiz gönlüdür ve Allah'n bu gönülle alâkas vardr. 33
• Resûlullah efendimiz, "Ben Allah'n nûrundanm, beni gören
Allah' görür" diyor.34
• O hakikat günei, kendi gözler kamatran nurunu, insan
vücûdunda gizlemi ve örtmütür. O'nun vasflarnda, Allah'n
evsâf (vasf, özellik) sakldr. 35
• "Allahu nûru's-semâvâti vel ard" âyetinde buyrulan zarf, kandil
vücuttur. Ya ruhtur, fitil kalptir. evk ise, ark garb olmayan
nûr-u Ali'dir. Bir kimsenin kalbinde bu nûr uyand m, ona sasol olmaz. 36
Câbir b. Abdullah Ensârî öyle rivayet eder ki:
"Kufe'de mescide girdiimde Hz. Ali (k.v.c.) orada bulunuyor-
lard, parma ile bireyler yazyor ve bir eye de gülüyordu.
"Yâ Emire'l-mü'minîn, neye gülüyorsunuz?" diye sordum.
Hz. Ali (k.v.c.) u cevab lütfettiler:
imdi okuduum u âyet-i kerîmenin mânâsn kimse be-
nim gibi bilmez ve yorumlamaz da ona gülüyorum, dedi.
Sordum:
"Bu hangi âyet-i kerîmedir?" dedim. Cevaben öyle buyur-
dular:
"Allah yer ve göklerin nurudur. Onun nurunun misâli kan-
dil gibidir.
32 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 174.
33 Sultan Veled, Maârif, çev.Meliha~Anbarcolu, Konya, 2002, s. 57.
34 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.566.
35 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.433.
36 Turgut Alsrt, Kenan Rifâi Özel Notlar.
BAKARA29
"Miskat" Muhammed (s. a. s.) dir, yani kandillerin kandilidir,
aydnlklarn aydnldr. Önceki kandilden kast Fatimatü'z-
Zehrâ'dr. ikinci kandil ise, benim. "Fi zücâcetin-Ez-zücâcetü",
bunun gibi birinci zücâce lafz Hz. Hasan (r.a.)'dr. kinci
zücâce Hz. Hüseyin'dir. Ali b. Hasan en parlak yldz gibidir,
yani Kevkeb-i Dürrî'den kast Ali b. Hasan'dr. "Yûkadü min
eceretin mübâreketin'den maksat Ali olu Muhammed'dir.
Âyet-i Kerîme'de geçen "Zeytûne"den maksat Cafer ibn Muham-med'dir. Yine zikri geçen "Lâ arkyye"den murat Mûsâ b.
Cafer'dir. "Lâ Garbiyye"den maksat Ali b. Musa'dr. "Alâ nûrin
yehdillahü linûrihî"den kast da burada Hz. Peygamber (s.a.s.)
efendimizdir. "Men yeâü ve yadribu llâhu l emsale li'n-nâsi val-
lâhü bi külli ey 'in alîm.
"
te bu âyetler Hz. Ali tarafndan bu yönüyle tefsir buyrulmutur.37
"Elif, Lam, Mîm" birlikte:
Kur'ân- Kerîm umum içindir. O, ayn seviyede olmamak ar-
tyla herkese hitap eder. Zîrâ içinde mevcûd olmu ve olacak, her
ey mevcuttur...
..Kur'ân- Kerîm'in de yedi batn vardr. Meselâ (Elif, Lâm,
Mîm) ne demektir sorarm size?...
drâk edemiyorsunuz. Demek ki bunlar erbabnn anlayaca
remizler...38
Ak kelimesi neden Kur'an- Kerîm'de yoktur?
Ak, Kur'an- Kerîm'de sr olarak kalm, açk açk söylenmemi.
Fakat hurûf- mukattaatta {Kurandaki elif, lâm, mîm, gibi harf-
ler) beyân olunmutur.39
37 Abdülkâdir Geylânî, lâhî Lütuflar, çev. Cabbarzade Mehmet Arif, stanbul, 2002,s.126-127.
38 Ken an Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.476.
39 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 569.
Ayet 1
30
O harfler hep birer âlem, birer rumuzdur. Hem büyük birer
âlem. Eliften maksat Allah'tr. Lâm Cebrail; Mim Muhammed
(s.a.s.) dir.
Elif, namazda alnan kyam vaziyeti ; Lâm, rükû; Mîm de sec-
de hâlidir.
te Allah ile senin aranda Cebrail olduu gibi, ruh ve cisim ara-
sndaki kalb de Cebrail'dir. Yani ( Elif, Lâm, Mîm) Kâmil nsana
iarettir.Hz.mam Cafer öyle der: "Allah Kur'ân'da tecellî etmi-
tir fakat görmüyorlar!"
Kur'ân'n harfleri insann ekilleridir. Ama herkes bu mânây
nasl bilebilir? Bu, esrâr- ilâhîdir, ancak irfân- Muhammedi ile
bilinir.40
Kâmil zâtlarn namazlar srasnda, kyamlar gizli hazineyi,
lâhut nurunun paha biçilmez hazinelerini, kraatleri lahi il-
min suretlerini; rükûlar, zuhur sonucu olan "Sevdim, bilin-
mek istedim. Bu yüzden âlemleri hâlkettim" kudsî hadîsinin
gizliliklerini; secdeleri "Kurb- Ferâiz" hadîs-i kudsîsi ile açk
olduundan "Hakka kar ükrann arzeden bir kul olmaya-
ym m?" hadîsi gereince, esrâr- Muhammediye'den olan Zât
Tecellîsinin dâima onlarda bekasdr. Bu takdirde "Öyle bir na-
maz ki onda ancak ben varm benden gayrisi yoktur" kutsal sözü
Lâhût nurunu anlatmaktadr. 41
Elif harfini telaffuz eden kulun gönül âlemi yalnzca Rabbine
yönelir. Lâm harfini söyleyince de O'nun huzurunda durup eri-
yerek O'nun haklarn gözetir. Mîm harfini iitince de O'nun
tekliflerine muvafakatini terennüm eder.42
40 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.159.
41 Abdülkâdir Geylânî, lâhî Lütuflar, çev.Cabbarzade Mehmet Arif, stanbul, 2002,
s.297-298.
42 Ali Akpnar, Kur'ân'da Hece Harfleri (Huruf-i Mukattaa) ve Kueyrî'nin Hece Harfleri
Yorumu, Tasavvuf lmi ve Akademik Aratrma Dergisi, Ankara, 2003, say. 11 s.55-73.
•
BAKARA31
Elif, Lâm, Mîm =insân- kâmil- ak ettim I istedim ki
bilineyim. 43
nsân- Kâmil'in bir ad (Elif-Lâm-Mîm) dir. Nitekim Kur'ân'
Kerîm'in banda -"Elif-Lâm-Mîm. u kitap var ya onda üphe
yoktur" buyurulur. Bir hadîs-i erifte: "nsan ve Kur'ân ikizdir."
buyurulur. Burada insandan murat, insân- kâmildir. Burada
ikizden kast, ayn bâtndan doan iki karde mânâsna gelir.44
Âlemin yaratlndan gaye kâmil insandr. Bu yüzden kâmil in-
sann zevâliyle (zail olma, sona erme) dünya harab olur. nsân-
kâmil var oldukça âlem hep korunmu olacaktr.45
Elif, Lâm ve Mîm nûrânî harflerdendir.
Elif, mânevi köken itibariyle ülfetten gelmektedir. Nasl ki insan
kelimesi esrâr- ilâhiyeye enis {dost) olmaktan geliyorsa... Esasen
kesrette (çokluk) vahdeti görmek bu esrara enis olmakla müm-kündür.
Zahirde görünen bu kesret zahiridir. Hakikat vahdette
mevcuttur.46
Elif: "O 'nun benzeri yoktur." (ûra, 11)
Lâm: Cibril ; Allah Teâlâ'nn bâtndaki yani ruh ve mânâ pla-
nnda ki elçisidir.
Mîm: Muhammedü'r Resûlullah; zahirdeki yani madde plann-
daki elçisidir.
nsanda da Ruhun iki elçisi vardr. Bâtnî elçi iradedir. Vahyi dile
iletir. Zahiri elçi ise dildir. radenin tercüman ve tabircisidir.47
43 Derleyen'in notu.
44 bnü'l Arabî, Özün Özü, çev.smail Hakk Bursevî, sadeletiren Abdülkadir Akçiçek,
stanbul, s.30.
45 smail Ankaravî, Nake'l-Fusûs erhi, stanbul, s. 17.
46 Abdülkerim Cîlî, Besmelenin erhi, çev.Seyyid Hüseyin Fevzi Paa, 1996, s. 98.
47 bnü'l-Arabî, eceretü'1-Kevn, çev.Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, 2000, s.75-76.
Ayet 1
32
"Elif-Lâm-Mîm"deki Elif tevhide iarettir; Mîm helak edilemez
bir mülke iarettir; bu iki harf arasndaki lam ise, ikisi arasnda
rabta olmas için bir vâstadr..Üzerine lam'n hattnn dütüüsatra bakarsan, Elifin gövdesinin, orada onun ucuna ulat-
n görürsün. Mîm ise oradan aaya doru inmeye çalr. Son-
ra orada "en güzel biçimden" "aalarn aas'na kadar iner ki
buras Mîm'in kökünün biti noktasdr. Nitekim, Allah Teâlâ
öyle buyurmaktadr:.. "Biz insan en güzel biçimdeyarattk, sonra
onu aalarn aasna gönderdik. " (Tîn, 4-5)
Elifin o satr ya da hat üzerine inii tpk Hz. Peygamberin u sö-
zündeki anlam gibidir: "Rabbimiz dünya semâsna iner.. "(Buhar,
Müslim) Bu semâ terkip âleminin ilkidir, çünkü o; Âdem (a.s.)
semasdr. Bundan sonra ate felei gelir. te bu nedenledir ki
elif satrn yada hattn ilk balangcna inmitir. Çünkü o aha-
diyet makamndan yaratklar var etme makamna inmitir; bu
ini bir "takdis" ve "tenzih", bir "temsil" ve bir "tebih" inii de-
ildir, lam, ikisi arasnda bir vâstadr. Hem varedenin (mükev-
vin) hem de var olann (kevn) yerini tutan bir naiptir. O, kendi-
sinden âlemin var edildii kudretin bir simgesidir. O, satrn ba-
na kadar iniinde elife benzer.
Fakat, Vareden de, var olanla karm olduundan, süphan olan
Tanr kendi üzerinde kudretle nitelenmez. Allah Teâlâ yalnzca
yaratklar üzerinde kudret sahibidir. Dolaysyla, kudretin yüzü
yaratklara yöneliktir. Bunun içindir ki kudret vasf Yaratc üze-
rinde deil de sadece yaratklar üzerinde etkilidir. Öyleyse, kud-
ret sfat ulvî veya süflî yaratklarla ilgilidir.
Lâm'n hakikati satr üzerine ulamakla tamamlanmad için,
bu durumda elifle ayn mertebede olur ve kendi hakikati sayesin-
de satrn altna inmeyi ya da satrn üzerinde kalmay ister; tp-
k Mîm'in inii gibi. Demek ki Lâm, Mîm'i var etmek için aa-
ya inmitir, çünkü bu durumda, Mîm suretinde inmek baka
hiçbir harf için mümkün olmaz, dolaysyla bu inite ancak Mîm
(Hz. Muhammed) var edilir. Lâm harfi bir yarm daire yaparak
BAKARA33
aaya iner ve ini yönünün öbür tarafnda satra ular. Böylece
aklla kavranabilen (mâkul) bir yarm felek isteyen, hisle kavra-
nabilen (mahsûs) bir yarm felek hâline dönüür. te bu iki ya-
rm felekten bir tam (daire) felek meydana gelir.
Öyleyse Elif-Lâm-Mîm tek bana ihata eden (bir eyin etrafn
çevirme, sarma, kuatma) bir felek olmutur. Onun çevrimini ta-
mamlayan bir kimse, Zât', sfatlar ve fiillerin nesnelerini (me-
fulleri) tanr. Bu temel hakikate ve bu kefe göre Elif-Lâm-Mîm'i
okuyan bir kimse; Bütün ile Bütün için, Bütün'le beraber ha-
zr olur. O zaman, artk onun müahede edemeyecei hiçbir ey
kalmaz; ancak o kimse, baz eylerin bilgisine sahiptir, baz ey-
lerin bilgisine sahip deildir.
Elifin hareke almasn önleyen aknl (tenezzüh), sfatlarn
ancak fiillerle anlalabileceini belirtir. Nitekim, Hz. Peygam-
ber öyle buyurmutur: "Allah vardr, Allah ile beraber baka hiç-
bir (hakîkî) varlk yoktur." ve "O, evvelce naslsa simdi de öyle-
dir' te bunun için, biz bakmz zâtna doru yöneltmiyoruz.
Hiç kukusuz izafet yani ilgi ancak karlkl ilgi içinde olan iki
varlkla anlalabilir... zafet, ilgi hakknda yaptmz bu uya-
r Elif-Lâm-Mîm'in harflerinden olan Lâm'n Mîm'le birleme-
sinde mevcuttur; burada lam bir sfattr; Mîm ise onun eseri ve
onun fiilidir.48
Bir eyin olmas için (emir veren) Zât, onun iradesi ve bir de
"Kün" yani "Ol" emri lâzmdr. Eer bu Zât ile onun bir e-
yin oluvermesini dileyen iradesi ve olacak eye hitap ve tevec-
cüh eden Kün, "Ol!" emri olmasayd, o ey de var olmazd. Bun-
dan sonra böylece bu eyde üçlü bir birlik meydana geldi. Bu se-
beple bu birlik tarafndan onlarn yaratlmas ve varlk ile vasf-
lanmas gerçekleti. Bu gerçekleme de, önce kendisine emrolu-
nan eyin, Tanr bilgisindeki suretine, sonra bu suretin "Kün"
emrini iitmesine ve daha sonra iittii emre itaat etmesine ba-
48 Ibnü'l-Arabî, Harflerin lmi, çev.Mahmut Kank, Bursa, 2006, s. 105-108.
Âyet
34
ldr. u hâle göre yaratann üçlü birlii, yaratlann üçlü birlii
ile karlat. Yaratlan eyin yokluktan var olmasnda onun sabit
olan zât, kendisini icâd edenin zâtna, bu hitab iitmesi yarata-
nn iradesine ve yaratann ona var olmas için verdii emre uya-
rak varl kabul etmesi de; Hakk'n "Kün" emrine karlk dü-
tüü için, o ey de var olmutur. Demek oluyor ki Allah yarat-
l iini yaratlan eye nispet etti. Eer Allah'n "Ol" emrine kar-
o eyin kendi nefsinde var olmak kuvveti olmasayd, yaratla-
mazd. u hâlde o ey önce yok iken yaratl emrini iitince an-
cak kendi nefsini yaratt.49
bnü'l-Arabi'ye göre vücûdî hakikatin iki yönü vardr: 50
Hakk (fail) -zât irade söz
T T T
Hâli (edilgen) -zât iitme boyun eme
Baz ilim adamlar bu müteâbih (Kur ânn mecazi mânâya elve-
rili âyetleri) âyetlerin yorumunu Allah'tan baka hiç kimse bil-
mez, her kitabn bir srr vardr, Kur'ân'n srr da bu harflerdir,
demilerdir.
Bazlar ise; bu harflerin Yüce Allah'n isimlerinin ba harfleri ol-
duunu söyleyerek bunlar öyle açklamaya çalmlardr: Elif,
Allah isminin bandaki eliftir. Lâm, O'nun Latîf ismine, Mîmise O'nun Mecîd (azamet, büyüklük, ululuk) ve Melik (bâkim-i
mutlak, hükümdar) isimlerine delâlet eder.
Bir baka görüe göre Yüce Allah bu erefli harfler ile yemin et-
mitir (kuvvetlendirmitir).
Bir baka görüe göre ise; Elif, Âlâullah'a (Allah'n alasna)',
Lâm, lütfuna; Mîm, Mecdullah'a (Allah'n mükemmel kâmildeki
49 bnü'l-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev.Nuri Gençosman, stanbul, s.91-92.
50 Ebu'1-Alâ Afifi, Fusûsu l-Hikem Okumalar çin Anahtar, çev.Ekrem Demirli, stanbul,
2002, s.237.
•
BAKARA35
tecellîsi) delâlet eder. Yahut, Elif Allah; lam, Cibril; MimMuhammed'e delâlet eder. Buna göre mânâ öyle olur: Bu kitap
Allah katndan, Cebrail vastasyla Hz.Muhammed'e indirilmi
bir kitaptr. 51
"Elif" Allah demektir. "Lâm", Latîfve "Mîm" de Mecîd (Allah'n
adlarndan, büyük, ulu) demektir. Yani mânâ: "Ben, Latîf ve
Mecîd olan Allah'm" demek oluyor.52
Elif, Allah'tan, Ledün âlemi yoluyla yani Cebrail'le (Lâm), Hz.
Muhammed'e (Mîm) indirilen kitaptr. 53
Fihî-Mâfih 'te bir adam; "Benimle Allah arasnda kl ka-
dar bir eyyok" der, Hz. Mevlânâ da "Ey aklsz, Peygam-
ber olmasayd, Allah'n mânâsn bile bilemezdin" diye ce-
vap verir. Allah ile Peygamber arasnda Cebrail'in olma-
d zaman olur ama bizler Allah' idrâk yolunda her bil-
giyi Peygamber kanalyla alrz. Elif, Lâm, Mîm ile bu du-
rum anlatlmaktadr.
Bu demektir ki; Elif, yani Ahadiyyetin hakikati, Cebrail
vastasyla Hz. Muhammed'in mânâsn, özünü (Hakîkat-i
Muhammedi) aikâr ederek, bizim bu hakikati kendi ka-
pasitemiz ölçüsünde idrâkimizi salar.
Bu idrâk açlnca "Elif" bizim hakikatimiz, "Lâm" bize
bu hakikati öreten, "Mim" ise biz oluruz.54
"Elif, lam, Mîm"
Sûrenin bandaki bu üç harf ile bütün olarak varla iaret edi-
liyor. Çünkü "Elif", ilk varlk olan zâta iarettir. "Lâm", Cebrail
olarak adlandrlan faal akla iarettir. Faal akl, ara varlktr; var-
ln bandan feyz alr, varln sonuna feyz verir. "Mîm" ise,
51 Ali Akpnar, Kuranda Hece Harfleri (Huruf-i Mukattaa) ve Kueyri'nin Hece Harfleri
Yorumu, Tasavvuf lmi ve Akademik Aratrma Dergisi, Ankara 2003, say:ll, s. 55-73.
52 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004/7, c.I, s. 57
53 Halûk Nurbaki, Bakara Sûresi Yorumu, sf. 13.
54 Derleyenin notu.
Ayet 1
36
varln sonunu temsil eden Hz. Muhammed'e iaret eder. "O
Kitab. .
." Daire onunla tamamlanr ve ba ile birleir. Bu yüz-
den Hz.Muhammed (s.a.s.), hâtemdir, mühürdür, sondur. Nite-
kim Hz. Muhammed (s.a.s.) öyle buyurmutur: "Zaman döndü
dolat, yüce Allah'n semâlar ve arz yaratt ilk güne ulat."
Selef âlimlerinden birinin öyle dedii rivayet edilir: "Lâm" har-
fi, iki "Eliften mürekkeptir. Yani "lam", ilim sfat ile birlikte
zât'in karl olarak vazedilmitir. lim sfat ve zât, daha önce
iaret ettiimiz üç ilâhî âlemin ikisini temsil ederler. Dolaysyla
Allah'n isimlerinden biridir. Çünkü her isim herhangi bir sfat-
la birlikte zâttan ibarettir.
"Mîm" ise, bütün sfatlarla ve fiillerle birlikte zâta iarettir. Fi-
iller araclyla zât, ism-i âzam olan Muhammedi surette ken-
dini perdeler ve ancak bilenler bunu anlayabilirler. Zâtn sureti
olan "mîm"de nasl gizlendiini görmüyor musunuz? Çünkü
"Mîm"in yapsnda "Mîm" "Yâ" harfi vardr; "Yâ" harfinde ise
"Elif" bulunur.
Hece harflerinin vazedilmesinin altndaki sr ise, her harfin
içinde mutlaka "elif" harfinin bulunmasdr. Aadaki açk-
lamay yapanlarn bu yaklam bizim açklamamza yakn bir
mâhiyettedir. Diyorlar ki: "Bunun anlam: her eyi bilen ve hik-
met sahibi olan Allah'a yemindir. Çünkü Cebrail ilim sfatnn
mazhardr, dolaysyla "Alim" ismidir. Muhammed ise hikme-
tin mazhardr ve Allah'n "Hakîm" ismidir. Buradan hareket-
le; "Allah'n isimlerinden her birinin altnda O'nun sonsuz isim-
leri vardr," diyenlerin bu sözlerini daha açk bir ekilde anlaya-
biliyoruz. lim, sebepler ve müsebbepler (sebep üzere vücûda ge-
tirilmi olanlar) âlemi olan hikmet âleminde fiile elik etmedii,
dolaysyla hikmete dönümedii sürece tamamlanamaz, kemâle
ermez. Bu yüzden slâm da srf "Lâ ilahe illallah "(Allah'tan ba-
ka ilâh yoktur) demekle hâsl olmaz; slâm'n hâsl olmas için
"Lâ ilahe illallah"n "Muhammedu'r-rasûlullah" Muhammed
Allah'n rasûludur) ifadesiyle birlikte olmas arttr. 5 -
55 bnü'l-Arabî, Tefsir-i Kebîr Te'vîlât, çev.Vahdettin nce, stanbul, c. I, s.33-34.
AYET 2:
Zâlikel-kitâbü lâ raybe fîh hüden li'lmüttekîne
Bu doruluu üphe götürmeyen kitaptr.
Allah'a kar olmaktan saknanlara yol gösterir.
(Kenan Rifâî Hz.)
te o kitap, bunda üphe yok, müttakîler
(kötülükten korunacaklar) için hidâyettir.
(Elmall)
O kitap (Kuran); onda asla üphe yoktur. O, müttakîler için
(saknanlar ve arnmak isteyenler) için bir yol göstericidir.
(Diyanet)
Burada aikâr olan; kitaba kar üphe, yalnz müminler için
kaldrlyor. Onlar îmân eylediler. ..Lâkin delili nazara al-
madlar. Akln baland kaytlara balanp kalmadlar. Ken-
dilerine gelen her eyi seksiz üphesiz kabul eylediler. Kendileri-
ne haber verilen eyin vukuuna kesin îmân ettiler. Hem de üp-
hesiz. Bir kimsenin îmân delillere nazarla kalrsa, akl kayd ile
balanp durursa o; kitaba, ekle bakar.56
56 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.435.
Ayet 2
38
"te o kitap! "(Zâlike'l-kitabü)
Zâlike
Bundan maksad, önceki kitaplarda indirilecei vaadolunan kâmil
kitaptr. Kitap yaknmzda olduu hâlde, uzaa iaret için kul-
lanlan "zâlike" edat ile iaret edilmesi, dier kitaplarda gelece-
i vaat edimi olmas hasebiyle uzak hükmünde oluundandr.57
Allah, (zâlike iaret zamirinin ilk harfi olan) Zel demitir. Bu,
belirsiz bir harftir. Belirsizlii ise kitap kelimesiyle açklam-
tr. Kitap, Zel'in (gösterdii) hakikatidir. Allah, kitab belirli-
lik taksyla (el) zikretti. Belirlilik taks (harf-i tarif), Elif-Lâm-
Mîm'dekinden farkl bir tarzda bulunur. Çünkü bu iki harf ora-
da birlik mahallidir; burada ise ayrmann ilk aamasndadr.
Söz konusu ayrma, bilhassa sûrenin srlarnn ayrmasdr,
yoksa baka sûrelerin srlarnn ayrmas gibi deildir. te, var-
lktaki hakikatlerin sralan böyledir.58
Allah Teâlâ'nn (Bakara Sûresinin banda) Elif-Lâm-Mîm'den
sonra zâlike' 1-kitab (Bu kitap) demesi, sanki uzaktaki bir varl-
a iarettir. Uzakln sebebi udur: Allah kitaba iaret edip -ki
ayrma mahalli mesabesindeki ayrlm olandr- ve Lâm harfini
(vahiy) iaret zamiri olan zâlike'ye katmtr. (Vahyolunmu ki-
tap) Bu da, bu makamda uzakl dile getirir. Allah ehline göre
iaret, uzaklktaki nidadr (çarma).
Fark hitabn baka bir farktan geldiini tevehhüm etmesin (zan-
netmesin) diye Zel harfi ile (ki o kitaptr ve ikinci fark maka-
mdr. Lâm, o da sfattr ve birinci fark makamdr) arasna cem'
(bir olma, farkn ortadan kalkmas) mahalli olan Elif girmitir.
Fark, hitabn baka bir farktan olduu vehminde olsayd, asla
57 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s.59.
58 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s. 171.
BAKARA39
hakikate ulaamazd. Elif o ikisini ayrm, Zel ile Lâm aras-
na perde olmutur. Zel, Lama kavumak istemi, Elif onun kar-
sna çkm ve öyle demi: "Ancak benim vâstamla kavuabi-
lirsin". Lâm da, emanetini vermek için Zel'e kavumak istemi,
Elif ona da kar çkm ve "ancak benim vâstamla kavuabilir-
sin" demitir.59
Kitaptaki (Zel) vahyi (Lâm) görebilmek için, Kadir gecesi-
ne (Allah'n tecellisine) ihtiyaç vardr. 60
O Kitap
Kur'ân- Kerîm'in temel kavramlarndan biri olan kitap, 250'den
fazla yerde geçmektedir. Türkçe'deki kitap anlam yannda yaz-
l ey; yaz, yazlan ve yazdrlan anlamlarna da gelir.
Kur'ân terminolojisinde en geni anlamyla Tanr tarafndan
yazdrlan ey demek olan kitap, bu anlamda îmânn temel ko-
nularndan biridir.
Kur'ân'n kitapla ilgili verilerini incelediimizde, bu kavramla
unlarn kastedildiklerini görüyoruz:
1. Genel anlamda vahy: lk peygamberden sonuncuya kadar
bütün nebilerin aldklar vahiyler bir kitap oluturur. Ba-
ka bir ifadeyle peygamberlere parça kitaplar hâlinde gelmi
olan vahiyler bir ana kitabn veya kitaplarn anasnn frag-
manlardr, (bkz. Zuhruf, 4) Kitaplarn anas Tanr katn-
dadr. (bk. Ra'd, 39)
Kitaplarn anasndan peygamberlere gelmi olan parçalarn
bir ksm ayrca kitaplar oluturur. Bunlar Zebur, Tevrat,
ncil ve Kur'ân'dr. Bir ksm parçalarsa insanlk dünyasna
suhuf (sayfalar; Kur'ân da Adem, it, îdrîs, brahim Peygam-
berlere gönderilen kitaplarn genelad) olarak gönderilmitir.
59 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s. 170.
60 Derleyenin notu.
Ayet 2
40
2. Son Peygambere gelmi bulunan vahiyler toplam: Bu
Kur'ân'dr. Nitekim Kur'ân- Kerîm bir çok yerde kendisi-
ni kitap olarak anmaktadr. (Örn. bkz. Sâd, 29; Fussilet, 3;
Zuhruf, 2; Duhân, 2)
Daha ilk âyetlerinden birinde Kur'ân kendini "içinde ku-
ku, kuruntu ve çelikinin yer almad kitap" (Bakara, 2)
olarak tantmaktadr. Kur'ân'n adlarndan biri de Kitap'tr.
Bu daha çok Kitâbullah (Allah 'in kitab) olarak kullanlr.
3. Bütün kâinat: Kur'ân'a göre varlk ve olu bütünüyle bir ki-
tap oluturur.
4. nsan: Kur'ân insan da bir kitap olarak sunar.
5. Evrensel kayt kitab: Bu tüm olularn, özellikle insann
fiillerinin kaydedildii bir evrensel kompütür gibidir ki
her ferdin hayr ve erri burada kaydedilir. (Kehf, 47-49;
Câsiye, 29)
6. Her ferdin amellerinin kaydedildii bireysel disket: Evrensel
kompütürde her bireyin hareket ve niyetlerinin ilendii ka-
yt levhasna da Kur'ân kitap diyor. Bu disket levhalar, he-
sap gününde insann önüne konur ve ona "Oku, kendi özel
kitabn, bugün sana tank olarak öz nefsin yeter." (bkz. Isrâ,
13-14)
Kitap kavramyla ilgili u incelii de hatrlatmak gerekir:
Kur'ân'a göre insann önüne, okunmak üzere konan üç temel ki-
tap vardr. Kâinat kitab, vahiy kitab (Kur'ân) ve insann bizzat
kendisi...61
Kitap, sûrelerden, âyetlerden, kelimelerden ve harflerden meyda-
na gelir.
Sûreler, kemâle ait tecellîlerden ibaret olan zatî suretler demektir.
61 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.348-
350.
BAKARA41
Âyetler, cem'in hakikatlerinden ibarettir. Her husûsî mânâs iti-
bariyle ilâhî cem'e delâlet (iaret) eder. O ilâhî cem de, okunan o
âyetin mânâsndan anlalr.
lâhî kelimeler, aynî mahlûklarn (yaratlm) hakikatlerinden
ibarettir. Yani, müahede (görme) âleminde meydana çkan
mahlûkât demektir.
Harfler: Bunlar noktal ve noktasz olmak üzere iki ksmdr.
1- Noktal harfler: lâhî ilimdeki Âyân- Sabiteden ibarettir.
2- Noktasz harfler: ki nevidir (çeittir)
a- Birinci nev'i: Bunlar kemâl icaplarna iarettir. Kendi-
lerine üst taraftan harfler bitiir, fakat kendileri baka
harflerle bitimezler.
Elif, Dâl, Râ, Vav, LameliP dir.
Bunlarn kemâl icaplar: Zât, Hayat, lim, Kudret,
rade'd ir.
b- kinci nev'kîki taraftan da bitiebilir. Bunlar dokuz ta-
nedir.
Hâ, Sîn, Sâd, Ti, Ayn, Kâf, Lam, Mîm, He'dir.
Bu dokuz tane ile olan iaret insân- kâmiledir.
Çünkü nsân- kâmil ilâhî be hazreti ihtiva ettii gibi
varla ait dört eyden ibaret olan dört unsur ile olan-
lardan meydana gelenleri de ihtiva eder. Yani; Kâmil
vasfnda, ilâhî olan be vasf ile, halka ait dört vasfn
beynini birletirmitir. nsân- Kâmil harflerinin nok-
tasz olmasndaki sebep; Cenâb- Hakkn onu kendi
suretinde yaratmasdr. Fakat ilâhî mutlak hakikatler,
insana ait mukayyet (kaytl) hakikatlerden ayrlm-
tr. Çünkü insan, kendini var eden bir mucide (icad
eden) dayanmtr. O mûcid de her ne kadar kendi-
si ise de; insann hükmü, bakasna dayanmaktadr.
te bundan dolay Noktasz (insana ait) harfler de
Ayet 2
42
hem baka harflere müteallik (bitiik), hem de baka
harfler o (insana ait) harflere mütealliktir.
...Allah'n kitabna toplu bir hâlde baklnca, tek âyetten ibaret
olduu görülür...
Böyle olmasna ramen, onun içi, Rabbani iaret ve alâmetlerle
doludur.
Bir kimseye, Allah Teâlâ, kitabndakilerin iç mânâlarn anla-
may, bir de eriatn zahirî ahkâmna sarlmay nasib ederse...
ite, anlatlan hâle eren kimse, her iki kymeti birden elde etmi
olur..62
• Kitab; kendisinde yokluk düünülmeyen mutlak varlk demektir.
...Allah'n kitab, kelâm demektir. 63
• Kitap toplama ve birletirme mertebesidir. Bu anlamda toplayan
ve birletiren her ey kitaptr.
Toplayc kitap, âlemde dalm hakikatleri kendinde toplayan
Adem'dir.
1. Bütün âlem Adem'in tafsili, Âdem ise toplayc kitaptr.
Âleme göre Âdem ceset için beden gibidir. O hâlde insan
âlemin ruhu, âlem ise bedendir.
2. nsan Rabbinin kitabdr.
3. Sen bir kitapsn, yazl her ey sendedir, kendinden her eyi
silebilirsin, dilersen okursun. Ancak sen varsn, bu yüzden
zahirin dünya, bâtnn âhirettir.64
• A insan! Tanr kitab sensin, sen!
Ey Tanrnn kitabnn nüshas olan sen ve ey ah 'ln cemâlinin
aynas olan sen! Âlemde senin dnda olan bir ey yoktur. Her
istediini kendinden iste, (ara), çünkü her ey sensin.65
62 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 124.
63 Suad El-Hakîm, bnü'l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s. 422- 423.
64 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, FîhiMâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985, s. 121.
65 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 175.
BAKARA43
srâ Sûresi 14. âyette "krâ kitâbeke": Kendi kitabn oku buyu-
ruluyor. Çünkü her ey oradadr.66
Kendi kitabn oku demek, kalbinde gizli olan, Hakk'n emane-
tini bul demektir.nsan bir kitâb- mübindir (doruyu yanltan
ayran, aikâr bir kitaptr) ki dünya ve âhiret ona sntr. uhâlde eline külüngü (büyük kazmay) al, fena ahlâklarn kazma-
ya bala. Her tabakada yeni bir ilerleme görülür. Evvela toprak
sonra kil; bakarsn sonra da su çkverir. te kendi kitabn oku-
maktan maksat, marifettir. Yani nefsini bilmektir.67
"Devletlim! Evvela karma u kâinat kitabn açtn ve:
-Oku! Dedin.
Ben acemi fakat çalkan bir talebe gibi, onu kelime kelime hece-
lemeye baladm. Dostlarm buna ahittir. Bir kr çiçeinde, bir
çi tanesinde, bir incecik su rltsnda, zevkte, tebessümde hep
senin parmak izlerini görerek hzl hzl okuyor ve yanmdakile-
re söylüyordum.
Fakat bunlara, bu güzelliklere doymadan sahifeler karmda dö-
nüyor, bütün telama ramen, zahmette, meakkatte (güçlük),
göz yanda, strapta gene senin dehana ve hünerine ahit olu-
yordum. te böylece de gece demiyor, gündüz demiyor, önüme
ne gelirse okuyor, okuyordum.
Nihayet yorgunluuma acm miydin, neydi? Karma gelip
gene bana dedin ki:
-Kâinat kitabn okumak uzun sürer; kendi kitabn oku!
Bu, o büyük kitabn hülâsas (öz) idi; onda da güzelliklerde çir-
kinliklerden, zevklerden ve aclardan izler, eserler, görünüler
vard. Belki hakîkaten bu, ötekinden küçüktü; ancak kâinat ki-
tabna smayan büyüklükler buna smt.armtm. "Ben bunu, bu karmakark, sökülmez, ezberlen-
66 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.622.
67 Sâmiha Ayverdi, Yusufçuk, stanbul, 1997, s.3-4
Ayet 2
44
mez çetin kitab nasl okurum," diye düünürken, bir kere daha
karma geldin ve:
-Kendi kitabn okumak uzun sürer, beni oku! dedin.
-Seni mi, Devletlim? Acaba bu cihanda seni okumu kim vardr
ki ben bu bahtiyarlar arasnda saylaym? "Benden bir olmaz is-
temekle, beyhude (bo) didinip, tebah (yok olu) olmam m isti-
yorsun?" diye haykrdm.
O zaman tekrar yanma geldin. Hayr, hayr...yanma gelmek de
ne demek? Gözüm oldun, dilim oldun, tenimdeki canm oldun
ve bunlar, benim yerime kendin okudun." 68
• Kur'ân batan aa insân- kâmili söyler. Kemâli bulmak için
insann nefsinin ayplardan temizlenmesini tezkiyesini (arndr-
ma), ruhunun aklanmasn ve ona lâzm olacak amellerin ifâsn
(yerine getirme) söyler. Yoksa Kur'ân'dan maksat, sadece onu
tecvit üzere okumak deildir. Mânâsn anlamaktr. Kur'ân'n
mânâs braklyor da teferruat ile uralyor. Hâlbuki o teferru-
at, hep o mânâ içindir. Onun için Kur'ân- Kerîm'i her saat hal-
dr haldr okumak deil, okuduunla amel etmek lâzmdr. Böy-
le olmadktan sonra ne fayda? 69
• Bütün kâinatta ne yazlm ise, Allah onlarn hepsini bu küçü-
cük vücûda sdrmtr. Ayp deil mi bize ki, eein üstünde-
ki Kur'ân- Kerîm nasl kendisine bir fayda vermezse, biz de bu
nimetler içimizde olduu hâlde onu görüp istifade (yararlanmak)
etmeyelim.
Reva (uygun) mdr ki maddî manevî bunca varlklara sahip ola-
sn da, kendinde olan bu servetten gafil (habersiz) olasn? Kur'ân
tayan merkepler (eek) gibi, tadn o Kur'ân' yalnz tamak-
la yetinesin. Allah sana beer olmak erefini ihsan etmi iken
kadrini bilmemek elbet nankörlüktür. Onun için çalmalyz.
68 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.496.
69 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.492-493.
BAKARA45
Çalacaz (takva) her hususta çalacaz. Dünyaya gelmekten
maksat, ancak bu hakikatleri bilmek ve hemcinsimize hizmet et-
mektir. Yoksa sadece yat, ye, iç, kalk, darda evde bolca laf...
Olmaz bu... Lâzm olan, insann insanln bulmasdr. Çünkü
insanlk büyük eydir. te oraya ayak bastn m, artk vara yoka
itirazlar, dedikodular kalmaz. Dâima edep dairesinde hareket
eder, kimseye fena nazar ile bakmaz, hereyi Cenâb- Hakk'n
yaptn bilir, dâima iyilie çalrsn.
Hâsl (sözün ksas) illa güzel ahlâk, illa güzel ahlâk... Ahlâk ol-
mazsa, ibâdetten de bir fayda hâsl (meydana gelme) olmaz.-o
Hz. Aye'den, Resûlullah efendimizin ahlâkn sormular. Ce-
vap olarak: "Siz Kur'ân okumuyor musunuz? Resûlullah'n
ahlâk' Kur'ân'd," buyurmu. 71
Bütün Kur'ân sebebi gidermeye aittir. Zahiren yoksul olan
Peygamber'in yüceliini, yine zahiren yüce olan Ebû Leheb'in
helakini (yok olma) anlatr durur. 772
Bil ki Kur'ân'n bir zahiri var. Zahirin de gizli ve pek kuvvet-
li bir iç yüzü var.
O bâtnn bir bâtn (iç, öz), onun da bir üçüncü bâtn var ki
onu akllar anlayamaz, hayran kalr.
Kur'ân'n dördüncü bâtnnysa esiz örneksiz Tanr'dan baka
kimse görmemi, kimse bilmemitir.
Oul, sen Kur'ân'n d yüzüne bakma.. eytan da Adem'i top-
raktan ibaret gördü, hakikatine eremedi!
Kur'ân'n zahiri insana benzer... sureti görünür, meydandadr
da can gizli!73
70 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.323.
71 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi,çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.205.
72 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî ,çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.347.
73 Ken an Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.545.
Ayet 2
46
Kur'ân- Kerîm'in bâtn (iç, öz) mânâs akln üstündedir. Meselâ
ben size, 'Her ey bu dünyadadr; âhiret de bu dünyann içinde-
dir,' dersem, bunu görecek göz zahir (görünen) gözü deildir. Bu
hakikati görmek ve bilmek için bir baka göz ve bir baka akl
lâzmdr. te bu yolda akln itirazlarna yol yoktur.74
Sapklar, Kur'ân'da sözden, laftan baka bir ey görmezlerse a-
lmaz ki.
Körün gözüne, nurlarla dolu günein klar gelmez de yalnz
bir hararet gelir.75
Allah Kur'ân'da tecellî etmitir. Fakat görmüyorlar. Ancak edep
sahibi tecellîye mazhardr (göründüü yer). Edep ise 'lâ ilahe il-
lallah' demektir. Yani ben yokum, ancak Allah var demek. Bu da
laf ile elde edilemez, Allah'n tecellîsine mazhar olmakla müm-
kün olur.
Fakat, 'Herkes bu tecellîye mazhar olur mu?' dersen, o tecellî sa-
hibini görüp ondan feyz almas, göreni görmesi hatta göreni gö-
reni görmesi dahi feyzi için yeter bir imtiyazdr.
u iki eyi iyi düün:
1- Büyük kitab: Yani Kur'ân- Mübîn'i ki, Kâinat Kitabnn
özüdür.
2- Kitâb- Nâtk' (konuan kitab): Yani Hz. Muhammed'i (s. a. s.)
Evet o kitabn derinliklerine dal; yalnz ölüne okuyup, sözleri-
ni kraat edip ya da hafz dinlemekle yetinme; mezarlk kitab
da sanma; hükümlerine uy! Çünkü O kitab, ruhu mânâlara te-
vik ile insana insanl öretir. En yüksek ahlâk tâlim eder (ö-
retir).7G
74 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988, s.346.
75 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.479.
76 Ahmet Kayhan, Maddi-Mânevi Kur'ân ve ilmin Günei Hazreti Pir Seyyid Sultan
Abdülkadir-i Geylâni, Ankara, 1998, s. 159.
BAKARA47
"Kuku, çelime, tutarszlk yok onda." (la raybe fiyh)
Bu âyetle de (Bakara, 2) Allah Teâlâ, Elifin, Lâm'n ve Mîm'in
hakikatine iaret etti... icmal (ksaltmak,bir araya toplamak)
yolu ile; zâta, isimlere ve sfatlara iarettir. -"Bu Kitap" (Baka-
ra, 2)
Burada Kitap; nsân- Kâmil'dir.
Elif-Lâm-Mîm-ise: Bu insann hakikâtine iarettir.77
rayb (üphe): Aslnda nefse bir zdrap, bir kuku vermek
mânâsna masdar iken, lügat örfünde bu zdraba balca bir se-
bep olan ek ve üphe mânâsnda kullanlmas üstün gelmitir.
Yani rayb, üpheye yakn ve fazla olarak kötü zan gibi bir töhmet
mânâsn da kapsar. Fakat asl mânâs üphe ve kuku, yani ku-
kulu üphedir.78
Kur'ân, her türlü üpheden uzak ve her töhmetten (itham ve zan
altnda bulunmak) uzak klnmtr. Kitaplar içinde hak "kendi-
sinde üphe olmayan" Allah'n kitab olduunu bunun kadar ke-
sinlik ve üphesizlik ile bilinen ve doru yolu bunun kadar gös-
teren hiçbir kitap yoktur. Bunun ne vahyinin nitelii ve inme-
sinde bir üphe, ne de tebliinde bir töhmet (itham ve zan altn-
da bulunmak) vardr.79
Hakk'n indirdii, Hakk'n iar, doru haber veren, maksad
yalnz iyilik ve insanln mutluluu olan bu kitapta, üpheye
yer verecek ne bir cehalet (bilgisizlik) ve gaflet (hakikatten haber-
siz olmak), ne de kötü bir niyet ve bozuk maksadn tasavvuruna
imkân yoktur. 80
77 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 125.
78 Elmahl M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s. 158.
79 Elmahl M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s. 157
80 Elmahl M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.157
Ayet 2
48
Allah, "Bu konuda hiçbir ekilde üphelenmeye yer yoktur" diye
açk olarak mutlak güvence balamtr ki bunda Resûlullah'n
ruhunun, vahyi, gerek kabul etmede ve gerek tebli (ulatrma)
etmede sözünde duran emin bir kii olduunu kaydetmek ve ilan
etmek vardr. Ve bu ekilde kitabn kendisinde hiçbir üphe ol-
madn kaydetmek, kitab tebli eden Muhammed el-Emîn'in
kendisinde de hiçbir üphe bulunmadnn tescilidir.81
'O kitap''gayba iarettir. Allah'n ezelde kendi nefsineyaz-
d kitaptr. Tevrat ile InciVin kastedildii de kabul edi-
lebilir bir savdr bu hitapta. öyle ki: Tevratla incil'in ta-
mamlanmas olarak kastedilmi 'Kuran diye düünüle-
bilir. Tevrat' da incil'i de bu gözle deerlendirenler 'na-
maz klanlardan olarak adlandrlmtr. Rayb kuku an-
lamndadr. 'O kitap'ta kuku yoktur. Siz Kur'ân dan üp-
he duyabilirsiniz; ama o kuku duyulacak kitap deildir.82
Hz. Muhammed zamannda sözlerin en güzelini, en dorusu-
nu, en sanatl olann söylemek revaçta idi. Hatipler ve airler,
toplumun en sayg gören insanlar olmutu. iir ve kelâm sa-
hiplerine adeta kutsal insan gözüyle baklyordu. Hz. Muham-
med ite böyle bir zamanda Kur'ân- Kerîm'in sûrelerini ilan
etti. Okuma yazma bilmeyen, bir Tanr ümmîsinin böylesine
güzel, ulvî, sanatl ve her sözden üstün bir telkin lisanyla söy-
ledii âyetler o devrin bütün fesahat {güzel, düzgün konuma)
ve belagat {güzel, pürüzsüz söz söyleme) ehlini hayrette brakt.
Çünkü Hz. Muhammedi Allah söyletiyor, onun dilinden biz-
zat büyük yaratc konuuyordu. Asrlardan beri ve bugün hâlâ
Kur'ân- Kerîm'in hiçbir dilde kendi terennüm (ahenkli bir ses-
le okumak, mûsikîli söz) lisânndaki ilâhîlik ve güzellikle ifade ve
tercüme edilemeyii de bundandr. 83
81 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.158.
82 Derleyenin notu.
83 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.79.
BAKARA49
Harfler ve sözler birer kap gibidir. Onlarn delâlet ettii mânâlar
ise kabn içindeki su gibidir. Mânâ denizi de Allah'n yannda
bulunan Ümmü'l-Kitap'dr.
Allah her kimin kalbine mihenk koymusa, ancak o kimse
yakîni üpheden ayrt edebilir.84
Kur'ân, gerçi Peygamber'in dudandan çkar ama kim Tanr
söylemedi derse kâfirdir. Sureti fânidir; o bir ayna kesilmitir. O
aynada bakalarnn yüzünden baka bir ey görünmez.! Orada
çirkin bir surat görürsen, gördüün de sensin. îsâ ve Meryem'i
görürsen yine gördüklerin senden ibarettir. O ne budur, ne o..her
eyden ar durudur., yalnz senin önüne senin suretini kor!8
'
Bununla beraber Kur'ân'n mertebesi gizli deildir. Kur'ân'n, e-
ref ve fazileti herkesçe bilinmektedir. Çünkü Allah'a yakn olan
kelâmlardan hiç biri Kelâmullâh'n dengi olamaz.
Bu durumda zâkire (zikreden kii) gereken zikrini yapaca za-
man zikrini Kur'ân'da vârid olan zikirden tertip etmesi ve bun-
larla Allah' zikretmesidir. Böylece zikrederken ayn zamanda
Kur'ân da okuru olur. Kur'ân okuru olduunda ise Allah'n ken-
di zâtn zikrettii zikri de nakletmi olur. Böyle yapt zaman
kendisini, Rabbinin "Onu yanna al ki Allah'n kelâmn iitsin!"
(Tevbe, 6) ve "Allah, kendisine hamd eden kimseyi duymakta-
dr." sözlerinde iaret edilen mertebeye koymu olur.
Kur'ân okuyan kulun mükellefolduu günlerde dünyadaki yük-
selii kendi okuyuundan Allah'n okuyuuna yükselmesidir. Bu
durum Hakk'n kulunun dilinden tilâvet etmesi ile olur. nitekim
Hakk, kulunun kendisiyle iittii kula, gördüü gözü, tuttuu
eli ve yürüdüü aya olmaktayd. . . Bunun gibi kendisiyle söz
söyledii ve kendisini ifâde ettii lisan da olur.
84 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.46.
85 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.IV, stanbul, 1988,
s.171, beyit. 212, s.173, beyit 2140, 2142-2143
Ayet 2
50
Artk kul; Allah'a hamd, Onu tebih ve tehlil edecekse bunu an-
cak Kur'ân'da geçen ifâdelerle yapar. Bundan dolay da kendi
okuyuundan Rabbinin okuyuuna yükselir.
Nitekim kyamette kul okumasnn ulat son âyete dek yük-
selir. Sonunda bu âyetin lâyk olduu mertebede durur. Bu âyet
ise kul okuduunda Rabbinin kulun azndan okuduu âyettir.
Bundan dolay sözlerin en seçkini ve mâruf olan Allah'n
kelâmdr.
Onun peygamberi, O'dur. Yani Kendisi, Onun risâleti (peygam-
berlik) O'dur. Yani Elçisi O'dur. Yani, kendisi.
Keza, kelâm da Odur. Yani kendisi.
O, bir elçi gönderdi: Kendisinden, kendisiyle, kendisine.
Ne sebep, ne vâsta. Bunlar yok. Çkar bunlar aklndan.
Elçiyi gönderen, elçinin getirdikleri, elçinin kendisi ve elçinin
geldii kimse; bunlarn hepsi ayn varlktr; tek eydir. 86
Büyük srlar küçük görülerle bilinmez. Onlar bilmek için
allâme {çok bilgili) olmak da yetmez. Ulularn vârisi olan kâmil
insan bul; o yüce bir kitaptr O'nu oku, böylece de muhtaç ol-
duun Allah ilmini tahsil edip Hakk arifi ol!87
Kuran: Zâttr.
Furkân: Sfattr.
Kitap : Mutlak varlktr. 88
86 bnü'l-Arabî, Mir'âtü'l-lrfan, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, Mays 2000, s.22-23.
87 bnü'l-Arabî, Mir'âtü'l-lrfan, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, Mays 2000, s.22-23.
88 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 125.
BAKARA51
Bir klavuzdur (hidâyettir) o,
(Hüden)
Hidâyet
Hidâyet ve hüdâ; doruyu, iyiyi, güzeli fark etmek, bunlara gi-
den yolda yürümek anlamlarnda olup, bu kökten türeyen keli-
melerin Kur'ân bünyesindeki says 250 küsurdur. Hidâyeti bul-
maya veya göstermeye ihtida (doru yola girme, müslüman olma)
veya hüdâ denmektedir. Allah'n isimlerinden biri de Hâdî yani
hidâyet veren, hidâyete erdirendir.
Kur'ân- Kerîm daha ilk âyetlerinden birinde (Bakara, 2) ve tabiî
ki, bir çok âyetinde kendisini, "Allah'a yaknlamak gayretinde
olanlarn hidâyeti" yani yol göstericisi olarak tantr.
Hidâyet, Türk müfessiri Elmall tarafndan çok güzel ifade edil-
mitir. Diyor ki: "Hidâyet, istenene ulatracak eye lütuf ve tat-
llkla delâlet etmektir ki, yolu sadece gösterivermek, yahut yola
götürüvermek ekillerinden biriyle gerçekleebilir. Evvelkine sa-
dece göstermek veya irâd; ikinciye, ulatran araclk veya tevfik
{Allah'n muvaffak klmas) denir. Bunda lütuftan maksat, sertlik
ve iddet kart olan scaklk ve yumuaklktr. Burada esas olan
inceliktir. Hidâyet, istenen hayra ulatrmaktr. Meselâ, hrsza
yol göstermeye hidâyet denmez. »89
El-Hâdî, hidâyet kelimesinden türetilmitir. O, kalpleri mari-
fetine; nefisleri itaatine; sevdiklerini kendisine; âlimleri ise, iin
gerçeini müahedeye (görmeye) ulatrandr.
Hidâyet, ya tevfikidir (elçi olarak gönderme); bu, saadet meydana
getiren hidâyettir ve bunu nebî ve seçkin velîler îfâ ederler. Ya da,
açklaycdr; bu da, indirilen eriattr. Bu hidâyet, genel hakkn-
da ilmi, seçkinlerde ise saadeti meydana getirir.
89 Yaar Nuri Öztürk, Kur'ân - Kerim Ansiklopedisi, stanbul, 1990, s. 134-135.
Ayet 2
52
Bu ismin hükümlerinin özelliklerinden birisi, tevfik ve beyândr.
Buna göre tevfik, peygamberlerin rehberliini benimsemek ve
ona balanmaktr; açklamak ise, Hakkn gönderdii eyi nazarî
akln hükmüyle veya düüncenin tevilinden hareket ederek zan-
la deil kefe dayanarak erh etmektir.90
Bu kitap esas itibariyle "insanlar için hidâyettir." Genellikle in-
sanlar irâd ve doru yolu göstermek için inmitir, iyilik ve yu-
muaklkla yol göstermek demek olan bu hidâyeti, bu çar ve
rehberliin esas itibariyle una buna tahsis edilmesi yoktur. Fa-
kat hidâyetten istenen ey ihtida, yani maksada kavuma gaye-
si, imdiki hâlde veya gelecekte, saknma sfatna sahip olanlara
nasip olacak, ftrî kabiliyetlerini kaybetmi olanlar bundan fay-
dalanmayacak ve belki zarara uram olacaklardr... Hüdâ, hem
lâzim (geçisiz) hem de müteaddî (geçili) olur. Fatihada açk-
land üzere hidâyet, yol göstermek ve istenen eye ulatrmak
gibi iki mânâda ortaktr veya kullanlmaktadr ki, birine "gaye-
ye ulatrmayan hidâyet" dierine "gayeye ulatran hidâyet" de-
nilir. Yüce Allah'a göre biri ulatran yolu göstermek ve irâd et-
mek, dieri hidâyeti yaratmak ve insanlar baarl klmak de-
mektir. Kur'ân'da ikisi de geçmitir... Ancak aratrma yapld-
nda Kur'ân'a nisbet edilen hidâyetin irâdla ilgili hidâyet ola-
ca ortaya çkar. Çünkü baar ve insanlar doru yola iletme-
yi yaratmak, kelâm sfat ile deil, fiil sfat iledir... Bundan da
anlalyor ki, bu kitap ile gerçekleen Allah'n iradnn etki-
li olmas ve baarya yaklatrmas için muhatap olan insanlarn
ihtiyarî fiilleri adeta art klnmtr. Kur'ân herkese genel bir
ekilde doru yolu göstermek için inmi olmakla beraber, her-
kes bunu kabul etmede ve isteyerek seçmede eit olmayacak, ba-
zlar buna iradesini harcamayacaktr. Çünkü insanln ftrat-
nn (yaratlnn) aslnda genel olan hitap kabiliyeti birtakm in-
sanlarda kötü alkanlklarn tamamen ortadan kalkm bulu-
nacandan; Kur'ân'n irâdlar tam belagat (güzel söz söyleme)
90 Sadreddin Konevî, Esmâ-i Hüsnâ erhi, çev. Ekrem demirli, stanbul, 2004, s.232.
BAKARA53
ve kapsaml gerçekleri ile beraber, o gibilerin kalplerinde tabiî
olarak sevinç arzusunu uyandrmayacak ve belki ters etki yapa-
caktr. Bunun için hitabn esas faydas, hüsn-i ihtiyar (güzel ter-
cih) yeteneine sahip olan kabiliyet sahiplerine ait olacaktr ki,
bunlar da takvas veya en azndan saknma yetenei bulunan
müttakîlerdir (takva sahipleri). Bundan dolay Kur'ân'n inmesi-
nin hikmeti, balangçta insan iradesinin katlmas art ile bü-
tün insanlara hidâyet etmektir... Fakat bu hidâyetten faydalan-
mann ilk art Allah'tan gerei gibi korkmay seçmek yani ko-
runmay istemektir.91
Bir adam: Benim öyle bir hâlim olur ki, oraya ne Muhammed,
ne de Allah'a en yakn bir melek samaz (Hadîs) diyordu. eyh
buyurdu ki: "Tuhaf! Bir kulun bir hâli olsun da Muhammed
oraya smasn! Sende Muhammed'in bilesmad bir hâl olur
da acaba Muhammed'in böyle bir hâli olmaz m? Senin bu hâlin
onun bereketinin tesirinde deil mi? Çünkü ilk önce bütün ba-
lar, ihsanlar onun üzerine döktüler. O zaman ondan baka-
larna dald. Âdet böyle olduundan Yüce Allann Elçisi sana
selâm olsun ve Allann rahmeti, bereketi senin üzerinde olsun!"
buyurmutur. Yani, bütün saçlar senin üzerine saçtm, buyur-
mu, Peygamber de: "Salih kullar üzerine!" demitir.
Allah yolu çok korkulu, kapal ve karla örtülü idi. lk önce can-
n tehlikeye sokup atn süren ve yolu yarp geçen o oldu: Her-
kesin bu yolda gidebilmesi, onun yol göstermesi ve inayeti saye-
sinde olur. Yolu ilk defa o bulduu ve her yere; bu tarafa gitme-
yiniz; eer o tarafa gidecek olursanz ölürsünüz. Ad ve Semûd
kavmi gibi yok olursunuz. Yok eer bu tarafa gidecek olursa-
nz, müminler gibi kurtulursunuz, diye alâmetler koyduu için,
"Onda ne kadar apaçk iaretler" (Alu mran, 97) buyurulduu
gibi, bütün Kur'ân bunun beyânndadr. Yani, yollarda bellilik-
ler (iaretler) diktik, biri bu kazklardan herhangi birini kesmek
91 Elmahl M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.160-161.
Ayet 2
54
isterse, hepsi birden: "Bizim yolumuzu ykyorsun, yokluumu-
za çalyorsun; yoksa sen yol kesici misin?" diye onu öldürmek
isterler: te bunun için önderin Muhammed olduunu bil. Her
ey, ilkönce Muhammed'e gelmeden bize erimez.92
Kur'ân' duymaya ve anlamaya çal! Çünkü o hiçbir zaman e-
rilmeyen yolu gösterir. Kur'ân ve hadîsi kendine uydurmak yolu-
na sapma, kendin Kur'ân'a ve hadîse uy! Harfleri ve sözleri ken-
di nefsinin dileine göre anlamaya kalkarsan yanlrsn. Nefsi-
ni kelâmdaki muradn emrine koyacaksn, doru yol budur. 93
Amma onu anlamak için bilmeyi bilmeli. Yoksa nice Araplar
vardr ki Kur'ân- Kerîm'in lafzen mânâsn bildikleri hâlde
hakîkî mânâsn bilemezler. 94
Kur'ân- Kerîm herkese hitap etmitir. Orada bütün insanlara,
havassa, ahassü'l- havassa {manevî kemâlde en seçkin olanlara),
mümin ve kâfirlere de hitap vardr. Dorudan doruya peygam-
berlere de hitap vardr. 95
"Firavun: 'Sizin Rabbiniz kimdir ey MûsâV dedi. Mûsâ: 'Bizim
Rabbimiz, herseye uygun yaratln veren sonra da yolunu göste-
rendir!' dedi" (Taha, 49-50)
Güne her tarafa birden akseder. Mezbeleye, lama aksetme-
si, onlarn fena kokularn ziyâdeletirir. Güle, sümbüle ise gü-
zel kokular verir. Yani herkesin istidadnda olan eye kuvvet ve
imkân hazrlar. Nisan yamuru sedefin azna düerse inci, yla-
nn azna düerse zehir olur. Keza Kur'ân, mü'min'in îmânn,
kâfirin de küfrünü arttrr. %
92 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.341-343.
93 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.149.
94 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.499.
95 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.477.
96 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.248.
BAKARA55
Onun için Allah diyemeyen kimseler Allah'n sevgilisini seve-
mezler. Onlar, kâmil insan da Kur'ân' da sevmezler. Kur'ân'dan
söylense küfürleri artar, kâmil insan görmekle de keza inkârlar
ziyâdeleir.97
Korunup saknanlar (müttakîler / takva ehli) için.
(fiyh hüden lilmüttekyne)
ttikâ, Müttakî/Takvâ ehli:
Muttaki: Korunma anlamna gelen "Vikaye" kelimesinden türe-
mi ism-i faildir. Bu, hiçbir kukuya meydan brakmakszn ke-
sin bir ekilde korunan demektir. Aslnda "ittikâ" (saknmak, çe-
kinmek), iki ey arasndaki engele verilen isimdir.
Dolaysyla takva sahibi de, Allah'n emirlerine yapmann ve
yasaklarndan kaçnmann kendisi ile azap arasnda bir engel ol-
duunu kabul ediyor.98
Lügat açsndan ittikâ veya onun ismi olan takva, kuvvetli bir
himayeye girerek korunmak, özetle kendini iyi saknp korumak
demek olur. Bunun gerei olarak korkmak, kaçnmak, saknmak
ve çekinmek mânâlarna da kullanlr.
eriatta mutlak saknma veya takva, insann kendisini Allah'n
korumas altna koyarak âhirette zarar ve ac verecek eylerden
iyice korumas, dier bir ifade ile günahlardan saknmas ve iyi-
liklere sarlmas diye tarif olunur.
Kur'ân'da ittikâ (saknma) ve takva üç derece üzerine zikrolun-
mutur ki, birincisi; ebedî azabdan saknmak için Allah'a irk
komaktan kaçnmakla îmân "Ve onlar takva kelimesine bala-
d" (Fetih, 26) gibi. kincisi; büyük günahlar ilemekten ve kü-
97 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.409.
98 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu'l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s.60- 61
Ayet 2
56
çük günahlarda srar etmekten saknmak ile farzlar edâ etmek-
tir ki, er'an (slâm'da) bilinen takva budur. "O ülkelerin halk
inanp Allah'n azabndan korunsalardi." (A'râf, 96) gibi. Üçün-
cüsü; kalbinin srrn Allah'tan megul edecek her eyden kaçn-
mak ve bütün varl ile Allah Teâlâ'ya yönelmek ve çekilmedir
ki bu da "Ey îmân edenleri Allah'tan, O 'na yarar biçimde kor-
kun."'(Ak mran, 102) emrindeki gerçek takvadr.
Müttâkîler demek, inat ve iki yüzlülükten, tam üpheden sak-
nabilecek ve hakk kesin ve kat'î olarak bilmeye aday olabilecek
kusursuz, salam huy ve salam akl sahipleri demektir ki, tef-
sirciler bunu "takva derecesine yükselenler" diye tefsir ederler."
Olum, takva, iki çeittir;
1-Umuma has olan takva,
2-Seçme kullara mahsus olan takva...
Seçme kullarda görülen takva, iç âlemden balar. Bütün gayre-
ti, cehdi, ümidi yalnz Allah Teâlâ'nn zât için harcamak asl
takvadr. Bu mânây, u âyet-i kerîme bize daha güzel açklar:
"Allah için, tam takva yolunu tutunuz." (Alu mrân 102)
Umum müminlere has olan takvaya gelince: Allah'n zahirde
yaplmasn kötü gördüü eyleri brakmakla olur. Bunu da bize,
u Âyet-i Kerîme bildirmektedir:
"Allah için takva yolunu tutanlarn günahlarn Allah balar.
"
(Talâk, 5)
Allah-ü Teâlâ, cümle darlklardan ve kederlerden kurtuluu
takva ile kld. Gençliin ve kolayln takva yolunda olduunu
yine u âyet-i kerîmelerle bize haber veriyor:
"Allah Teâlâ'ya kar takva sahibi olanlarn ilerinde kolaylk olur.
"
(Talâk, 4)
"Bir kimse, takva yolunu tutarsa.. Allah onun için kurtulu yolla-
r açar. " (Cum'a, 2)100
99 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.161-163.
100 Ahmed er-Rifâî, Onlarn Alemi, çev. Abdülkadir Akçiçek, stanbul, 1996, s. 313.
BAKARA57
Yukarda zikredilen mertebeler, ancak ehlinden alnacak nasuh
bir tevbe ve telkin ile hâsl olur. Nitekim Allah Teâlâ öyle bu-
yurmutur: "...Allah, Rasulu'ne ve mü'minlere iç huzuru (nimetini)
ihsan etmi ve onlara kelimetü 't takvay (Allah a kars sorumluluk
duygusu) alamtr ..." (Fetih, 26)
Burada takva ile kastedilen, lâ ilâheillallah cümlesidir. Bir cüm-
le, Allah'n dnda her eyden temizlenmi, takvâl kalbe sahip
bir zâttan alnmaldr. Yoksa sradan insanlarn azlardan ii-
tilen cümleler böyle olamaz. Her ne kadar, söylenen kelimeler
ayn olsa da, mânâ deiiktir. Zîrâ kalp, ancak tevhid tohum-
larn diri bir kalpten ald zaman, hayat bularak kâmil bir to-
hum olur. Üstelik ortamna ulamayan tohum da bitemez. Bun-
dan dolay, tevhid cümlesi, Kur'ân- Kerîm'de iki ekilde geç-
mektedir:
1. Zahirî söze (kavl-i zahiri) bitiik olarak.l
Ne zaman onla-
ra lâ ilahe ilallah denilse, küstahça böbürlenirdi' (Saffat, 35)
âyetinde olduu gibi ki, bu sradan insanlar (avam) hakkn-
dadr.
2. Hakîkî ilme (ilm-i hakîkî) bitiik olarak. "O hâlde (ey insa-
nolu) bil ki, Allah 'tan baka ilâh yoktur (lâ ilahe illallah) ve
(hâlâ vakit varken) kendi günahlarnn ve öteki bütün mü 'min
erkek ve kadnlarnn (günahlarnn) balanmasn dile..."
(Muhammed, 19) âyetinde olduu gibi. te bu telkin, âyetin
nüzul sebebinin telkin olmasndan dolay, seçilmi kiiler
(havas) içindir.
Takva, çok yemeyi, içmeyi, uyumay, bo konumay sevme gibi
hayvânî huylardan ve kzma, sövme, dövme ezme gibi yrt-
c hayvanlara has özelliklerden, ayrca kibir (büyüklenme), ucub
(kendini beenme), hased (çekememe), hikd (kin gütme), ve benze-
ri gibi bedenî ve kalbî âfetlerden olan dier eytanî vasflardan
temizlendikten sonra elde edilebilir. Bunlardan temizlendiin
Ayet 2
58
vakit, asl günahlardan temizlenmi olursun. Böylece, u âyet-i
kerîmede belirtilen 'temizlenen' ve 'tevbe eden' kiilerden saydr-
sn: "Dorusu Allah, pimanlkla kendisine yönelenleri ve özlerini
temiz tutanlar sever. " (Bakara, 222) 101
Allah Teâlâ bir âyet-i kerîmesinde öyle buyuruyor: "Al-
lah indinde en üstün olannz, takvaca en ileride olannzdr."
Resûlullah efendimiz bir hadîs-i eriflerinde, "Dünyalk üstünü
zengin olanlardr. Ahirette üstün olacaklar ise; takva yönüyle üs-
tün olanlardr.
"
Allah katnda, nesep, mal, öhret gibi üstünlükler hiçbir ey ifade
etmez. Allah indinde üstünlükte tek miras, takvadr. Allah'tan
korkmaktr. Nitekim peygamberimiz, 'Kim Allah katnda en
üstün olmak istiyorsa, Allah'tan korksun,' buyuruyor. Çünkü
Allah'n katnda nesep, an, eref ve mevkii diye bir snflandr-
ma yoktur. Üstünlük takvayladr. Ebû Hüseyin'in rivayet ettii
bir hadîs-i erifte peygamberimiz öyle buyuruyor: "Sizden biri-
nizin dierinden üstünlüü, takvayladr.
"
eriat ehline göre takva; ahirette kötü neticeye yol açabilecek
zararl alkanlk ve fiilden kaçnmaktr. Ve nefsi bu tür kötü-
lüklerden korumaktr. Takvann üç derecesi vardr. Evvela nef-
si irk ve küfür gibi hastalklardan uzak tutmaktr. Bu sayede
sâlikin kendisini cehennem azabndan kurtarmasdr. ikincisi,
sâlikin ilemi olduu bütün günahlardan dolay pimanlk du-
yup tevbe etmesidir. Bu havasn takvâsdr. eriat ehlinin katn-
da ariflerin takvadaki derecesi budur.
Hz.Mevlânâ bu mevzua muvafk (uygun) öyle buyurmutur.
Takva sahibi de, Firavunun gittii yoldan usanan, Mûsâ'laan
kiidir.
Muttaki olan kimse; zarurî olan eyin korkusundan dolay ter-
ketmelidir ki bu sayede muttakîlerin derecesine ulasn. Nite-
kim Hz. Resûlullah bir hadîs-i eriflerinde öyle buyuruyorlar,
101 Abdülkâdir Geylânî, Srru'l-Esrar, çev.Mehmet Eren, stanbul, 2006, s.37-38.
BAKARA59
"Bir kii; zaruri olmayan bir eyi, zaruri olan bir eyden dolay ter-
ketmedii müdetçe, takva derecesine eriemez. " Meayih-i kiram
m\uakî(takvâ sahibi) olanlar öyle tarif ediyor: 'Takva demek;
tarîk-i Mustafa'dan giderek haramlar terkedip, ihlâsla Allah'tan
çekinme ve bu uurda bütün cefâlara göüs germektir.'
Takvann üçüncü derecesi ise; mâsivâullahtan (Allah'tan gayr
herey) temizlenmektir. Ksaca âyet-i kerîmede ifade edildii üze-
re; "Ey îmân edenler!Allah'tan hakkyla korkun ve ancak müslüman
olarak ölün." (A\u mran, 102) Allah'tan hakkyla korkmaktr.
Gayrdk kavgasndan kurtulmadkça, yarin halveti için sana yol
vermezler.
Hakîkî takva; Hasan- Basrî'nin sahip olduu mâsivâdan vazge-
çebilme, havf- ilâhîyesidir. Ve mam Kueyrî hazretlerinin bu-
yurduklar gibi, kendini muttaki klmaktan ittikâ etmektir. Ve
dâima Hakka muttaki ve mûtebed olmaktr.
Ezelî lütuftan medet um. Çünkü sülük yolunda kendi taat ve
takvana dayanamazsn. 102
Takva; büyük küçük bütün günahlardan geçmek demektir.
Hâsl tarlaya tohum ekip yetitirmek ve bu yemileri yemek
demektir. te bu marifete sahip olan kimseye de ârifibillah
denir. Ârifibillah, "Levlâk..." srrna mazhar olan hakîkat-i
Muhammediyye'dir. Bu hakikat her zaman mevcuttur. 103
Zâhid, âhari (bakasn) gören kimsedir; dünya ehli ise âhiri gö-
rür. Fakat Tanrnn has kullar ve arifler, ne âhari ne de âhiri gö-
rürler. Onlarn nazarlar evvele dümütür, her iin evvelini bi-
lirler. Meselâ, buday ekince, buday biteceini bilir. te ev-
velden sonunu görmemi midir? Bunlar nadir olurlar. Dierleri
ise, orta hâili olduklarndan, nazarlar sondadr; ahrda kaldk-
lar için hayvandrlar. 104
102 smail Ankaravî, Minhâcu'l Fukara, sd. Sadettin Ekici, stanbul, 1996, s.243, 244.
103 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.254.
104 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, FîhiMâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985, s.33.
Ayet 2
60
"Allah takva sahiplerinin dostudur. " (Câsiye, 19)
Dünya ehveti, külhana (hamam atelii) benzer. Takva hamamda onunla aydnlanr.
Fakat takva sahipleri bu külhanda safa ve zevk içindedirler...
Çünkü onlar, hamama girmi, yunup arnmlardr.
Zenginlerse hamamdakileri stmak için tezek tayanlara benzerler.
Tanr hamam snsn, tavlansn diye onlara bir hrs vermitir.
Bu külhandan vazgeç de hamama git. Külhan terketmek, bil ki
hamama girmenin ta kendisidir.
Külhanda kalan, dünya ehvetine sabreden, dünyadan el etek çe-
ken kiiye hizmetçi mesabesindedir.
Hamamda olan; yüzünden, yüzünün temizliinden, güzelliin-
den anlalr.
Külhandakiler de yüzlerindeki ve elbiselerindeki duman, is ve
tozdan belli olurlar.
Yüzünü göremezsen kokusuna dikkat et, koku her köre sopa gi-
bidir!
Kokusunu da alamadysan onu konutur; yeni sözden eski sr-
r anla!105
Hakk'n ziyafethanesine kabul edilmek için mürur tezkeresi {ge-
çi izni) isterler ki o da kalb-i selimdir. Bundan maada olan ey-
ler, ibâdet, mal veya hasep ve nesebin (soyun sopun) faydas yok-
tur. Allah indinde seyyidlik (Hazret-i Hüseyin'in soyundan gel-
mek) ve eriflik (Hz. Hasann soyundan gelmek) ancak kalb-i
selimdir. Hucurât sûresi 13. âyette Cenâb- Hakk: "Allah indinde
ekreminiz (erefli olannz) muttaki olannzdryani günahtan sa-
knannz, takva sahibi olannzdr" buyuruyor. 106
"Allah indinde en erefliniz muttaki olannz, yani günahtan sak-
nannz, takva sahibi olannzdr." (Hucurât, 13), buyurulmasn-
105 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarh, c.IV, stanbul, 1988,
s.20,21.
106 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.352.
BAKARA61
dan maksat, mekârim-i ahlâka sahip olmak demektir. Mekârim-i
ahlâk, insana izzet ve eref getiren ahlâk demektir. Yaradltan
gaye mekârim-i ahlâk'tr. Mekârim-i ahlâka (güzel ahlâk, pey-
gamber ahlâk) sahip olmayan bir fert de cemiyet de yklmayayüz tutmu demektir.
Mekârim-i ahlâka (güzel ahlâk, peygamber ahlâk) sahip olmayan
bir fert de bir cemiyet de yklmaya yüz tutmu demektir.
Mekârim-i ahlâk'n bir ba bir de sonu vardr. Ba, niyet
selâmetidir (salamlk). Niyet selâmetinin felsefî ifadesi, fayda
ve zarar endielerini ahsî endielere hasretmeyip, bakalarna
tahsîs etmeye de mühim bir hisse çkarmaktr. Onun için bir
hayr yalnz kendine istemek, niyet selâmeti deildir. Resûlullah
efendimizin buyurduu gibi: "Kendiniz için istediiniz bir iyili-
i, dier mümin kardeleriniz için de istemek gerek. Bunu yapma-yan kâmil mü 'min olamaz.
"
Fiil selâmetine gelince, fiil selâmeti, niyet selâmetinin d teza-
hürü ve fiili neticesidir. Onun için yalnz niyet selâmetinde kal-
mayp bunu fiile geçirmek, tatbik sahasna da koymak lâzmdr.
Resûlullah efendimizin buyurduu gibi: "nsann hayrls insan-
lara hayr dokunandr, insann erlisi insana erri dokunandr."
Mekârim-i ahlâk sahibi olmayan kimse her ne kadar insan kis-
vesine bürünmüse de insan deeri tamaz. 107
Gerek bir ferde gerek bir cemiyete nizam veren, ahlâk kanunu-
dur. Mükâfat ve mes'ûliyet (sorumluluk) fikri de bu kanunu te-
yit (dorulama) eder.
Mes'ûliyet fikri nedir? Ahlâki vazife ve vecîbeler îfâ olunduutakdirde, gerek vicdan gerek Allah huzurunda mesul olmak en-
diesidir.
Mükâfat fikri nedir? Ahlaki vazifeler ifa edildii takdirde ah-si vicdann ferahlamasna ve amme vicdannn iltifat ve met-
107 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.609.
Ayet 2
62
hine, Cenâb- Hakk'n da rzâsna ümit balamaktan ibarettir.
Onun için insan insan eden, dünyada ve âhirette yüzünü aar-
tan mekârim-i ahlâktr vesselam. Onun banda da Allah korku-
su gel:_ 108
Ömer b. Hattâb (r.a.) Kâbü'l-Ahbar'a bana takvadan haber ver
dediinde, Kâbü'l- Ahbar Ömer b. Hattâb a; "Dikenli yoldan
hiç gittin mi?" dedi. Hz. Ömer "Evet" buyurdu. Bunun üzerine
Kâb: "Ey Ömer o dikenli yolda ne yaptn ve nasl haremet ettin?"
dedi. Ömer (r.a.) "Dikenlere basmamak için çekinerek, dikkat
ederek yürüdüm," buyurdu. Kâb'ül Ahbar: "Ey Ömer ite takva
da böyledir," buyurdu.
...Muhammed b. Ali Trmzî: "Muttaki, kendisine hiç hasm ol-
mayandr" dedi.
Serîyy Sakat: "Müttekî nefsine buzedendir" dedi.
ibli buyurdu: "Muttaki, Allah Teâlâ'dan bakasndan korkma-
yandr."
...Bazlar kiinin takvas üç eyle anlalr: Kavumad eyde
güzel tevekkül, kavutuu eyde güzel rzâ ve "Kaçrdklarnza
üzülmemeniz için" âyet-i kerimesine uygun olarak, geçmi eyler
üzerine esef etmeyip güzel sabretmektir dediler.
...Ebû Turâb (r.a.): Takva sahiplerinin yannda be tehlikeli
ve zor geçit vardr. Bunlar amayan takvaya kavuamaz: id-
det ve mihneti nimet üzerine, yetecek kadar rzk fazlas üze-
rine, zillet ve miskinlii izzet ve yükseklik üzerine, gayret ve
mücadeleyi rahat üzerine, ölümü de hayat üzerine tercih et-
mektir." dedi.
...Takvann hakikati Allah Teâlâ'ya taatle, onun azabndan sa-
knmaktr. Takvann esas, irkten korunma, sonra günah ve is-
yandan korunma, sonra üphelilerden, sonra mâlâya'niden boeylerle megul olmaktan korunmaktr Alu mran Sûresi 102.
108 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.609.
BAKARA63
âyette: "Allah 'tan nasl korkmak nasl takva etmek lazmsa, öyle
korkunuz, takva ediniz. " âyet-i kerîmesinin tefsirinde takva edi-
niz (korkunuz) demek, Allah Teâlâ' ya dâimi itaatte bulunup,
asla isyan etmemektir. Allah Teâlâ' yi zikredip hiç bir zaman
unutmamaktr. Allah Teâlâ' ya her hâlde ükredip, küfrân-
nimette bulunmamaktr, diye bildirilmitir.
... Bazlar takva çeit çeittir dediler. Bunlardan avamn
takvas Allah Teâlâ'ya irk komamaktr. Havasn yani seçil-
milerin takvas günahlar terk ve dier hâllerde nefse uyma-
yp arzularn yapmamaktr. Evliyadan seçilmilerin seçilmi-
lerinin takvas, eyada iradeyi terk, sebeplere yapmakta Al-
lah Teâlâ'dan bakasna eilmekten kurtulmak, hâl ve makam
için gerekli olan hâlleri gözetmek ve bunlarn hepsinde hüküm
ve farzlar ile beraber emre uymaktr. Peygamberlerin takvas,
peygamberleri geçmeyip, gayb içinde gaybdr. Allah Teâlâ' dan
yine onadr. Allah Teâlâ onlara emreder. Onlara nehyeder. On-
lar muvaffak klar. Onlar terbiye eder, temizler. Onlarla ko-
nuur. Onlara haber verir. Onlar irâd ve hidâyet eder. Onlara
ihsan eder. Onlara hazrlar. Onalara sr ve hakikatleri bildirir.
Harika olarak onlara baz eyler verir. Bu hâlleri anlamaya ak-
ln yolu ve kuvveti yoktur.... Bazan da bu kabilden kerametler
seçilmi evliyaya ve ebdallara ihsan olunur. Ancak onlara bu
hâlleri bildirmeleri yasaklanmtr. Bu kerametler, ihsanlar d-
arda görülmez, kulak ve dier duyu organlar ile de anlal-
maz. Ancak kendinde meydana gelen cezbe hâli ve istirakn
galebesi sebebi ile, ellerinde olmayarak bir kaç kelime meydana
gelir. Sonra Allah Teâlâ sekine (sükûn) ve temkin verip, hâlini
örter ve emir ve annda ikaz eder. Bu durumda o kimse dili-
ni korur. Kendinden meydana gelenler için Allah Teâlâ' ya is-
tifar eder. bare ve beyân deitirip, sözünü her zamanki gibi
insanlarn anlayaca ekilde düzeltir.109
109 Abdülkâdir Geylânî, Gunyetut Talibin, çev.A. Faruk Meyan, stanbul, 1971, c.1-2,
s.227-232.
Ayet 2
64
Gerçek takva udur:
Kalbindeki bütün düüncelerini toplayp bir taban içine koy-
san ve onu üstü açk bir hâlde çarda bütün halka sunsan. Eer
onda utanacan bir ey yoksa ite bu, takvadr. 110
Hz. Mustafa (s. a. s) insanlarn fena huylar brakp, iyi huyla-
r almalar için onlara bir takm eriat, emir ve nehiy (yasak
etme) koydu. Bu suretle o feyiz, fenalklar deil, iyilikleri ar-
trm olacaktr. Meselâ bahçvan ac olan zerdaliyi kesip onun
yerine tatl eftaliyi alar. Buna bahar mevsimi ve mart ay te-
sir ederse bu eftali büyür ve geliir. Bir hayvan gibi olan in-
san da böyledir. Ve onda bilgisizlik, ota tapclk, uyku, yemek,
taâtsizlik (ibâdet ve emirleri yerine getirmemek), mürüvvetsiz-
lik (insaniyete aykr davran), temyizsizlik (iyiyi kötüden ay-
ramamak), hased (bakasnn elindeki nimetin yok olmasn is-
temek), hasislik (cimrilik), zulmetmek (hakszlk etmek), teca-
vüz etmek, iki renklilik ve iki yüzlülükten ibaret olan hayvan-
lk huyu mevcuttur. Bunun için Peygamberler öyle buyurmu-
tur: "Bu hayvani ahlâk terk ediniz ve Tanrnn emri ile me-
leklerin huyunu alnz. Böyle yaparsanz cennet ehlinden ve
Tanrnn has kullarndan olursunuz. Hainlik edenlere hain-
likle mukabele etmeyiniz. Emin insanlardan olmak için çal-
nz. Halîm ve Kerîm olunuz. Doruluu, kendinize vazife
ediniz ve yalan söylemeyiniz. Vaktinizi bakalarnn aleyhin-
de bulunmakla geçirmeyiniz. Kimseye iftirada bulunmaynz.
Bakalarn dâima kendinize tercih ediniz. Bir ölçü içinde ye-
yiniz. Haram yemeyiniz. Kendi helâl malnzdan Tanr rzâs
için veriniz. Bakalarnn malna tamah (göz dikme) etmeyiniz.
Hrszlktan kaçnnz.
Yukarda zikr edilen ve meleklerin ahlâkna zt olan hayvani
ahlâkn dallarn kesiniz ve onlarn yerine bu dallar alaynz
ki kaybolan baharn feyzi o dallar üzerine etkisini yaratt za-
110 Abdülkâdir Geylânî, Fethu'r-Rabbani, rad Dersleri, çev.Kazm Acakaya, stanbul,
2007, s.314.
BAKARA65
man bu beenilen ve meleklere has olan dallan ziyâdeletiresiniz.
Çünkü hayvan ahlâk bir ate, meleklerin ahlâk ise bir nurdur.
Ate cehennemden, nur ise cennetten birer parçadr." 1
Hz. Mevlânâ :Takvâ atei cihân- mâsivâllah (Allah 'tan gayr her
ey) yakt. Sonra bir tecellî imei çakt, takvay da yakt buyu-
ruyor.
Takvann üç derecesi vardr. Birinci derecesi, Cenâb- Hakk'n
haram kld fiillerden perhiz etmek ve emir buyurduu eyle-
re uymaktr. Âlâ derecesi mâsivâllahtan yani Hak'tan gayri ey-
lerden perhiz etmektir. Demek oluyor ki takva, mâsivâllah ya-
kyor. Fakat bir tecellî daha olursa takvay da o yakyor ve o za-
man, Allah var, ondan baka bir ey yok; evvelde de, imdi de
öyle...srr zuhur ederek perhiz edecek mâsivâllah brakmyor.
Çünkü mâsivâllah yoktur ki braksn.
Fakat bu dereceler geçilmedikçe anlalmaz. Önce haramdan ve
yasaklanan eylerden saknacak ve emir edileni yapacaksn, son-
ra bu derece zuhura gelecektir.112
"Kim Allah'tan korkarsa (saknrsa). (Allah) ona bir çk yolu
ihsan eder. Onu hiç beklemedii bir cihetten de rzklandrr."
(Talak, 2,3)
Her kim Allah'tan ittikâ (saknmak) ederse...
Emrinde buyurduu gibi ona bir çk yolu gösterir.
Onu tahmin etmedii yerden rzklandrr.
Eer bir i onu skrsa kurtarr onu.
Öyle ise müttakînin Allah'a ittikâ (saknmak) etmesinin alâmeti;
rzkn hiç beklemedii bir yerden verilmesidir.
ayet, bekledii cihetten rzk gelirse takva mertebesine ulama-
m ve tamamyla Hakka itimat etmemitir.
Zîrâ takva; baz tevillerde (yorum) u mânâya gelmektedir:
111 Sultan Veled, Maârif, çev.Meliha Anbarcolu, Konya, 2002, s.4l.
112 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.537.
Ayet 2
66
•
Allah'a itimat etmeyi zahiri sebeplerin kalbe tesir etmesine kar-
kalkan edinmektir.
Yani, rzkn gelmesinin, sebeplere bal olduu hatrna gelme-
yecektir.
Biz, nafakann kazanlmasna vesile olacak sebepleri terk et!
demiyoruz. Rzknn temininde sebeplere yaparak çalman
lâzmdr.
Seni, sadece kalben o sebeplere itimat etmekten nehy ediyoruz
{yasaklyoruz}.
ayet, kalbin sebepler tarafna meyi ediyorsa... Sen, giz-
li irkten halâs olmayan (kurtulmayan) îmânn yargla... Ve...
Muttakîlerden olmadn bil!
Ancak...
ayet, sebeplerin varlnda veya kayp zamanlarnda, kalbin sa-
dece Allah'a meyi edip sebeplerle mutmain olmuyorsa, kendini
Allah'a îmân edip gizli irkle ortak katmayan Muttakîlerden bil..
Böyle olanlar bil ki.. Çok ama çok aznlktadrlar.
Rzkn, sana hiç hayal etmediin bir cihetten gelmesi, senin
muttakîlerden olduunu bildiren müjdedir.
itikadn sebepler olsa da olmasa da "Benim rzkm, gayb hazine-
sinden gelmitir.." olursa; Bu takdirde senin takva ehlinden ol-
duun sabit olur.113
Men âmela 'llâhe bi-takvâhu Ve kânefi 'l-halveti yahsâhu
Sekâhu kesen lezîzenis-safâ Yunîhi an lezzetin dünyâhu
(Yâni:) "Her kim Cenâb- Hakka kar Allah korkusuyla dînin
yasaklad eylerden kaç ile i yapar ve yalnz bulunurken de
ondan korkarsa, Cenâb- Hakk o kimseye bir lezzetli safa tas su-
nar ki, o tas onu dünyâ lezzetinden tok tutar."
113 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s. 167-
169.
BAKARA67
Bilmez misin Allah müttakîleri esirger. Onlara yardm eder. Kö-
tülükleri onlardan defeder. Çeitli bilgiler öretir. Nefislerini ta-
ntr. Onlarn kalplerine bakar, bilmedikleri taraftan rzklar ve-
rir. Allah Teâlâ baz kitaplarnda öyle buyurmutur:
"Ey Âdemolu, iyi komundan utandn kadar, benden de utan.
"
Peygamber efendimiz de buna benzer bir hâdîs-i erîf beyân et-
milerdir:
"Bir kul hata ileyecei zaman, kaplarn kapar, perdelerini çeker,
kdlardan saklanr; ama ona öyle hitap edilir: Ey Ademolu, beni,
görenlerin en küçüü yaptn! Hâlbuki hepsinden önce beni düün-
meliydin!'M14
• înneme 'l-muminûnellezine izâ zükirallâhu vecilet kulûbühüm ve
izâ tüliyet aleyhim âyâtühû zâdethüm îmânen ve 'alâ rabbihim
yetevekkelûn (Enfâl, 2) Yâni, "Eksiksiz inanm kimseler onlardr
ki, yüce Allah'n ad zikr olundukta Onun celâl ve heybetinin
büyüklüünden kalpleri korkar veâyetleri tilâvet (Kur ân oku-
mak) olundukta îmânlar artar ve bütün ilerinde yüce Allah'a
tevekkül (Allah â güvenmek) ederler, kutsal âyeti hakknda derler-
di ki: "Hakikatte inanm kimse, Allah'n ad anld srada bu
ürperi sfatn ve Allah'n kitabn dinleme zamannda bu gönül
alçakln tayan, Hakka tevekkül etmi olan, Allah'a ibâdette
bulunan ve Allah'n ihsannda cömertlii olandr. Allah'n resulü
(s. a. s.) hazretleri buyurmulardr ki; "Memeden çkan süt tekrar
nasl memeye dönmezse, Allah korkusundan alayan inanm kim-
se de atee girmez. " Ve bunun gibi buyurmulardr ki: "Allah yo-
lunda sabahlayan ve haram olan eylerden kapanan ve Allah kor-
kusundan alayan göz atee girmez.
"
115
• Derhâl Allah'a güven ve Ona smsk balan...
114 Ahmet Kayhan, Maddi-Mânevî Kur'ân ve lmin Günei Hazreti Pir Seyyid Sultan
Abdülkâdir-i Geylani, 1998, Ankara, s.105,106.
115 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008,s.l55.
Ayet 2
68
Unutma ! "...Kim, Allah'a smsk tutunursa muhakkak ki doru
biryola iletilmitir o." (Alu mran, 101)
Hakk doru yoldur.
Doru yol ise eriattr. 116
O vaad edilen kitab... Yani "Kitabu'l cifr" (cifir kitab) ve
"Kitâbu'l camia" (her eyi kapsayan) ve âhir zamanda Mehdinin
yannda olaca vaat edilen o kitab, Ondan bakas hakîkî an-
lamda okuyamaz Cifir, akl- kül denilen Kaza levhidir. El-câmia
ise, Nefs-i kül denilen Kader levhidir. Dolaysyla Cifir ve Camia
kitabnn anlam, olan ve olacaklar ihtiva eden iki kitab'dr.
Bakara sûresi ve Nemi sûresi demek gibi...
"Onda asla üphe yoktur. O müttakiler için biryol göstericidir."
Hakikatte Onun Hakk olduuna üphe yoktur. Ya da ifadenin
orijinalinin banda "söyleme/kavi" fiilini takdir ettiimizde,
Onun Hakk ile beraber olduunda üphe yoktur, anlamn elde
ederiz. Hakk da bütün olarak tüm varlktr. Çünkü O, nebilerin
resullerin lisânnda vaat edilen ve Kitaplarnda gelecei yazlan
O Kitabn açklaycsdr. Nitekim Hz. îsâ öyle demitir: "Biz
size tenzili (indirilmi vahyi) getiriyoruz, tevili ise âhir zamanda
Mehdi getirecektir."
"O kitab... "ifadesi delâlet ettii için, yeminin cevab hazfedilmitir
(aradan kaldrlm, giderilmitir)... Yani, Tevrat ve ncil'de vaat
edilen O Kitab, içine üphenin karmasna imkân olmayacak e-
kilde Hakk'dr.
"müttakiler için yol göstericidir." Rezilliklerden, alçaklklardan,
içindeki hakk kabul etmeye engel olan perdelerden saknanlar
için bir yol göstericidir.
Bil ki insanlar akbet açsndan yedi gruba ayrlrlar. Çünkü in-
sanlar ya "saîd" mutludurlar ya da 7^*" bedbaht. Yüce Allah
öyle buyurmutur: "Onlardan kimi bedbahttr, kimi mutlu."
116 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s.193.
BAKARA69
(Hûd, 105) Bedbahtlar sol ehlidir (ashâb- imal), mutlular ise
sa ehlidir (ashâb- yemîn). Ya da öne geçen mukarrebler {yakn-
latrlmslar)dh. Yüce Allah öyle buyuruyor: "Ve sizler üç snf
olduunuz zaman" (Vaka, 7)
Sol ehli olanlar, ya kendileri hakknda azap sözü hak olan zulmet
ve küllî hicap ehli ezelden beri kalpleri mühürlenmi kimseler-
dir, ki -yüce Allah onlar hakknda öyle buyurmutur: "Andol-
sun biz cinler ve insanlardan birçounu cehennem için yaratmsz-
dr. " (Araf, 179) Bir kudsî hadîste de öyle buyurmutur: "Onlar
cehennem için yarattm ve buna aldrmam."X& da münafklardr.
Aslnda münafklar (müslüman görünüp aslnda gayrimüslim
olan), ftrat (yaratl) ve yaratllar itibariyle nûrlanmaya elve-
rilidirler. Ancak, rezillikler edinmekten, günahlar ilemekten,
hayvani ve yrtc fiilleri gerçekletirmekten, eytani hileler pe-
inde komaktan kaynaklanan kir ve tortularla kalpleri perde-
lenmitir. Bunun neticesinde de fâsklk (Hakk yolundan çkan)
karakteri ve zulmânî melekeler nefislerinde kök salmtr. Ters
yüz olmulardr. Bu yüzden en iddetli azap onlar içindir ve ilk
gruba göre hâlleri çok daha kötü olur. Çünkü, yaratltan kay-
naklanan kapasitelerinin kalnts ile pratikteki hâlleri birbiriy-
le çelimektedir.
Dier iki grup ise, dünya ehli ve sa ehlidir. îmân edip cennet
için sâlih amel ileyen, cenneti uman ve ona raz olan fazilet ve
sevap ehline gelince, derecelerine göre yaptklarn karlarnda
hazr bulurlar. Bunlarn her birinin, amellerine göre belirginle-
en dereceleri vardr. Bunlardan kimisi rahmet ehlidir; nefisleri-
nin selâmeti ve kalplerinin safl üzere kalrlar ve rablerinin bir
lütfü olarak kapasitelerine göre cennetteki derecelerine kavuur-
lar. Bu kavuma amellerinin miras olan kemâllerine göre deil-
dir. Yani amellerinin karl olarak deildir, ilâhî lütuftur.
Bir sâlih, bir de kötü amel ileyen, durumlar kark olan afv
ehline gelince, onlar da iki ksma ayrlrlar: Bunlarn bir ksm
Ayet 2
70
daha batan itibaren afvedilirler; inançlar kuvvetli ve az kötü-
lük ilemelerinden dolay kötülük karakteri nefislerine yerleme-
dii için ya da iledikleri kötülüklerden tevbe ettikleri için. Yüce
Allah, bunlarn kötülüklerini iyiliklere çevirir. Bir ksm ise, bir
müddet azap görürler. Bu azap da günahlarn onlarn içinde
köklemilii orannda belirlenir. Nihayet iledikleri günahlarn
kir ve tortularndan arnp kurtuluncaya kadar azap devam eder.
Buna adalet ve ceza ehli de denir. Bunlardan zulmedenlere, ile-
dikleri kötülüklerin cezas isabet edecektir, ancak sonunda rah-
met onlar kapsar.
Üçüncü grup ise âhiret ehlidir. Önde olanlar (sâbikûn) da ya
sevendirler ya da sevilen. Sevenler, Allah yolunda hakkyla ci-
had ettikleri, Ona içtenlikle, gönülden döndükleri için, Allah'n
kendi yoluna ilettii kimselerdir. Sevilenler ise, ezelî inayete, il-
giye mazhar olanlardr. Allah, onlar seçmi ve dosdoru yola
(srât- müstakime) iletmitir. Her iki grup da Allah ehlidir.
O hâlde Kur' ân, ilk grubu oluturan bedbahtlar için yol gösteri-
ci deildir; çünkü istidatlar olmad için Kur'ân'n yol gösteri-
ciliini kabul edecek durumda deildirler.
ikinci grup (münafklar) için de yol gösterici deildir; onlar da
istidatlarn yok ettikleri, sildikleri, bozuk akîdeleriyle bütü-
nüyle bastrdklar için. te bu gruplar cehennemde ebedî ka-
lacak kimselerdir. Ancak Allah'n diledikleri baka. Dolaysy-
la Kur'ânn hidâyeti, yol göstericilii son be grup için geçerlidir.
Muttakîlerin (takva sahibi) nitelii bunlarn tümünü içine alr.
Sevilen, Allah için sülük (manevî yola girme) etmesinin sonucu
gerçekleen cezb {çekilme) ve vusul {kavuma) hâlinden sonra
Kitab'n yol göstericiliine muhtaçtr. Çünkü yüce Allah (c.c.)
Habîbine öyle diyor: "...Biz onu senin kalbine iyice yerletir-
mek için böyle yaptk. .
.
" (Furkân, 32) Seven ise, Allah'a ve Allah
için sülük ettiinden hem cezb ve vusulden önce hem de son-
ra Kitab'n yol göstericiliine muhtaçtr. Buna göre Muttakîler
BAKARA71
unlardr: stidat (anlay kabiliyeti) sahibi olup orijinal ftratlar
üzere kalan, kalpleri berrak, nefisleri ar ve ftri nurlar bakî ol-
duu ve Allah'a verdikleri sözü bozmadklar için irk ve üphe
kirinden ve tortusundan uzak kalan kimselerdir. " 7
Hüdâ; Hâdî; yol gösteren anlamndadr.
Muttaki; korunmak; korumak; nsan kalb-i selim yapan
takvann sahibidir.
Takva, Kur'ân a girince 'korunma' anlam mânevi ola-
rak her eyden korunma anlamn yüklenmitir. irkten,
günahtan korunmadr. Muttaki ismiyle tam huzur ve gü-
vene erilir.
eriata göre Hz. Muhammed'in her dediine uyan kii
mü 'mindir. Burada kastedilen sadece diliyle söylemek deil
kalbiyle inanp söylemenin önemidir."8
117 bnü'l-Arabî, Tefsir-i Kebîr Te'vîlât, çev.Vahdettin nce, stanbul, c. I, s.34-36.
118 Derleyenin notu.
AYET 3:
Elleziyne yü'mimine bi'1-aybi ve
yükymûne's-salâte ve mîmmâ rezaknâhüm yünfikûne
Onlar ki gayba inanrlar; namaz klarlar ve kendilerine verdii-
miz rzktan bakalarna yardm için verirler.
(Kenan Rifâî Hz.)
Onlar ki gayba îmân edip namaz dürüst klarlar ve kendilerine
verdiimiz rzktan (Allah yolunda) harcarlar.
(Elmall)
Onlar gayba inanrlar, namaz klarlar, kendilerine verdiimiz
mallardan Allah yolunda harcarlar.
(Diyanet)
"Onlar ki gayba îmân ederler"
Ayetinde geçen gayb Allah'tr. Çünkü onlarn gaybdr. On-
lar Allah'a hüviyetleri olmak üzere kendileri de ilâhî ayn ol-
mak üzere îmân ettiler.
Bunlar "Namaz ikâme ederler'.
Yani, ilâhî isim ve sfatlarn hakîkatiyle vasflanarak kendi
vücûdlarnda mertebe-i ilâhiye kanununu ikâme ederler.
"Kendilerine rzk eylediimiz eylerden, Allahyolunda infâk ederler.
"
Kendi özlerinde, ilâhî ahadiyyet'in neticesi hâsl olan semereyi
bu varlkta harcarlar.
Ayet 3
74
Onlar bu rzk, ilâhî ahadiyyeti kendilerinde mülahaza (tefekkür)
sureti ile elde etmi gibidirler ki, bu zümre (cemaat) tek balarna
geçerek öte gitmilerdir ki, Peygamber efendimiz (s.a.s.) bu züm-
reyi öyle anlatt. Buyurdu ki: "Ferd olanlarn yarmas gibi ya-
"119rnz.
Çalabm (ilâh, rab) bir âr(ehir, belde)
yaratt iki cihan arasndan
Bakcak dda.r(sevgilinin yüzü) görünür
o ârn kenâresinden.
Hac Bayram Velî
Çalap'tan maksat, Allah'tr. âr'dan maksat, Hakk'n hüviyeti
beldesi ve cemü'l-cem'in memleketidir. ki cihandan biri hüviyet
biri de eniyettir. Yani biri bâtn- Hakk dieri zahiri Hakk'tr.
Yaratt'dan murat, manevî vücuttan sûrî yani görünen vücûda
zuhur etti, demektir. te ar, yani hakikat beldesi, biri hüvi-
yet biri eniyyet olan o iki cihana da âmil (kapsayan) olmutur.
Keza âyet-i Kerîmede buyurulan, nnî enallah'tan innî hüviyet
cihanna, ene, eniyyet cihanna; Allah da her iki cihana âmil
olmutur. 120
iki cihann ortas berzah âlemidir ki, bu berzahta içi
Allah \n hüviyetid ise nefis olan vücûdu birletirici güç
vardr, ite Rabbiyet yani vücud üzerine Allah 'in terbiye
edici ismi bu makamda zuhur eder.121
"Onlar gayba inanrlar, salât (namaz) ederler."
Kendileri açsndan gayb olana taklîdî ya da ilme dayal
tahkîkî (hakîkî) îmân eklinde inanrlar. Çünkü îmân, taklîdî
ve tahkîkî olmak üzere iki ksma ayrlr. Tahkîkî îmân da iki
ksma ayrlr. Delile dayanan ve kefe dayanan. Her ikisi de ya
119 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.438-439.
120 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.436.
121 Derleyenin notu.
BAKARA75
ilmin ve gaybn snrna baldr ya da deildir (ya ilim ve gayb
derecesinde kalr veya ilim ve gayb derecesinde kalmaz). Birin-
cisi, "ilme'l-yakîn" denilen kesin kan (kanaat) olutur. kinci-
si ise, ya aynîdir, yani "ayne'l-yakîn" denilen müahededir (göz-
le görmek). Ya da Hakk'tandr. Bu ise "Hakka' 1-yakîn" denilen
zâti uhûddur (görme, ahit olma). Son iki ksm gayba îmânn
kapsamna girmez. Gayba îmân; tezkiye, yani kalbi kalc mut-
luluklara nail olmaktan alkoyan bedensel, haricî mutlulukla-
ra meyletmekten arndrmak gibi kalbi amel gerektirir. Çün-
kü mutluluk üç ksmdr: Kalbî mutluluk, bedensel mutluluk
ve bedeni hariçten çevreleyen mutluluk. Kalbî mutluluk; irfan
(marifet), hikmet (kâinattaki bütün hâdiselerin Allah tarafndan
bilinen sebebi), ilmî, amelî ve ahlâkî kemâlattan ibarettir. Be-
densel mutluluk; salk, güç, cismanî lezzetler ve tabiî ehvet-
lerdir. Bedeni hariçten çevreleyen mutluluk ise, mal ve maddî
sebeplerdir. Nitekim Emirü'l-mü'minin (a. s.) öyle buyurmu-
tur. "Haberiniz olsun; maln çokluu da bir nimettir. Maln çok-
luundan daha iyi olan ise kalbi güçlendiren beden saldr""istenen, matlûb (talep edilen) mutlulua nail olmak için zühd
(dünyadan elini çekmek) ve ibâdetle ilk ikisinden saknmak ge-
rekir. Salât etmek yani namaz klmak ise, bedenin rahatn terk
etmek, vücuttaki organlar yormak demektir. Bu yüzden na-
maz, ibâdetlerin anasdr. O var oldu mu kii dier ibâdetlerden
geri kalmaz. Çünkü "salât, hayaszlktan ve kötülükten alko-
yar. " (Ankebût, 45) Namaz, beden ve nefis için bir yüktür. Her
ikisine de ar bir meakkat (güçlük) gibi gelir. Mal infâk et-
mek de, nefise ho gelen hârici mutluluktan yüz çevirmektir.
Buna zühd denir. nfâk (Allah yolunda maln harcamak), kimi
zaman insan nefsine, cann vermekten daha ar gelir. Çünkü
cimrilik nefsin ayrlmaz bir özelliidir. Bu yüzden yüce Allah,
mal datmak hususunda zorunlu olan (zekât gibi) miktarlar-
la yetinmeyip öyle buyurmutur.: "kendilerine verdiimiz mal-
lardan Allah yolunda harcarlar/ infâk ederler. " Kalpleri cömert-
lik ve eli açklk yoluyla ihtiyaç fazlas mallar terk etmeyi al-
Ayet 3
76
kanlk hâline getirsin diye. htiyaç fazlas mallarn harcanmas
da zorunluluu olmayan yemek yedirme, hibe (ba) etme ve
sadaka verme eklinde olur. Böylece nefsin cimriliinden kur-
tulmu olurlar. htiyaç fazlas maln infâk edilmesi, ifadenin
orijinalinde bütünden parça (ba'ziyet) anlamn içeren "min"
harf-i cerrinin kullanlmas suretiyle "bir ksm" olmakla ka-
ytlandrlmtr. Bu da mal harcanrken savurganln veya
zarurî ihtiyaçlar için gerekli olan ksmn düüncesizce da-tlmas durumuna düülmesini engellemek içindir. Böylece cö-
mertliin ölçüsüz ve ar olan haram klnyor ki, bu Allah'n
ahlakyla ahlâklanma kapsamna giren bir uyardr. 122
"Onlar ki gayba inanrlar"
El-Gayb: Hakkn kendisiyle ilgili deil, seninle ilgili olarak sen-
den gizledii her ey. 123
Gayb: Kaybolan ey anlamnda mastardr. Bu akl ve duyular-
dan tamamen gizli olan, akl ve duyularla ispatlanamayan ey-
dir.
Gayb iki ksmdr:
1. Hakknda hiçbir delil bulunmayan gayb. u âyette ifade olu-
nan gayb bu türdendir: "Gaybn anahtarlar Allah'n katnda-
dr. Onlar ancak O bilir" (En'âm, 59)
2. Hakknda delil bulunan gayb: Yaratc ve sfatlar, kyamet
günü, öldükten sonra dirilme, toplanma, hesap ve ceza görme
durumlar gibi. te burada anlatlmak istenen de budur.1124
Buna göre Hz. Âdem'e secdede meleklerin yapt birin-
ci secde gayba îmân, ikinci secde nuru görüp fenaya ula-
n bnü'l-Arabî, Tefsir-i Kebîr Te'vîlât, çev.Vahdettin nce, stanbul, c. I, s.37-38.
123 bnü'l-Arabî, Risaleler, çev.Vahdettin nce, stanbul, 2005, el, s.330.
124 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu'l- Beyân Tefsiri, Damla yaynevi, stanbul, c.l,
s.62.
BAKARA77
mak yani mîrâc, üçüncü secde ise Kabe'nin içinde yap-
lr. Bu da, "Her nereye dönsen Allah 'in yüzü oradadr,
"
âyetininhâl hâlinde uygulanmasdr. 125
Gayba îmân: Bu hâl müttakîlere (takva sahipleri) aittir. Onlarn
gayba îmândan sonra yaptklar iler, namaz klmak, zekât ver-
mek, Hz. Peygambere, dier resul ve nebilere indirilen semavî
kitaplara ve âhirete tam bir îmân ile inanmaktr. 126
îmân balca üç esas içine alr: balangca îmân, âhirete (son)
îmân, balangç ve son arasndaki gizli vâstalara îmân ki, bun-
larn dördüncüsü de açk vâstalar olan görülen âlemi bilmektir.
Ve bu ekilde görünmeyen (gayb) ile görülen birleince îmân ve
bilgi "O, evveldir, âhirdir (son), zahirdir (meydana çkm, zuhur
etmi) ve bâtndr (iç, öz). " (Hadîd, 3) birliini bulur.127
eriatta îmân: Kalb ile inanmak, lisân ile ikrar ve erkân ile amel
etmektir. slâm ise: hudûr (gönül alçakl) ve nkyâddr (boyun
eme). Her îmân islâmdr, ancak, tasdik olmazsa, her slâm îmân
olamaz. Zîrâ bazen kii, içten tasdik etmedii hâlde, zahiren
Müslüman olabilir fakat zahiren boyun emeden içten tasdik
etmi olamaz.
Ebu's-Suûd rahimehullah Tefsir'inde der ki: imân tasdik ol-
makszn tahakkuk etmez. nsan, peygamberimiz (s.a.s.)'in teb-
li ettii dînin esaslarna îmân ile beraber onlar tasdik etmesi
lâzmdr. Buna ikrar da denilir.
tikad ihlâl eden, yahud i'tikâdna halel getirene münafk, ikrar
etmeyene kâfir denilir. Ameli ihlâl edene, yani îmân ettiini ya-
amayana fâsk denilir. Haricîler böyle bir kimseye kâfir derler.
Mutezileye göre ise böyle bir kimse îmândan çkmtr. Fakat
küfre dâhil deildir. kisinin arasndadr.
125 Derleyenin notu.
126 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, Erkam Yaynlan, 1996, s.7-8.
127 Elmahh M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.167.
Ayet 3
78
Gayb iki ksmdr.
Biri, muttali olma (meseleyi bilen, haberli) imkân bulunmayan
gayb ki; "Gaybn anahtarlar ancak Allah'n indindedir ki ondan
bakas bilmez." (En âm, 59) âyetinde beyân olunan gaybdr.
Dieri: Sânî-i zü'1-Celâl (vahdaniyet mertebesi) ve sfatlar, nü-
büvvet ve müteallikât (alâkallar, ilgililer), ahkâm- ilâhîyye
(ilâhî hükümler), eraitler, âhiret günü ve ahvâli, hesap ve ceza
muamelât gibi deliller ile muttali olma imkân bulunan gaybdr.
Bunlar Kur'ân- Hakim ve ehadîs-i Nebeviyye'de (Peygamberin
hadîsleri) tafsîlen (ayrntl olarak) beyân olunmutur.
Haris b. Nuayr Abdullah b. Mesûd (r.a.) a demitir ki:
-"Siz Muhammed (s.a.s.)'i görüp Ona îmân ile cümlemizi geç-
tiiniz için size Allah'n büyük ecir vereceini umuyoruz. Onu
göldünüz ve sohbetinde bulundunuz."
Abdullah b. Mesûd (r.a.) da:
"-Biz de size gbta ediyoruz ki siz Onu görmeden îmân etti-
niz, îmânn efdali ise gayba îmândr. Allah da âyet-i celîlede
muttakîleri gabya îmânla tavsif ediyor ve medh ediyor." dedi.
Müminler münafklar gibi deillerdir. Münafklar müminlerle
karlatklar vakit "îmân ettik" derler. eytanlar ile ba baa
kaldklar vakit de: "Biz sizinle beraberiz. Onlarla istihza (ince
alay) ediyoruz" derler. Bunlarn gaybe îmânlar yoktur.
Gaybn, Allah'n ve resulünün beyanlaryla muttalî olunabilen
ksmlarna misâl:
Hz. Ömer diyor ki: Bir gün Resûlullah (s.a.s.)'n yannda idik.
Elbisesi son derece beyaz, saçlar son derece siyah birisi çkageldi.
Üzerinde bir seferden döndüünü hissettirecek bir alâmet yok-
tu, içimizden hiç kimse de onu tanmyordu. Geldi, Resûlullah
(s.a.s.)'in önüne oturdu, dizlerini onun dizlerine dayad. Dedi ki:
-Yâ Muhammed! Bana slâm' anlat.
Nebî (s. a. s.) dedi ki:
-Allah'dan baka hiçbir ilâh olmadna ahadet edip nama-
z dosdoru klman, zekât vermen, Ramazan'da orucu tutman,
yoluna güç yetirecek isen Beyt'i hac etmendir.
BAKARA79
Adam:
-Doru söyledin, dedi.
Biz hem sorup hem tasdik etmesine taaccüb (ama) ettik. Son-
ra dedi ki:
-îmân nedir?
Nebî (s. a. s.) dedi ki:
-Allah'a, meleklerine, kitaplarna, peygamberlerine, öldükten
sonra dirilmeye, cennet ve cehenneme, kadere, hayr ve errin
Allah'tan olduuna îmân etmendir.
Adam yine:
-"Doru söyledin" dedi. Sonra:
-hsan nedir? diye suâl etti. Nebî (s.a.s.).
-hsan, Allah'a sanki O'nu görüyormusun gibi ibâdet etmendir.
Sen O'nu görmüyorsan O seni görüyor, buyurdu. Adam yine:
-"Doru söyledin" diye tasdik etti.
Sonra dedi ki:
-Bana kyamet saatini haber ver." Nebî (s.a.s.) cevaben:
-Bu hususta, sorulan sorandan daha bilgili deildir, buyurdu.
Adam yine:
-"Evet, doru söyledin" dedi.
-Bana emarelerinden (belirtiler) haber verir misin?" diye suâl et-
mesi üzerine Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.):
-Kadn, kendi efendisini dourduu, çplak deve çobanlar bir-
birleriyle bina yarna girdikleri vakitlerdir.
Adam yine tasdik etti ve ayrlp gitti. Birkaç zaman geçince
Resûlullah (s.a.s.) buyurdu ki:
-O Cibril idi, size dîninizi öretmek için gelmiti. O bana han-
gi surette gelirse gelsin ben onu tanrm.
Onlar, kalblerine Allah'n verdii gaybî bir nur ile îmân ederler.
Muhammed (s.a.s.)'in sözlerine bu nûr ile nazar ederler ve onun
her sözünün hakk ve sdk olduunu müahede ederler ve uhu-
di îmân (görerek îmân) ile îmân ederler. Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.)
bunu beyân için:
"Mümin, Allah'n nuruyla nazar eder" buyurmulardr.
Ayet 3
80
Büyükler demilerdir ki:
"Gayb iki ksmdr: Biri senden gâib olan, dieri senin kendisin-
den gâib olduundur.
Senden gâib olan gayb âlem-i ervahtr (ruhlar âlemi.) Sen zerre-i
vücûdunla bezm-i elestte (Elest bezmi; Allah 'in ruhlar âleminde
ruhlara 'Ben sizin Rabbiniz miyim?' diye sorduu ve ruhlarn
'Belâ' (bilâkis Rabbimizsin) diye cevap vermesi) ruhunla hazr
iken Allah'n hitabn dorudan doruya iitip Ona cevap veri-
yor. Onun Asâr- rubûbiyyetini (rablnn eserleri) mütalaa (in-
celeme, düünme), meleklerini müahede ediyordun ve enbiyâ ve
evliyann ruhlaryla muârafen (tamma) vard. Sen kalba girin-
ce, be duyu ile mukayyed (kaytl) kalnca bütün bunlar senden
gâib oldu.
Senin kendisinden gâib olduun ise gaybu'l-gaybdr ki o hazret-i
rubûbiyyettir. Sen vücûda gelince onu görmez oldun. Fakat o
seni her zaman görüyor. Sen nerede olursan ol o her zaman se-
ninle beraberdir. Sen ondan uzaksn, o sana yakndr.
Âyet-i celîlede:
"Ve biz ona ah damarndan dahayaknz" buyurulmutur. (Kâf,
16)128
Yüce Hakk'n çok âlemleri vardr. Hangi âlem olursa olsun. Ora-
ya insan vâstas ile nazar ediyorsa, bu âlemin ad: Vücûda bal
ahadet olur. Ve hangi âlem ki, oraya insan vâstas ile bakmaz;
orann lakab; Gayb olur.
Gayb iki çeittir ki bunlar:
1- Ayrntl bir ekilde, insann bilgisine yerletirilmitir.
2- Toplu olarak, insann kabiliyetine konmutur.
Ayrntl bir ekilde, insann bilgisine yerletirilen gayb için ve-
rilen isim: Vücûda bal gayb olmutur. Ki buna en iyi misâl
Melekût âlemidir. Toplu olarak insann kabiliyetine konan gayb
128 Ramazanolu Mahmud Sami, Bakara sûresi Tefsiri, stanbul, 1985, s. 16-20.
BAKARA
ise; yoklua bal bir gayb olur. Bu tür gayb âlemi ise, Allah
Tealinin bildii âlemlerdir; biz bilemeyiz! Bize göre o, yok me-
sabesindedir. Yoklua bal gaybn mânâs budur. 129
Bilindii gibi âlem ikidir. lki bu görünen âlem, öbürü de gayb
âlemi. Bu d âlem Hz. Muhammed'in cismâniyetine, yani dekline göre tanzim edildi. Gayb âlemi ise, onun ruhânîyetine
göre tertip edilmitir. Ulvî âlemin letafeti, onun letâfetiyle öl-
çülür.
Ulvî âlemlerin zahirdeki misâli semâ âlemidir.
Semâdaki güne, cesetteki ruh gibidir. Ay, cesetteki akl gibidir.
Gökteki be yldz ise (Zuhal, Müteri, Merih, Zühre, Utarit) ce-
setteki be duyu gibidir.
Ar kullarn kalbine bir yönelme yeri olarakyaratlmtr. Kürsî'ye
gelince Oras srlarna bir kapdr. Nurlarna da bir örtü. Kürsî
menzilesinde sîne vardr. Ar menzilesinde de kalp vardr. 130
Ar, kalpteki nurla aikâr olur ki, bizdeki Allah a ait
mânâdr. Kalbin, nefse bakan yüzü sîne (sadr) olduuna
göre, kürsî bu nârla vücûdun aikâr olup mânânn mad-
de üzerindeki tesiridir. Eer nur aydnlatp kürsînin nur
kesilmesini salarsa, nurun alâ nur olur ki bu da Hz.
Muhammed'deki tecellîdir.131
Çünkü ruhun biri gayb dieri ise ahadet âlemine bakan iki
yüzü vardr. Ruha gelen her türlü feyz Allah katndan gelir. Ruh
karardnda bu feyz kaplar yüzüne kapanr. Onun kararmas-
nn cilâs îmân ile ele girer. Nitekim Hz. Ali "îmân kalpde beyaz
bir nokta gibi olan prltdan balar. Prlt arttkça îmân da ar-
129 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.265.
130 bnü'l-Arabî, eceretü'l Kevn, stanbul, Mays 2000, s.65-70.
131 Derleyenin notu.
Ayet 3
82
tar. îmân artnca kalbi cilalar. Sonunda kalb tamamen cilalanp
perdeleri ortadan kalktktan sonra ruhanî ve gaybî müahedeler
ortaya çkmaya balar." buyurmutur. 132
Görünen suret, gayb alemindeki surete delâlet (iaret) eder, o da
baka bir gayb suretinden vücud bulmutur.
Böylece bunlar, görüünün miktarnca ta üçüncü, dördüncü,
onuncu surete kadar say dur!
Bunlar, satrançtaki oyunlara benzer... her oyunun faydasn, on-
dan sonrakinde gör.
Gözünü böylece etraftan ileriye çevir de, ta karndakini mat
edip oyunu kazanncaya kadar ne oyunlar oynayacaksan hepsi-
ni gör!
Fakat ksa görülü adam, ilk iten baka bir ey görmez. Akl yer-
de yetien otlara benzer, yere mahkumdur, gezemez, dolaamaz.
Donup kalmam olan keskin baklarsa, ileriyi delip gider, per-
deleri yrtp görür!
Bu baka sahip olanlar, on yl sonra olacak eyi imdicek, hem
de gözleriyle görürler.
Böylece herkes bak ve görüü miktarnca gayb da görür, gele-
cei de. . . Hayr da görür, erri de!
Gözün önünde, ardnda bir hâil kalmad m; bütün dünya düm-
düz olur, göz, gayb levhini bile okur!
Gözünü ardna çevirdi mi varln balad zamandan itibaren
bütün macera ve âlemin yaratl gözüne görünür!
Yer meleklerinin ululuk sahibi Tanryla, babamzn (Hz. Âdem)
halîfe olmas hususunda bahse giritiklerini duyar, görür!
Ön tarafa bakt m; mahere kadar ne olacaksa onlarn hepsi gö-
zünün önünde canlanr.
u hâlde arkaya baknca asln aslna kadar... önüne baknca
kyamete kadar her ey gözüne apaçk görünür. 133
132 bnü'l-Arabî, Tuhfetu s-Sefere, çev.Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, 1971, s.63.
133 Mevlânâ, Mesnevi ,çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.I, stanbul, 1988, s.232-233, beyit.
2887-2889, 2891, 2895, 2901-2908.
BAKARA83
Akl gayb ile ilintilidir (balantl). Allah açsndan ise gayb diye
bir ey yoktur. Her ey Onun için görünendir. 134
Emir gaybdadr, emir Allah'tadr. 1 J5
"Gayb" ve "Gâib" balangçta duyguyu anlamada veya ilk dü-
üncede hazr olmayan, dier bir deyile ilk nazarda anlalma-
yan demektir ki, bunun bir ksm delilden geçen bir anlayla
idrâk (kavray) olunabilir.
"Gayb" ile "Gâib" arasnda fark vardr. "Gâib" (ortada olmayan)
sana görülmez, seni de görmez olandr. "Gayb" ise görülmez fa-
kat görür olandr. 136
Akl erbab (ehil) için en uygun olan varlk üzerinde durup ikrar
(kabul, tasdik) etmek, ötesine geçmemek ve sfatlar salamla-
trmaktr. Çünkü bunlar nefyetmenin (inkâr etme) de ispatla-
mann da imkân yoktur. Akl böyle bir konuya vâkf (âinâ) ol-
maktan âcizdir. Daha dorusu bu konuyla ilgili olarak dayand-
bilgiler çok azdr...
Müahede (gözlegörme) erbabna gelince onlara zahir olmutur. 1 37
• Onlarn saduyular, saf basiret [hakikati kalbiyle hissederek
anlama) ve ferasetleri (anlay), temiz akllar, açk anlaylar,
shhatli görüleri, sözün ksas anlay kabiliyetleri, kötülük-
lerden silkinebilecek anlayl hisleri, yükseklere koabilecek
azimli vicdanlar ve iyi seçimleri vardr. Görünen ve hissedi-
len eyleri yarar, kabuklarn soyarlar; içindeki özüne, önün-
deki ve arkasndakinin srrna nüfuz ederler; görenle görüle-
ni ayrtederler; hissedilenden düünülene intikâl (nakil, geçi)
edebilirler; varlk ve yokluk içinde gaybden görünürlüe, gö-
134 bnü'l-Arabi, Risaleler, çev.Vahdettin nce, stanbul, 2005, el, s. 118.
135 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.403.
136 Elmalh M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s. 167.
137 bnü'l-Arabî, Risaleler, çev.Vahdettin nce, stanbul, 2005, c.l, s.118-119.
Ayet 3
84
rünürlükten gaybe gelip, geçip giden ve hissedilen hâdiselerin
satrlar altndaki gayba ait mânâlar sezerler.
Bütün hakikat gaybdr. Tabiat, görülen âlem bir hayaldir, hem
de hareket tecellîsinin bir hayalîdir.
Ik, bilimin ortaya koyduuna göre, bir titreimdem ibarettir.
Görünmeyen, madde atomlarnn titreimleridir. Ses, hariçte
havann özel bir dalgalanmasndan ibarettir. Kulamzdaki gü-
rültü mânâsna gelen ses, o dalgalanmann kulamza dokun-
duu anda hâsl olan (oluan) bir tecellîdir. Is ve souk dedii-
miz ey de, esasndak gibi esire (latifcisim) veya atoma ait bir
titreimdir. Bunun içindir ki, s a,k sya dönüür. Arala-
rnda bir mertebe (derece) fark vardr. Koku ve tat da esasnda
birer titreim olup, bizim koku alma ve tad alma duyularmza
dokunmasnda koku ve tad olarak ortaya çkarlar. Demek görme
ved görünüte vâsta olan bu be âmil (etken/in hepsi gerçekte
hareketle ilgilidir ve hepsi hareketin bize özel birer görünümü-
dür. O hâlde bu vâstalarla gördüümüz önümüzdeki âlem hep
birer hayalden, birer tecellîden baka bir ey deildir. 138
Ortada zuhur eden bir gayb'dan, gayb olan bir zuhurdan ba-
ka bir ey yoktur. Sonra gayb olmu, sonra zuhur etmi, son-
ra gayb olmu. Eer kitab ve sünneti incelersen, ebedî bir
birden baka bir ey bulamazsn. O, O'dur, her zaman ve
ebedîyyen gâibdir. 139
Can diyarnn gökleri olan ve ancak ruhun ulat Melekût (s-
fatlar ve kudret âlemi), Ervah (Ruhlar âlemi), Ceberut (orta âlem,
ilâhî kudret âlemi) ve Lâhût (Allah 'in zât âlemi) âlemleri manevî
mertebelerdir. Dünya ehlinin bilmedikleri bu âlemler, ilâhî sr-
larn bulunduu ve ilâhî srlarn kendilerine ulaanlara aikâr ol-
duu gayb âlemidir.
138 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.164-165.
139 bnü'l-Arabî, Risaleler, çev.Vahdettin nce, stanbul, 2005, c.l, s. 117.
BAKARA85
Gayb âleminin bulutlar baka, sular baka ve yamuru baka-
dr. Bu âlemin gökleri bir türlü, günei bizim bildiimiz güne-
ten baka türlüdür. Çünkü yamur orada yerlere deil gönülle-
re yaar, orada güne bildiimiz güne deil, ilâhî varln ruh
semasndaki tecellîsidir.
Orada ilâhî güzelliin türlü görünüleri, topraa yaan bahar
yamuru gibi gönülde irfan, hakikat çiçekleri açtrr.
Bizim dünyamzda olan hâdiselerin; baharlarn, hazanlarn bir
benzeri de kendi büyüklüü ve enginlii ölçüsünde, aynen gayb
âleminde olur. Gayb âleminin bahar, kudretle esen hayat rüz-
garlarn bizim âlemimize yollar. Dünyamzda ermi insan gö-
nülleri manevî âlemden gelen bu bahar kokusunu duyarlar. Bir
ebedî bahara varm gibi içlerinde derin bir manevî haz yeerir,
ruh ufuklar ve ruh vadileri, bir anda yeilliklerle, yaprak ve çi-
çeklerle dolar.
Allah'a can gönülden edilen her ibâdet, meselâ her namaz, her
oruç ebedî âlemden esen bir bahar rüzgardr. Buna mukabil in-
san nefsinin dünya yüzünde malup olduu her kötülük, her ki-
bir, her haset, her hrs, her ehvet ruha gayb âleminden kopan bir
sonbahar frtnas gibi derin hasar, büyük azap ve ölüm verir. Di-
er taraftan, Allah velîlerinin ve yeryüzünü diyar diyar dolaan
Hakk abdallarnn sözleri ve nefesleri de tpk bahar rüzgarla-
r hem de Lâhût âleminden esen bahar rüzgarlardr ki cana can
katarlar. Gönül onlarn sözleri ve onlarn nefesleriyle bir cennet
bahçesi güzelliiyle yemyeil olur. Ancak ermi insanlarn nefes-
leri hatta onlarn gözya yamurlar bile ancak ruhlarnda yaa-
ma; rüzgar ve yamur kabul etme kudreti bulunan fânilere fay-
da verir. Eer bir ruh, müridin bütün nefes edilerine ramen
ebedî hayata uyanmamakta srar ederse bu müridin noksan de-
il, o kiinin tad ruhun temiz olmayndandr.
Demek ki gayb âleminden esen rüzgar ve o âlemin semâlarndan
düen yamur, bu âlemde o hayata açk bir penceresi olanlar
Ayet 3
86
içindir; ruhlar o âleme susamlar içindir; kurumu gönüller
için deildir. Gayb âleminden esen rüzgarla yaan rahmet, bir
ruha gda olmaya balad m, sen o ruhta doacak derin tecellîyi
140seyret.
Kyamette îmânn faydas olmaz.
Zîrâ; îmânn hükmü bundan önce idi.
Çünkü îmân gayb'de olan bir eye olur.141
îmân
îmânn ilim dilindeki tarifi ve îmân sahibinden beklenen udur:
Kalpten ta.sdik(onay).
.
. Dilden ikrar...D duygulardan amel...
îmân bahsini biraz daha derinden aldmz zaman, hakikat ehli
âlim zâtlarn, îmân be yönden mütâlâa ettiklerini görürüz.
1. Matbu îmân: Bunun asl mânâs udur: insann ruhuna, eti-
ne, kanna, kemiine, hatta iliklerine kadar ileyen ve yerle-
en bir îmân ekli. Böyle bir îmân, meleklerin îmândr.
2. Masum îmân: Bunun mânâs da udur: Her yönüyle terte-
miz, korunmu, aklanm, esirgenmi bir îmân. Bu îmân de-
recesi peygamberlere mahsustur.
3. Makbul îmân: Yani: Beenilmi, yerinde görülmü kabul
olunmu bir îmân. Bu îmân, mü'min kullarn îmândr.
4. Mevkufîmân: Ksaca mânâs: Kesik, duruk, sekteli. Bu îmân:
Beenilen yolu brakan, ashâb ve Resûlullahn gittii yola uy-
mayan bidat ehlinin îmândr.
5. Merdûd îmân: Yani: Reddedilen, beenilmeyen îmân. Bu
türlü îmân münafklarndr. Yani: çten dinsiz, dtan din-
li gözükmeye çalanlarndr. 142
140 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.292-294.
14
1
Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.282.
142 Ahmed er-Rifâî, Onlarn Alemi, çev. Abdülkadir Akçiçek, stanbul, 1996, s. 28-29.
BAKARA87
imân, iki rükün üzerine kurulmutur.
1- Aada saydmz lâfzlar, yakn ile tasdiktir. Bunlar;
a) 'B' srryla Allah'
b) Melekleri
c) Kitaplar
d) Peygamberleri
e) Âhiret gününü
f) Kaderin hayrn ve errini Allah'tan bilmektir.
Yakîn hâli ile tasdikten kasdmz udur;
Gaybden kendisine ne haber verilmi ise, o haber verilenin
hakikat olduunu, kalbin sükûnetle kabulüdür. Tpk, bu ba
gözü ile müahede ettiini sükûnetle kabul edii gibi. O kadar
ki, hiçbir üphe izi olmayacak.
2- slâm binas saylan amelleri ilemektir. (Islâmn be art)143
îmân, kalbin gayb (görünmeyeni, bilinmeyeni) tasdik etmesidir.
Tasdik Kur'ânn îmân inançszln karsna koymas yönün-
den îmânn e anlamlsdr...
Zikredilen gayb kelimesi îmânn esaslarndan, baka bir ifadeyle
îmânn konusundan ortaya çkar. îmânn konusu Allah, melek-
leri, peygamberleri, kitaplar, âhiret günü ve kaderdir.144
Gayb âlemine ait ilk kef basamadr. Ve bu bir binektir; ona
çkan; yüce makamlara ve üstün mertebelere varr. Akldan
uzak duran eye, kalbin yatmasnn sebebi; îmândr. unu iyi
bil ki her ne ey aklla bilinir; o îmân olarak kalbin yatt ey
deildir. . . Ki, böylesi nazarî ilimdir. Gözle görülerek ispat ev-
lenen delillerle elde edilmitir. Ki, bu îmân cihetinden sayl-
maz. Çünkü îmânda art olan; kalbin bir eyi seksiz üphe-
siz ve de delilsiz kabul eyleyip tasdik eylemesidir. Bu tasdik de
hâlis olmaldr. 145
143 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.409.
144 Suad El-Hakîm, bnü'l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s.355.
145 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.434.
Ayet 3
îmân, dil ile ikrar ve kalp ile tasdiktir (onay, dorulama). Müslü-
man amel ettii için mü'min olacak deil, îmân ettii için amel
edecektir 146
îmân, Allah'n bir nurudur ve özellii de Onun katndan gelen
her eyi kabul edici olmaktr. Bu nur, kulun kalbinde bulunur ve
onu güvene ulatrr. u hâlde îmân, müahededen önce ve sonra
tasdik ve tasdike istidatl (anlay kabiliyeti) olmaktr. 147
îmân kalbin istikrara kavumasndan ve nefsin dinginliinden
ibarettir. Kul Rabbini arayp bazen puta, bazen günee, bazen
aya, bazen de atee yönelir. Bu durumda kul armtr ve bir
karara varamamtr. Allah onun iyi niyetini bildiinde kalbine
hidâyet nurunu yayar ve kalp istikrara kavuur, nefs tatmin olur.
îmân günee benzer. O perde olmakszn kalp gözlerine vurur.
Mü'min Rabbini arayta tereddüt ve gezinmeden kurtulmu ve
dinginlie ermi kimse demektir. 148
Aklla idrâk edilememesine ramen gayba îmân niçin müttakîliin
ilk art olarak zikredilmi?
Cenâb- Hakk dedi ki: "Gayba îmân edenleri istiyorum" bundan
dolay bu fânî dünyann penceresini kapadm. Zuhurda gökyü-
zünde bir yark olsayd ben "bunda bir kusur görüyor musunuz?"
(Mülk, 3) nasl derdim. Tâ ki insanlar bu dünya karanl için-
de aransn ve her biri yüzünü bir baka tarafa çevirsin. Bir za-
man için iler ters gider. Hrsz, hâkimi daraacna gönderir. Bu
suretle nice sultanlar, nice âlî hikmetliler gün gelir kendi bende-
lerinin bendesi olur.
Gaybda olana kulluk ve bendelik (kölelik) Hakka ho gelir,
îtaat ve riâyetten (söylenene uymak) ayrlmayan kulluk ho ve
146 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kuran Dili, c. I, stanbul, 1992, s. 174.
147 Suad El-Hakîm, bnu l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s.356.
148 Suad El-Hakîm, îbnu l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s.357.
BAKARA89
makbuldür. Huzurunda sultan övmek nerede, gyabnda on-
dan utanarak edep ve erkân (esaslar) gözetmek nerede? Uzakta
bulunurken vazifeye yarm zerre miktar gösterilen sayg, huzur-
da yüz bin kat hizmet görmekten daha üstündür. Allah'a taat ve
îmân ancak imdi makbuldür. Ölümden sonra gayb âlemi ortaya
çknca, ite imdi inandm demek makbul deildir. 149
Bu din, zahir ve bâtn (varln görünmeyen iç yüzü) camidir.
Bâtn, zahirin özü ve içi, zahir de özün ve bâtnn zarfdr. Zahir
olmasa bâtn olmaz; zahir olmaynca bâtn shhat bulmaz. Kalb,
cesedsiz kâim olamaz. Cesed olmaynca da kalb salim olmaz.
Kalb, cesedin nurudur. Bazlarnn ilm-i bâtn dedii bu ilim as-
lnda slâh- kalbdir. Evvelâ, amel bi'1-erkân yâni rükûnlarla (iç-
ten gelen istek) amel ve kalb ile tasdik lâzmdr. Adam öldürme,
hrszlk, zina, ribâ (faiz), içki, yalan, kibir gibi günahlarla bera-
ber kalbdeki iyi niyetin ve gönüldeki temizliin ne faydas var-
dr? Kalb temizliinin rükün (içten gelen istek) ve fiillerde de gö-
rünmesi lâzmdr. 150
Cenâb- Hakk gayb perdesi arkasnda kalp, kullarnn ümit ve
emeller peinde olmalarn ve bir ümit ile kendisine ibâdet etme-
lerini ister. Kulun ümidi ya ahrettir, ya dünya. Her iki talep sa-
hipleri için de niyaz kaplar açktr. Âhireti yani manevî lezzet
ve hazz isteyenlerin, bu talepleri ve dünya zevk ve arzularnn
peinde koanlarn ümit ve emelleri Cenâb- Hakk'la aralarn-
da bir ba demektir. Her kul ümit ve endie ile bilerek bilmeye-
rek Allah'a baldr.
Ümit ve endie gayb âleminin perdeleridir. O perdenin arkasn-
da durup ister; ümit ister korku ile, Allah'tan merhamet dileyen-
ler, bir gün bu perde yrtlnca o âlemin bütün saltanatyla mey-
dana çktn görürler.
149 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.530-531.
150 Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 83.
Ayet 3
90
Perde yrtlnca her ey aikâr olacandan ne korku, ne ümit ka-
lr. O anda insan ya iyi niyetli yalvarlarnn ve Allah'a varma
dileklerinin kabul olduunu görür, Allah'n cennet sözüyle vaad
ettii mükâfata ular ;yahut korktuuna urar. Böyle olmayp
da her kul maherdeki encamn (akibetini, sonunu) dünyada bi-
lecek olsa dünya ehli ve akiler (ikâyet eden) ye'se (üzüntü) dü-
üp müminler saadet içinde kalrd. Fakat ilâhî hikmet hükmü-
nü bulmazd. Çünkü Allah yalnz mü'minin deil, akinin hat-
ta kâfirin de kendisinden bir ümidi olsun ister. Ve kim bilir, bel-
ki bir gün, henüz vücud ve dünya âleminde, nefsinin esiri olarak
uçuruma yürüyenlerden biri bir an için gafletten (hak' unutma)
uyanr da Allah'ndan yardm ve iyilik dilerse, üphen olmasn
ki Allah, onu affedecek ve iyi kullar arasna almakta bir an te-
reddüt etmeyecek kadar büyüktür. nsan gökten rahmet ve yer-
den yeillik bekledii gaybn bir gün bu dileklerini yerine geti-
receine inand ölçüde Allah'a yakndr. îmân, hakikatler giz-
li iken, görünmüyorken idrâk, düünce ve sezgi yoluyla erildii
zaman güzeldir.nsan, akl ve sezgisiyle Hakk' arayarak nefsine
deil Hakka kul olmann yollarn bulduu zaman Rabbini ho-
nut eder. Allah, kendisi gaybda iken, onu görmeden seven ve bu-
lanlardan holanr. te Allah'a ibâdet ve inan da hudûd (snr)
erlerinin sadâkati gibi, ancak ölüm gününden önce makbuldür.
Ölüm günü, Allah' yakndan görüp, onun yüceliini maher-
de kavrayacak imanszlarn o andaki îmân elbette Allah katn-
da makbul olmayacaktr. 151
Ali (r.a.): "Perde kalksa da benim yakînim artmazd '(K.K) buyu-
ruyor. Yani : Bu kalb ortadan kaldrsalar ve kyamet görünse
de benim yakînim artmaz (demektir). Bu unun gibidir: Meselâ,
farzedelim ki karanlk gecede, bir evde herkes yüzünü bir tarafa
çevirmek suretiyle, namaz klsa gündüz olunca, yüzlerini çevir-
mi olduklar yönü deitirirler. Fakat onlar arasnda gece, kb-
151 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.532-535.
BAKARA91
leye çevirmi olan, bu hakîkî yönden yüzünü çevirmez. Hem ni-
çin çevirsin? Çünkü herkes yüzünü ona doru çevirir. (Bu dün-
yada) Gece yüzlerini ona dönüp, bakasndan yüz çevirmi ise-
ler, o hâlde onlar için kyamet görünmü ve hazr olmutur. 152
(Mîrâc'da ) Hz.Peygamber'e u hitap geldi.
-Ya Muhammed, sana kapy açyorum. Perdeyi senin için kal-
dryorum. Hitabn en güzelini sana duyuruyorum. Çünkü sen,
daha gayb âleminde iken beni gerçek bir îmânla birledin ve tev-
hid ettin. imdi de birle. Yani müahede ve iyân âleminde. Böy-
lece yine tevhidime er.153
Gayb âlemine yükselen ve o âlemdeki kaza ve kaderin emriyle
kanatlanan ruh, çevresinde ayp göremez.s4
lahi vücûdun ve ilâhî mânânn bulunduu gayb âleminden bize
ne gösterilmise ve ne kadar gösterilmise onu aksettirecek tek
vâsta, bütün kirlerden ve paslardan ak eliyle temizlenmi par-
lak bir can aynasdr.
Bu can aynasnn safl, nefsin manevî hazlardan ve dünya pas-
larndan arnmas sayesinde olur. Nefsin bu mânevi terbiyesi ve
bir ruh salna kavumas da kendilerine Tanr güzellii vur-
mu kimseler karsnda duyulan aka baldr. u artla ki göz
ve gönül, o güzellerde görüneni deil, bu görünende tecellî eden
ilâhî güzellii görüp, onu sevmeyi bilecek hâle gelmelidir.
te sen bu hâle erdiin zaman, o en büyük sevgili, senin nur
dolu kalbine bakarak bu kalbin aynasnda kendi güzelliini gö-
recektir. te o zamandr ki seven de sevilen de sen olacaksn! in-
san olmann ve insanda Allah'a yükselmenin faziletini, o zaman
anlayacaksn. 155
152 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985, s.45.
153 bnü'l-Arabî, eceretü'l Kevn, Mays 2000, s. 149.
154 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s. 285.
155 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s. 12.
Ayet 3
92
Sen can; o canlarn can için feda et ki bu sefer hakîkî can bu-
lasn. Çünkü gayb âleminden gelen can rma bu âleme ve bu
âlemdeki insanlara akl ve can aktr. Allah, her zaman senin ona
verdiinden daha büyüünü, daha güzelini ve daha ebedîsini
vermee kudretlidir. Gayb âleminden gelen sesi dinle... Duya-
bilirsen onun sana söyledii tek söz, u ten âleminden çk, kur-
tul! nidâsdr. 156
Biri: "Namazdan daha üstün ne olabilir?" diye sordu.
1. Söylediimiz gibi, namazn can (ruhu), klnan namazdan
daha iyidir.
2. îmân namazdan daha iyidir. Çünkü namaz be vakitte, îmân
ise her zaman farzdr. Namaz bir mazeretle bozulur ve farz
olmaktan düer, sonra klmak da mümkündür. îmânn na-
mazdan bir üstünlüü de, onun hiçbir mazeretle dümeyi-
i ve sonradan klnmaya müsaade edilmeyiidir. Namazsz
îmânn faydas olur. Fakat îmânsz namazn faydas yoktur.
Tpk münafk olan kimselerin namazlar gibi.
Namaz her dinde baka türlüdür. îmân hiçbir dinde deimez.
Ahvâli, kblesi ve daha bunun gibi eyleri deimi olmaz. Yal-
nz bu farklar hakknda söylenen söz, ancak dinleyenin bundan
çkaraca mânây talep etmesi nisbetinde zahir olur. Dinleyen,
hamur yourann önündeki un gibidir. Söz de suya benzer. Una,
kendisine elverili olacak ölçüde su katarlar.157
"Namaz klarlar"
Abdest:
Abdest alrken her uzuv için ayr bir duâ okunaca hadîste bu-
yurulmutur.
156 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.321.
157 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fib, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.49.
BAKARA93
Buruna su verirken, Ganî olan, yani çok zengin, her eyi mevcûd
olan Allah'tan cennet kokusu istenir.
Ey mü'min; sen, gönülden Allah'a yalvar da, o koku seni alsn,
cennete götürsün! Gül kokusu, gül bahçesinin klavuzudur!
Pislikten temizlenirken de sözün; "Yâ Rabbî; Sen, beni u pislik-
ten art!" sözü olsun! Arkan ykarken:
"Yâ Rabbî! Benim elim; ancak buraya kadar uzand, burasn y-
kad, temizledi. Fakat elim, ruhumu, gönlümü temizlemekten,
ykayp artmaktan âcizdir.
Allahm! Adam olmayanlarn canlar bile lûtfunla adam oldu;
canlara ulaan ve onlar can yapan ancak Sen'in lütuf ve kerem
elindir!
Ben aalk, günahkâr bir kulunum; benim baarabileceim te-
mizlik, ancak bu kadardr! Ey kerem sahibi Allah; elimin ulaa-
mad yerlerin, içimin, gönlümün temizliini de sen lütfet!
Allah'm! Ben d yüzümü pislikten anttm, temizledim; iç pis-
liklerden de bu nâçiz dostunu Sen yka, Sen art!158
Bir kimse zahiren abdest almakla bedenini temizlemi olur.
Hâlbuki günahlardan korunmak ve temizlenmek için lâzm
olan su, ibâdet ve hayr ilemektir.
Kalbin ve nefsin pisliklerini ve fena ahlâklarn gidermek için
lâzm olan su ise, Allah'n ahlakyla ardaklanmaktr.
Bir de srrn abdesti vardr ki, bunun suyu da mâsivây yani sana
dünya olan balar terketmektir. te insann abdesti böyle olma-
ynca yani ak ve muhabbet çemesinde ykanp dört tekbîri bir
etmeyince, hakîkî olarak namaz klnm olmaz.
Dört tekbîri bir etmek; dünyay terk, âhireti terk, varl terk ve
terki de terktir. Bu abdesti alp fena mertebesini bulduktan son-
ra amelinde cehil ve fiilinde de günah olmaz.
158 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi Tercümesi, çev. efik Can, stanbul, 1997, c.3-4, s
.545-546.
Ayet 3
94
te bu mertebe Allah'la seyir mertebesidir ki, her eyde ikilik-
siz Allah'la olmaktr. Yani: Kurb-i kâbe kavseyni ev ednâ mer-
tebesi budur. 159
Temizlik; maddî ve manevî temizlik, baka bir ifadeyle kalp te-
mizlii ve belirli organlarn temizlenmesi olmak üzere ikiye ay-
rlr. Manevî temizlik, nefsi kötü ve yerilmi huylardan, akl ise
kötü düünce ve kuku kirlerinden temizlemektir. Srrn temiz-
lii ise, bakalarna bakmaktan temizlenmektir. Her organn
manevî bir temizlii vardr. Maddî temizlik ise, nefsin doal ve
alkanlk olarak tiksindii pis eylerden temizlenmektir. Bu iki
temizlik farz klnmtr.
Suyun pislii giderdii kesindir. Dinî temizlik ise 'eytann
pisliini giderir. Allah'n isimlerinden biri 'el-Mü'min'dir. Bu
isimle ahlâklanan kimse, hiç kukusuz ki kalbini temizlemi de-
mektir.
Özel anlamda temizlik, baz organlar ykamak ve meshetmek-
le snrl olan abdest demektir. Bu temizlik bilinen makamlara
ve deerli tecellîlere dikkat çekmektir. Bunlarn arasnda kuv-
vet, söz, nefesler, doruluk, tevazu, haya, semâ ve sebat bulunur.
Bunlar abdest organlardr ve Allah'a yaklamada sonuçlar olan
deerli duraklardr.
Bu ruhsal temizlik iki eyle yaplr: Ya, hayat srrnn temizlen-
mesi veya unsurdan olumu kozalams yapnn temizlenmesi-
dir. Hayat srryla abdest, el-Hay ve el-Kayyûm'u müahede et-
mek demektir.
Su, hayatn srrdr. Kendiliinde ruhtur. Çünkü o, kendi
zâtndan hayat verir.
Su iki ksma ayrlr. Biri, son derece duru ve arlkla seyrelmi,
damtlm sudur. Bu yamur suyudur. Bu su, (simgesel olarak)
er'î-ledünnî ilim demektir. Çünkü bu ilim riyazet, mücâhede ve
arnmadan meydana gelmitir. Sen de onunla (su ve ilim) Rabbine
159 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.381.
BAKARA95
münâcât etmek için zâtn temizle! Dier su ise latiflikte bu dere-
ceye ulamam sudur. Bu ksm, nehir ve pnarlarn suyudur. Bu
su, doduu ve üzerinden akt yere göre, (baka eylerle) kar-
m olarak ortaya çkar ve bu nedenle tad deiir: Bir ksm tatl,
bir ksm acdr. Bu ksm tatsz, tuzsuz, ac ve zehirdir.
Yamur suyu tek bir hâldedir: temiz, duru, serin, içimi ho bir su.
Bu, (simgesel olarak) doru akl ve fikirlerin bilgileridir. Çünkü
düünceden (fikir) kazanlm akl ilimleri bakalaarak kirlenir.
Çünkü onlar, düünen akl sahiplerinin mizacna baldr. Akl-
c, ancak duyulur maddeleri, (bunlardan soyutlayarak da) hayal-
de bulunan eyleri inceler. Kantlar da benzer eylere dayanr.
Böylelikle akl sahiplerinin tek bir ey hakkndaki yarglar fark-
llat gibi, bir kiinin farkl zamanlarda tek bir eydeki hükmü
de deiir. Bu hüküm deiiminin nedeni ise, mizaçlarn ve ya-
radlta bulunan karm ve unsurlarn (zaman içinde) deime-
sidir. Böylelikle aklclarn tek bir ey hakkndaki yarglar birbi-
rinden farkl olduu gibi ayrntlar dayandrdklar esaslar hak-
kndaki yarglar da farkllamtr.
lahi-ledünni ilmin tek bir tad vardr. Alnan tatlar deise bile
temizlii deimez: temizdir, bir ksm ise daha temizdir. Bu
ilim, durudur ve ona kir karmamtr. Çünkü o, doal mizaç
hükmünden olduu gibi (doduu) kaynaklarn etkisinden arn-
mtr. Bu nedenle peygamberler, velîler ve Allah'tan haber ve-
renler, Allah hakkndaki bilgilerinde hemfikir olmutur. Art-
maz, eksilmez ve deimez. Onlar birbirini dorular. Nitekim
yaarken göün suyu da farkllamaz.
itimâdn ve kalbindeki temizliin bu bilgi gibi olsun! Bu bilgi,
yamur suyuna benzeyen eriat bilgisidir. Böyle davranmazsan
kendine kar samîmi davranmam olursun. Ayrca, zâtnda ve
temizliinde bu suyun kendisinden çkt yer gibi olursun.
Ey dost! eriat ilimlerini olduu gibi riyazetler, halvetler,
mücâhedeler, lüzumsuz ihtiyaç ve gereksiz düüncelerden uzak-
lamakla Allah'tan bilgi alan velîlerin ve aklllarn ilimlerini
Ayet 3
96
elde etmeye çal! Bu sulan ayrt edemezsen, kötü mizaç sahibi
olduunu bilmelisin. Karmlardan biri sana hâkim olmutur.
Senin sorununu giderecek bir çözümümüz yok. Fakat Allah sana
merhamet ederse (o baka!).
El, güç ve yönetme organdr. ki el, (ayn zamanda) cimrilik ve
eli skln bir gerei olarak tutma ve engelleme yeridir. Bu ne-
denle, cömertlik, ihsan ve ba yaparak açma ve infâk eylemiyle
onlar temizlemelisin. Gece uykusu, kendi gayb âlemini bilmek-
ten gaflet hâlidir. Gündüz uykusu ise, ahadet âlemini bilmek-
ten gaflet hâlindir. te bu, (Hakka) izafe edilmi en güzel isim-
lerden gayb ve ahadet alemiyle özdelemenin ve ahlâklanmann
ta kendisidir.
Baknz! Az bir suya pislik bulatnda onu etkiler ve artk o su
kullanlmaz. Su da, pisliin üzerine döküldüünde onun hük-
münü ortadan kaldrr. Tpk bunun gibi, kukular, zayf imanl
ve düünceli kalplere geldiinde, onlara etki eder. Pislik, bir der-
yaya dütüünde onda silinip gittii gibi bilgiyle ve Ruhu'1-kuds
ile desteklenmi güçlü kalplere kukular dütüünde de böyle-
dir. nsan ve cin eytanlar, ilâhî ilimden nasiplenmi birine bu
kukular getirdiklerinde söz konusu kii, kukularn d varl-
n deitirir. Bu insan, Allah'n kendisine ihsan ettii ilâhî rah-
metin inayetinden elde ettii ledünni bilgi iksiriyle, kuku kur-
unlarn altna, deersiz eyleri gümüe nasl çevirebileceini bi-
lir. Bunun yan sra, söz konusu eylerin hangi yönden doru ol-
duunu ve (onlardan etkilenmek bir yana) onlara tesir eder. te,
ruhsal istincann (necasetten, pislikten temizlenme) srr budur.
Çirkin zikrin ortadan kaybolmas için, güzel zikirle azna su ver!
Çirkin zikir, kovuculuk, dedikodu, kötü sözü aça vurmak de-
mektir. Azna su vermen tilavet, Allah' zikretmek, aralar dü-
zeltmek, iyilii emretmek ve kötülükten sakndrmak olmaldr.
Allah öyle buyurur: "Allah kötü sözün açktan olmasn sevmez"
(Nisa, 148). Baka bir âyette ise öyle buyurur: "Kovuculukyapan"
(Kalem, 11). Baka bir âyette ise öyle buyurur: "Onlarn sözlerinin
BAKARA97
büyük bir ksmnda hayryoktur. Bir sadaka veya iyilik emreden veya
insanlarn arasn düzelten kimse müstesna" (Nisa, 114).
te azn temizlii budur. Sana kapy açtm. Sen de abdestin-
de, guslünde ve teyemmümünde böyle devam et. Bunu senden
Hakk istemektedir.
Bu temizlii sorumlu bütün organlarnda eksiksiz olarak uygu-
la! Çünkü sorumlu her uzuv, bütün ibâdetlerle sorumludur. Bu
ibâdetler temizlik, namaz, zekât, oruç, hac ve cihat vb. dince be-
lirlenmi amellerdir. Sen de sorumlu her uzvu kendi hakikatinin
gerektirdii tarzda bu ibâdetlere yönlendirirsin. "Allah verdiin-
den bakasyla kimseyi sorumlu tutmaz" (Talak, 7). Allah her eye
yaradln vermi, sonra yolu göstermitir. Baka bir ifadeyle
verdii eyi nasl kullanacan açklamtr.
nsann sorumlu organlar, sekiz tanedir. Bunlarn says artma-
sa da baz ahslarda azalabilir. Bunlar göz, kulak, dil, el, mide,
cinsel organ, ayak ve kalptir.
Organlar, bedeni yönetmekle sorumlu ve (eriatn hitabyla) mu-
hatap olan nefsin araçlar gibidir. Sen de, kendilerinde adaleti
uygulamakla sorumlusun.
Bilmelisin ki, Allah insann bütününe hitap etmi, onun zahirini
bâtnndan ayrmad gibi bâtnn da zahirinden ayrmam-tr. Belli bir aznln dnda, insanlarn büyük ksmnn amac,
eriatn zâhirleriyle ilgili hükümlerini bilmeye yönelmi, dînin
bâtnlaryla ilgili belirledii hükümleri bilmekten habersiz kal-
mlardr. Bu aznlk, Allah yolunun ehlidir.' Çünkü onlar, zahir
ve bâtn düzeyinde bu meseleyi aratrmtr. Zahirlerinde kabul
ettikleri her dînî hükmün bâtnlarna da bir uzantsnn olduu-
nu görmü, eriatn bütün hükümlerini böyle ele alm, zahir ve
bâtnda Allah'n sorumlu tuttuu eylerle ibâdet etmi, çoun-
luun hüsrana urad yerde onlar kurtulua ermitir. Tam an-
lamyla mutluluk, zahir ve bâtn birletiren gruba aittir. Onlar
Allah' ve Allah'n hükümlerini bilen kimselerdir.
Ayet 3
98
Namazn bâtn ve ruhu, Hakk ile karlkl konumadr. Kul
bir davrannda Rabbiyle karlkl konumak isterse, kendisi-
ni Rabbiyle konumaktan alkoyan her türlü eyden kalbini te-
mizlemesi gerekir. Hakk ile konuma esnasnda böyle bir temiz-
lie sahip olmadnda ise, Hakka münâcât etmemi ve sayg-
sz davranm olur. Böyle bir insan, (konumak yerine) kovulma-
y hak eder.
Temizlik akllya farzdr. Akll, Allah'n emir ve yasaklarn biz-
zat Allah'tan örendii gibi allah'n srrna aktard eyleri öre-
nen (akleden) kiidir. Bunun yan sra akll insan, kalbine gelen
düüncelerin hangisinin Allah'tan, hangisinin nefsinden veya
melek veya eytan güruhundan geldiini ayrt edebilen kiidir.
te (kâmil) insan budur.
Gözün bâtn temizlii, söz gelii, eyaya ibret gözüyle ve deer-
lendirmesiyle bakmaktr. Böyle bir insan gözünü anlamsz yere
kullanmaz. Böyle bir davran ise, dince belirlenmi temizlii il-
gili yerlerde tam olarak kullanabilen kimse yapabilir. Allah öy-
le buyurur: "Bunda göz sahipleri için ibret vardr" (Âl-u mran,
13) burada ibreti gözlerin fiili yapmtr. tibar ise, kalp gözle-
rinin eylemidir. Allah âyette ba gözünü zikretti. Çünkü onlar,
kalp gözünün fiili olan itibar yapabilecei veriyi bâtna ulat-
ran araçlardr. Bütün organlar böyle ele alnmaldr.
Bizim görüümüz udur: Mü'min, kâfir, münafk, ksaca bütün
insanlar, dînin fer'î meseleleriyle ve asllaryla muhatap ve so-
rumludur. Onlar, kyamet günü eriatn asl konularyla oldu-
u gibi fer'î meselelerinden dolay da hesaba çekilecektir. Bu ne-
denle münafk 'Cehennemin en derin yerinde olacaktr'. Buras
atein içidir ve münafk 'kalplere erien' ate ile azap görecektir.
Çünkü münafk, dünyada dinî hükmün biçimsel yapsn yeri-
ne getirmiti. Bunlara örnek olarak kelime-i ahadeti telaffuz et-
mek, peygamberi açktan dorulamak ve zahirî amelleri yapma-
y verebiliriz. Ancak onlarn kalplerinde îmânn zerresi bulun-
BAKARA99
maz. Bu kadaryla onlar, kâfirlerden ayrlr ve kendilerine onlar
iki yüzlülerdir' denilir.
Mümin, itaatle karmayan saf bir günah kesinlikle ilemez.
Günahtaki itaat, onun günah olduuna inanmasdr. Mümin,
'sâlih ameli ve kötü ameli kartran' kimselerdir. Allah öyle bu-
yurur: "Belki Allah onlarn tevbelerini kabul eder." (Tevbe, 102)
Tevbe, dönmek demektir. Kastedilen ey, Allah'n rahmet etmek
üzere kullarna dönmesidir. Çünkü Allah âyeti "Allah bala-yan ve rahmet edendir" (Tevbe, 102) ifadesiyle genelletirdi. îmân
gönlün ve için temizliidir.
Münafk ise, kalbiyle bunlarn farz olduuna inanmaz ve inan-
mad hâlde namaz klar, temizlenir veya bu gibi ibâdetleri ken-
disine farz klan peygamberin sözü nedeniyle yapmaz.
Temizliin artlarndan biri niyettir. Niyet, iin banda Allah'a
yaklamak amacyla temizlii yapmaya yönelmektir.
Eli ykamak, ârî'nin terk edilmesini emrettii davranlarla eli
temizlemektir. Bize göre, Allah farz kld' demek ile 'vâcib kl-
d' demek arasnda fark yoktur. Terki vâcib olan fiil, ilendiinde
eriatn gasp, hrszlk veya hainlik yaplm olacana hükmetti-
i bir eyden elin çekilmesidir. Ksaca, eriatn elin kullanmnuygun görmedii her ey bu kapsama girer.
Tevik edilmi temizlik ise, elde bulunup tutulmas serbest bra-
klm dünyaln terkidir. eriat, Allah katndakini arzulayarak
böyle bir maln elden çkarlmasn tevik etmitir. te zühd bu-
dur ve o bir ticarettir. Çünkü sahip olunan mal elden çkarma-
nn karlnda Allah katnda bir bedeli vardr. Terk etmek, elde
tutmaktan daha üstündür.
El temizliinde müstehab görüe gelince, bu görü, elinin te-
miz olup olmadndan kuku duyan insann, sahip olduu malelinden çkarmasdr. Bunun nedeni, maln helâlliini zedeleyen
bir kukunun malda bulunmasdr. Bu durumda mal elinde tut-
mas uygun deildir. Bu ise zühd deil, verâdr (kukulu eylerden
uzak durmak). Malda haram kukusu bulunsa bile, onun helâle
Ayet 3
100
dönük bir yönü de vardr. Müstehab olan, böyle bir maln mutla-
ka terk edilmesidir. Çünkü haram dikkate almak, (helâli dikka-
te almaktan) daha üstündür. Çünkü insan, üpheli bir eyi elin-
de tuttuunda sorumluyken, kendisine göre maldaki kuku ne-
deniyle onu elinden çkardnda ise sorumlu deildir. Hatta bu
davran karsnda insan, ödüllendirilmeye daha yakndr.
Aza su çekmede farz olan, 'Allah'tan baka ilâh yoktur'u söy-
lemektir. Bu kelimeyi söylemekle dil ve gönül irkten temizle-
nir. Çünkü bu cümlenin harfleri göüs (sadr, gönül) ve dil harfle-
ridir. nsan bâtnnda azna su verirse (temizlerse), hiç kukusuz,
bir iyilik elde etmi ve hayr söylemi olur. Hayr söylemek ve di-
lin doruluu, yalandan temizlenmektir. yi sözü söylemek, kötü
sözü söylemekten arnmak demektir. 'Zulüm eden ise...' (Nisa,
148) âyetinegöre bir karlk olsa bile, bu konuda susmak daha üs-
tündür. yilii emretmek ve kötülükten alkoymak, o ikisinin zd-
d olan eylerden temizlenmektir. Böyle bir ey, aza su almann
farz ve sünnetidir. Ayn ey, burna su çekmek için de geçerlidir.
Bâtnda burna su çekmeyi anlamak için unu bilmek gere-
kir. Arap örfünde burun, izzet ve büyüklük organdr. Arap
beddualarnda Allah burnunu sürtsün 'burnu topraa sürtünse
bile' derler. Burada 'toprak' denmitir. Bunun anlam, Allah'n
(beddua edilen insan) büyüklük ve izzetinden horluk ve küçük-
lüe düürsün demektir. Bu küçültme 'toprak' kelimesiyle anla-
tld. Çünkü Allah yeri mübalaa kalbnda 'çok zelil' (hor, ha-
kir) diye isimlendirdi. Çünkü en zelil ey, bir zelilin aya ile çi-
neyebildii eydir. Kullar zelil yaratklar olduu hâlde üzerinde
yürüyerek yeryüzünü çiner. Bu nedenle Kur'ân, yeryüzünü mü-
balaa kalbyla isimlendirmitir.
nsann içindeki büyüklük, kulluk, horluk, zillet ve muhtaçlk
hükümlerini uygulamadan ortadan kalkmaz ve silinmez. Bu ne-
denle burna su verirken sümkürmek gerekti. Kiiye öyle denilir:
Burnuna su çek, sonra sümkür! Burada su, kul olduunu bilinen-
dir. Büyüklüünün temsil eden organnda (burun) onu kullan-
dnda ise, büyüklük o yerden çkar, 'sümkürme' budur. Bunun
BAKARA101
bir ksm farzdr. Bu ksmn bâtnda kullanlmas ise, hiç kuku-
suz ki farzdr. Sümkürmenin sünnet olmasnn anlam, onu yap-
madnda abdestinin geçerli olabilmesidir. Bu noktadaki kar-l ise udur: Kölene veya emrinin altnda bulunan kimselere
(âmir olarak) veya elinin altnda bulunan kimseye tevâzuyla dav-
ranmay terk edip ârî Teâlâ'nn sana mubah kld bir gerekçe
nedeniyle üstünlüünü, bakanln göstererek davranrsn -ki
burada (kölenin efendiye söyledii) 'Efendi! Bana falan eyi ver'
ifadesinin içerdii bir sr vardr-. Bu durumda (mubah bir gerek-
çe nedeniyle) tevâzuyu terk etmeye ramen, tevazu yapmadan te-
mizlenme gerçeklemi olur. Bununla birlikte, tevazünün göste-
rilmesi daha üstün bir davrantr. te bu da, burna su çekme-
nin (bâtnda) farz olmaktan çkt balamdr.
Bu nedenle 'burna su çekmek bazen sünnet, bazen farzdr' de-
dik. Çünkü biliyoruz ki, bir ehir halk tek bir sünneti terk et-
mede görü birliine varrsa, onlarla savamak farz olur; fakat bir
kii sünneti terk ederse öldürülmez. Hz. Peygamber 'gece vak-
ti ulat bir ehre sabah oluncaya kadar sava açmazd. Sabah
olduunda ise ezan sesi duyarsa durur, yoksa saldrya geçerdi.'
Ezan sesi duymadnda ise "Öyle bir topluluun bölgesine girdik
ki! Korkutulanlarn sabah ne kötüdür" âyetini okurdu.
eriatn farz, sünnet ve müstehablarndan her hükmün bâtnda
bir karl veya kula o konuda açlan eylere göre birden çok
hükmü vardr. Çünkü zahir bâtna nüfuz eder. Bâtnda zahire
sirayet eden meru bir emir yoktur. Bâtnda olan kendisinde s-
nrldr. Çünkü bâtn, bütünüyle anlamlardr. Zahir ise, duyu-
lur fiillerdir. duyulur olandan mânâya geçerken anlamdan du-
yuya geçmez.
Yüz ykamann bâtndaki hükmü, murakabe (kontrol, gözetleme)
ve Allah'tan her durumda utanmaktr. Bu ise Allah'n snrlarn
amamakla gerçekleir.
Genel anlamda yüzün ykanmasnn bir ksm farz iken bir ks-
m farz deildir. Farz olan ksm, yasaklad yerde seni görüp
Ayet 3
102
emrettii yerde seni bulmaynda Allah'tan utanmaktr. Bu ko-
nuda sünnet olan utanma, yalnz basnayken ayp yerlerini aç-
maktan utanmaktr. Her parçan gördüünü bildiin hâlde
Allah'tan utanmak daha yerindedir.
nsan zahir ve bâtn olarak fiillerini ve fiillerini terki gözettii
gibi Rabbinin, kalbindeki eserlerini de gözetir. Çünkü kalbinin
'yüzü' muteberdir. nsann ve her bir eyin yüzü, onun hakikati,
zât ve kendisidir. 'Bir eyin vechi', 'meselenin vechi', 'hükmün
vechi' denilir ve onunla sözü edilen eyin hakikati, kendi ve zât
kastedilir. Allah Teâlâ öyle buyurur: "O gün yüzler vardrparl-
dar, Rablerine bakarlar. O gün yüzler vardr, kararmtr. Kendi-
lerinin, bel kemiklerini kran bir felâkete uratlacan sezecek-
lerdir." (Kyamet, 22-25) Öyleyse insanlarn önündeki yüzler,
zanlarla nitelenmez. Zan insann hakikatine aittir. Binaenaleyh
'haya bütünüyle hayrdr', 'haya îmândandr' ve 'haya ancak iyi-
lik getirir.'
Allah'n yasaklarna bakmamak, hayann bir parçasdr. Allah
peygamberine öyle hitap eder: "Müminlere söyle, gözlerini ha-
ramdan uzak tutsunlar. " (Nur, 30) "Mü 'min kadnlara da gözleri-
ni saknmalarn söyle." (Nur, 31) bu iki âyetin batini anlamnda
kast edilenler, nefis ve akldr. nsann iitilmesi helâl olmayan
eyi duymaktan da utanmas gerekir. Örnek olarak dedikoduyu
ve bir insann söylemesi veya duymas uygun olmayan kötü sözü
dinlemeyi verebiliriz.
ki eli ve iki kolu -ki o ikisi bilektir- kerem, cömertlik, ihsan,
bakasn tercih, balar, emanetleri sahiplerine vermek fiiliy-
le ykamak gerekir. Ayn zamanda, dirseklere dayanmakla on-
lar dirseklerle beraber tevekkül ve snma duygusuyla ykamak
gerekir. Çünkü mü'min 'kardeiyle çoktur'. Hz. Peygamber ab-
destte dirseklerini ykadnda, pazularna kadar ykard. Bu ve
benzeri eyler ellere ait özelliklerdendir.
Bâtnda dirsekler, kulun yararland ve nefsini altrd sebep-
ler demektir. Çünkü insan, özünde 'aceleci yaratlmtr'. Müm-
BAKARA103
kün bir varlk olmas bakmndan, hakikatinin verdii yoksun-
luktan korkar. Bu nedenle, dayanaca ve meyledecei eye yöne-
lir. Abdestte dirsekleri ykamaya katmann farz olduunu düü-
nen kimse, kendisinden bir hikmet olarak Allah'n yaratt ey-
lere sebepleri yerletirdiini gören kiidir. Çünkü Allah, yaratk-
larnn inançlarndaki zayfl bilir. (Dirsekleri ykamann bir
parças yapmakla) Böylelikle, sebeplere güvenerek Allah'n hik-
metinin ilevsiz kalmamasn ister. Çünkü böyle bir ey, insann
Allah'a itimâdna zarar verir.
Dirsekleri ykamann farz olmadn düünüp nefsin sebeple-
re yöneldiini gören kimse, nefsin sebeplere itimat edip sebepleri
görmekle hâl olarak Allah'a güvenmenin tam anlamyla gerçek-
lemediini görmü demektir.
Ba, bakanlktan gelir. Bakanlk yükseklik ve üstünlük de-
mektir. Gözle bakldnda ba, bedendeki en üst taraf olduu
ve bütün beden onun altnda bulunduu için 'ba' diye isimlen-
dirildi. Bakan yönetilenden mertebe bakmndan üstündür ve
üst yön ona aittir. Allah, eref sahibi olmas nedeniyle, kendisini
üstte olmakla nitelemitir: "Üstlerindeki Rablerinden korkarlar.
"
(Nahl, 50) Baka bir âyette ise öyle buyurur: "O kullarnn üze-
rinde hâkimdir." (En'âm, 18) Böylelikle ba, üst yön ilikisi ne-
deniyle bedende Hakka en yakn organdr.
Ban bedenin bütün parçalarn yönetmesini salayan baka
bir üstünlüü daha vardr. O da ban duyulur -akledilir ve
manevî bütün güçleri tayan ve toplayan bir yer olmasdr. Babu yönden de, bu üstünlüe sahip olduu için ba diye isim-
lendirildi. Allah insandaki en erefli ey yapt akln bulun-
duu yeri de ban en üst taraf yapmtr. Buras ban üst ta-
rafdr. Allah onu üst yöne bakan yer yapmtr. Ba, zahirî ve
bâtnî tüm güçler için bir yerdir. Her gücün bir otoritesi, hük-
mü ve övüncü vardr ki bunlar bir güç için dier güçlere kar-
üstünlük salar. Bu durum, hükümdarn saraynn çardaki
dier evlerden yüksek olmasna benzer. Allah, o güçlerin ba-
Ayet 3
104
taki yerlerini farkl farkl yapm, böylelikle üstü, önü, ortas ve
sonuyla ban tümünü kaplamlardr. Her gücün kendiliin-
de bir izzeti, otoritesi, büyüklüü ve bakanl vardr. Bu ne-
denle ban tümünün tevazu ve Allah'a boyun eme duygusuy-
la mesh edilmesi gerekir. Bu yorum, farkl mekânlara yerlemi
bu güçleri tamas bakmndan bütününe yaylan bu bakan-
lk nedeniyle ban bütününün meshinin farz olduunu düü-
nen insann görüüdür. Mesh bütüne yayldnda, her gücün
kendi iddiasyla ilikili özel bir mesh gerçekleir. Böylece in-
san, ban her parçasna özgü mesh ile o parçay kendisine ait
taknlktan alkoyar. Böylelikle insan, meshi bütün baa yayar
(bütün parçalar taknlktan alkoyar).
Valilerin ileri hükümdara döndüü gibi, banda üstünde bir ba
olduu düünülebilir. Hükümdar valileri yöneten kiidir. Böyle-
ce her vali, üzerinde kendisinden daha üstün ve kendi otoritesi
üzerinde otoritesi olan bir yönetici bulunduunu görür. Söz ge-
limi musavvire (nefsin iç duyularndan biri, tasvirgücü) gücünün
hayal gücü üzerinde bir otoritesi vardr. Dolaysyla o, hayal gü-
cünün bakandr. Bununla birlikte hayal gücünün de bir baka-
n vardr. Bilginlerden böyle düünen kimseler, ban bir ksm-
nn mesh edilmesi gerektii görüüne varmtr. Bu da ban en
üst tarafn mesh etmektir.
Arkadalarmz, (ban bir ksmn meshi kabul ederken) bu
ksmn snr üzerinde görü ayrlna dümütür. Her arif,
Allah'n bu güçlerin mertebesi hakknda kendisine verdii alg-
ya göre konuur. Dolaysyla, gördüü ve dikkate ald eye göre
hareket ederek bu ibâdette meshi kabul etmitir. Mesh zelil ol-
mak, büyüklüü ve hameti, kulluk ve tevâzuyla gidermek de-
mektir. Arif, ibâdet temizliinde, Rabbine kavumak ister. Çün-
kü namaz klan kii, Rabbiyle karlkl konuma makamnda
bulunur. Bu konuma ise, temizlenmeyle amaçlanan kavuma-
dr (vuslat).
BAKARA105
zzetli bakan, bu izzeti ve bakanl kendisine veren (bü-
yük) bakann huzuruna girdiinde, bakanlk konumundan
aa iner, huzuruna girdii kimsenin- ki o kendisini yaratan
efendisidir- izzeti karsnda hor ve zelil olur. Onun önünde,
(ibâdetleri karsnda) ücret talebiyle kendilerini yabanc konu-
muna yerletiren dier kullar gibi durur. Bu kul, orada gev-
ek (marma, naz) bir ekilde deil, horluk makamnda du-
rur. Güçlerinden birinin dierine üstün olduu fikri kendisine
hâkim olan insan, bu ibâdetle talep ettii vuslat nedeniyle o ta-
raf mesh etmesi gerekir.
Bu nedenle teyemmümde ban mesh edilmesi farz olmad.
Çünkü baa toprak sürmek, ayrlk belirtisidir ve büyük musibet
(ölüm) demektir. Çünkü ölümle sevdiini kaybedeb insan ba-
na toprak saçar. Bu ibâdetle ayrlk deil kavumak istenildii
için, teyemmümde baa mesh farz olmamtr. Artk zikrettii-
miz ve dikkatini çektiimiz tarzda ban mesh et!
Kulaklar meshin bâtn hükmü udur: Kulak, temizlenirken su-
yun yenilenmesi gereken müstakil bir organdr. Bu nedenle ab-
dest alan kii, en güzel sözü duyurmak suretiyle kulan mesh
eder ki, bu gereklidir. En güzel sözde derecelenme meydana ge-
lir. Güzel var, daha güzel var, en güzel olan ise Allah Kur'ân
ile zikretmektir. Böylece insan iki güzeli birletirir. Her sadece
Allah' gösterdii gibi Allah'n zikrini Kur'ândan dinlemekten
daha üstün bir zikir de yoktur.
Ayaklar ykamann bâtn hükmüne gelince bilmelisin ki, ce-
maatlere komak, mescitlere çokça gitmek, zor günde direnç gös-
termek, ayaklar temizleyen eylerdendir. Öyleyse sen de ayakla-
rn zikrettiimiz eylerle ve benzerleriyle temizle! nsanlarn ara-
snda dedikoduyu yaymak için dolama. 'Yeryüzünde büyükle-
nerek yürüme! Yürüyüünde vakar sahibi ol.'160
160 Îbnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.III, s.53-91 ara-
s özetlenerek alnmtr.
Ayet 3
106
Namaz/Salât
Namaz kelimesinin Arapças olan salât, "Ve onlar için duâ et"
(Tevbe, 103) âyetinde geçtii üzere bazan "dua", "Allah ve me-
lekleri, (peygambere salât ederler)peygamberiyüceltirler" âyetinde
geçtii gibi bazan "övgü" anlamna gelir. Bundan baka keli-
me, "Namazda sesinifazla yükseltme''' (srâ, 110) âyetinde oldu-
u gibi "kraat" (okuma), "ite Rablerinin rahmeti onlarn üze-
rinedir" (Bakara, 157) âyetinde olduu gibi "rahmet" anlamn-
dadr.
eriat dilinde ise salât: Belirli fiil, hareket ve dualaryla kln-
mas farz olan namazdr. Çünkü bu ibâdetin kyamnda (ayakta
durmak) kraat (Kur'ân okumak), kuûdunda (namazda oturmak)
sena (methetmek) ve duâ, namaz klan kimseye rahmet vardr. 161
Hz. Peygamber öyle buyurur: "Namaz nurdur. " Nur sayesin-
de yol bulunur. Salât (namaz), musallî kelimesinden türemitir.
Musallî, yarmada birincinin ardndan gelen (ikinci) demektir.
Bu nedenle vuslat olmu ve onu nûr âleminden saymtr. 162
Aksama girerken, sabaha çkarken Allah tebih edin.
Yerde ve semâlarda, hamd Allah'a mahsustur.
Gündüzün sonunda, ölen vaktine erdiinizde Allah'a hamd edin
(tebih edin). (Rûm, 17-18)
Bu âyet-i Kerîmenin ifade ettii mânâ, daha açk bir ekilde öy-
le anlatlabilir:
"Akam ettiiniz zaman, akam ve yats namazn klnz."
"Sabaha çktnz zaman, sabah namazn klnz."
"Akama doru ikindi namazn klnz."
"Ölen zaman da, ölen namazn klnz."
Ayet-i Kerîmelere devam edelim:
161 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s.62-63.
162 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.II,
s.103.
BAKARA107
"Namaz, müminlere, vakitleri belli birekildefarz klnd." (Nisa,
103)
"Gündüzün iki tarafnda, gecenin de yakn saatlerinde dosdoru
namaz kl." (Hûd, 114)
"Günein kaymaya balamasndan; kararmasna kadar güzelce na-
maz kl. " (srâ, 78)
Yani: Hem zeval vakti hem de güne batarken.
Âyet-i Kerîmelere devam edelim.
"Günein domasndan evvel, batmasndan önce Rabbn hamd-
le tesbîh et.
"
"Gecenin bir ksmnda, gündüz etrafnda dahi tesbîh et. Bu yoldan
rzâya kavuacan umulur" (Tâ-hâ, 130)
Güne domadan evvel klnacak namaz, sabah namazdr.
Güne batmadan evvel klnacak namaz, ikindi namazdr.
Gecenin bir ksmnda klnacak namaz, akam ve yats namazdr.
Etrafnda klnacak namaz, ölen namazdr.
Gelelim namaz üzerine hadîs-i eriflere . .
.
bnü'l Abbas (r.a.) Resûlullah (s.a.s.) efendimizin öyle buyurdu-
unu anlatmtr:
Cibril (a.s.) Kabe'de imam oldu. Güne zevale yüz tuttuu za-
man, bana ölen namazn kldrd. Günein ortadan batya kay-
ma miktar, bir maln kay kadard. Sonra bana ikindi namaz-
n kldrd. Bu vakitte, her eyin gölgesi bir misli artmt. Son-
ra, bana akam namazn kldrd. Bu vakit de, oruçlunun if-
tar vakti idi. Sonra, bana yats namazn kldrd. Bu vakitte de,
günden kalan beyazlk kaybolmutu. Sonra bana sabah namaz-
n kldrd. Bu vakit oruç tutan kimse için bir ey yemenin ha-
ram olduu vakit idi.
Bundan sonra bana öyle bir namaz kldrd:
Her eyin gölgesi bir misli artt zaman ölen namazn kldrd.
Her eyin gölgesi iki misli artt zaman ikindi namazn kldrd.
Oruçlunun iftar ettii zaman, bana akam namazn kldrd.
Ayet 3
108
Gecenin ilk üçte biri geçtii zaman, bana yats namazn kldrd.
Bir yolcunun, sabaha doru yola çkaca zaman dahi, sabah na-
mazn kldrd.
Sonra Cibril bana dönüp öyle dedi:
Yâ Muhammed, bu ikinci olarak klnan namaz vakitleri,
senden önceki peygamberlerin namaz kldklar vakitlerdir.
Esas namaz vakitleri, bu iki vaktin ortasdr.
Bu hadîs-i erif, namaz vakitlerinde esas tutulan bir hadîs-i
eriftir.
Bu mânâda, anlatlacak çokça hadîs-i erifler vardr ki; bunlarn
hemen hepsi de, bu mânâya çkar.
Namazlar ilk klanlar
:
Burada Resûlullah (s. a. s.) efendimizden evvel bu namazlar ilk
klanlar anlatlacaktr.
Baz haberlerde öyle anlatld:
Ansardan biri, Resûlullah (s.a.s.) efendimize sordu:
- Sabah namazn ilk kim kld?
Resullulah (s.a.s.) efendimiz öyle buyurmutur:
- Sabah namazn ilk klan Âdem (a.s.)'dr.
Ölen namazn ilk klan brahim (a.s.)'dr. Bunu, Allah Teâlâ
Nemrud'un ateinden kurtardktan sonra kld.
kindi namazn ilk klan Ya'kub (a.s.) idi. Cebrail, kendisine
olu Yusuf'u haber verdii zaman kld.
Akam namazn ilk olarak, Dâvud (a.s.) klmt . Allah Teâlâ,
onun tevbesini kabul buyurunca bu namaz kld.
Yats namazn ilk olarak, Yûnus b. Mettâ (a.s.) kld. Balnkarnndan kanatsz bir ku yavrusu çkmt; bu namaz kld.
Sonra Cibril (a.s.) geldi ve Yûnus peygamber öyle dedi:
- Allah Teâlâ sana selâm eder ve öyle buyurur:
- Ben, senden utanyorum. Dünya hayatnda, sana nasl azab
ettim! Acaba, bu durumda, sen benden raz msn?
Bunun üzerine, Yûnus (a.s.) kalkt; iki rekât namaz kld. Son-
ra öyle dedi :
BAKARA109
Ben, Rabbimden razym; ben Rabbimden razym. 163
• Suhb namaz
- Fecr namaz
- Salât- gadât (Gadât namaz. . .)
"Sabah (fecir, subh) namazn kl; zira sabah namaz ahitlidir"
(srâ, 78)
Sabah namaznda, gece ve gündüz melekleri hazr bulunurlar.
O saatte, gece melekleri sayfalarn toplarlar; gündüz melekleri
de yeni sayfalarn açarlar. Onlara selâm olsun. .
.
En faziletlisi, sabah namazn karanlk açlmadan klmaktr. An-
cak mam- Âzam Ebû Hanîfe, bu görüte deildir.
Bizim :
- En faziletlisi, sabah namazn karanlk açlmadan klmaktr.
Dememiz Hz. Âie'den (r.a.) gelen u rivayete dayanmaktadr.
- Resûlullah (s.a.s.) efendimizin zamannda kadnlar da sabah
namaz klmaya çkarlard.
Resûlullah (s.a.s.) efendimizle birlikte namazlarn kldktan
sonra evlerine örtülerine bürünmü olarak dönerlerdi.
Ortalk karanlk olduundan, onlarn kim olduunu tanyan
olmazd. 164
Karanlk, tevhid demektir. Tevhid annda cinsiyet far-
k kalkar. Dolaysyla cinsiyet fark kalkt zamandaki
namaz; yani tevhid anndaki namaz en ahitli en doru
namazdr. 165
• Ölen Namaz
:
"Ölen namazn serine getiriniz. Zîrâ ar scak, cehennem ye-
lindendir (rüzgar)."16<s
163 Abdülkâdir Geylânî, Gunyet'üt Talibin, stanbul, 1991, s .886-888.
164 Abdülkâdir Geylânî, Gunyet'üt Talibin, stanbul, 1991, s.890.
165 Derleyenin Notu.
166 Abdülkâdir Geylânî, Gunyet'üt Talibin, stanbul, 1991, s .892.
Ayet 3
110
Âdem'in çocukluk hâli sabah namazna ve bulu ça öle nama-
zna benzer. Yiitlik hâli ikindi namazna benzer, kralk hâli
akam namazna benzer ve kocalk hâli yats namazna benzer. 16/
"Muhakkak ki namaz kötü ve irenç leylerden vazgeçirir. " (Anke-
bût, 45)
Namazn klan kimsenin hayatta en az dört kazanc vardr:
Birincisi temizlik;
ikincisi kalp kuvveti;
üçüncüsü vakitlerin intizam;
dördüncüsü toplumsal düzelme. 168
unu bil ki öle namaz nurlu, ikindi namaz ateli, akam na-
maz sulu, yats namaz toprakl, sabah namaz da havâidir.
Namaz kaps bir kimseye kapand takdirde, bütün ibâdet ka-
plar da o kimseye kapanm olur. Bu Hakk Teâlâ tarafndan
insana yöneltilen en ar ve kudsî bir teklifdir.
Hakk Teâlâ'nn insanlara yükümlü kld namaz ve vakitleri
betir. Çünkü insan yapsnn kök birleimi betir.
Hakk Teâlâ insan iki âlemde iki ilmi elde etmesi ve iki hâkime
bavurmas için ikiye ayrmtr. Bunlardan birincisini akla
tahsis etmitir. Bu da niyetten sonra duyulan huzur, hazrlk,
okuyaca eyi düünmektir. Dier ikinci ksmn da insann
hissine, duygusuna tahsis etmitir ki ancak niyetin içinden ba-
ka bir eyde bulunmayan okuma, namazlardaki hareket ve dav-
ranlardr.
ki hükme gelince: Bu iki hükümden biri olan akln hükmü
köye yönelir. (His) yani duygu hükmü de Kabe'ye yönelir. Bir
167 Musa b. eyh Tahir Tokad, smail Hakk Bursevî, Hac Bekta Velî, Muhammed
Nuru'l Arabî, Gayb Bahçelerinden Sesleniler, haz.Tahir Hafzaliolu, stanbul, 2003,
s.199.
168 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.176.
BAKARA111
karkla ve aknla yol açmamas ve topluluun danklk-
tan daha faziletli olmas için her iki hükmün yönelme istikâmeti
birletirilerek bir yöne yaplmas zorunluluu çkmtr. Yukar-
da açkladmz iki ilme gelince: Bu ilimlerden biri akla tahsis
edilmitir ki bu ilim de yukar âlemden indirilen ilimlerdir. Di-
er ilim ise duyguya tahsis edilmitir ki, bu da tecellîler ilmi-
dir yani aikârlk ve görme ilmidir. ki âleme gelince: Bunlar-
dan biri gayb âlemi dieri de ek ve üpheden uzak her yönüyle
kudsî görülen âlemdir ki buna da ahadet âlemi demekteyiz. ki
hâkime gelince: bunlardan biri zahiri ad, dieri de batini addr.
Öle namaz ilim'den çkt için Aklîdir. Akla hitap eder. Isnn
en çok ve güçlü olduu bir vakte rastlad ve bunu gerçek olarak
duyurduundan hissidir. Yani hisse hitap eder.
ikindi namazna gelince, kii bu namaz aklî hüner ve marifetiyle
aklla birletirerek tadndan aklîdir. Namaz klanla birlikte
akldan hüküm dallarna tayp eklediinden hissidir. Günein
varlnda, batp kaybolmasnda bir fark üstünlüü varsa; dier
yönden ikindi namaznn hisdeki üstünlüü de akldan aldhüküm dallarn namaza eklemi olmasdr.
Akam namazna gelince, fikri iz ve iaretlerle örtülmü olmasn-
dan aklidir. Keyfi hareketlerden örtülmü olmasndan hissidir.
Yats namazna gelince, topluluun imeklerinden bir ime-
in aydnl kendisine belirmesiyle tabiatn çok karanlk olma-
s basiret gözünü kapam olduundan, kendini iitme sultanna
teslim ettiinden aklidir. Gözle görülenlerin ve görüleceklerin
koyu karanlklarla örtülmü olmasndan da hissidir.
Sabah namazna gelince, gizlilik denizlerinin parlayp patlama-
s akli olup, görecek gözler denizinin parlayp patlamas da hissi-
dir. Duyguya hitap eder.
unu bil ki, farz olan namazlar genellikle güne ve günein b-
rakt izlerle tümü gündüz içindir. Bunlardan yalnz yats na-
Ayet 3
112
maznn gündüz ve gece nûrlaryla ortakl vardr. te bura-
da hayret edilecek bir gizlilik bulunduu gibi anlalmas zor bir
anlam tamaktadr.
u yön iyice bilinmeli ki namaz insana yöneltilen ve tanmas bu-
yurulan ar bir yüktür. çi yorgunluklar, meakkatlerle doludur.
Bunlar akl ve his yönünden gece hariç, gündüz iki sfat tar.
Hakk Teâlâ gündüzü insann geçimini salamas için, uykuyu
da insan vücûdunun dinlenmesi ve rahat için verdii gibi, ge-
ceyi de kendilerini örtüp gizlemeleri için insana bir elbise olarak
giydirmitir. lâhî teklifteki hikmetin bu tart ve ölçüsüne bak!
u var ki Berzahî namaz akam namazdr. Hakk Teâlâ bu na-
maz insanlara çift ve tek olarak farz klmtr. Çiftinde yüksek
sesle okuma vardr; tekinde gizlilik ve sessizlik vardr ki okuna-
cak ey sessiz okunur. Onun için aklîdir. Berzaha gelince, kul
ile Rabbi arasnda kulun gücü ölçüsünde olan makul ve do-
ru bir itir. Zîrâ kul geceleri bal olarak askdadr. Rabbi ise
Allah'n güneina bal olup, duygu yönünden de açklk ve
gizlilik arasnda bulunmaktadr. Ac ve tuzlu suyunu azar azar
çkarmakta, tatl ve saf sularla ortal tarmaktadr. Çünkü
ayn göü, denizi kaplayan gökten daha geni ve büyüktür. Çift
yani efi ile gizlilik arasnda sonuçlanan bir farzdr. Çift olan
(mahlûkâta) yaratlanlara, gizlilik ise (tek) olana verilmitir. Zîrâ
yaratlan oluup çkt m, gerçek gizlenip kaybolmu olur. Bu-
nun içindir ki öle ve ikindi vakitlerinin farz olan namazlarnda
okunacak sûre ve âyetler sessizce gizli olarak okunur. Sabah na-
maznda günein aydnl belirdiinden tilavet sesli olarak yani
cehren okunur, zîrâ sabah, öle vaktinin destekleyici gücüdür.
Fecir vakti yaratld günden bu yana Fatiha ile anlap birlee-
memitir. Sabahlar insanlar gece karanlnn gizlemi olduu
güzellikleri gördüklerinden Rabbine hamide bulunurlar. Akamnamaznda ise ahid bir nesneyi görmek için çknca, görenin
görgü sfatn yok etmek için Akam Fatiha ile birlemi olur.
Hiçbir zaman Fatiha namazdan ayrlp tek bana kalmaz, yeter
BAKARA113
ki gizlenmemi olsun. Çünkü Ahadiyyet yani tek olma keyfiye-
ti bu yap üzerine kurulmutur.
Fecir vakti, gövdeli ve youn olan cisimler için, Öle ve kin-
di ise girilmesi zor bir yere girmek veya nüfuz etmek için, Ak-
am ve Yats vakitleri de, incelik ve kudsîyyetle kurtulua erien-
ler içindir.169
• Namazn esrarna (sr) nihayet yoktur. Namaz, müminin
miracdr. Namazn esrar, bütün tarikatn, erîatin, hakikatin
ve marifetin esrardr. aarm o kimselere ki namazn kadri-
ni bilemez, namaz klmazlar. Resûlullah efendimiz: Gözümün
nuru namazdadr, buyurmutur.
Yani mü'minin namaz, ilâhî vuslata yaklamasdr. Namaz öyle
büyük bir eydir ki, tefsir etmeye kalklsa kitaplar dolar. çi-
ne nüfuz edildikçe hayretlere gark olunur. Ufuk gibi sonsuz ve
nihayetsizdir. Namaz, Allah'n meleklere, "Adem'e secde ediniz"
dedii srdr.
Namazn faziletine son yoktur. Bizim söylediklerimiz, ancak o
deryadan bir katredir.170
• Namazdaki faziletler o kadar büyüktür ki, söylemekle tüken-
mez. Namaz, sadece yatp kalkmadan ibaret saymak çok abes-
tir. Zîrâ nice hakikatler namazn içindedir. Alemin ve Adem'in
yaratl sebebi ile ilmullah hep orada gösterilmitir. Namaz hil-
katin bandan zamanmza kadar olan bütün devirleri (nsan
en erefli olarak yarattk sonra onu esfel-i sâfiline, aalarn en
aasna indirdik) gösterir. O, bir Kitâb- mübîndir ki okumak
lâzmdr. 11
• Namazdan baka hiç bir ibâdet, kulu Hakka yakn varlklarn
makamna eklemlemez. Söz konusu makam, melek, peygamber,
nebi, velî ve müminler gibi Allah'n velîlerinin en üstün maka-
169 bnü'l-Arabî, Meleklerin Ruh Âleminden Madde Âlemine îni§i, stanbul, s. 80-83.
170 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.554.
171 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.485.
Ayet 3
114
mdr. Allah öyle buyurdu: "Secde et, yakla" (Alak, 19) Çünkü
Allah bu hâldeyken kuluyla kendisine yakn meleklere kar övü-
nür. Bu övünme, onlara öyle demesidir:
"Ben sizi ameliniz olmakszn yaklatrdm ve meleklerimin
seçkinlerinden yaptm. u ise kulumdur. Kendisiyle yaknlk
makam arasnda pek çok perde ve nefsin arzular, maddî is-
tekler, aile geçindirmek, mal, çocuk, hizmetçi, arkada gibi bü-
yük engeller ve çetin skntlar koydum. O ise bunlarn hepsi-
ni at ve secde edip yaklancaya kadar geyret gösterdi ve ya-
kn kimselerden oldu. Ey meleklerim! Sizi bu engeller ile dene-
mediim ve onlarn güçsüzlüklerine sizi maruz brakmadmhâlde, size tahsis ettiim yüce makama bakp bu kulun ky-
metini biliniz ve benim urumda katland sknt nedeniyle
hakkn gözetiniz."
Bunun üzerine melekler öyle der: "Ey Rabbimiz! Biz cennetler
ile nîmetlenenlerden olsaydk ve cennetler bizim yerleeceimiz
mekânlar olsayd, bizim için orada amellerimizin gerektirecei
menziller belirlemez miydin? Rabbimiz! Senden o menzilleri bu
kula ihsan etmeni istiyoruz."
Bunun üzerine Allah, meleklerin kendisi için istedikleri eyi ku-
luna verir.
Namazn ne kadar kymetli bir ibâdet olduuna baknz! Na-
mazdaki en kymetli ey ise, sözler arasnda Allah' zikretmek,
fiiller arasnda en kymetli ey ise, secde etmektir. Namazn söz-
lerinden en üstünü, "Allah kendisini öveni iitti" ifadesidir. Bura-
da kul Hakk adna bunlar söyledii için, bu vekillik kulun na-
mazdaki en deerli hâlidir. Çünkü Allah kulunun diliyle, "Al-
lah kendisini öveni iitti" demitir. Allah öyle der: "Namaz kötü-
lükleri ve taknlklar engeller" (Ankebût, 45) Bunun nedeni, na-
mazn kendisinin dndaki görünen davranlar yasaklamas-
dr. "Allah' zikretmek ise en büyüktür" (Tevbe, 122) Yani nama-
zn içindeki fiilerin en büyüü Allah' zikretmektir.172
172 bnül-Arabî, Futhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.II,
s.287-288.
BAKARA115
Namaz Hakk'n vahdaniyetinden ibarettir.
Namaz ikâme etmek; sair esma ve sfatlara bürünerek,
vahdaniyet kanununun hükmünü yerine getirmektir.173
Fatihann ilk âyeti, BismillahirRahmânirrâhim&h. Besmele'deki
B harfi, Allah'n isim ve sfatlarnn Peygamberin vücûdunda
tecellî etmesidir. B vücuttur ve zulmânî harftir. Eer B'den ge-
çersek, Hz. Peygambere (s.a.s.) âyette dendii gibi "Attn za-
man sen atmadn ama Allah attf (Enfâl, 17) hitab söylenecek
kadar maddî varlmzdan temizlenirsek, B'nin altndaki nok-
ta oluruz. Bu Hz. Nokta Bismillahn mânâsn bize idrâk et-
tiren Ali makamdr. te Fatiha sûresinde bu makama hamd
ediyoruz. Bu makam öreticidir, bizi tefekküre götürür. Allah
peygamberi ile Rahmet yamuru ve Râhîm tecellîsi ile Bir olur.
Rahim tecellîsi Peygamber'in ahlâk ile ahlâklanp o mânânn
içinde korunmaktr. Bu korunma, sanki dünya içinde âhirette
yaamak gibidir.
Elhamdülillahi Rabbi'lâlemin: Fatihann srlarndan bir tanesi
bu üç kelimenin içindedir. Öncelikle Âlemlerin Rabbine hamd,
ile balyor i. Yani aslnda burada bana hamdi öret diye bir
niyaz var.
Hamdda çok önemli iki nokta var; hamd ükrün daha üstün-
de bir makamdr. Hamd ac, sknt, belâ, ne olursa Allah'tan
her gelenden memnun olma hâlidir. Ben her gelenden memnun
oldum, ey Sevgilim diyoruz Allah'a. Allah'n Rab sfatna hi-
tap var. Hamd kelimesi Allah'tan Allah'a olduu için, Allah'n
mânâs ile Rab sfat arasndadr. Çünkü hamd bizim nefsimiz-
le becerebileceimiz bir hâl deildir. nsann ac ve sknty gön-
lü ile ho görmesi, hatta bunu sknt ve ac olarak hissetmeme-
si, ancak Allah'n o insanda tecellî etmesiyle mümkün olabilir.
Meselâ hastalna iyi gelecek ac bir ilac içmek Rahman tecellîsi,
fakat bundaki acy hissetmemek veya "ifam için lâzmdr" de-
173 Abdülkerîm b.îbrahim el-Cîlî, însân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.422.
Ayet 3
116
mek Rahîm tecellîsidir. kisinin birleimi ise hamddr. O yüz-
den burada hamdn kendinden kendine olduunu, bu hâle eri-
menin ise Adem'e yani insân- kâmile secdeden geçtiini bize
öretir. Bu secde, kâmilin, yani nefsinden yok olann rengine
boyanmak, onun haliyle hallenmek demektir.
bnü'l Arabî diyor ki; Ayakta klnan namazda bütün duvarla-
rn, aaçlarn sevabn alrsn çünkü onlar da halleriyle namaz
klarlar. Rukûya vardnda dört ayakl hayvanlarn ibâdetinin
mânâs, yere kapandnda ise sürüngenlerin ve nebatlarn, bit-
kilerin ibâdetinin mânâs sende zuhur eder ve bütün onlarn se-
vabn bütün hâlin ibâdetini yüklenirsin.' O hâlde Rahman ite
bu sfattr. Hereyin ibâdet ettii, hereyin ona çekildii, Allah'n
mânâsn idrâktir ki buna ahitlik denir.
Makro ve mikro bütün âlemde Rahman tecellîsi, ak ve cezbe
vardr. Biz ilimde buna afinite, çekim gücü diyoruz. Demirle
oksijenin birbirine çekilmesi de Rahman tecellîsidir. Bu çekili-
ten, aslnda sadece hareketten ibaret olan bu âlem zuhur ediyor.
Ve Rahîm ortaya çkyor. Rahmân'la ak zuhur eder. Allah, ak-
la yarattn, dünya ve âlemi Rahîm sfatyla koruma altna alr.
Ama bu sfattaki koruma hissini yalnz hamd edenler, 'ben ko-
runuyorum' diye hissederler. Onun için rahim hamdedenler için
özel bir ayrcalktr, çok yüce bir sfattr. Rahîm, Allah'n bize
açt ana kucadr, akn kucadr. Onun için, 'O Rahman ve
Rahîm'dir' diye Allah kendine ait ve Peygamberinde tecellî eden
bu iki hakikati bize hatrlatyor. Fatiha öyle bir sûredir ki yars
Allah'n azndan, yars kulun azndan söylenir. Allah'la ku-
lun paylatklar bir sûredir.
Din gününün sahibi olan Allah, hangi günün sahibidir?
Kyametin sahibidir. Kyam, ayaa kalktmz andr, huzura
durduumuz andr. Kyam, Allah'n mânâsnn bizde zuhur et-
tii andr. "Kendinden zannetme, onun sahibi benim" diyor Al-
lah, bizi uyaryor. Çok önemli bir noktadr. Bize soracak; "sana
el ve ayak verdim, vücûdunda ziraat yaptn m, mânâ zuhur et-
BAKARA117
tirdin mi, mânâ cevherini ortaya çkardn m? O günün sahibi-
yim ben" diyor. Ama o gün hangi gündür. O gün insann "Ben
hiçmiim herey Oymu" dedii gündür. "te o ancak benim
lûtfumla olur" diyor Allah. Burada iddetle bize kendi mânâsn
hatrlatmas var.
Fatihann içinde eriat, tarikat ve hakikat bu cümlelerde giz-
li. Yalnz sana kulluk ederim, âyeti erîattir, yani bir ben varm
bir de sen varsn, Allah'm ben nefsimle sana ibâdet ediyorum,
"benden" zannederek, "ben" olarak ibâdet ediyorum ama 'Sen-
den yardm isterim.' Buras ise tarikat ya da tasavvuf yoludur.
"Ben tek bana hiçbir ey deilmiim, Senden yardm gelirse
ancak ben o kulluu yapabilirim" diyoruz. Namazn bu noktas
bize kendimizi hatrlatma noktasdr Burada kâmil insanlar tir
tir titrermi. Allah o kula "Ey dil benim huzurumda olduunu
söylüyorsun, benden imdat istiyorsun, bana ibâdet ettiini söylü-
yorsun. Hâlbuki seni vekil eden âzâlar iftira ediyorlar, onlar ben-
den gafildirler; sen, ancak sana ibâdet ederiz, ancak senden yar-
dm isteriz diye bana yalan söylüyorsun" diye namazmz yüzü-
müze vurulursa diye ârifibillâh bu noktaya geldiinde tir tir tit-
rermi kendilerini toplayp ihdinassrâtelmüstakime geçebilirler-
se kendilerini çok bahtiyar addederlermi.
Hz. Muhiddin-i Arabi bununla, dilin namazda göze, kulaa, el,
ayaa, karna, kalbe ve bütün vücûda tercüman olduunu belir-
tiyor. Arifler bu sebeple namazn bu devresini son derece tehli-
keli olarak addediyorlar ve insan namazn bu devresinde huzurlu
ise bütün mevcudiyeti ile Rabbine döner, dilin dedii gibi bütün
varlyla ona yönelirse o zaman namaz mü'min için mîrâc olur
diyorlar. Aksi hâlde bütün azann tercüman olan dil hakikatten
uzak kalr, iftirada bulunmu olur. Srât- müstakime, gelince o
zaman zâten müstakim sratta olan bizi devralyor ve i kolaya
doru yönleniyor, mîrâc da o demek.
Beni sratnda müstakim eyle^ âyeti hakikattir. Srât- müstakim
herhangi bir srat deildir, müstakim, devam eden srattr. Dün-
Ayet 3
118
ya hayatna bakarsak insann srât- müstakim üzre olmas ancak
müridinin, peygamberinin ahlakyla ahlâklanmasyla mümkün-
dür. kincisi, sabit kadem olmaktr. Yani; vazgeçmemek, adam
olamadm ben vazgeçeyim, yapamyorum dememek, gayret k-
lcn elden brakmamak... stikrar mucizedir diyor arifler... Bu
srât- müstakimdir ve sonu tevhiddir. O yüzden Peygamber'in
srât- müstakimi tevhiddir. Allah bunu nasip etsin!
Ve sonra Fatiha sûresi; 'kendilerine nimet verilenlerin yoluna ilet,
yanlmlarn yoluna deil' diye Allah'a rica ediyor. Burada dallin
Hristiyanlk makamdr. Yani insan tevhide ulaamadan yal-
nz akta kalrsa, ilmi bir kenara brakrsa ekli putlatrr. Ya da
Musevî makam gibi sadece ilme dönüp aksz ilimde taklr ka-
lr ki bu da madûbin dr (gazaba uram olanlar.)174
Et-tehiyyâtü: "Allah için ve cemâl-i Resûlullah için hür-
metler olsun" demektir. Peygamberimizin sidreyi amas ve
yanmaya raz oluudur.
Cenâb- Hakk: "Yâ Habibiml Selâm senin üzerine olsun"
diye hitaba geçiyor.
Hz. Peygamber: "ilâhî, selâmn ümmetimle beraber olsun"
diye buyuruyor.
Eer kul bu mânânnnda heryerden gelen sesi Hakk 'in
sesi olarak bilirse râziye ve merdiyye makamna eriyor.
Cenâb- Hakk'dan bu sefer: "Ey kulum! Râziye ve merdiy-
ye olduun hâlde bana râci ol (bana gel) hitab gelir.
Kul yine çalmaya devam eder. Ef'âl mertebesine eriir.
Yani kendinden zuhur eden bütün i ve sözlerAllah 'in olur.
Ve bütün mevcudat Hakk 'in sfatna ayna bilir. Fakat bu
aynada kabiliyet ve istidatlara göre Allah ' müahede eder.
(Sfat tecellîsi)
Yine çalr zât tecellîsine erer. Cenâb- Hakk 'tan kendisi-
ne: "Ettehiyyatü vessalavatü ve't-taybât" (Ey kulum! Ben
174 Cemalnûr Sargut, "Namaz Hakknda Mülâkardan alnt, www. cemalnûr. org
BAKARA119
senden razym, sen de benden raz msn? Sana artk kor-
ku ve hüzün yoktur) buyurulur. Kul ise "Bana lâzm olan
kulluktur" diyerek eskisinden daha çok çalr. 175
(Namazda)
Tekbîr getirince kurbanlk koç gibi âlemden çktlar.
Ey ulu, tekbîrin mânâs udur: Yâ Rabbî, huzurunda kurbanz.
Koyun keserken "Allâhu ekber" dersin ya, o geberesi nefsi de ke-
serken bu söz söylenir.
Allâhu ekber de de o om nefsin ban kes. Kes de can, mahvol-
maktan kurtulsun.
Ten smail'e benzer, can Halil'e... Can bu semiz bedeni yatrd
da tekbîr getirdi mi?
Ten kesilir, ehvetlerden hrslardan kurtulur. Besmeleyle kesil-
mi temiz bir kurban hâline gelir.
Kyamette olduu gibi Hakk huzurunda saf durulur, hesaba,
Tanr ile konuup görümeye giriilir.
Tanr huzurunda, gözyalar dökerek ayakta durmak, kyamet
gününde kabirden kalkp maher yerinde dikilmeye benzer.
Hakk, "Sana bunca zamandr mühlet verdim, bana ne getirdin?
Ömrünü neyle bitirdin, verdiim gday, ihsan (lütuf, bala-
mak) ettiim kuvveti ne uruna mahvettin.
Gözünün nurunu nerelerde tükettin, be duygunu nerelerde yp-
rattn?
Gözünü, kulan, akln, ara ait bütün cevherlerini harcadn. .
.
fer (yeryüzü) âleminden bunlara karlk ne satn aldn?
Sana kazma gibi el, ayak verdim. Onlar sana bizzat ben bala-
mtm, ne yaptn onlar?" der.
Hakk'tan buna benzer, seni dertlere uratan yüzbinlerce haber-
ler gelir.
Kyamdayken (namazda ayakta durmak) kula gelen bu haberler-
den kul utanr, iki büklüm olur, rükûa (huzuru ilâhîde eilmek)
varr.
175 Derleyenin Notu.
Ayet 3
120
Utanmadan ayakta durmaya kudreti kalmaz, rükûda Tanry
tesbîh eder.
Tanr'dan "Ban kaldr, rükûdan kyama dön de Tanrnn sor-
gularna birer birer cevap ver" ferman gelir.
O utanan kul, rükûdan (huzur-u ilâhîde eilmek) ban kald-
rr. Fakat olgun bir i yapamam olduundan bu sefer yüz üstü
düer.
Yine emir gelir: "Ban kaldr, secdeden kalk da yaptklarndan
haber ver!"
Tekrar utana utana ban kaldrr ama yine ylan gibi yüzüstü
düüverir!
Tanr, tekrar "Ban kaldr da söyle. Kldan kla bütün yaptkla-
rn aratrmak istiyorum" der.
Artk ayakta durmaya kuvveti kalmadndan, Tanrnn heybet-
li hitab, canna tesir etmi olduundan,
O ar yükün altnda, yere oturur. Tanr, "Söyle bana...
Sana nimet verdim, nasl ükretttin? Sermaye verdim, hadi, gös-
ter kazandn!" der.
Kul sana dönüp peygamberlere, o ululara selâm verir;
"Padiahlar, bu kötü kiiye efaat edin... ayam da balçkta kal-
d, kilimim de" der.
Peygamberler,"Çareye bavuracak gün geçti. O, orda yaplacak
bir eydi, elde âlet oradayd, orada kald!
A bahtsz kii, git oradan sen vakitsiz öten bir horozsun. Brak
bizi, kanmza bulama!" der.
Bunun üzerine sol tarafa ba çevrilir, hsmndan, akrabasndan
yardm ister. Onlar da "Sus ! Tanrya kendin cevap ver. Biz kim
oluyoruz ki? Bizden el çek!" derler.
Ne bu yandan bir çare olur, ne oyandan. O biçarenin can da
yüz parça olur!
Herkesten umudunu keser de ellerini açar, duaya balar: Yâ
Rabbî, herkesten ümidim kesildi. Evvel de Sensin, âhir de Sen;
Sen'den baka önü, sonu olmayan yok, diye niyaza koyulur.
BAKARA121
Namazdaki bu ho iaretleri gör de bunun eninde sonunda böy-
le olacan bil!
Namaz yumurtasndan civcivi çkaragör, yerden tane toplayan
yolsuz yordamsz ku gibi yere bavurup durma! 176
Biri: "Tanrya namazdan daha yakn olan bir ey var mdr?"
diye sordu. O : "Hem namaz vardr; ama namaz yalnz bu
suretten ibaret deildir. Bu, namazn kalbdr. Çünkü bu na-
mazn ba, sonu bellidir ve vardr. Ba ve sonu olan her ey ise
kalptr. Tekbîr namazn ba, selâm ise onun sonudur. Bunun
gibi ahadet de yalnz dilleriyle söyledikleri ey deildir. Onun
da ba ve sonu vardr. Sesle, sözle söylenebilir. Sonu ve ba olan
her ey suret ve kalptan ibaret olur. Onun ruhu benzersiz ve
sonsuzdur, ba sonu yoktur. Bu namaz nebiler bulmulardr ve
bunu ortaya çkaran nebî : "Benim Tanr ile baz vakitlerim olur
ki o zaman, oraya ne bir Tanr tarafndan gönderilmi Peygamber
ve ne de Tanrya en yakn bulunan bir melek sar. " buyuruyor.
O hâlde namazn ruhunun yalnz bu suretinden ibaret olmayp,
belki istirak, kendinden geçi olduunu bilmi olduk. Çünkü
bütün suretler darda kalp oraya smazlar. Katksz, srf mânâ
olan Cebrail bile oraya smaz. 177
Kalb huzuru olmadan klnan namaz, namaz olmaz buyruldu-
u gibi namaz da içtedir. Fakat sen onu mutlaka ekillere sokar-
sn. Görünüte rükû (eilmek), secde etmek (kapanmak) ile ona
bir suret vermek lâzmdr. Bunlar yaptn zaman ondan nasibi-
ni alr, muradna erersin.
Onlar namazlarna devam ederler (Meâric, 23) âyetindeki na-
maz, ruhun namazdr. Sûreten, eklen klnan namaz geçici-
dir, devaml olmaz. Çünkü ruh deniz âlemidir. Sonsuzdur ci-
176 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.174-177, beyit. 2141-2175.
177 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.19-20.
Ayet 3
122
sim ise deniz kys ve karadr; snrl ve ölçülüdür. te bu yüz-
den devaml namaz ruhun olabilir. Ruhun da eilmesi, kapan-
mas (secde etmesi) vard; fakat bunlar açkça ekillerle göster-
mek lâzmdr. kisi bir olmadkça fayda vermezler.178
Namazn hakikatini bilen için zahirde de namaz klmak lâzmdr.
Zahirde namaz klmayan hakikatte de klamaz.
Namaz; huzur, huu {kendi hiçliini hissetme), murakabe {ken-
di kendini hesaba çekme) ve müahede (ahit olma)) ile kln-
maldr.Yoksa dünyay arkaya atmadan klnan namaz, namaz
olmaz. 179
Bir zümre sandlar ki, surette gönül holuuna erenlerin artk
namaza ihtiyaçlar yoktur. Onlar dediler ki: "Maksat hâsl ol-
duktan sonra artk ona ermek için sebep aramak yersizdir." On-
larn sandklar gibi bunu bir an için doru farzedelim; onlara
hakikat tamamiyle yüz göstermi ve onlarda velilik, gönül ho-
luu, kalp huzuru ba göstermi diyelim. Bütün bununla bera-
ber, namazn zahirde terk edilmi olmas onun için bir eksiklik-
tir. Sana gelen bu kemâl ve olgunluk hâli önce Tanr resulü Hz.
Muhammed (s.a.s.)'e de gelmiti. Her kim, "Böyle deildir" der-
se, onun boynunu vurur, öldürürler. "Evet bu gönül holuu Hz.
Peygamber'de de hâsl oldu" diyene sorarm: "O hâlde niçin ulu
Peygambere uymuyorsun? O büyük kerem sahibi, müjdeleyici
ve korku verici esiz Peygamber'in, o parlak hakikatnn izin-
den niçin yürümüyorsun?" 18°
Birbirlerini sevenlerin yekdierlerine (bir bakas) verdikleri he-
diyeler, sadece sevgi ve sayglar deildir. Bu sayg ve alaka, in-
sanlar birbirlerine maddî hediyeler vermeye de sevkeder.
178 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.222.
179 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.621.
180 ems-i Tebrîzî, Makâlât, çev.Mehmet Nuri Gençosman, stanbul, 2006, s. 86.
BAKARA123
ki gönül arasnda ak bu yoldan olunca, en büyük sevgiliye gö-
nülden vurgun kulun, Allah'na bir takm ekle ait hediyeler ver-
mesinden daha tabii ne vardr? nsann vücûdunu namaza, oru-
ca, hacca, zekâta sevkederek ibâdete ekil çizgileri ilemek birer
gönül hediyesidir.1181
Malum olsun ki, namaz öyle bir ibâdettir ki, mürîdler ve talipler,
batan sona kadar Hakk'n yolunu onda bulurlar, makamlar
orada kefolunûr. öyle ki: Abdest, mürîdler için tevbe yerin-
dedir. Bir pîre taalluk ve onun eteine sarlmak, isabetle kble-
ye yönelmek yerindedir. Nefs mücâhedesi ile uramak, namaz-
daki kyam yerindedir. Daimî zikir, namazdaki kraat yerinde-
dir. Tevazu rükû yerindedir. Nefsi tanma ve onun hakknda
marifet sahibi olmak sücûd yerindedir. Teehhüd (Namazdaki
ahadet miktar oturmak ve "Et-tahiyyât" okumak), üns yerinde-
dir. Selâm, dünyadan tefrid ve ayrlma, makamlarn kaydndan
çkma yerindedir. Bundan dolaydr ki Resûlullah (s.a.s.), bütün
mereplerden kesildii vakit, hayretin kemâli mahallinde evke
talip olur, merebe taalluk (alâkal olu, ballk) eder ve o zaman
"Yâ Bilâl, ezan ve namazla bizi rahâtlandrr derdi.182
bnü'l-Arabî Kur'ân- Kerîm'in ortaya koyduu salâtn iki yönü-
nü dikkate alr ki, bu iki yön Tanrnn ve yaratklarn salandr.
Bazen bu iki yönü önceki slâmî düüncenin kolaylkla ka-
bul edebilecei ekilde yorumladn görürken, bazen de on-
lar kendi teorilerine bal anlamla snrladn görmekteyiz.
Bu nedenle salâtn anlamn bnü'l- Arabi'de iki ksma ayraca-
z. Hakk'n salât, Hakk'n kuluna merhameti; kulun salât ise
Hakk' müahede etmesidir.
Allah'n salât rahmet demektir.
Hz. Peygamber öyle buyurur: "Gözümün nuru namaz
(salât) klnmtr. Bu, sevenin gözlerini aydnlatan sevilenin
181 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.382.
182 Hucviri, Kefu'l-mahcublHakikat Bilgisi, stanbul, 1996, s. 437.
Ayet 3
124
müâhedesidir. " Bu nedenle Hz. Peygamber namazda bir yöne
yönelmeyi yasaklamtr; çünkü yönelmek, eytann namazdan
çalddr. Böylece kulu sevdiini müahededen mahrum brakr.
Âdemolu! Yalan söylememen, oruçtur; kötülüklerden uzak
durman, sadakadr; yaratklardan ümit kesmen salâttr.
Metinden unu çkartabiliriz: Kulun salât, Hakka tam anla-
myla erebilmek için, yaratklardan yüz çevirmesidir. Buna göre
salât, "bakaya" her çeit yöneliten uzak, kul ile Rabbi arasn-
daki bir iliki veya kavumadan ibarettir. bnü'l-Arabî kendi dü-
ünce balamnda, Hakk'n ve kulun salâtn her ikisini de yu-
salli {namaz klar) fiiliyle ilikilendirerek açklamtr. Fiilin öz-
nesi namaz klan anlamndaki musallî'dir. Musallî, birinci an-
lamndaki mücellî'nin kart olarak yarta birinciden sonra ge-
len, yani ikinci demektir. Bu balamda hak musallîdir, halk
da musallîdir; fakat farkl iki yönden. Hakk musallîdir, yani
Hakk'n bilinmesi yaratn bilinmesinden sonradr. O hâlde söz
konusu sonralk, bilinmedeki sonralktr. Halk musallîdir, yani
mertebesi Rabbinin mertebesinden sonra gelir. Buradaki sonra-
lk mertebe sonraldr.
Kukusuz Allah kendisi için salât etmemizi emretmi ve
Onun da bizim admza salât ettiini bildirmitir. O hâlde salât
bizden ve ondandr. Bu durumda Hakk musallî olduunda, hiç
kukusuz Âhir ismiyle musallî olur. Bu durumda kulun varl-
nn ardnda kalr. Burada söz konusu olan Hakk, kulun kendi
fikri düüncesiyle veya (bakasn) taklit etmesiyle kalbinde ya-
ratt Hakk'n kendisidir. O ilâh- mûtekaddr. Çünkü musallî,
yarta birincinin ardndan gelen demektir. Allah öyle buyurur:
"Herkes salâtn ve tespihini bilmitir". Yani Rabbine ibâdet edi-
te sonradan gelen kendi mertebesini bilmitir.
Allah salât eder. Böylece kendisini zikirde kulun zikrinden
sonra gelme özelliiyle nitelemitir.
Hakk kullar üzerinde kendi rubûbiyetinden (terbiye eden)
sonra gelmeyi vâcib klmtr. Bu nedenle kulu, kendisini geri-
BAKARA125
de kalan anlamndaki musallî diye isimlendirebilmek için, na-
maz farz klmtr. Kul Rabbinin mertebesinden sonra gelen-
dir. Ayrca Hakk, salât kendisine nispet etmitir. Bunun nede-
ni hakikatin unu gerektirmi olmasndandr: Hakka dair mey-
dana gelmi bilgi, mahlûka dair yaratlm bilgiden sonradr. 183
Hz. Peygamber, kendisinden aktarlan sahih (doru, geçerli) bir
hadîste öyle buyurmutur: "Kulun ilk baklacak ibâdeti namaz-
dr. Allah öyle der: Kulumun namazna baknz, onu tam myapm yoksa eksik mi brakmtr. Namaz tam ise, onun adna
tam olarak yazlr. Namazdan bir ey eksik ise, Allah öyle bu-
yurur: Baknz kulumun nafile namaz var mdr? Nafile namaz
var ise, öyle der: Kulumun farz namazndan eksii nafile nama-
zndan tamamlaynz. Sonra ameller bu tarzda ele alnr."
badetlerin nitelikleri hakkndaki bir baka sahih hadîste ise
Hz.Peygamber'in öyle söyledii bildirilmitir: "Namaz nurdur,
sadaka burhandr, sabr (oruç ve hac) aydnlktr, Kur'ân lehin-
de veya aleyhinde delildir. Sabahlayan herkes nefsini satn alr;
ya onu azat eder ya da köleletirir." Böylece nuru namaza, bur-
han sadakaya -ki kasdedilen zekâttr-, aydnl oruç ve hacca
izafe etmitir. 184
Allah, namaz klan kiinin kendisine yakardn bildirmitir.
Namaz nurdur. Dolaysyla kul Allah'a baka bir isimden deil,
en-Nûr isminden yakarr. Nûr bütün karanlklar uzaklatrd
gibi namaz da, bütün meguliyetleri keser. Dier ameller ise böy-
le deildir. Çünkü onlar namaz gibi kendilerinin dndaki her
eyi brakmay içermez. Bu nedenle namaz nûr olmutur. Allah,
kulu kendisine en-Nûr isminden yakardnda, onunla babaa
kalp yakarnda Hakk' müahede etmesiyle de bütün varlkla-
rn silineceiyle müjdelemitir. 185
183 Suad El-Hakîm, bnü'l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s. 544-546.
184 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.II, s. 285.
185 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.II, s. 286.
Ayet 3
126
Namazda Rabbime balanrm, "Namazgözümün nurudur"'srr
zuhur eder, bu, benim huyumdur. Can pencerem zevk ve evkle
açktr. Tanrnn lutfu oraya vastasz gelir. Tanrnn lutfu, rah-
meti, nuru madenimden, hakikatimden gelir, penceremden evi-
me girer. Penceresi olmayan ev cehennemdir. Ey kul dînin asl
pencere açmtr. 186
Peygamber, "rükû ve secde varlk halkasn Tanr kapsna vur-
maktr," dedi.
Kim o kapnn halkasn döverse elbette ona devlet ba gösterir.18
Adam, bir rükû (Huzur-u ilâhîde eilmek), yahut sücûd (secde-
ye varmak) etti mi onun rükû ve sücûdu, öbür âlemde ba, bah-
çe olur.188
Bir ksm insanlar selâm vererek namazdan çkarlar. Bir ksmise selâm vererek 'dâimi salata dâhil olurlar. Bu daimî salât için-
de bulunanlara, Musa'ya olduu gibi münâcâat (Allah a yalvar-
ma) aac bir ateten fanus olur ki bu atee yaklanca: Sen be-
nim Rabbimsin, demek mânâs zuhur eder ve aaçtan da: Mu-
kaddes vadidesin, dünya ve âhiret pabuçlarn çkar, nidasn du-
yar olur.189
Namaz klp namaznn kendisinden baka her eyi uzaklatra-
mad kul (gerçekte) namaz klmad gibi namaz da onun için
nûr deildir.190
Asl o Tanr mülk ve saltanat sahibindir. Kendisine ba eene bu
topraktan yaratlan dünya öyle dursun, yüzlerce mülk, yüzlerce
saltanat ihsan eder.
186 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.195, beyit. 2401-2404 .
187 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.168, beyit. 2048-2049.
188 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.282, beyit. 3457.
189 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.405.
190 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.II, s. 286.
BAKARA127
Fakat Tanr tapsnda bir secde, sana iki yüz devlet ve saltanat-
tan daha ho gelir.
Ben ne mal isterim, ne mülk... ne devlet isterim, ne saltanat...
bana o secde devletini ihsan et, yeter! diye alayp szlanmaya
balarsn. 191
Namaz seni günahtan, suç ilemekten, kötülükten, noksan ve
kusurlardan ve isyandan korur, temizler. te senin bunlar yap-
mam olman ve bunlardan temizlenmi bulunman ameldir.
Eer kendini bunlardan kurtarmamsan, namaz klmam sa-
ylrsn. Bunun için Peygamber O'na selâm olsun namaz klmolan bir kimseye: "Namaz klmadn, kalk namaz kl" diye bu-
yurdu. Bunun üzerine o adam kalkp namaz kld. Tekrar: "Kalk
namaz kl, namaz klmadn" buyurdu. O adam yine kalkt ve
namaz kld. Peygamber bu defa da: "namaz klmadn" dedi ve
sonunda: "Kalb huzuru olmadan, namaz klmak doru deil-
dir" buyurdu.
O hâlde ortaya koymu olduklar bu rükû, sücûd ve kyam ye-
rine getirmekle, gerçek amel yaplm olmaz. Yani dinde ortaya
konulan bu dla ilgili hareketleri yapmakla amel yerine getiril-
mi olamaz.
Hakîkî amel, içi deitirmektir. Nitekim insan tohumu, ana
rahminde ekilden sekile girer. Alaka (kan phts) ve mudga (bir
çinem et) olur. Nihayet insan eklini alr, canlanr, dünyaya ge-
lir, büyür ve bir insan olur.
te bu türlü deimek, aa derecelerden yukar derecelere çk-
mak, ameldir. Peygamber Hazretleri (s. a. s.): iki günü bir olan
kimse aldanmstr" buyurmutur. 192
Allah'n rahmeti onun üzerine olsun, bir defasnda Bâyezîd
Bestâmî'ye bir adam gelmiti. Bir ara bu kii, Bestâmî'nin huzu-
191 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.54-55, beyit. 664-666.
192 Sultan Veled, Maârif, çev.Meliha Anbarcolu, Konya, 2002, s. 4-5.
Ayet 3
128
runda dururken saa sola baknmaya balad. Onun böyle saa
sola bakndn gören Bâyezîd kendisine sordu:
-Ne var?
Adam dedi;
-Namaz klacak temiz bir yer aryorum!
Onun bu sözü üzerine, Bestâmî de kendisine unlar söyledi:
-Kalbini temizle de namaz dilediin yerde kl! 193
Ben, Rabbime sordum:
-Ey Rabbim! Hangi namaz sana daha çok yakndr?
Rabbim buyurdu:
-u namaz ki, içinde Benden bakas bulunmaz ve namaz klan
da, kld o namazdan gâib bulunur. 194
Gavs Âzam diyor ki:
-Rabbimden Mîrâc hakknda sordum. Rabbim buyurdu ki:
-Mîrâc, Benden baka her eyden syrlp yükselmektir. Böyle bir
miracn kemâli yükselme ve huzurda saa-sola iltifat etmemekdir.
Ve sonra Rabbim öyle devam etti:
-Ey Gavs Âzam! Benim katmda mirac olmayan kimsenin na-
maz namaz saylmaz. Namazdan mahrum olan kimse, Benim
yanmda mîrâcdan da mahrumdur. 195
u namaz, bütün gün kyamda, rükûda, secdede durman için
konmamtr. Maksat, namazda sende beliren hâlin, dâima sen-
de olmasdr. Uykuda, uyanklkta, bir ey yazarken, bir ey
okurken, hâsl bütün hâllerde Tanry antan ayrlmamalsn
ki "Onlar namazlarn daimî klarlar" srrna eresin, buna eren-
lere kanlasn. 196
193 Ahmed Kayhan, Abdülkâdir-i Geylânî, Ankara, 1998, s.101.
194 Ahmed Kayhan, Abdülkâdir-i Geylânî, Ankara, 1998, s. 18.
195 Ahmed Kayhan, Abdülkâdir-i Geylânî, Ankara, 1998, s. 20.
196 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.267-268.
BAKARA129
"Bende bir ey yok lütuf ve inayet sendendir Allah'm" diyeni
Cenâb- Hakk mahrum brakmaz ve o kimse be vakit namaz-
dan baka dâimi salâtta demektir. 197
nsân- kâmilin ak ile dolu olan âklar, sade be vakitte deil,
daimî salât içindedirler.198
Salâtn birkaç mânâs vardr:
Birincisi: Duâ demektir. Tevbe sûresi 103. âyette bu mânâyadr.
"Sen onlar için duâ et" demektir.
ikincisi: Senadr. Ahzâb sûresi 56. âyet bu mânâyadr. "Muhak-
kak ki Allah ve melekleri Peygamber (s.a.s)a salât, yani sena etmek-
tedir" demektir.
Üçüncüsü: Kraatdir. srâ sûresi 110. âyetde bu mânâyadr. "Na-
mazda Kraatinifazla açktan yapma!" demektir.
Dördüncüsü: Rahmettir. Bakara sûresi 157. âyetde bu mânâyadr.
"Onlara Rablerinden rahmetler vardr." demektir.
ibadet olarak, kendine mahsus hareket ve zikirlerle yaplan amel-
dir. Kyamnda kraat, kuûdunda sena ve duâ ve failine rahmet
vardr. Bu âyet-i celîlede salât, be vakit namaz içine alan ism-i
cinstir. Namaz ikâme demek, âdâb ve erkânna riâyet ederek
dosdoru klmak ve ömrünün sonuna kadar klmaya devam et-
mektir.
Rivayet olunur ki, büyük zâhidlerden Hâtem-i Esamm rahime-
tullah Asm bin Yûsuf'u ziyarete gitti. Asm ona:
-Ey Hâtem! Namaz güzel klar msn? diye suâl etti. Hâtem
"evet" dedikde Asm nasl kldn sordu. Hâtem dedi ki:
-Namaz vakti yaklat zaman, abdest azalarm tamamnca y-
kayarak güzel bir abdest alrm. Sonra gelir namaz klacamyerde dururum. Her bir uzvum karar ve sükûnet bulur. Kabe'yi
iki kam arasnda, makam sadrmda, Allah' üzerimde kabul
197 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.218.
198 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.188.
Ayet 3
130
ederim. O kalbimde ne varsa bilmektedir. Sonra ayaklarm srat
üzerinde, cennet samda, cehennem solumda, ölüm melei de
arkamda farz ederim ve bu namazma sanki son namazmmgibi niyet ederim. Sonra ihsan üzere, yani Allah' görürcesine
bir tekbîr alrm. Kraatimi (okuma) tefekkürle yaparm, rükûyu
tevâzuyla, sücûdu (secde etmek) tazarrû (yalvarma, yakar) ile ya-
parm. Bunlar tam yapm olarak otururum. Recâ (ümit) üzeri-
ne teehhüd (namazda oturma) ederim, sünnet üzere selâm veri-
rim, sonra da namazm ihlâsla teslim ederim. Sonra havf (kor-
ku) ve recâ (ümit) arasnda yaarm, namaz böyle klmaa sabr-
la devam ederim.
Bunlar dikkatle dinleyen Asm dedi ki:
-Ey Hâtem! Sen her namaz böyle mi klarsn? Hâtem:
-Evet, otuz seneden beri böyle klarm.
Bu cevab üzere Asm alad ve dedi ki:
-Ben imdiye kadar hiçbir namazm böyle klmadm.
Mukâtil de öyle demitir: Nebî (a. s.), Mekke'de iken sabah ak-
am iki rekât namaz klard. Mîrâc hâdisesi vuku bulunca be
vakit namazla emrolundu. Mîrâc, vakitlerin en ereflisi, hâllerin
en faziletlisi ve münâcâtn en azîzi bulunduundan, namaz bu
gecede farz klnmtr. Namaz, îmândan sonra taatlerin en
faziletlisi, kulluk vazifelerinin de en güzelidir.
Binaenaleyh ibâdetlerin en faziletlisi, vakitlerin en deerlisinde farz
klnd. Mîrâc, kulun Rabbine kavumas ve ona yaklamasdr.
Âyet-i celîledeki lafz (söz) cemi' (bütün, hepsi) sigasyla (kip, fiil
çekim sekli) olmakla namazn cemaatle edasna iaret vardr.
Hadîs-i erifte beyân olunduu veçhile cemaatle klnan namaz,
yalnz bana klnan namazdan yirmibe yahud yirmiyedi dere-
ce daha efdaldir.
Nebiy-yi Ekrem (s. a. s.) Mîrâc gecesinde semâvâtn melekûtunu
ve sâkinlerinin ibâdetlerini müahede ettii esnada, onlarn
hâllerine gbta edip Allah'tan bunlar ümmeti için talebetti. Al-
BAKARA131
lah da bütün meleklerin ibâdetlerini be vakit namazda cem edip
Onun ümmetine verdi. Çünkü onlardan kimisi kyamda, kimi-
si rükû'da, kimisi secdede, kimisi hamd etmekte, kimisi tesbîh
etmekte idiler. Allah Teâlâ, bu ümmete de be vakit namazlar-
n dosdoru kldklar takdirde bu melaikenin ecirlerini (kar-
lk) vereceini vaad etmitir.
Be vakit namaz, bizden evvelki ümmetlerde parça parça mevcûd
idi. Allah Teâlâ bunlar son nebisine ve ümmetine cem etti, zîrâ
dünyevî ve uhrevî fezâilin (faziletler) cümlesini peygamberimiz-
de toplamtr. Ümmeti de dier ümmetler arasnda ayn du-
rumdadr.
Sabah namazn ilk klan Âdem, öle namazn ilk klan brahim,
ikindi namazn ilk klan Yûnus, akam namazn ilk klan Isa,
yats namazn ilk klan Mûsâ peygamberdir.
Bu meyanda denilmitir ki: Be vakit namaz ilk klan Âdem
(a.s.)'dr. Sonra bunlar peygamberler arasnda dalmtr. Vitr
namazn ilk klan Resûl-i Ekrem (s.a.s.) efendimizdir. Bu hu-
susda: "Rabbim bana bir namaz da ziyâde ile vermitir" buyur-
mulardr.
Namazn bidayeti (balangç) ikâmedir, nihayeti idâmedir.
Namazn ikâmesi, her bir namaz kendi vaktinde rükû, sücûd ve
hududunu zahiren ve bâtnen muhafaza ederek klmaktr,
idâmesi ise, devâm- murakabe (iç âlemine dalma) ile namaz-
da gizlenen eltâf- rubûbiyete (rabln lütuflar) nail olmak için
tahsîs-i nazar eylemektir.
Hadîs-i erîfde: "yaadnz günlerde Allah'n nice nefehât
(esintiler, kokular) vardr. Gözünüzü açn ve onu yakalamaa ça-
ln!" buyurulmutur.
Namazn bir ekli, bir de ruhu vardr ki, her bir artn ve rük-
nünü yerine getirmekle ruhuna erilir.
Meselâ namazn artlarndan birisi abdesttir. Abdestin her bir
farznda, sünnetinde, edebinde namazn dosdoru klnmasna
insan hazrlayan bir sr ve iaret vardr.
Ayet 3
132
Meselâ elleri ykamak, onlar dünyann levsiyyâtndan (kirli
ve pis eyler) ve nefsi mâsiyetlerden (isyan, günah) temizleme-
e, kalbi hayvan ve eytanî sfatlardan tasfiye etmee iarettir.
lk vahiyden sonra evine gelerek bürünüp sarnan peygambere:
"Elbiseni temizler (Müddessir, 4) buyurulmutur. Ki bu "Kal-
bini temiz tut" diye de tabir edilmitir. Yüzü ykamak, him-
met yüzünü, dünya muhabbetinin necasetinden (pislik) yka-
yp temizlemee iarettir. Çünkü dünya muhabbeti her bir gü-
nahn badr.
Namazn artlarndan biri Kbleye yönelmektir. Bundaki sr
Hakk Teâlâ'y arzu etmekten baka her eyden yüz çevirmek
ve kurbiyyet (yaknlk) ve münâcât (duâ, yalvarma) arzusuyla
Hazret-i rubûbiyyete teveccüh etmektir.
Elleri kaldrman, himmet ellerini dünya ve ahretten çekmektir.
Namazdaki tekbîr: Kulun kalbine isteme, sevgi, azamet ve izzet
bakmndan Hakk, her eyden daha büyük diyerek onu yücelt-
mektir.
Namazda iftitah tekbîrinin (namaza baslarken alnan tekbîr) he-
men niyeti izlemesi, Allah'tan bir ey isterken niyetin samîmi
oluunun, hakk tekbîr "Allahu ekber" demek ve tazim (ululama,
sayg gösterme) ile gösterilmesi gerektiine iarettir. Zîrâ Allah'
deil de bakasn taleb eden, O matlûbu tekbîr ve tazim etmi
olur. Allahu ekber diyerek, Allah' büyüklemeden namaz sureta
caiz olmad gibi hakikatte de caiz deildir.
Sa elini sol elinin üzerine koyarak ikisini beraber gösüne koy-
makta da yaratc huzurunda, kulluun eklini ifadeye ve kalbi
mâsivânn muhabbetinden korumaya iaret vardr.
Namazda kraâta "yöneldim" diye balanmasnda, Hakk'tan
bakasn taleb etme irkinden uzak olarak, hakka yönelie
iaret vardr. Fatihann kraati vacib oluu ve Fâtihasz na-
mazn caiz olmaynda öyle bir hakikate iaret vardr ki, bu
hakikat kulu, hamd ü sena, Rabb'ül-âlemine ükür ve hidâyet
BAKARA133
talebiyle, rabbani lutuflarn güzel kokularna hedef klar.
Sözü edilen hidâyet öyle ilâhî cezbelerdir ki, her biri ins ü
ameline (nsan ve ameline) denktir ve Allah ile kul arasnda
ikiye ayrlm olan namaz ile kulu Allah'a yaklatrr. Kyam,
rükû ve sucûd (secde), kulun âlem-i ervaha ve gayb yurduna
dönüüne iarettir.
Secdeden sonra teehhüde (namazda oturma) enâniyet (benlik)
perdelerinden kurtulmaya iaret olduu gibi rabbânî cezbelerle
hakkn cemâlini görmeye vâsl olma iareti de vardr. Sonra te-
hiyyatta ("Et-tehiyâtü"duas) kullarn, meliklerin huzuruna var-
ndaki ekillerini gözetler. Saa, sola selâm verite iki dâre selâm
vermeye iaret bulunduu gibi, sadan cennet nimetlerine, sol-
dan da lezzet ve ehvetlere davet eden her cahil davetçiye selâma
iaret vardr.
Böyle bir kul, icabet ve münâcât makamlar içerisinde bulun-
duu hâlde keramet denizlerine dalm, ilâhî cezbelerin bay-
la baldr. Nitekim Cenâb- Allah öyle buyuruyor: "Rahman ve
Rahim olan Allah'n kullar yeryüzünde tevazu ve vakar ile yürür-
ler. Cahiller, kendilerine lafatp satatklar zaman aldrmadan:
"selâmetle" deyip geçerler. " (Furkân, 63)
ekilciler namaz edadan selâmla çkarlar. Hakikat ehli ise
selâmla namaz devam ettirmeye girerler. Nitekim Allah Teâlâ
"Onlar namazlarna devam ederler" (Meâric, 23) buyurmaktadr.
Namaz klan bir kavmi namazlar korur. Cenâb- Allah öyle
buyuruyor: "Ey Muhammed, sana vahyolunan kitab oku. Nama-
z dosdoru kl. üphesiz namaz insanfuhu ve kötü eylerden al-
koyar" (Ankebût, 45)
Namaz klan o müminler, gayba îmân ederler ve kendilerine ver-
diklerimizden infâk ederler. Hadîs-i kudsî'de:
"Salih kullarm için, hiçbir gözün görmedii, hiçbir kulan duy-
mad ve hiçbir beerin aklna gelmeyen nimetler hazrladm"
buyurmaktadr. 199
199 Ramazanolu Mahmud Sami, Bakara sûresi Tefsiri, stanbul, 1985, s. 21-29.
Ayet 3
134
Sabah namaz iki rekâttr; cisimle cana iarettir. Öle namaz
döret rekâttr; dört tabiat kuvvetine iarettir, ikindi namaz dört
rekâttr dört unsura iarettir. Yats namaz dört rekâttr; cemâd,
nebat, hayvan ve insana iarettir. Yahut, nutfe, aleka, mudga ve
insana iarettir.
Namazn vasflar hesaba gelmez derecede büyüktür. Fakat ak
çemesinden abdest alp dört tekbîri bir etmeyince canann
cemâline yüz döndürülemez. 200
Hasat zaman güzel ahlâk zahiresini toplayabilmek için, insan
vücud toprana rzâ tohumunu ekecek olursa, evvela nefsinin
fena ve çürük mallarn gözden çkaracaktr. Çünkü o, nefsa-
ni duygu ve arzular vermekte cömert davranmay ve kendi is-
teklerini Sahib'in arzusu ve emri uruna harcetmeyi secdenin
hakikatinden örenmi oluyor.2(zo
Sradan insanlarn hidâyeti teslim ile islâm'da,
Seçkin insanlarn hidâyeti îmân ve ihsanla olur.
Daha seçkin insanlarn hidâyeti ise her eyin olduu gibi
görülebilmesi, engellerin almas ile gerçekleir,
îmân, eriat dilinde kalp ile inanmak, dil ile söylemek ve
azalar ile gereini yapmaktr.
Her îmân islâm'dr. Ama her islâm îmân deildir.
Salât; 1-duâ; 2- övgü; 3-okuma; 4- rahmet mânâlarn
içerir.
eriat dilinde salât namazdr. Çünkü bu dört mânâ da
namazda vardr.
Namaz kabul etmeyenler; Ebû Cehil gibidir.
Namaz kabul edip klmayanlar; kitap ehli olup mânây
anlamamlardr.
Namaz klmay isteyip tembellikten, üenmekten klma-
yanlar; gaflette olanlardr.
200 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.441.
201 Mekûre Sargut, Gönülden Gönüle, stanbul, 1994, s. 125-126.
BAKARA135
Namaz kabul edip klanlar hakîkî Müslümanlardr.
îmân kalple; namaz bedenle; infâk malla olur. Bunlarn
toplam ibâdeti oluturur.
Bedenin zekât, namaz, maln zekât, infâktr.
Hz. Aye'nin infâk Allah indinde en makbul olan
infâklardan biridir ki, kendi mezaryerini bile Hz. Ömer'e
vermitir.
Gaflette olan kiinin iaretleri: Allah'a îmân eder ama
ibâdet etmez. Rzk verenin Allah olduunu bilir ama ya-
rnki rzk için endielenir. Dünyann geçiciliini bildii
hâlde hiçgeçmeyecekmi gibi dünyaya saplanr. Vârislerinin
ona düman olacan bildii hâlde mal toplar.
Nefse, dünyaya, eytana kar zafer elde edersen kurtulur-
sun.
'Rzktan paylarlar' âyeti kendi mânâmz koruyup kalan
her eyimizi paylaabilmektir.
Namaz ile gayb 'a îmân edilir,
îttikâ; bilinçteki k; nefse verilen görevdir.
Namaz ve infâk zevk hâline getirmek gerekir.
Namazdaki ekillerin esrar:
Kyam
Furkân olarak, yanifark hâlinde Kur ânn idrâki için ve
Allah önünde kulluumuzu isbat için ayakta dururuz. Bu
hâlde "ben" ve "kul" olarak Allah'n önüne çkarz.
Rükû
çimiz ve dmz arasndaki berzah âleminin tecellîsini
idrâk ederiz. Ve ancak bu makamda hamd edebiliriz.
Rükûdan sonra dorulma
Rükû 'da duyduumuz huzur ile sarslarak bamz kald-
rrz. Ve "Hamd Allah'a aittir. " (Rabbena ve leke'l-hamd)
nidasyla secdeye kapanrz.
Ayet 3
136
Secde
Vehimlerin tahakkümünden (hükmü altnda olmak) kur-
tulunan makamdr. Rabbin tecellîsinin en iyi hissedildii
makamdr.
1. secde; gayba îmândr.
2. secde; Allah'n nurunu görüp secde etmektir.
Secdede eytan kahrolduundan eytandan o an kurtul-
mu olursun. Secdeye varana eytan ahadet edecek demek-
tir. Secdeden kalktaki gizli mânâ budur. Gaffar, Rahim,
Hâdî, Rezzâk, Cebbar, Afüv isimleri gerçekleir.
Secdeden sonra oturma
Secdenin zevkini idrâk için otururuz ve 'Et-tehiyâtü ' oku-
ruz. Bu makam, Allah ', Peygamberini, onlar arasndaki
birlii idrâk ve îmân makamdr.
Saa sola selâm
Saa ve sola yani eyaya ve hakikatine selâm veririz.
Nefis bizim kimlik kartmzdr.
Nefsin his, cehalet ve gururundan çamzn en büyük so-
runlarndan stres oluur. Çünkü bu üç durum, korku, gü-
vensizlik ve ihtiras oluturur.
Allah beni koruyor dersek korkular gider, ihtiras kaybo-
lur.
Bunlar namazda gerçekleir. Çünkü namazda Muham-
med srr olan huzur, zevk almann gerçek ekli vardr.
Bundan sonra arnma srr balar ki bu da Mustafa sr-
rdr.
Akl, kyaslar sistemidir. Zdd ile ayns ile mukayese ile
anlar. Allah bu sistemle anlalmaz. Çünkü ei, benzeri ol-
madndan mukayese ile idrâk edilemez.
Akl- küll; kazadr (fikir.)
Nefs-i küll; kaderdir (fikrin hâle dönümesi). 202
202 Derleyenin Notu.
BAKARA137
»CT203SMAL HAKKI BURSEVÎ'NN ECVBE- HAKKIYYE'S
Bu risale, Hz. eyh Abdurrahmân efendinin (Allah srrn takdis
etsin) sorularna, eyh Abdulhak smail Hakknn (günahlar
mafur olsun) cevaplardr.
(Heft suâlim var sana ey ârif-i esrâr- Hak)
Ey hakkn srlarn bilen, sana yedi suâlim var.
- Yedi says
Aslnda nihayetsiz olmakla beraber, sorular yedi olarak ksal-
tld. Bu da arzn deil, yedi göün melekûtuna iarettir. Gerçi
keif sahibi arif, her ikisinin melekûtuna muttali saylr. Çün-
kü böyle bir ttla (bilgi, haberli olma) olmakszn vel söz konu-
su olmaz. u âyet-i kerîme buna iarettir: "brahim'e göklerin ve
yerin melekûtunu (hükümranln) öylece gösteririz." (En'âm,
75). Buradaki "gösteririz"den maksat, her iki melekûtun srla-
rna ve hakikatlerine muttali' (haberli) klarz, demektir. Ayrca
Allah, u âyetinde, insanî ruhu ve baka eyleri "melekût" ola-
rak ifâde etmitir: "Herseyin melekûtu elinde olan Allah münez-
zehtir." (Yâ-Sîn, 83). Burada melekût, ruh demektir. Çünkü ce-
sede göre ruh, mülke göre melekût mertebesindedir. Bunlardan
biri, duyularla hissedilir, gösterilebilir; ikincisi ise, ancak teba-
iyyet (tâbi olma) ile gösterilebilir. Çünkü birincisine lâzmn
melzûma (lüzumlu) taalluku (münasebet, ilgili olma) gibi ba-
ldr. Bütün kevnî (yaratlanlarla ilgili) hakikatler, suretleri ile
birlikte bu hâl üzeredir.
Ad geçen ksaltmay esmâ-y seb'ann (yedi isim) srrn açklay-
c olarak ele almak da mümkündür. Hakk tarikat erbab arasn-
da bunlar, esmann anas ve asllar olarak kabul edilir. Burada
onlar saymaya gerek yok.204
203 smail Hakk Bursevî, Ecvibe-i Hakkyye, çev.Mehmet Demirci, Tasavvuf lmî Aratr-
ma Ve Tasavvuf Dergisi, Ankara, 2003, Say 10, s.9-43. (204-279 nolu dipnotlar ara-
snda araya farkl alntlar da girmekle beraber bu yaz yer almaktadr.)
204 Esmâ-i seb'a: a) Lâilâhe illallah, b) Allah, c)Hû, d) Hak, e) Hay, f) Kayyum, g)
Kahhâr.
Ayet 3
138
Yedi says, ayn zamanda ilâhî hakikatin sureti olan yedi sfata
da iarettir. Nitekim Hz. Muhammed (a. s.) buyurur: "üphesiz
Allah Adem'i kendi sureti üzereyaratmtr \205
Yedi rakam, saylarn analarndan olunca marifet ehli onu açklar-
ken bu durumu göz önünde bulunduracaktr. Zîrâ mükâefe maka-
m hikmetli davranmay gerektirir. Muvaffak klacak olan Allah'tr.
"Peygamber, rükû ve secde, varlk halkasn, Tanr kapsna vur-
maktr" der.
Melekût; Ruh demektir. Çünkü cesede göre ruh mülke göre
melekût demektir. Yani dünya âleminden (mülk âlemi) önceki
âlem, mânâ âlemiydi. Bizim ruhumuz vücûdumuza hâkim oldu-
u anda bizde melekût âlemi hâsl oluyor. Onun için kâmil in-
sanlar hep mânâ âleminde yaarlar. Onlarn ruhlar vücud mem-
leketlerinin sultan olmutur.
7 isim 7 sfatla desteklenmitir:
l.Lâ ilahe illallah (Nefs-i Emmâre): Bundan geçebilmek için bi-
zim hiçliimizi ve ancak tecellî edenin Allah olduunu ilmen
bilmek gerekir.
2.Allah (Nefs-i Levvâme): Bundan geçebilmek için tevhide er-
mek gerektir, ikilikten, "ben"i görmekten geçmek lâzmdr.
3.Hû (Mülhime): Kendi hiçliimizi görmek için tenzih ediyoruz.
4.Hakk (Nefs-i Mutmainne): Kendimizdeki Allah'n hakikatini,
isim ve sfatlarn idrâk ederiz. (Güne)
5.Hayy (Nefs-i Râdiye): idrâkin zuhur bulduu dirili, ve her
olandan raz olma makam.
6.Kayyûm (Nefs-i Merdiyye): Artk "Gören gözün, iiten kulan
ben olurum" hadîsi gerçekleir. Kii Hakk'la söyler, Hakk'la iitir.
ZKahhâr (Nefs-i Safiye): Beka. (Ay)
Sfatlar: 1. Hayy 2. Alîm 3. Mürîd 4. Kadir 5. Semi
6. Basîr 7. Mütekellim 206
205 Müslim, Birr, 32; Buhârî, Enbiyâ, 1.
206 Derleyenin Notu.
BAKARA139
Birinci soru:
Cumada ön, tydda sonra hutbe okunmak nedir?
Hutbenin cuma namazndan önce, bayram namaznda ise
sonra okunmasnn hikmeti nedir?
CEVAP:
Bil ki, asl olan, bayram ve cuma hutbelerinin her ikisinin de na-
mazdan sonra îrâd (söyleme, dile getirme) edilmesidir. Baz anla-
yl kimseler de buna iaret eder. Ancak, Cuma sûresinde zikri
geçen dalma hâdisesi vuku bulduunda Cuma namaznn hut-
besi öne alnd 207, bayram hutbesi ise asl üzere kald.
O gün ashâb (r.a.), üzerlerine borç olan yerine getirdiklerini
zannetmilerdi ki, bu da hutbeden önce klnan Cumann far-
z idi. Olay üzerine, bundan sonra, dalp gitmeyerek namaz
beklemeleri için, hutbenin namazdan önceye alnmas deiik-
lii yapld.
Bayram ve Cuma hutbelerinin her ikisinin de namaz-
dan sonra gerçeklemesi gerekir. Cuma namaznn hutbe-
sinin önce okunmasnn sebebi, Cuma dan sonra insanla-
rn dalmasdr.,208
207 Vakt-i saadette bir ktlk esnasnda am'dan bir kervan gelmi, durum davul çalnarak
ilan edilmiti. O srada cemaat mescidde Peygamberimiz ise minberde bulunuyordu.
Günlerden Cuma idi ve Cuma namaz klnyordu. Davul sesini iitenler, dar frla-
d, içeride sadece 12 kii kald. Bu olay üzerine Cuma sûresinin 11. âyeti nazil oldu:
"Ey Muhammed, onlar bir kazanç veya elence gördüklerinde seni ayakta brakarak oraya
yönelirler. De ki: Allah katnda olan, elenceden de kazançtan da hayrldr. Allah, fi-
zik verenlerin en iyisidir.
Bir rivayete göre, o zamana kadar cuma hutbesi bayram hutbelerinde olduu gibi na-
mazdan sonra okunuyordu. O srada cuma namaz klnm; ashab, namaz eda edil-
dii için dar çkmakta bir beis olmadn zannetmilerdi, -i kerîmenin indirilmesi
üzerine Cuma hutbeleri namazdan önceye alnd, bayram hutbeleri ise namazdan son-
ra okunmaya devam etti. Bu konuda bkz: Tâhiru'l-Mevlevî, Müslümanlkta badet Ta-
rihi, 59, stanbul, 1963; Müslim, K. Cuma; Celâlüddîn es-Suyûtî, Esbâbü'n-Nüzûl,
169, Kahire, 1382 h.; Tecrîd-i Sarih tere. Cuma bahsi, elli, (Hadis no:508).
208 Derleyenin Notu.
Ayet 3
140
Bunda birtakm iaretler vardr:
Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki Bi-
rinci iaret:
Hutbe; fark, irâd, da'vet ve Beka makamna iarettir; bunlar na-
mazda mevzû- bahs olan cem' ve fena makamndan sonra ge-
lirler. Çünkü namaz, Hazret-i Ahadiyyete vahdanî bir teveccüh,
uhûd (ahit olma, görme) denizine gark olmak; orada zât, sfat-
lar ve fiiller için tamamen helak olmaktr. O hâlde makam, na-
maz hutbeden öne almay gerektirir.
Namaz; cem vefena makamdr. Burada iki secde vardr.
Birincisi Allah'n emri diye Ademe secde edi, ikincisi ise
ondaki nuru gördükten sonra secde editir.
insann bir mürid bulup iradna girmesi birinci secde,
onun rengine boyanmas, huyuyla huylanmas ikinci sec-
dedir. Bu secde insan Hakk'da fâni klar. Hutbe; fark,
irâd, davet ve beka demektir. Fena dan sonra kesret'e
hürmet etmektir, insann vücûdu memleketinde tevhi-
de ve birlie ulatktan sonra kesrete dönerek herkeste ve
her eyde Hakk' müahede etmesi ve hürmet etmesidir.
Bu Islâmîyettir. Fark görüp hürmet edersek, irada açk
oluruz, irad kabul edersek, davet edilirken davet eden,
âkken mauk oluruz. Bu da namazda, fena makamn-
dan sonra oluur. Çünkü namaz ahadettir ve Allah'n
zât, sfatlar vefiilleri içindeyok olmaktr. Namaz, Hz.
Ahadiyyete bir teveccühtür. Yani, tek giri, tek yöneli-
tir. Hereyi brakp, namazda Allah'n mânâsna girin-
ce, ahadet açlr. Allah'n sonsuzluunda yok oluruz.
O
hâlde namaz hutbeden önce olmaldr. 209
209 Derleyenin Notu.
BAKARA141
TECELLÎ
Bu sebebledir ki, irâd için kim vusulden (kavuma) önce aynü'l-
cem'a heves ederse muhakkak helak olur. Çünkü iin ba ilim,
sonra ayn (göz), sonra haktr. lmî tecellî her ne kadar baz keif-
ler verirse de bu uzak bir eydir. Bu durum baz dalarn tepe-
sinden Kabe'yi gören kimsenin hâli gibidir. Allah öyle bir eyle
müerrefklmtr fakat ikisinin arasnda bir günlük mesafe var-
dr. Her ne kadar bu umûmî bir keif ise de, uzaktan bir görü-
tür. Burada bir çok sâliklerin aya kayd da, bunu vüsûl zannet-
tiler ve tarîkte uzak dütüler. Onlarn hâli, meyhanenin kaps-
na varp da daha içmeden arabn kokusu ile sarho olan kimseye
benzer. arabn kendisini içmek nerede, kokusundan sarho ol-
mak nerede! Bilhassa, mukarrebûnun (yakn olanlar) durumun-
da olduu üzere, tecellîyât- zâtiyye (zatî tecellî) kadehlerinin içi-
liindeki gibi katksz saf arap olursa!
Namaz klmadan, Allah'n emir veyasaklarna uymadan
önce her eyin hakikatini görmeye çalmak helak olmak-
tr. Biliyoruz ki yolun ba ilim, ortas görmek, sonu da
Hakktr. ilmî tecellîde keifeksik olduu gibi insan benli-
e düürür. Onlarn hâli meyhanenin kapsna gelip de iç-
meden, arabn kokusu ile sarho olmaya benzer. Hâlbuki
Zât tecellîsi arap gibidir. Ayne'l-yakîn mertebesindekiler
de irâd etmeye balar ancak gavs olan zât irki ilemeyen-
dir. Yani kesrette vahdeti vahdette kesreti müahede eden,
her eyi yerli yerine koyan ve hürmet eden kiidir.2I210
Tecellî-i aynîye gelince, bunun ehli irâd kutbudur. Zîrâ bu,
Kabe'yi yakîn harîminden (herkesin girmesi yasak yer, harem),
hatta harîmine girdikten sonra görmek gibidir.
Tecellî-i Hakkinin ehli, vücûd kutbudur. Fakat her müridin
Gavs olmas îcab etmez; olabilir de olmayabilir de. Bu azîz ve
alîm olan Allah'n takdiridir.
210 Derleyenin Notu.
Ayet 3
142
Bu tecellînin üstünde Peygamber (a.s.)'e ait baka bir tecellî var-
dr. O da, hakîkatü hakka' 1-yakîndir. Peygamberimizin u sözü
buna iarettir: "Benim Allah 'la öyle bir vaktim var ki, benimle bir-
likte oraya ne bir mukarreb melek ne de bir mürsel nebi smaz? 211
Görerek yakîn olmak seviyesi Kabe'yi yakn hariminden
hatta harimine girdikten sonra görmek gibidir. Bu seviye
mürsid seviyesidir.
Tecelli-i Hakk'ta (Hakkal-Yakîn) Kutbûl Aktâb tecellîsi
vardr. Bunun üstünde Peygambere ait tecellîler vardr. Bu
Hakka'lyakînin hakikati gibidir ki Peygamberle Allah'n
arasna hiçbir aracnn hatta melein bile girmedii andr,
makâm- mahmûddur. 212
Eer kulun hakla irtibat sarih (açk) ise, mümkinât (mümkün
varlklar) silsilesinin vastal söz konusu olmayacaktr. Lâkin
o hâlin, bu vakt-i celîlde bir kimseye mutlak olarak müyesser
(kolaylkla olan) olmadna iaret etmelidir. Bu durum, âhirette
sûreten olmasna vesîle olarak, dünyada manen gerçeklemitir.
Bu hususu anladnsa, bayram gününde namazn hutbeden önce
olmasnn srrn elde ettin demektir. Böylece cemaat cem'de
icmâlen (toplu olarak) sevinir, çünkü onlar imama uymu du-
rumdadrlar. mam da tafsîlen (ayrntl olarak) sevinir. Tafsîl
mertebesi cemaat için, hutbeden sonra ve fark- evvel makamn-
dan cem-i evvel makamna irâddan itibaren gerçekleir.
Müridin vücûdundan tecellî edenin Hakk olduunu gör-
meye baladmz anda, bu idrâk tam yerletii zaman
herkesteki Hakk' görmeye baslarz. Bu hâl peygamberde
daim bizlerde ise muvakkattir (geçici). Bütün bu anlat-
lanlar Bayram namaznn Hutbeden önce olmasnn sebe-
bidir.
211 Kefü'l-Hafâ, II, 244; Kueyrî, Risale, Telvîn-Temkîn Bahsi.
212 Derleyenin Notu.
BAKARA143
imama uyan kii onun vesile olmas ile bayrama eriir,
imam ise kendi birliinde tafsilin kendisine uymu olma-
sndan dolay sevinir.213
CMÂL-TAFSÎL
Cuma günü hutbenin namazdan önce olmas da ona iarettir ki,
yukarda zikredildii üzere, cemaat fark 'ta icmâlen (toplu olarak)
sevinirken, imam tafsîlen (ayrntl olarak) sevinir. Çünkü mür-
id, mürîdlerinden herbirinin mertebesine inmedikçe, kendisin-
den irâd hâsl olmaz. Onun 'fark'taki tenezzülü (muhatabn dü-
zeyine inme) müridlerinden hepsinin kendisine tenezzülü gibi-
dir. Tafsil, icmal gibi deildir. Ehl-i fark 'tan gözü kapal olan-
lar icmâlî ve taklidi olarak, ehl-i cem'den birine uymann kâfi
olduunu zannettiler. Allah, onlar sülükte doru yola getirmek
suretiyle bu kötü zanlarndan döndürsün. Kendilerinin eriat
mertebeleri ile ilgiyi kesmemeleri ve evlere kapsndan girenler-
den olmalar için, önce fark, ikinci olarak da tafsili ve tahkiki bi-
çimde cem' lâzmdr. Yani böylece hakikatin balangcna eriat
kapsndan girmi olurlar; tâbi olma erefine ermek, vesile sev-
gisinin feyzini elde etmek için irâd sahiplerine hizmet ederler.
Cuma günü cemaat fark 'ta toplam olarak sevinirken,
imam (mürsid) tek tek onlarn seviyesine inerek sevinir.
Müridin her bir müridine tenezzülü mürîdlerden hepsi-
nin kendi hakikatlerine tenezzülü gibidir. Müridin te-
nazzülü bizim kendimizi anlamamza sebep olur. Mür-
sid bize ayna olur ve içimizdeki bize gayb olan gizlilikle-
ri aikâr eder. Bir imama eklen uymann doru olduu-
nu zanneden zan ehlidir. Mürid bize tenezzül edip bizde
tecelli ettii zaman birlik zuhur eder. Hakikate eriat ka-
psndan girilir. Bütün ilimlerden garaz bir insân- kâmil
bulup önünde secde etmektir. Tpk Niyazi Msri'nin bü-
213 Derleyenin Notu.
Ayet 3
144
tün ilimleri örendikten sonra Ümmû Sinan'a mürid olu-
u veya Hz. Mevlânâ 'nn irâd makamnda olduu hâlde
ems gelince irâd edilen, secde eden olmas gibi.
Müridfena'dan sonra bekâ'ya geçer, irâd etmek için kes-
rete teveccüh ve tenezzül eder. ilimden sonra ak elde et-
mek için aslyaratln feyziylefeyizlenmek için irâd sa-
hiplerine hizmet etmek gerekir.214
Mürid, önce yükselici sonra aa inici durumdadr. Bayram
namaznda ve hutbesinde buna iaret vardr. Müride nisbetle bu
namaz, hakikatte bilfiil, müride nisbetle ise bilkuvve (henüz dü-
ünce hâlinde, fiiliyata çkmam) bir mertebedir.
Mürîd, önce aa inme sonra yükselme durumundadr. Cumahutbesi ve namaz buna iaret eder. Bu, müride nisbetle,
hakikatte bilfiil (fiilen) bir mertebe, müride nisbetle ise bil-
kuvve (henüz düünce hâlinde) bir mertebedir. Çünkü onun
aynü'l-cem'deki srr fark'taki olu hâlidir. "Ey Muhammedi Se-
nin gönlünü açmadk m?" (inirah, 1), âyet-i kerîmesi buna ia-
ret eder. Ancak bu, mutlak cem' ve cem-i salât (namazdaki cem)
arasnda bir farktr. Namaz, husûsî bir tecellî için emrolundu.
Onun için Peygamberimiz arkasn görür o vakit ilâhî huzurun
karsnda namaz klard. Bu huzur, vech-i mahz'dan (hereyin
asl) baka bir ey deildir, bunun için dâr- Hakk'tandr. Onubütün varlyla görürdü bir cüz'ünü deil. Aksi hâlde tak-
yid (snrlama) gerekirdi ki, Allah bundan münezzehtir (tenzih
edilmi, uzak.) Bu mutlak olua tavafta iaret vardr. Tavaf,
Kabe'nin etrafnda herhangi bir cihet kayd olmakszn dön-
mektir. Tavafn suretiyle, namazn mânâs tek bir srrn sembo-
lüdür. Bunun için Cenâb- Hakk buyurur: "Nereye dönerseniz
Allah'n vechi oradadr.''(Bakara, 115). Yüzün suretinin meselâ
altn olua yönelmesi, namazn görünüünü bu cihetle kaytla-
m olur. Yüzün hakikat ve bâtnna gelince, o mutlak kalp yü-
züdür, onun özel bir lâkab (hareketi) yoktur.
214 Derleyenin Notu.
BAKARA145
Bayram namaznda önce namaz klnp, sonra hutbe
okunmasnn sebebi, müridin namazda önce ceme yük-
selmesi sonra hutbede halka inmesidir. Mürsid bunu yasar,
Mürîd ise ona uyar. Mürid uyarak önce iner sonra müri-
din mânâs ile yükselir. Allah 'in vechini görmek için na-
maz bize Hakk kapsdr.
Namazn madde yönü Kabe'ye dönükken, mânâ yönü ta-
vafta olduu gibi hiçbir eyle kaytlanmaz Kabe'nin içinde
neyöne teveccüh etsen kbledir. Cuma hutbe ve namaznn
mânâs budur...215
O hâlde namazn mânâ yönü, tavafn suretinde olduu gibi asla
herhangi bir eyle kaytlanmaz. Bunun içindir ki, namaza ba-
larken ve intikâller srasnda, Allah'n büyüklüünü yükseltmek
için husûsî ekilde tekbîr konmutur. üphesiz yüce Allah vâsi'
ve alimdir. Onun için asla hasr (mahsus klma, kayt) yoktur.
Hasr ancak suretler, mazharlar (zuhur yeri, ortaya çkp görünme
yeri) ve meclâlar (görünme yeri, çkma yeri) için söz konusudur.
Tavaf: "Kabe'nin etrafnda her hangi bir cihet kayd koy-
makszn dönmektir.
"
Namaz tavaf anlayabilmek için bir admdr. Tavafn
mânâsn idrâk etmek için Kabe'ye mürsidle gidilir.
Namazn mânâyönü: Hakîkî namazda kaytyoktur. "Bü-
yük bayram Allah'a mülâkî olmaktr". Bu dünya kalp ma-
kamndadr. Avam havas'sa tabî olarak, yön seçeryani na-
mazda Kabe'yi kble edinmek, Allah'a benim müridim
var, müridimin yönünden sana duruyorum demektir.
Cuma günü bize lutfolan bir gündür. Önce mürid-i
kâmilin mânâsn buldurmu sonra namaz kldrmtr
215 Derleyenin Notu.
216 Derleyenin Notu.
216
Ayet 3
146
Bayram günü, bayram olarak tahsis edildi, bunun aksi vârid de-
ildir. Büyük bayram Allah'a mülâki olmaktr (kavuma). Sa-
hih haberlerde geldii üzere bu, dünyada kalp makamndadr,
âhirette ise çok yaknlk makamndadr. Avam olanlar, örtülü-
dürler, bu hususta havassa (seçkinler) tabidirler, sonra beerî fark
makamna döndürülürler.
Cuma günü de ayn ekilde, baka deil, ancak kendi mânâsna
tahsis edildi. Çünkü o çoalma, artma günüdür. Artma an-
cak, terakki için üzerine ilave yaplacak bir eyden sonra olabi-
lir. Hicâb ehli (perdeli, örtülü olanlar), sülük ve teveccühte, ilk
hâllerine ilave bir ey hâsl etmek suretiyle art salar. Bu da
hicâbtan sonra kef, fark'tan sonra cem', ayrlktan sonra vus-
lattr.
FARK-CEM'
Hutbenin fark 'a, namazn cem'a iaret olduunu söyledik. Çün-
kü hatibin yüzü halka kardr; halkn yönü kesret ve fark yönü-
dür. Namaz klan Kabe'ye kar durur. Kabe ise Zât- Ahadiyyet
srrna iarettir. O hâlde onun yüzü, Hakka tâbi olan yönedir.
Hakk'n yönü ise vahdet ve cem' yönüdür.
Fark ve cem'in bir takm mertebeleri vardr. Berzah, hicap ve
gaflet ehli olanlar fark- evveldedirler (cemden önceki fark). Bu,
halk Hak'sz görmektir. Bunun neticesi iki vücud kabul etmek-
tir: Mümkinü'l-vücûd, vâcibü'l-vücûd (mümkün varlk, zorun-
lu varlk). Bunu böyle kabul edenin hâli ikiciliktir, bu irktir,
hakîkî tevhîde münâfîdir (aykr). Bu irki izâle (giderme) için
Lâ ilahe illallah konmutur. Lâ ilahe illallah, nefy (olumsuzla-
ma) edat ile mevhum (vehmolunan, kuruntuya dayanan) vücûdu
nefy (yok) eder, isbat edat ile de vücûd- hakîkîyi isbat eder. Fa-
kat hakikat ehline göre vücûd birdir, baka deil. Onlara göre
nefy, varl olmayan mevhum bir eydir. O hâlde, asli yokluu
üzere devam eden bir eyi nefyetmenin manâs yoktur.
BAKARA147
Hakkn yönü vahdet ve cem yönüdür.
Hutbe cemden sonraki fark anlatr. Mürid halka iner.
Biz ise namazda müride çkyoruz. Çünkü 'Hatibin yüzü
halka kardr" Konuan halka kar konuur.
Fark ve cemin mertebeleri vardr. Berzahta kalanlar (hi-
cap ve gaflet ehli) Allah'n mânâsndan örtülü olanlar
fark- evveldir. Yani bunlar Allah' ve eyay ayr görürler.
Bu halk, haksz görmektir.
Eer bir görüyorsak, yok edecek vücûdu kalmam demek-
tir.217
Fark- evvelden sonra, cem'-i evvel ve fenâ-i evvel gelir. Bu,
Hakk' halksz görmek ve vahdet âleminde kesretsiz durmaktr.
Bu cem' ve ühud erbab, tevhîd-i aynî ehlidir. "Ahirete de yal-
nz onlar kesinlikle inanrlar. " (Bakara, 4) âyet-i kerîmesi ona ia-
ret eder.
Tevhîd, ancak nisbet ve izafetleri kaldrmakla hâsl olur, hatta
tevhidi kendine nisbet etmeyi de kaldrmak gerekir. Bunu için
Cenâb- Hakk, "Bil ki Allah'tan baka ilâh yoktur" buyurduktan
sonra "Günahnn balanmasn dile" (Muhammed, 19), bu-
yurur. Buradaki günahn mânâsna dikkat et, oldukça incedir;
Allah'n "... fakat Allah att" (Enfâl, 17) sözüyle mukabildir.
Bu cem'den sonra cemu'1-cem', fenâ-i sânînin (ikinci fena) ba-
langc ve bekâ-i evvel gelir. Bu cem' ve farkn mecmûunun (top-
lam) cem'i; abdiyyet (kulluk) mertebesinde, Allah'n zât; sfat-
lar ve fiilleri ile perdelenme olmakszn, zât, sfatlar ve fiilleri
tahsil etmektir.
Daha sonra bekâ-i sânî (ikinci beka) gelir. Bu, temkinin (huzur
ve sükûn makam) nihayeti, belki de makbul telvîndeki temkinin
son noktasdr. Onunla, vâsl, mâlûm-mechûl hâle girer ve mut-
lak garîb olur. Gariblere ne mutlu! u kudsî hadîs buna iarettir:
217 Derleyenin Notu.
Ayet 3
148
"Kubbelerimin altnda benden baka kimsenin bilmedii velîlerim
vardr" 218 Yani gayriyyet mertebesinde kalanlar onlar tanmaz-
lar. "Kubbeler" ifadesi de onlarn gizliliini temsil içindir.
Buradan hareketle demilerdir ki, insân- kâmili tanmak, Hakk
Teâlâ'y tanmaktan daha zordur. Zîrâ Hakk, devaml tenzihle
birliktedir, insân- kâmil ise tebihte kâimdir. Müteâbihleri an-
cak Allah bilir. limde râsih (bilgide derinlik sahibi) olanlar, on-
lara îmân ettik, derler, yani apaçk, hakîkî, sapmasz ve meyilsiz
bir îmânla inandklarn belirtirler. Çünkü onlar merâtib (mer-
tebeler, rütbeler) sahibidirler. Kim merâtib üzere yürürse tehlike-
den emin olur. "Ey basiret sahipleri ibret alnz" (Har, 2).
Fark- evvelden sonra cem-i evvel ya da fenay evvel ge-
lir. Bu da Hakk' halksz görmektir. Her eyde Allah tecellî
eder. Halkn hatasn hiç görmemek, her ey çok mübarek
demek hatadr, farkn gerekliliine hürmet etmemektir.
Adam olabilmek için fark gereklidir. Celâl ve cemâl cem
olmadan kemâl zuhur etmez. Bu ekilde olmazsa Rab 'lk
tecellî etmez.
"Yâ Dâvûd, benim affediciliimi, kendi günahndan kü-
çük görene krlrm ve affetmem" diyor Allah.
Cem den evvelfenâ-i evvel sonra tevhidle cem geldi, daha
sonra cemü'l-cem fenâ-i sâni'nin balangc ve bekâ-i ev-
vel gelir. Cemü 'l-cem tefrike hürmet etmek yani her ey-
de Allah' gördüü hâlde tefrike hürmet (heryaratlmnsebebini idrâk) edip, onun ayrmnda bulunabiliyorsak,
yani bu da Allah 'in bir mânâs ama barsak veya göz me-
sabesinde gibi ayrm yapabiliyorsak ve göz veya gönül me-
sabesinde olana yanaaym diyorsak bu cemü 'l-cem maka-
mdr. Yahutfenâ-i sâni denir. Sonra bekâ-i sâni gelir.
218 Benzeri bir hadis için bk. Ali Yardm, ihâb'ül-Abbâr Tercümesi, s. 202, Damla ya-
ynevi, stanbul, 1999. Yukardaki hadisin deerlendirilmesi için bk. Ahmet Yld-
rm, Tasavvufun Temel Öretilerinin Hadislerdeki Dayanaklar, s/ 148, T. Diyanet V.
yaynlar, Ankara, 2000.
BAKARA149
insan cemül ceme geldikten sonra bekaya döner, burada
hem cem hem defark birlikte idrâk edilir, bu kulluk mer-
tebesidir, Allah 'in zât; sfatlar ve fiilleri ile perdelenme
olmakszn, zât, sfatlar ve fiilleri tahsil etmektir. Daha
sonra bekann sonuna gelinir, malum meçhul hâle girer, ve
mutlak garib olur
Önce birlie eritik, sonra çoklua hürmet ettik. Bu ma-
kam "Kubbelerimin altnda sadece benim bildiim velî
kullarm vardr" makamdr.
"Kubbelerimin altnda benden baka kimsenin bilme-
dii velîlerim vardr. " Bu yüzden insân- kâmili tan-
mak Hakk Teâlâ'y tanmaktan daha zordur. Zîrâ Hakk
devaml tenzihle birliktedir. însân- kâmil ise tebihte-
dir.m
- Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki ikin-
ci iaret:
Bayram günü hutbe sona braklr. Çünkü bayram, geçmi üm-
metlerle imdiki merhamete lâyk ümmet arasnda müterektir.
Nitekim Yüce Allah, hikaye yoluyla öyle buyurur: "Bize ve biz-
den sonra geleceklere bayram olsun." (Mâide, 114). Yine buyurur:
"Sizinle karlamamz zînet (bayram) günüdür" (Ta-hâ, 59). Bu-
rada kastedilen, Msrllarn bayramdr. Ayrca brahim (a.s.)'in
kssas, kavminin putlarn krmas da buna delâlet eder ki,
hâdise bayramlar için çktklar srada cereyan etmitir.
üphesiz geçmi ümmetler, daha sonra gelen Peygamberi-
miz (a.s.)'den feyz aldlar. Onlar, peygamberleri de bizim
Peygamber'imiz (a.s.)'n kandilinden feyz almlardr. Geçmibir nebi veya velî yoktur ki, Nebî (a.s.)'nin suretlerinden bir suret
olmasn. Bu hususu tafsilatl bir ekilde Mecîul-Beîr isimli ki-
tabmda açkladm.
219 Derleyenin Notu.
Ayet 3
150
üphesiz hariçteki vaka uygun olarak, hutbe namazdan sonra
okunur. Cumada önce okunmas, bu faziletli ümmete mahsus-
tur ve bu ümmetin adetidir, önce bu ümmet icra etmitir. Nebî
(a.s.) ilimde ve ayn-i haricîde onlarn badr.
Peygamber efendimizin mânâs önce, sekli sonra gelir. Bu
nedenle Bayramda önce namaz sonra hutbe okunur.
islâm ümmetinin Cumasnda hutbenin önce okunmas-
nn sebebi ise bu ümmetin madde ile mânây birlikte görüp
sonra tekrar mânâya dönmesidir. 220
AHMED-MUHAMMEDEskilere nisbetle Peygamber'imiz Ahmed'dir çünkü onlar onu
övmütür ve peygamberleri vâstas ile ondan kendilerine ihsan
ulamtr. Sonrakilere nisbetle ise Muhammed'dir. Çünkü on-
lar, kendisinden vastasz olarak feyze nail olmalar ve ahlâk-
celîlesinin (sonsuz büyüklük sahibi Allah 'in ahlâk) maddî ekilde
zuhuru sebebiyle onu övmülerdir.
Ahmed, mahmûd manasnadr ve evvelki ümmetlere bildiril-
mitir, îsâ (a.s.) kendisinden sonra gelecek, ismi Ahmed olan
bir peygamberi müjdelemitir. 221 Keza Tevrat'ta bu isim an-
lr. Peygamberimiz (a.s.), ruhlar âleminde iken, mücerred (so-
yut) ruh için uygun olan az lafzdr ve onlar nezdinde böy-
le isimlendirilmitir. Ruh diliyle hâmid olmas itibariyle,
hâmid (hamdeden) mânâs da caizdir. O, ezelen ve ebeden
hâmid ve mahmûddur. Maddî olarak zuhurundan itibaren de
ebedîyyen Muhammed'dir. Maddî vücûdun zuhuru, güzel
vasf ve ahlâkn görünmesi üzerine; insan, cin ve melek onu
tekrar tekrar övüyor. Çünkü dînî ve uhrevî bakmdan ondan
herkes faydalanmaktadr. Onun için Cenâb- Hakk buyurur:
220 Derleyenin Notu.
221 Bkz. Saf sûresi, 6. Ayrca bk. Mehmet Aydn, "Beâiru'n-nübüvve", DIA, V, 549.
BAKARA151
"Seni ancak, âlemlere rahmet olarak gönderdik" (Enbiyâ, 107).
Yani âlemlerin hepsine. Hatta bir cihetten ona eytan bile
hamdeder, çünkü onun için de rahmettir. Rahmet olu, ey-
tann kaytlardan ve silsilelerden kurtulmas yoluyladr; ni-
tekim Süleyman (a. s.) zamannda vuku bulmutur. 222 eyta-
nn dalâlete sürükleyici, Nebi (a.s)'n hidâyete eritirici olma-
s dolaysyla o, Peygamber (a.s.) ile kar karyadr. Bu du-
rum onun için gazaptr, Peygamber onunla ve tâbîleriyle id-
detle mücâdele etmitir. Onlar, geçmi ümmetlerin hilâfna,
basiretlerinin açlmas ve istidatlarnn kuvvetlenmesi için,
bu ümmeti dalâlet ve vesveseye düürmeye çalmaktan geri
kalmamlardr. Eski milletlerden biri, yakînlerinin zayfl
dolaysyla, saptrc eytana kolaylkla uyar ve yoluna girer-
di, o saptrc da çounluundan vaz geçerdi. Allah muhafa-
za buyursun.
PeygamberimizAhmed 'dir (övülmü); çünkü Hz. brahim
ve Hz. Isa Onun geleceini haber vermi, Hz. Musa müj-
delemitir. Vesilesi ile Allah a varmakta Peygamberi Ah-
med kabul ediyorlar ama vardktan sonra yaknlk kur-
makta mânâsna varmakta Muhammed oluyor. Muham-
med, hutbe, Ahmed namaz gibi oluyor.
Onu idrâk etmeden önceki her makamda Mahmûd'dur
yani övülmesi gereken kiidir.
Eer Peygamber in mânâsn, Hakîkat-i Muhammediyyeyi
görmeye balarsak, o zaman bizim vücudumuzdaki melek
olan bütün melekeler, bizdeki cin makamndaki görünme-
yen kudret ve kuvvetler ve bütün maddî ve mânevi kuvvet-
lerimiz hamd edici oluyorlar. Vâsl olduklar için üzüntü
ve sknt kalkyor, îmân ediyorlar. "Bir cihetten eytan bile
hamdeder çünkü onun için de rahmettir". (Enbiyâ, 120)
222 Bk. Sâd sûresi, 36-38.
Ayet 3
152
eytan ve peygamber tek kiide tecellî ettii zaman, yani
eytan kendinden bir mânây insân- kâmilde bulduu
zaman, kendini rahat hisseder. Peygamber eytana ayna
olur ve onun dalâlet ehli olduunu aikâr eder. eytan
peygamberin varl ile aikâr olur, bu cihetten eytann
da biat ettii nokta peygamberdir. 223
- Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki
Üçüncü iaret:
Münasebetleri itibariyle lafzlardan, baz mânâlar çkarlabilir:
Cuma "cem"' kökündendir. Bu, fark 'tan sonraki cem'e iaret
eder. O, ancak vücûd-i halk (halkn varl) ile mevcûddur ve
Hakk'n vechine (yüz) perdedir. Ne var ki o, Rab Teâlâ'nn ken-
dilerine her vecihten gizlenmedii bir snftandr. O hâlde urûc
(yükselme) yönünden, seyrde fark daha önde gelir. "O, evveldir ve
âhirdir" (Hadîd, 3), âyetindeki el-Âhir ismi buna iarettir.
Iyd (bayram) kelimesi 'ûd'dandr. Üd ise ilk hâle dönütür. Bu da
el-Evvel isminin mânâs olan cem'den sonraki fark 'a iaret eder.
Çünkü Allah, seyr-i urûcînin (yükseli seyri) sonu ve müntehâs
(en son) olduu gibi, seyr-i nüzûlînin (ini seyri) mebdeidir (ba-
langç). Bayramda hutbe, lafzndan geldii 'ûd'a (dönüe) delâlet
etmesi için sonraya braklmtr. Allah srlar hazinesidir, diledi-
ine cimrilik etmeksizin, kâfî ölçüde verir.
Bu sebeple Cumada hutbe ile iyiyi kötüden ayrmak, yani
fark söz konusudur. Bayram namaznda ise ilk hâle dönü
olmas hasebiyle cemden sonra farka dönü vardr. Cuma
namaz mîrâc'dr, Bayram ise mîrâcdan dönütür. 224
223 Derleyenin Notu.
224 Derleyenin Notu.
BAKARA153
- Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki Dör-
düncü iaret:
NEFS-RUH
Hutbe; ruhun, sr âleminden, hatta gaybü'1-gayb (gaybn gayb)
ve gayb- ahfâ (çok gizli gayb) olan srru's-sr âleminden döndük-
ten sonraki hâline iarettir. Âlem-i nâsuttan dönmesi ve ruhla
birlikte âlem-i lâhûta girmesi için nefse hitab eder. Nefs; karan-
lk, siyah, emmâre olan ilk makamnda durmaktadr. Oradan
ayrlp, kalb makamna hareket ettii vakit, mükâefe denizine
girecektir, fakat ilk fark makamna yaknlndan dolay telvin-
den hâlî kalmaz. Ruh tarafna yürüdüü vakit müahede denizi-
ne düecek, ayn günedenk al gibi, ruhun nuru ile aydnla-
nacaktr. Çünkü, o vakit nefs, kandine ay diye iaret edilen kalb-
le beraber deveran eder. Fakat nurunun kaybolmasndan ve -nn batmasndan emin deildir. Çünkü, vücûd- zahirî dalar
arasnda uzak dümütür. Sr ve srru's-sr makamna yükseldii
vakit, doma batma nisbetinden, telvin-temkîn ilgisinden kur-
tulacak ve göklerin ve yerin nuru olan Allah'n nuru ile mafur
(affedilen) ve mestur (setrolunmu, örtülü) olacaktr. Bu hâlde
onun zulmânî (karanlk) yaratklar asla görmez; ancak dünya
ehli, hakikatini bilmedikleri hâlde, güne ve ayn tesirlerini gör-
düü gibi, onun da baz eserleri görülür. Güne ve ay, dünya in-
sanlarna göre bazen doar, bazen batar. Ama kendi yönlerinden,
onlar herhangi bir ey perdelemez. Bunun için insân- kâmilin
nuru asla kaybolmaz.
Nefs, bu yüksek tabakaya ulat vakit hâli bayrama döner,
bunu bil. Ayn ekilde bâtn kuvveler itibariyle nefisler merte-
besinde cevap çkm oldu. Nefsâni tâbîî kuvveler gibi, ehl-i fark
bu kuvvelerdendir. Rûhânî kuvveler gibi ehl-i cem'de olanlardr.
Bunlardan hangisi ötekine uyarsa, onun boyasna boyanr, onun
hükmü ve icab üzere hareket eder.
Ayet 3
154
Nefs Emmâre halindeyken, kalb makamna doru hareket
ettiinde keifdenizine girecektir fakat hâlâ farka yakn-
lndan dolay yaradlnn tesirinden kurtulamamtr.
Ruh tarafna yürüdüünde ise ahit olacaktr. ahadet de-
nizine girecektir. ahadet annda artk tereddüt ve vesvese
kalmaz ve insan mutmain olur.
Ayn güneten k al gibi ruhun nuru ile aydnlanr,
kalb ile beraber deveran eder. (Hz. Yûsuf'un makam gibi)
ama nurun kaybolmasndan korkar (sevgilimi üzmeyeyim
korkusu). Sr ve srrü 7 sr makamna yükseldii zaman
korku kalmaz. Göklerin ve yerin nuru olan Allah'n nuru
ile mesut olacaktr. Bu hâle gelen insan zulmânî yaratk-
lar görmez. Dünya ehli ise onlar baz hâllerinde deerlen-
dirirler, hakikatini göremezler. Tpk güne ve ay gibi. Gü-
ne ve ay insanlara göre doar ve batar, hakikatte ise do-
mak ve batmak yoktur. Bu hâl bayram gibidir.
Nefsani kuvvetler ehl-ifarktaki kuvvetlerdir. Ruhanî kuv-
vetler ehl-i cemdedir. Hangisi dierinin rengine boyanrsa
onun hükmü ile hareket eder.225
- Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki Be-
inci iaret:
MEKKE-MEDÎNECumann farzyyeti Mekke'de gerçekleti. Çünkü, Kabe'nin,
Zât- Ahadiyyete sembol olmas dolaysyla Mekke, bir cihetten
makâm- cem'dir. Fakat, cuma namaznn klnmas Medine'de
yerine geldi. Mekke'de balamas dolaysyla, davet daha önce ol-
duundan, cumada hutbenin tekaddüm etmesi (öne geçme) uy-
gun düer.
Peygamber (a.s.)'in hicret zamanndaki hâli cem'-i sânîdir; (ikin-
ci cem) bayram namaznn vücûbu (vâcib olma, zorunlu olma) da
225 Derleyenin Notu.
BAKARA155
o srada gerçekletiinden, bayramda namazn önce klnmas
münâsip olur. Bu hususa u âyet-i Kerîme de delâlet eder: "Seni,
yardm ve müminlerle destekleyen O'dur" (Enfâl, 62).226 Ayette
söz konusu olan yardmlardan birisi, vastasz mutlak yardmdr.
kincisi ise, mü'minlerinki ile kaytl yardmdr. Bu yardm ve
teyide, irâd makamna döndükten sonra ihtiyaç duyulur.
Mekke makâm- cem, makâm-fena dr, Zât- Ahadiyyete
semboldür. Medine bekadr. Cumannfarz olusu Mekke'de
gerçekleti. Fakat Cuma namaznn klnmas Medine'de
yerine geldi. Mekke'de balamas dolaysyla, davet daha
önce olduundan, cumada hutbenin önce okunmas uygun
düer.
Bayaram namaz hicrette meydana geldi, hicret ise cem-
dir. O yüzden önce namaz klnr. "Seni yardm ve
mu minlerle destekleyen O'dur" (Enfâl, 62) buradaki yar-
dm vastasz yardmdr, mü 'minlerle desteklemek ise ka-
ytl yardmdr. 227
"Muhacirler" (hicret edenler) rûhânî kuvvelere iarettir, on-
lar zât makamndan sfatlar makamna göç ettiler. "Ensâr"
(Medine'li sahabeler) ise, nefsten mümin ve mutmain kuvvele-
re iarettir. Onlar ruha, yani insani nefislerin iradnda yardm
ve muavenette (yardmlar) bulundular. Bunun içindir ki Pey-
gamber (a.s.)'in eytan Müslüman oldu, yani teslim oldu ve zev-
celeri itaatte ona yardm ettiler. Görülüyor ki iradn hakikati,
Medine'de ortaya çkt. Çünkü dile klç isnâd edilmesi ancak
Medine'de vuku buldu. Peygamber (a. s.), Mekke'ye fetih sene-
sinde dönmütür ki bu, cem'a iarettir. Nitekim Cenâb- Hakk
öyle buyurur: "Kur'ân sanafarz klan Allah, seni dönecein yere
döndürecektir" (Kasas, 85). Yani, sana cem'i farz kld ki, seni bu
226 Bu âyet öyle de anlalabilmektedir: "Seni ve müminleri yardm ile destekleyen
Odur". Bursevî, metin içinde verdiimiz mealdeki anlay benimsemi görünüyor.
227 Derleyenin Notu.
Ayet 3
156
cem'den sonra ilk meâde döndürsün. Oradaki hâlin ise cemu'l-
cem' olur da; kesretten vahdet, ve vahdetten kesret perdesinin
kalkmas suretiyle gösün inirah (açlma, genileme) bulur, se-
nin için telvinde temkin gerçekleir.
Peygamber (a. s.) Medine'de defnedilmitir, çünkü onun srr
beka idi, Medine'de defnedilmesi uygundu. Mekke ile Medine
arasndaki mesafe on konaktr. Felekler dokuzdur, onun üstün-
de Levh-i Mahfuz mertebesi vardr, onunla "on" tamam olur.
Onun üstünde, cem' itibariyle peygamberimiz (a.s.)'in vücûdu
olan Kalem-i Â'lâ'dan baka bir ey yoktur. O hâlde onun nefsi-
nin fark ile ruhunun cem'i arasnda on mertebe vardr. Her ne
kadar ikisi arasnda asla bir fark bulunmamas dolaysyla cem'i
farknda, fark da cem'i içinde yer almakta ise de durum böyle-
dir. Keza onun gözü öylesine keskindir ki, gökleri melekûtunun
mükâefesinde (srlarn açlmas) bulunur ve yer yüzünde bulun-
duu hâlde, bir anda arn ötesine nazar ederdi.
- Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki Al-
tnc iaret:
Devr-i ademî müddeti olan Sünbüle228devri, yedi bin senedir.
Bu sebeple günlerden hafta tekil olunmutur. Çünkü Allah'n
buyurduu gibi, ilâhî gün bin senedir: "Rabbin katnda bir gün
bin yl gibidir" (Hacc, 47). Hafâ devrinin müddeti alt bin sene-
ye yakndr, bu da geçmi milletlerin müddetidir. O devirlerde
ancak "Lâ lahe illallah" srr görünüp, Hakîkat-i Muhamme-
diyye zahir olmamtr. Onun için eski ümmetlerin ekserî hâli,
brahim (a. s.) zaman hariç, tafsîlsiz icmalle birlikte sübûtî s-
fatlar, Zât- lâhiye iltibastan tenzih eklinde olmutur. Aksi
hâlde o son olurdu. Vakta ki yedinci bine yakn bir zamanda
Peygamber'imiz (a.s.) cismâni olarak zuhur etti, hafâ devri zail
228 On iki burçtan dokuzuncusu, Baak burcu, 22 Austos-21 Eylül aras. Baz eski halk
inançlarna göre bu burçta doanlar akll, düzenli ve souk kanl olurlar. Bkz. Mey-
dan Larouse.
BAKARA157
oldu (son bulmak) ve ism-i azamn tafsilden îcab ettirdii üzere,
zuhur devri bütün kemâlatyla gelmi oldu. Böylece bu ümme-
tin hâli, topluca tenzih ve isbat oldu. Bundan dolay cuma na-
maz bakalarna deil, onlara farz klnd. Zîrâ isimler toplulu-
u, onlarn hakikatlerinin gerçeklemesi, hükümleri ve eserleri
ile zuhuru, ancak onlar için vuku buldu. Yine bu sebepledir ki,
cuma günü namaz istiva (günein tepeye gelmesi) vaktinde kl-
nr. Çünkü bu vakit, cuma gününün en açk ve parlak vaktidir.
Bu ümmete mahsus olmas dolaysyla, toplanma (cemyyet)
hafâ-i farkî devrinden gecikmi olunca, cumann namaz hutbe-
den sonraya brakld; bunlar da geçmi ümmetlerden sonradr.
Evvelce iaret edildii üzere, erbabnn tekaddümü (öne geçme)
dolaysyla bayram namaz öne alnd.
"Allah' anmaya koun" (Cuma, 9), âyet-i Kerîmesi mucibince
akll kimseye cuma günü, hicabn terakümüne yol açacak me-
guliyetlerden uzak durmak düer. Allah'n zikrine kotuu vakit,
zikredilene komu olur. Çünkü zikrin hakikati, zikredilende
fâni olmak ve sürûrla (sevinç, nee) onun huzurunda bulunmak-
tr. Namazdan murâd budur. Nitekim Peygamber (a. s.) "Bilâl,
bizi rahatlat"229 buyurur. Bütün srlar en iyi bilen Allah'tr.
Peygamber devri, devr-i Ademi olup, sümbüle devri ad-
n alr ve 7000 senedir, 7 günü sembolize eder. Çünkü
Allah 'in buyurduu gibi "Rabbin katnda bir gün bin yl
gibidir" (Hacc, 47)
Peygamber öncesi devir 6000 seneye yakndr. Bu 6000
sene hafi devrinin müddetidir, "lâ ilahe illallah " devri-
dir. Bu sr cem makamnn hakikatidir ve zât- ilâhîyi
idrâkten dolay tenzih seklinde zuhur eder. Peygamberi-
mizin gelii ile ümmetin hâli topluca tenzih ve tebih oldu.
Bundan dolay Cuma namaz sadece islâm afarz oldu. Bu
229EbûDâvûd, Edeb, 86; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 371.
Ayet 3
158
yüzden de önce hutbe okundu, sonra namaz klnd. Bay-
ram namaz ise bütün ümmetlerefarz olunduundan, önce
namaz klnd sonra hutbe okundu.
Zikrin hakikati zikredilendefânî olmak ve onun huzurun-
da bulunmaktr. Namazn hakikati budur. 230
- Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki Ye-
dinci iaret:
HÎTAP-ÎTME-GÖRMEBayram sevinç vesîlelerindendir. Kalbin huzur üzere olmasyla
sevinç hâsl olur. Hazr olduu vakit hitap (hutbe) gelir, o da
Allah'n, kulun kalbine hitaplar demek olan ilâhî varidattr (ha-
tra gelen, içe doan eyler). Kul tefrika (fark, ayrlk) üzerinde
olduu vakit, cem'iyyeti elde etmesi için namaza çarlr. Bu-
rada, hitap makamnn Mûsâ (a.s.)'n makam olduuna dâir
lâtif bir iaret vardr. Onun için o "Kelîm" oldu. Rü'yet makamPeygamber'imiz (a.s.)'n makamdr. Bunun için, "Gözünün gör-
düünü gönlü yalanlamad '(Necm, 11) buyrulur.
iitme makam, sralamada görme makamndan önce olunca,
Mûsâ (a.s.), Peygamber'imiz (a.s.)'a tekaddüm etmi (öne geç-
me) olur. Biz de tefrikay külliyen izâle (giderme, yok etme) etmi
olmak için, cuma günü hutbe makamndan namaz makamna
ineriz. Aslnda sâdece iitme, susuzluu gidermez. Bunun için
Mûsâ (a.s.) "Rabbim, bana kendini göster, Sana bakaym" (A'râf,
143), demitir.
Tefrika ve cem'iyyetten ne varsa, hepsi sâliklerin hâllerinden ol-
duu içindir ki, cuma ve bayramdan her birinde, onlardan bir
eye iaret edilmitir: Zât'n kenz-i mahfîdeki (gizli hazine)
sükûnuna iaret olan geceye, zaman yaknlndan dolay bay-
ramda namaz öne alnmtr. nsanlarn fazl (lütuf) ve nâiliyet
(erime) peinde koup yaylmalar zamannda edâ edildii için
230 Derleyenin Notu.
BAKARA159
de cuma namaznda hutbe öne alnmtr. in gerçeini idrâk
etmek için tevfîk Allah'tandr.
Bunlar, yedi suâlden birine verilmi yedi cevaptr. Ancak
(Allah'a) dönen öüt kabul eder.
Huzura çkann huzurlu olmas lâzmdr ki hitap tesir et-
sin. Oyüzden önce kiinin hiçliini bilmesi gerekir.
Cuma namazndaki hâl iitmenin görmeden önce oldu-
unun izah gibidir çünkü Allah'la konuma lutfu Hz.
Musa'ya, görmenin hakikati de Hz. Muhammed e ihsan
olmutur. Bu yüzden Cuma namaznda Mûsâ makamn-
dan Muhammed makamna yükselii anlatmak için önce
hutbe okunup sonra namaz klnr. 231
MÎRÂC
Sonra içime sekizinci bir iaret dodu: Bayram, ilk ruhanî
tecellîye iarettir. Ondaki namaz öne alnmtr. Nitekim mîrâc
gecesinde Cenâb- Hakk "Duryâ Muhammed, Rabbin salât edi-
yor", buyurmutur. Mîrâc meâd-i evveliye (ilk son) dönütür.
Mîrâcda hakîkat-i Hakkyyenin zuhuru vardr. Orada Peygam-
ber (a.s.), hitabede bulunmu ve dier peygamberlerin ruhlar-
nn huzurunda nübüvvetini bilfiil haber vermitir. Nitekim öy-
le buyuruyor: ''Adem, balçkla su arasnda iken Ben nebi idim" 152
Yani bilfiil (fiilen) nebî idim, u farkla ki onunla bakas arasn-
da fark hâsl olmamt. Bu da hitap ve teblii icab ettirir. Me-
mur, emrin tebliini belirsiz bir müddete tehir etmez.
Bayram ilk rûhânî tecellîdir onun için namaz öne alnm-tr. Nitekim Mîrâc gecesinde Cenâb- Hakk "Duryâ Mu-
hammed, Rabbin namaz klyor" nidas gelmitir.
231 Derleyenin Notu.
232 Biraz farkl rivayet için bkz: Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.IV, s. 127-128.
Ayet 3
160
Mîrâc Hakk'n hakikatinin zuhuru demektir ve Hz.
Muhammed'in bütün Peygamberlerin ruhlarnn huzu-
runda nübüvvetini açklad zamandr. "Adem, balçkla
su arasnda iken Ben nebi idim."233
ikinci Soru:
Leyle-i Mirâc da pençâh vakt salâtfarz oluben
Ba'de tenzilin aceb be vakte hasr olmak nedir?
-Mîrâc gecesinde elli vakit namaz farz olduu hâlde, indik-
ten sonra be vakte inhisar etmesinin hikmeti nedir?
CEVAP:
Bil ki, bu yüce makam da ksa akln girmedii bir yerdir, bel-
ki oras için kalb-i hâzr gereklidir. Nitekim Yüce Allah, "Bura-
da kalbi olana ders vardr" (Kâf, 37), buyurur. Huzûr-u kalbiden
maksadm, Hakk Teâlâ ile huzurdur, halk ile deil; fikir plann-
da ve ayara (Allah 'tan bakalar) göre de deildir.
Bu bizim ilmîmiz, ''kefi ve zevki" olup, elde etme gayreti olmak-
szn ilâhî hazretten gelmedir. Bu sebeple onun zevki, erbab nez-
dinde tadlr. Bu ilme ancak hisleri zayflam olan dil uzatr,
onu ancak vesveseci eytann eliyle kandrlm olan itip kakar.
Biz, her zaman insanlarn ve cinnin eytanndan Allah'a sn-rz. Snma (istiâze), halktan Hakka yükselme sebeplerinden-
dir. Ben, Allah'tan yardm dileyerek, bozguncunun dedikodula-
rndan ve sû-i isti'mâlcinin (kötüye kullanan) ihtilasndan (çalma)
ona snarak derim ki:
DEHR/ZAMANHadîs-i erifte öyle buyruluyor: "Dehre sövmeyiniz. Zira dehr,
Allah'tr.? 25 * Dehr, ân- dâimdir ki o da hazreti ilâhiyyenin
imtidâddr (süre, uzama), o ise zamann iç yüzüdür. Ezel ve
ebed onunla yenilenir. "O, her an kâinata tasarruf etmektedir."
233 Derleyenin Notu.
234 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.V, s.311.
BAKARA161
(Rahman, 29), âyeti buna iaret eder. Asl, bölünmeyen tek za-
mandr. Bütün asrlara siri itibaryla zamann mertebeleri var-
dr. An ile dakikalar, dakikalarla dereceler, derecelerle saatler, sa-
atlerle de gün hazrlanr. Böylece ânn yaylmasndan, gecesi ile
yirmi dört saati içine alan gün ortaya çkar. Günün yaylmasn-
dan dört haftalk ay, ayn yaylmasndan 360 günlük sene mey-
dana gelir. Bu saynn tamamlanmas ile felek-i atlas devri tama-
ma erer. Senenin yaylmas ile, bin yl olan ilâhî gün çkar. Buna
göre seyrânî âlemlerin says 360 bindir. Onun ötesinde ancak
hayret ve kuûd vardr.
lâhî gün ile mîrâc günü ve kyamet günü zuhur eder. O da elli
bin senedir. yi bir ekilde sabret ki onu krk senede yürümen
mümkün olsun. Krk sene, seyr u sülük sahiplerinin makamla-
rnn sonuna ve derecelerinin nihayetine erimede âdet-i ilâhîdir.
Gece ve gündüzden her biri, itidâl-i rebîî (dünyann güne etrafn-
daki yörüngesi üzerinde 20 Mart'ta bulunduu nokta) hesabnca
on iki saat olarak takdir edildii ve her bir vaktin evveliyet (ön-
celik) ve âhiriyyeti (sonralk) göz önünde bulundurulduu vakit,
onlardan her birinin says yirmi dörde ular. Bu yirmi dörtten
her birinin teklii itibaryla, her birinin toplam yirmi be olur.
ki toplam birbirine ilave edildii vakit elli olur. te bu Mîrâc
gecesinde namazlarn saysnn elli olmasnn srrdr.
"Dehre sövmeyiniz zîrâ dehr Allah 'tr. O her an kâinata
tasarrufetmektedir".. Biz o tasarrufu hissettiimiz an ya-
syoruz. Allah 'in bizdeki ismini hissettiimiz her an bizim
için "an" oluyor ve o an, ezel ve ebed oluyor, imân balad
m, o an dâimi olarakyayoruz.
12 saat gece ve 12 saat gündüzden her birinin bir evveli
(öncesi) ve bir âhiri (sonras) var. Böylece her birinin says
24 olur. Bir deyaadmz an var.
25 gece+25 gündüz = 50 eder. Yani her vakte 1 namaz ve-
rilmitir. Her anna bir secde verilmitir. Bizim Allah'a
Ayet 3
162
biat ettiimiz her an namaz kabul ediyor. Bu dünya
âleminde ikilik olduu için mîrâc yaanyor ve birlie gi-
diliyor.235
MEKKE /KABEBu namazlar, dünyada klnacak ve her vaktin bir snr buluna-
cak, balay ve biti itibaryla özel namaz olacaktr. Onlar kim
edâ etmezse, her namaz için bin senelik ceza görür. Bunun için
kyamet günü kâfire, elli bin sene olacaktr. Bu yüce sr sebebiy-
ledir ki, Mekke-i Mükerreme'nin minareleri ilk zamanlarda elli
tane idi, Mekke'nin etrafnda her yüksek mevki üzerine bir ezan
yeri yaplmt. Bilâhere bunlar ykld ve hâlen, fena üzerine dö-
nen esmâ-i seb'a (Allah'n yedi ismi: Lâilâhe illallah, Allah, Hû,
Hakk, Hayy, Kayyûm, Kahhâr) saysnca yedi minare kald.
Çünkü Kabe, Zât- Ahâdiyyet'e iarettir. Ona ancak fenâ-i tam
yoluyla ulalabilir. Bundan dolaydr ki, Mîkat'ta sureti mânâya
uydurmak için ihram giymek art olmutur. Allah, Mekke'nin
etrafndaki bölgelerin çounu, sâliklerin mihneti iddetli olsun
diye çöllük arazi hâlinde klmtr. Her ne olursa olsun matlûb
(talep edilen, istenen), çok deerlidir. Sfatlar da söz konusu olma-
dndan srf zât olmas dolaysyla ona kavumak fevkalâde lez-
zet verici olur.
Bütün eserler, ancak isim ve sfatlarn tecellîlerindendir. Bunun
için cem-i evveldeki fenas srasnda, Allah'ta fâni olan için zevk
yoktur. Zîrâ zevk, sfatlar âleminde bakî olann anndandr.
Fânî ise, sfat ve fiillerinden fazla olarak zâtndan fânidir. Onun
için nasl zevk sahibi olabilir? Bu sebeple diyoruz ki, cennet ehli
nîmet ehlidir. Zîrâ onlar, nikahlanr, giyinir, yer içerler ve ben-
zeri eylere sahiptirler. Onlar sfat ehlidirler.
Cehennem mensuplarna gelince, onlar için asla nîmet yoktur.
Onlarn nefisleri dünyadaki fânî nefislerinin ekli üzeredir. Bu-
rada söz derindir. Alnan ahit dolaysyla susmak icap eder.
235 Derleyenin Notu.
BAKARA163
Medine-i Münevvere'ye gelince, vakitler saysnca, onun be mi-
naresi vardr. Çünkü Medine "Beka" bölgesidir. Beka bölgesin-
de hâkim olan isimler, ehli zevk nezdinde malum olduu üze-
re, betir.
Muttali (meseleyi bilen, haberli) olduum üzere, Mekke'nin zahiri
fenâ'dr. Bunun alâmeti yedidir. Bâtn ise beka dr. Bunun ia-
reti betir. Ben Mekke'nin dört bir yannda mücavir (komu, yur-
dunu terkedip zamann Haremeyn-i erîfeyn'de ibâdetle geçiren)
bulundum. Be minaresinin seslendii üzere, Medine'nin zahiri
beka, bâtn ise fenâ'dr. Çünkü onun bâtn Mekke'dir. Medine
ve Mekke bazen toplanr, bazen ayrlrlar.
Kabe Zât- Ahadiyyete iarettir.
Mekke; Kabe; Fenâfillah; iareti 7'dir.
Medine; Bekâbillah; iareti 5'tir.
Mekke insann kendinden fena bulup Allah la hayat bul-
mak, Allah'la kudret sahibi olmak, Allah'la görmek,
Allah'la iitmek, konumak, Allah'n ilmiyle donanmak,
Allah'la irade etmek yeridir. Mekke'den maksat kâmil in-
sandr. Bir insân- kâmil'e el verirsek ulaacamz nokta
Mekke'dir; yani kâmildir.
Bu makam sfatlarda yok olma makamdr. Bu makama
ulatktan sonra isimleri anlayabileceiz (7'den 5'e döne-
ceiz).
Hayatmzda bu elli rekât hissedersek yani geçmii, an ve
gelecei teslimiyetleyaarsak bize bu tecellî olur. Mekke'deki
tecellî bu ellinin sonucudur.
insan bu tecellîleri idrâk etmek için nefsinden soyunmal-
dr.
Tâif'de talanmadan Medine'ye girilmez. Baka bir deyi-
le skntlara katlanmadan Medine'ye girilmez.
Burada bütün yaradln sebebi ortaya çkyor. Evvel'de
Allah 'ta fânî idik. Cem ve kesreti bilmeden fena maka-
mnda idik. Dünyaya gelmekten kast kesreti görüp birli-
Ayet 3
164
i idrâk etmek, ac ve zdraptan etkilenmemeye balamak,
fena bulmak ve daha sonra ceme geçmek ve Allah'la bakî
olmak seviyesine ermektir, ite bu zevkiyaamak için insan
yaratlm. Allah kendinden kendine bu zevkin yaanmas
için cümle mevcudat yaratyor. Bu dünya gönülgözü açk
olanlar için bir zevk diyar, dierleri için ise bir mihnet ve
sknt mahallidir.
CennetAllah'n sfatlardr, cemâli ve zât deildir. Çünkü
Zât'ta duyulacak, hissedilecek bir zevk kalmyor.
Cennet ehli sfat ehlidir. Cehennem ehli için ise asla nimet
yoktur. Onlarn nefisleri dünyada fâni nefislerinin ekli
üzerinedir.
Mekke'nin zahirifenadr bunun alâmeti 7'dir. Bâtn ise
bekadr, alâmeti 5'dir. Medine'nin ise zahiri beka, bâtn
isefenadr, çünkü onun bâtn Mekke'dir.
Mekke'nin d fenadr bu fenann neticesinde Allah'n
mânâsna erimek vardr.
Mekke, mürid-i kâmil; Medine ise Hz. Muhammed'dir.
"Bir toplanr bir ayrlr" denmesinin sebebi budur. Hz.
Cîlî; "ikisini birliyorum ama zamana hürmetimden mür-
idime ismiyle hitap ediyorum" diyor.236
SEKR (kendinden geçme, mânevi sarholuk hâli)
Ariflerin sultan Ebû Yezîd el-Bistâmî (k.s.), yeri göü bilmez
hâlde sarho gibi krk gün kald. Bu, zât tecellîlerinin üzerinde-
ki galebesinden dolay idi. Vâhid ü Kahhâr olan Allah'tan vak-
tin lisân ile farz namazlar edâ edebilecek kadar ayklk verme-
sini niyaz etti. Çünkü namazn klnmas srasnda, namaz k-
lan kimsede sfatlarn bakî olmas gerekir. Elliden, esmâ-i ham-
se (be isim) saysnca geriye be kald ve ötekiler nesh (kaldrma)
olundu.
Namaz; vücûdu, bütün kuvveleriyle slâh etmekten ibarettir.
Vücûdun en önemli kuvveleri be olup öyle sralanr: Tabiat-
236 Derleyenin Notu.
BAKARA165
sâfile (düük tabiat/dr ki düzeltilmesi, eriat hükümlerinin
tatbikine baldr. Nefs-i nazile (inici nefs/dr ki, slâh ahlâkn
deitirilmesine baldr. Hakk'tan câhil olan ruhtur ki, slâh,
marifet tahsiline baldr. Hakk'tan gayrna meyilli olan srdr
ki slâh, hece harflerinden "elif" gibi tam tecerrüd (soyutlan-
ma, ayrlma) ve her eyden kesilme ile olur. Çünkü elif ekseri-
yetle ayr yazlr. O hâlde enfüsî (iç âleme ait) hikmetler, ad ge-
çen kuvveler saysnca vakitlerin be olarak devretmesini îcab
ettirdi.
Vücûdun slâh edilmesi gereken en önemli kuvveleri:
1. Tabiat- Sâfile: (düük tabiat) eriatla düzelir.
2. Nefs-i Nazile: (inici nefis) slâh ahlâkn düzeltilmesiy-
ledir.
3. Hakk'tan cahil olan ruh: Islâh marifet tahsiline ba-
ldr
4. Nursuz kalp: Allah 'in tecellisine baldr.
5. Hakk 'tan gayrna meyilli olan sr'dr: Islâh elifgibi her
eyden kesilme ile olur.
O hâlde enfüsî hikmetler (iç hikmetler) ad geçen kuvveler
saysnca vakitleri 5'e indirmi olur.
Merepler, nefis, kalp, ruh, sr; bunlar slâh etmek için 5
vakit namazda Allah 'tan yardm istenir.237
VAKT'NAMAZIARISabah namaz "srr"n paydr. Çünkü o, gecenin karanlna ya-
kn bulunmas dolaysyla, öteki namazlara göre "gayb"dr. Ni-
tekim sr da âir kuvvetlere göre gaybdr.
Sabah namaznn 1. rekât celâl (karanlkta olu), 2. rekât
cemâl (celâlin karanlktan aydnla geçii) 'dir. Böylece iki
rekâtn toplam kemâl-i zâtiyeye iarettir.
237 Derleyenin Notu.
Ayet 3
166
Sabah namaz srrn paydr. Allah 'in bizdeki ismi tecellî
eder, çünkü gecenin karanlna yakn bulunmas dolay-
syla gaybdr. Kiinin srrn ancak gayb bilen mürid-i
kâmil bilir.238
Öle namaz "ruh'un paydr. Çünkü, onda ruhun zuhuru mik-
tarnca tam zahir olu vardr. Ruh âlem-i halktandr. Zîrâ her ne
kadar bizzat görülmezse de, uzuvlar ve kuvvetlerdeki tezahürleri
cihetiyle eserleri müahede edilir. Peygamber (a.s.)'n tenezzü-
lü (muhatabn düzeyine inme, alçalma), zuhuru ve itidali dola-
ysyla, ruh mertebesinde olmu ve zuhûr-i hâriciye (dta görün-
me) mutabk (uygun) olmutur. Zîrâ ism-i âzam hükümlerinin
zuhurunun balangc, yedinci binin balarndan itibaren Meh-
di (r.a)'nin zamann sona ermesine kadardr; yani o vakte doru
zuhur iddetlenir, sonra, dolunay gecesinden itibaren ayn yava
yava gizlenmesi gibi bâtna döner.
Öle namaznn 4 rekât (zât, esma, sfat vefiil).
Öle namaz ruhun paydr. Bu Allah'n zâtyla tecellî
andr, kiideki Hakk'n tam zuhurudur, insann
vücûdunun da en kuvvetli olduu zamandr. 12'nin sebe-
bi: Peygamberin tenezzülü, ortaya çk ve ortada, denge-
de olmas dolaysyla ruh mertebesinde olmu ve zuhuru
da uygun olmutur. 23S>
ikindi namaz "kalb'in paydr. Çünkü o orta namazdr. Nite-
kim kalb de uzuvlarn ve kuvvetlerin ortasdr. Bunun içindir
ki, kalb iyi olduu vakit bütün ceset iyi olur, o bozulduu vakit
bütün ceset bozulur. 240 Kalb, ruh ve ceset arasndan domuolduundan dolay, tasfiye (temizlenme) zamannda gayb ve
ahadet âlemlerinin kemâlâtn göstererek geldi. Çünkü, ço-
238 Derleyenin Notu.
239 Derleyenin Notu.
240 Buhârî, îmân, 39 (c. I, s. 19) ; Müslim, Müsakat, 20 (c.V, s.50)
BAKARA167
cuk anne babann srrdr. Yine bu sebeple kalb haml-i emânet
(emanetin yüklendii yer) ve mazhar- hilâfettir (hilâfetin zuhur
yeri).
kindinin 4 rekât kevn-i cemâle (cemâlin hissediliri deil
yaratlmasna) iaret eder.
kindi namaz kalbin paydr. Çünkü kalp ortadr. Kalp
iyi olduu zaman bütün vücud iyi olur, bozulduun-
da ise bütün vücud bozulur. Kalp ruh ve nefis arasn-
da srât- müstakimdir. Nefis halk edilmi, ruh ise emir
âlemindendir.241
Akam namaz kendisinde nurun batmas dolaysyla nefs'in
paydr. Nefs, emmâre mertebesinde karanlk ve siyahtr.
Levvâmede karanl hafifler. Mülhemeye intikâl ettii vakit ay-
dnlanmaya balar. Nihayet mutmainne olunca hâli, günein do-
uu srasndaki insann hâline benzer.
Akam namaz sabahn aksinedir. Çünkü onda gizli olan
bunda açktr. 1. rekât celâl, 2. rekât cemâl, 3.sü ise
kemâl-i camiadr (tefrikin bütünü).
Sabah namaznda birlik aikâr olur. Allah sabah nama-
znda Zâtyla bize tecelli eder. Akam namaznda tekrar
karanla dönüldüünde bizi farkllklardan birlie ileti-
yor.
Akam namaz, kendisinde ruhun batmasndan dolay
nefsin paydr. 242
Yats namaz "tabiat"n paydr. Çünkü yats, tabiatn vasflarn-
dan olan uyku vaktidir.
Kim ki bu kuvvelerin slâhn arzu ederse, be vakit namaz k-
lacaktr. Kim bunlar yerine getirmezse, nefislerini hüsrana u-
241 Derleyenin Notu.
242 Derleyenin Notu.
Ayet 3
Tatmlardan olur ve mü'min saylmaz. Zîrâ îmân, ya gaybî ya da
ühûdî dâhit olarak, görerek) olur. ühûdî îmân sahipleri namaz-
larna dikkat ederler; hatta onlar, daimî namazdadrlar. Bilhassa
kâmil olanlar böyledir; onlar devamllktan dolay istirak (içine
batma, kendinden geçip dünyay unutma) sahibidirler.
Namazn esas mânâs teveccüh (yönelme), istirak, yaknlk ve
huzur demektir. Ancak be vakitte onun özel ekli de istenir.
Zîrâ ühûdî tecellîler vücûdî tecellîlere baldr.
Namazda önceyaknlk ve huzur sonrayok olma, fena var-
lr.di-243
Gaybî îmân sahiplerine gelince onlar, önünde bekledikleri kap-
y cevap almak için çalan kimselerdir. Cevap gelmeyince vazge-
çen, muhtaç deildir. Bu takdirde ev sahibi onunla ilgilenmez, o
da namaz terk eder. Böylesi her ne kadar zahirde mü'min ise de
bâtnen kâfirdir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) öyle buyurur:
"Bilerek namaz terk eden kâfir olur.."244 Ölen de ancak namaz-
n terk ettiinden dolay ölür. Çünkü namaz, rûhânî bir gdadr.
Rzk bittii zaman ecel gelir. Bundan dolay âsîlerin amellerin-
de bereket yoktur ve onlar uursuzluk perdesi kuatmtr.
Burada, ad geçen srrn beyânnda, baka bir vecih daha vardr.
Akl- küll'den hayvan mertebesine kadar hikmet-i ilâhî îcâb,
24 mertebe vardr. Onlarn bir ksm, ruhanî aklî iler, bazs
cismanî mahsûs ilerdir. Bu 24 , ahadiyyeti itibariyle yirmi be-
tir. Bu yirmi be de zahir va bâtn itibariyle ellidir. Makule (akla
uygun) ve mahsûsenin (hissedilebilen) her birinin, kuvve ve fiil
hasebiyle, zahir ve bâtnlar vardr. Zîrâ emr-i icâdî; zât, sfat ve
fiil üzere devreder. u âyet-i Kerîme buna iaret etmektedir: "Bir
eyi diledii zaman Onun buyruu sadece o eye ol demektir, he-
men olur" (Yâ-Sîn, 82).
243 Derleyenin Notu.
244 Süyûti, el-Câmiü's-Saîr, 1402, c.II, s. 175, Kahire.
BAKARA169
Akl- küll'den hayvan mertebesine kadar hikmet-i ilâhî
icâb 24 mertebe vardr. Bir ksm nûrânî bir ksmzulmânîdir. 24 ahadiyyet itibariyle 25'dir. Bu 25'de zahir
ve bâtn itibariyle 50'dir.
An, zâttr, zâti tecellîdir.245
Allah'n ulvî sfatlarndan bir sfat ve esmâ-i hüsnâsndan
(Allah \n güzel isimleri) bir ismi ile tecellîsi muhaldir (imkânsz)',
mertebeleri itibariyle onlar için zuhur yoktur. O hâlde tecellînin
mânâs zuhurdur.
Allah'n isimlerinden Evvel, Âhir, Zahir ve Bâtn' ele alalm:
ey, üstündekine nisbetle zahir, altndakine nisbetle bâtn olur.
Zîrâ üstündeki gaybdr ve nisbî de olsa ahadet mertebesinde
olacaktr. ahadetin hükmü, zuhurdur. Altndaki ise ahadettir
ve izafi de olsa gayb mertebesinde olacaktr, gaybn hükmü bü-
tün (zuhurun zdd)'dür.
Bunun içindir ki yüksek ruhlar için "ruhlar", yani "akllar" de-
nir. Keza altndakine nisbetle "nefisler" denir. Üstündekileri de
sen bil. (Veya altndakiler ve üstündekilere nisbetle nefisler de-
nir, bunu böyle bil.)
SEYR
Ad geçen mertebeleri Mîrâc gecesinde at, unsurlar ve tabiat-
lar âleminden ve onlarn üstünden bir mertebede kalmad, öyle
ki ayan onlarn üzerine koydu. Çünkü vacibin (zorunlu) sey-
ri mümkinin seyrinin tamamlanmasna baldr. Buna yükse-
len azdr. O hâlde sâliklerin çou seyr-i ekvânda (kevn; âlemler,
olular) kalmlardr. Aktan zâhidlik etmek gibi, bu lüzumlu bir
seyirdir ve ikisi arasnda uzak bir mesafe vardr. Hakk yannda
halkn kymeti olmaz. Bunun içindir ki onlar, Süleyman (a.s.)'n
mülküne deil de daha büyüüne baktlar. Ad geçen seyre "dü-
ümledikten sonra çözmek" (et-tahlîl ba'de't-ta'kyd) denir. Bu-
245 Derleyenin Notu.
Ayet 3
170
nunla Kur'ân'da belirtildii gibi, emâneti ehline verme ii hâsl
olur. Zîrâ insann en yüksek mahalden en aa yere inii sra-
sndaki hâli, düümlenmedir; mevcudat mertebelerinden küllî
veya cüz'î bir mertebeye geçmi olmaz. Ancak, oradan bu mer-
tebelerin srr olan emaneti alr ve kendisine balar, sonra indi-
i yere iner. lk dönü yerine rücû' (geri dönü) hâlinde -ki, bu
fenâ-i evveldir- bütün emânetleri sahiplerine verir. Ariyet ola-
rak bakalarndan ald bütün libaslardan soyunur, nihayet ilk
mebdee (balangç) ulam olur. Bu, o halettir ki; Allah, bütün
esma , sfat ve kemâlâtyla üzerine tecellî elbisesini giydirmi
olur. Vücûd toprana inii srasnda, artk onun elinde hilâfet
menuru (ferman, Sultann emri) vardr; her konakta bütün el-
biselerini giymitir, kendisi için bunlar, Allah'n asla soyulup ç-
karlamayacak olan ikram ve ihsandr.
Ad geçen bu mertebeler, insan srrna bir dâiredir. Onlardan
her birinde, insan için Hakk Teâlâ'ya, özel bir vecih ve esmâî
(isimlere ait) bir teveccüh (yönelme) vardr. Böylece ilâhî hikmet,
teveccüh-i ilâhîden her birinin nasibini almas için, Mîrâc na-
mazlarnn mertebeler saysnca elli olmasn icab ettirdi.
Gökler Allah'n sanda, yerler solunda dürülü vaziyettedir, as-
lnda her iki eli de mübarektir. Nur-i ma'kûlenin çounun ha-
riçte izi olmaz; kürsî, ar, levh-i mahfuz, kalem-i a'la ve onlarn
ahadiyyetinden baka bir ey bakî kalmaz. lâhî feyz insana on-
lar vastasyla ulam olur.
Elliden krk be dürüldü, geriye be kald. O en büyük mertebe-
dir. Bunun için Allah, elli vakit namaz be vakte soktu. Nite-
kim u husus bunu gösterir: Kürsî ki o göüstür; ruh ki o levh-i
mahfuzdur; levh-i mahfuz ki o kalbdir. Kalem-i A'lâ ki, her in-
sanda hissesi Hakîkat-i Muhammediyye'dir. Onun ahadiyyeti
de ism-i a'zâm srrdr. Tan ve faydalan!
Secdeden hâsl olan fena üzerine bir tembih: Ariflerin kyameti
daimîdir. Bunun dndakilerin, fena dairesine dâhil olduun-
da üphe yoktur, nitekim buna zmnen (gizli olarak) iaret et-
BAKARA171
tim. Bakî olan ancak Allah'dr ve O'nun âfâkî (hariçte, dmz-da olanlar) ve enfüsî (iç âlemimize ait) olarak mevcudattan suret
ve hakikatlerini bakî kldklardr.
Süleyman'n mülkü seyr-i mülk oluyor. Düümlenmek
hakikatimizin ortaya çk, düümden sonra tekrar çöz-
mek halka dönü oluyor. Teke gitmeliyiz ve halka dönme-
liyiz. Peygamber efendimiz Miraca teklikten balad, çok-
lua gitti ve sonra tekrar teke döndü. Ondan sonra tekten
yine çokluayani kesrete döndü. Teklikten sonra kesrete dö-
nüü ulûhiyettir. Önce kendi mânâsn düümlemek; sabit
klmak, sabitkldn sunarken halka açklamak...
Biz emaneti sahibine gönderiyoruz, arlklarmzdan
kurtuluyoruz. Sonra Bekadan ulûhiyete döndüümüz za-
man elimizde hilâfet oluyor. Bütün elbiseleri (miraca ç-
karken soyunduumuz bütün elbiseleri) yeniden giyiniyo-
ruz. Fiil, sfat ve zât tevhidinden sonra bekada tekrar so-
yunduumuz bu hâlleri geri alyoruz inallah...
Sülük 24 ini, 24 çk, bir de kendisi ile 25 ediyor. Gayb
âlemi sanda madde âlemi solundadr. Ama onun sa da
solu da mübarektir. Allah'n zâtnn celâli tecellîsi onun
kuvvet ve kudreti ile tecellî etmesidir.
Seyir: Ruh levh-i mahfuzdur. Levh-i mahfuz ki kalptir.
Kalem-i alâ ki her insandaki srdr, Hakîkat-i Muham-
mediyyedir. Onun ahadiyyeti de ism-i âzam srrdr. Dör-
dünün birlii de be oluyor (ahadiyyet).246
HAZARÂT-IHAMSsterseniz mezkûr (evvelce zikredilmi, bahsi geçmi) sayya indi-
riin srr hakknda konuaym: Bu, hazarât- hams itibariyledir.
Hazarât- hams; âlem-i zât (zât âlemi), âlem-i sfat, âlem-i ef'âl
(fiiller âlemi), âlem-i âsâr (eserler âlemi) ve âlem-i insandr. Bunla-
246 Derleyenin Notu.
Ayet 3
172
ra hazret-i lâhût, hazret-i ceberut, hazret-i melekût, hazret-i mülk
ve hazret-i nâsût da denir. Onlar avâlim-i külliye (külli âlemler)
ve hazarât- icmâliyyedir (tafsîlatsz, toplu olarak). Cüz'iyyât için
nihayet yoktur ve külliyeye dâhildir. Bu âlemler vücûd- Hakk'n
tamamdr. Nitekim Allah buyurur: "Biz gökleri yeri ve her ikisi
arasnda bulunanlar ancak hak olarak yarattk" (Hicr, 85). Yani
onlarn hepsi Hakk', Onun vücûdunu isim ve sfatlarn giyin-
mitir. Yine Hakk Teâlâ buyurur: "Onlar için hak olduu meyda-
na çkncaya kadar" (Fussilet, 53). Fakat insanlar Rableriyle kar-
lama konusunda üphelidirler, Onu ancak ma'dûm (yok olan)
hâldeki halk canibinde (taraf, yön) görürler.
Allah "O'ndan baka her ey yok olacaktr" (Kasas, 88), buyur-
mutur. Yani "Hakk' takip eden cihetten baka" demektir, zîrâ
o, ebedîyyen yok olmaz. Gökler ve yer dümdüz olup cisimler ve
ruhlardan fena bulmadk hiçbir ey kalmaz; Hakk'n vücûdu ise
zahirde ve bâtnda bulunmak gibi farkl durumlar arz ederse de,
ebedîyyen fena bulmaz.
Ad geçen indiri (tenzil) Mûsâ (a. s.) sebebiyle olup, peygamber-
lerden ondan bakas için deildir. O, be ülü'1-azm (azim sa-
hipler) peygamberden biridir. Bu peygamberler Nûh, brahim,
Mûsâ, îsâ ve Muhammed (a.s.)'dir. Onunla konumann sr-
r "kelîm" (konuulan kimse) olmasdr. Tevrat kitab ve kitab-
mz Kur'ân, öteki kitaplarn hilâfna, çeitli ahkâm (hükümler)
ihtiva etmeleri dolaysyla iki hakîkî kitaptrlar. Namaz zahiri
itibariyle ahkâmdan olunca, bakasnn deil Musa'nn, onun
peine dümesi uygun olur.
stersen unu da söyleyeyim: Gaybî, ruhanî, tabiî, unsurî ve
hepsinin birlemesi eklindeki nikâh itibariyle, namazda
nikâhn ve vuslatn srr vardr. erâi-i slâmn be olmasn
namazla kyas et!
Kur'ân- Kerîm'de bildirildii gibi, bir i on kat karlk gö-
rür. Beten her biri on ile muamele görürse karln topla-
BAKARA173
m elli olur. Demek ki namaz, sayda eksik olmakla beraber
sevapta tamdr. Bu, derecelerin en azdr ve kalbin derecesi-
dir. Ihlâsta (katksz samimiyet) ilerledii vakit, bir amel için
yüz sevap vardr. Daha yükseine çkarsa, bir iyilie bin kar-
lk olur ve hesapsz devam eder. Kötülüklerin karl ise
birer birerdir.
Kalbin iyilikleri onar onar, ruhun iyilikleri yüzer, srrn iyilik-
leri biner, srru's-srrn iyilikleri u âyetin ifade ettii ekildedir:
"Allah, dilediini hesapsz ekilde rzklandrir" (Bakara, 212).
Sidretü'l-Müntehâ'da son bulan ameller, meleklerin tad ve
bildiidir. Bunun da üstünde faziletli ameller vardr ki, birbi-
rinden farkldr ve melekler onlar bilmezler, o hâlde nasl tan-
snlar? Bunlar ahassü'l-havâssn (seçkinlerin seçkini) amelleridir.
Onlarn ihlâslar Allah Teâlâ'nn srlar cümlesindendir. Amel-
leri Sidretü'l-Müntehâ'y aar; ara, hatta âlem-i ervaha (ruhlar
âlemi) ular. Bunlara gizli ameller (amâl-i hafiyye) denir. Pey-
gamber (a.s.)'in u sözü buna iarettir: "Zikrin en hayrls giz-
li olandr. O meleklere bile gizli olur."247 Srra mahsus oluunda-
ki iddetinden dolay böyledir. Melekler sr kuvvetinde ileri gide-
mezler, aksi hâlde sr ehli olurlard ve böylece, ya Adem'den üstün
veya ona müsavi (eit) olmu olurlard. Her ikisi de u âyete aykr
olur: "Allah isimleri Âdem'e öretti." (Bakara, 31). Yani meleklere
deil de Âdem'e. Melekler bu isimlerin tamâmn deil, baz has-
salarn (özellikler) bilirler. Onlar da bizzat deil, Adem'in ö-
retmesi ile elde ettiler. Âdem'e gelince, o emâneti yüklendi. Bu
emânet, isimlerin toplam itibariyle, Allah'la kendisi arasndaki
irtibatn kemâli için vastasz feyzdir.
Buradan anlalyor ki melekler, insann ne olduunu ve srrn
bilmezler. Allah, insann hâlini ak üzerine bina klmtr. Akda, celâl 'i gösteren belâlara mübtenîdir (bina edilmi). Melek için
tek kanat vardr, o da cemâl'dir. üphesiz iki kanatllar, bir tek
kanad olandan daha faziletlidir. Yeryüzü sakini olduu hâlde,
247Ahmedb. Hanbel, c.I, s.172.
Ayet 3
174
insann mîrâcta nail olduu ey, gökte bulunmasna ramen me-
lek için hâsl olmamtr.
nsan, tafsil üzere hazarât- hams (be hazret, yaradln bemertebesi) ehli olduu için, Allah Teâlâ ona be kanat vermi-
tir, gece gündüz onlarla âlem-i kudse (kutsal âlem) uçar. Melek-
ler bunun dnda olduundan, Allah onlarn kanatlarn tavsif
ederken öyle buyurur: "...ikier, üçer, dörder..." (Nisa., 3).
Alem-i Zât: Ahadiyyet (Lâhût)
Alem-i Sfat: Vahdaniyet (Ceberut)
Alem-i Ef'âl: Ruhlar âlemi, fiiller (Melekût)
Alem-i Asar: Eserler, dünya âlemi (Mülk)
Alem-i Insân: Kâmil insan (Nâsût)
Nâsut, âlemlerin toplamdr. Kim ki bu âlemlerin hepsi-
ni kendi içinde aikâr eder o insân- kâmildir. Bu âlemler
herkesin içinde vardr ama gaybdadr, aikâr deildir.
Herkesin merebi onda olduu hâlde o yine de kendi bü-
tünlüü içinde kalr. Ondaki bütün aklî melekelerin biat
ettiini görüyoruz. Ondan sonra da dünyevî haz ve istekle-
ri görüyoruz. Mülk âlemi de onda diyoruz. Bunlarn hep-
sinden farkl ama hepsini de içinde var eden bir insan var
ortada...
Cüz ve küllün toplam, vücûd-u Hakk'n tamamdr, insa-
nn kendi içindeki hakikati ortaya çkarmas için baka bir
ciheteyönelmemesi gerekiyor, bu sadece vakit kayb oluyor.
Bein bir mânâs da ulu'l-i azm peygamberlerdir (Nûh,
ibrahim, Mûsâ, Isâ, Muhammed).
Mûsâ eriat temsil ediyor. Allah'a varmann yolu önce
fenadan sonra bekadan geçiyor. Musa'da aklî kuvvetler
hâkim olduu için bu kuvvetlerini fenaya erdiriyor. Na-
mazda nikahn ve vuslatn srr vardr. . . Sâmiha Ayverdi,
namaz Allah 'la nikah gibidir. Nikahsz da sevgi olur ama
o zaman kabulgörmez. eriatla vuslata erilir, der.
Kötülüklerin karl bire birdir. Kalbin iyiliklerine ise on
BAKARA175
kat sevap vardr. Ruhun iyiliklerine ise 100 kat sevap ve-
rilmitir. Srrn iyiliklerine (Hakk aikâr etmek) 1000 kat
sevap, srrn srrnda ise karlk, "Allah dilediini hesapsz
rzklandrr" âyetiyle açklanmtr.
Kalbin iyiliinden kast udur: Kalb aydnlannca bir iyi-
lik yapma ihtiyac duyulur, ihtiyaçtan dolay iyilik yapa-
rz, on kat sevap alrz. Bu hareketi Allah için yapmaya
balarsak ruhun iyilii olur ki 100 kat sevap vardr. Bu ha-
reketlerle kendimizdeki Hakk' aça çkarrz,; bu srdr.
Artk bizden i gören Hakk 'tr.24s
Üçüncü soru:
ki, üç, dört rek'aden bî ü kem olmayub salât
Her birin bir vakte tahsis eyleyüb klmak nedir?
-Namazlarn her birini bir vakte tahsis ederek iki, üç ve dört
rekâttanfazla ve eksik olmakszn klmann hikmeti nedir?
Burada iki cevap vardr, biri ötekinden daha incedir.
REKÂT-KANAT
Birincisi:
Rekâtlarn says, meleklerin kanatlarnn saysna benzer. On-
lar, sahip olduklar ikier, üçer, dörder kanatla suret âleminde
uçarlar. Keza namaz klanlarn da bunun gibi, rekâtlardan ka-
natlar vardr, onlarla mânâ âleminde uçarlar. Bu uygunluk in-
sanla melei eit klmaz. Zîrâ suretle manâ arasnda büyük fark
vardr. nsan, suret ve manânn hepsini hâmildir (tamak).
Sûrî (surete ait) ve mânevi yürüyüle seyredip feleklere yük-
selenler insanlardr, oysa melek, bundan âcizdir. drîs, îsâ ve
Peygamberimiz (a. s.), bu yükselii gerçekletirmitir. lk iki-
si, baz feleklerde mekân tutmularsa da Peygamber (a. s.), ce-
248 Derleyenin Notu.
Ayet 3
176
sedi ile terkîb âleminin zirvesine çkm, sonra da ruhu ve sr-
ryla, mekânn olmad yere gitmitir. Bununla, melek ve in-
sanlarn hepsinden üstün klnmtr. Üstelik, Mîrâc gecesin-
de, Mescid-i Aksâ'da peygamberlere; Sidretü'l-Müntehâ'da
(âlemdeki varlklarn bilgilerinin ulaabilecei son nokta) melek-
lere imam olmas ile de önde bulunmutur. üphesiz imam,
ona uyanlardan daha faziletlidir.
Cesedi ile göklere yükselmeye gücü yetmeyen için, manevî
mîrâc tahsil etmek üzere namaz konulmutur. Böylece melekût;
zahiri ile, mükâefe (gizliyi aça çkarma, kesif) sahibi için görü-
nür, o da oraya kadar çkann gördüü gibi onu müahede (ahit
olma, görme) eder.
Manevî kanat, maddî kanattan daha güçlüdür. Rekâtlar,
uzuvlarn hareketine muhtaç bulunmak itibariyle her ne ka-
dar maddî bir i ise de, srlar ve onlarla hâsl olan kuvveleri
manevîdir. Meleklerin; kyamda, rükûda, secdede ve ka'de (na-
mazda oturma) de bulunur olmalar da onlar beerle müsâvî
(eit, ayn) klmaz. Farz klnm namazn ekli, beerden ba-
kas için deildir, hattâ Müslüman olsalar dahi bu ümmetten
bakas için bile deildir.
Meleklerin manevî miraçlarndan hâsl olan ey, ekseriyetle
tenzihtir (her çeit noksandan uzak saymak). Nitekim, tesbîh ve
takdisleri (mukaddes bilmek) bunu gösterir; Âdem (a.s.)'a sec-
de etmeleri de buna delâlet eder. Onlar, tenzih yerini bilin-
ce, Adem'e secde ettiler; bunun için secdede beklemediler. Be-
erin bu mi'râcndan hâsl olan ey, asla vasfedilemez. Melek-
lerin, namazlarnda beere uyduklar vâriddir (duyulan, gelen),
aksi ise duyulmamtr. Cebrail'in Kabe kapsnn yanndaki
imametine gelince, namazn klnn öretme bâbndadr. 249
Böyle olunca Peygamber (a.s.)'n namaz nerede, onun nama-
z nerede?.
249 Cebrail'in Hz. Peygambere namaz tâlimi için bkz. Müslim, Mesâcid, 31.
BAKARA177
ikincisi:
Namazda asl olan, Allah'n cemâl ve celâline iaret olmak üze-
re, iki rekât klnmasdr. Sonra bu iki üzerine bir veya iki rekât
ilâve edilmitir. Allah Teâlâ, sabah namazn iki rekât olarak
emretmitir. Öyle bir vakitte ki: Bir taraf gecedir; gece zât
Celâl mertebesi olan "Lâ-Taayyün" (aikâr olma, ortaya çkma
öncesi) mertebesine iaret eder. Bir taraf gündüzdür; gündüz
vücûdî ve hakîkî cemâl mertebesi olan "Taayyün" mertebesi-
ne iaret eder.
Hz. îdrîs, Hz. Isa, ve Hz. Muhammed, yükselerek mîrâc
yapmlardr. Peygamber cesedi ile (nefsi ve merepleriy-
le) terkip âleminin zirvesine çkt. Sonra ruhu ve srr ile
mekânn olmad yere gitti. Bu yüzden her varlktan üs-
tündür.
Sidre-i Müntehâ 'da meleklere, Mescid-i Aksa 'da ise pey-
gamberlere imam oldu.
Kendi içinde bütün terkib olunmu makamlar geçti, daha
sonra terkib olunmam makamlara girdi bütün gayba
imam oldu. Biz gayb görüp îmân edince onun imaml-
n kabul ediyoruz. Maddî olarak aldmzda, ekli ola-
rak imamlk yapyor, mânâ olarak aldmzda mânâ ola-
rak imamlk ediyor, ikisini birletirdiimiz zaman da bize
miracmzyaptrm oluyor.
Akl ile klnan namaz sadece namazn eklini örenmek
içindir. Madde ve mânâ ile klnan namaz nerede? Srf
madde ile klnan namaz nerede?50
REKÂTIAR-CEIÂI I CEMÂISabah namaznn birinci rekât, celâl mertebesine, ikinci rekât
cemâl mertebesine iarettir, bu remzin (kapal söyleyi) aksi vârid
deildir. Böylece iki rekâtn toplamnn birlii, kendisinde bu
iki mertebenin topland kemâl-i zâtiye iarettir.
250 Derleyenin Notu.
Ayet 3
178
Akam namaz, sabah namaznn aksidir. Çünkü ahadiyyet-i
camiadan onda gizli olan bunda açktr. Birinci rekât celâle,
ikincisi cemâle, üçüncüsü ise kemâl-i câmi'a (âlemin kemâli) ia-
rettir.
Yats namaz dört rekâtyla, Lâ-Taayyün'e ve gecenin vücûdu için
bilkuvve (tasavvurda, fiil mertebesine varmadan) celâl mertebe-
sinde; zât, esma, sfat ve ef'âl (fiil) olarak dört taayyüne iarettir.
Öle namaz, dört rekât ile, gündüzün vücûdu için bilfiil (fii-
li olarak) cemâl-i ilâhî mertebesinde ayn dört taayyüne iarettir.
ikindi namaz, dört rekât ile, bu vakitte bakalama (teayyür)
olduu için bilfiil cemâl-i kevnîye (yaradla ait cemâl) iarettir.
Bu takrirden, vakitlerin belirlenme srr da anlalm oldu; ge-
çen beyitte baka ve latif bir ekilde zikrettim, hatrla.
Farzlar hakkânî vücûda, vacipler en seçkin halk vücûduna, sün-
netler seçkin halk vücûduna, müstehaplar (yaplmas sevapl i)
umûmî halk vücûduna iarettir. Vücûd da ya vücûd-i vacip (zo-
runlu varlk), ya da vücûd-i mümkindir (mümkün varlk). Farz-
lar kendisine ükür olsun için, birinci vücûda mukabele olarak
farz klnd. Nafileler, ikinci vücûd karlnda, ona ükür ola-
rak konuldu. Zîrâ onlarn her biri nîmet içre nimettir.
Sabah namaznn ilk rekât lâ-taayyünyani ahadiyyet, bir-
lik, celâl, gece demektir, ikinci rekât ise, taayyün, gündüz
ve cemâl demektir. Bu iki rekâtn birlii zâttaki kemâle
iarettir.
Akam namaznn birinci rekât cemâle, ikincisi celâle,
üçüncüsü ise toplu kemâle iarettir (kemâl-i camia).
Yats namaz, dört rekâtyla la-tayyüne, celâle, geceye ve
celâl mertebesinde zât, isim, sfat ve fiil olmak üzere dört
tayyüne iaret eder.
Öle namaz cemâl-i ilâhî içinde dört tayyüne iarettir,
ikindi namaz dört rekât ileyaradln cemâline iarettir.
BAKARA179
Farzlar Hakkânî vücûda, sünnetler seçkin halk vücûduna,
müstehablar (sevilmi, sevap olduu bilinen is) umûmî
halk vücûduna iarettir.251
NAFLENAMAZLARKim nafileleri çoaltmay bilirse, halk vücûdlar için nihayet
yoktur, çünkü halk kesret ksmndandr. Hakk ise vahdet
kabîlindendir. Bu sebeple nafilelerin aksine farzlar, snrl olarak
geldi. Kim ki nafileleri dar tutarsa, kendine cahillik etmi olur.
Zîrâ o, kendi vücûd-i imkânîsini ve daireyi geniletmesi icab et-
tiini bilseydi, ii snrl tutmazd. Nitekim Peygamber (a.s.) s-
nrl tutmamtr. O, baz nafileleri tayin etmi; bazlarnn
tâyinini de, Allah katndaki mertebelerine iaret olarak ve tazim
(sayg gösterme, ikram etme) için, halîfelerine brakmtr. Nite-
kim öyle buyurur: "Benim sünnetime ve benden sonra hulafâ-i
râidînin (ilk dört halîfe) sünnetine dikkat ediniz."252 Bunlardan
bazs da mutlaka ashâb (sahabeler) içindir. Nitekim öyle bu-
yurur: "Ashabm yldzlar gibidir, hangisine uyarsanz hidâyete
eriirsiniz."2^ Bir ksm da âhir zamana kadar gelecek müminler
içindir. Peygamber'imiz (a.s.) öyle buyurmutur: "Müslümanla-
rn güzelgördüü ey, Allah katnda da güzeldir."254 smini bildi-
in ve bilmediin bütün nafileler buna dâhildir.
Regâib, Bereât, Kadir gecesi namaz, vb. gibi bilinenleri ele ala-
lm. Bunlar en azndan meâyih-i kibarn (büyük eyhler, pirler)
iyi gördükleri, benimseyip yapageldikleri eylerdir. bunlar yan-
l olsayd, îkaz edilirlerdi. Onlar zâhirci müctehidden (Lctihâd
eden, ihtiyaç hâsl olduunda ve hadislerden hüküm çkaranbüyük
slâm âlimleri) dahaaa deildirler. Müctehid ekseriya, yanlan
akln rehberliinde hareket ettii hâlde, galip ihtimalle hatâya
dümemektedir. Dâima isabetli bir kefin rehberliinde yürü-
251 Derleyenin Notu.
252 Tirmizî, Ilm, 16.
253 Kefü'1-Hafa, c. I, s. 147.
254 Ahmed b. Hanbel, c.I, s.379.
Ayet 3
180
yen bâtn müctehidini ne zannediyorsun! Bizim sözümüz, ba-
kalarnn deil, kâmillerin kefi (gizli olan ortaya çkarma) hak-
kndadr. Bunun için biz haber-i mütekaddimde slâm', kâmil
slâm'a ilhak ediyoruz. Kâmil Müslümanlk; zahiri eriat, bâtn
hakikat olan Müslümanlktr. Bu zümrenin görüü, kefe daya-
nan bir görütür, Allah'tan vastasz olarak alnmtr; Allah ka-
tnda ve bu keif sahibine mülâki (yüzyüze gelen, buluan, kavu-
an) olanlar nezdinde, sahih keifte olsun, sahih îtikadda olsun,
güzel bulunmutur.
Hadîs imamlarnn durumu tuhaftr. Dediklerine göre, isnâd
ricalinden (Peygamberimiz (s.a.s.)'in sözlerini sras ile kimlerden
nakledildiini bildirenler) hiçbir râvî (hadîs nakleden) yoktur ki,
bir hatâs mümkün olmasn. Bu durumda, müsned (bir hadîsin
senedinin hiçbir kopukluk olmadan Hz. Peygambere ulamas) ve
merfû (bir hadîsin senedinin tabiînden olan râvisinin Sahabeden
olan râvîyi atlayarak dorudan Hz. Peygamber den rivayet et-
mesi) da olsa nakledilen eye nasl güvenilir? keif konusu-
na döndüü vakit; onlar, Allah'dan vastasz olarak al ka-
bul ediyorlar, aksi hâlde felsefecilerden olurlard. Buna ra-
men, kâmil kullar üzerine, Allah'n geni rahmetini menet-
mek istiyorlar ve kendi koyduklar zahirî eylere muhalif olan
bütün hâllerinde onlarn hatal olduklarn ileri sürüyorlar.
Maamâfîh, hakikatte muhalefet de söz konusu deildir. Zîrâ
eriatn reddettii her hakikat, ilhâd (dinsizlik, imanszlk) ve
zndklktr (irk). Ümmetin ulularn, bu gibi korkunç hâle
nisbet etmeleri onlara nasl yakr? Onlar ki, ar omuzlarnda
ve srtlarnda tarlar, seleflerinden (önceki) kendilerine bir mi-
ras olmak üzere, Levh-i mahfuzu okurlar ve ii ona göre mua-
yene ederler (aikâre görmek), sâri' (Allah) üzerine yalan isnâd
ve nisbetinden korkarlar.
Biz, onlarn hayatlar boyunca aldklarn almaktan geri kalma-
yacaz ve yaptklarn ilemekte tereddüt etmeyeceiz. Onlar,
BAKARA181
Allah'n kendilerine merhamet edecei kimselerdir. Onlarn ka-
plarnn eiine tutunan ve hayrl takipçilerinden olmaya ça-
lan da rahmet bulur. Onlar, rical (ileri gelenler) ve dayanak-
trlar. Onlar zuhurda, felek güneinin zuhuru gibidirler. Parl-
t ve siyahlk âlemine giren her ey, onlarn ilimleri ile ayakta-
dr. Allah'm, bizi dünya ve âhirette onlarla birlikte cem' et! On-
larn zahir ve bâtn bereketlerinden bize bol bol ver! Sancaklar
yükseldii gün bizi onlarn ecirlerinden (karlk) mahrum etme.
Bizi onlarla karlamaya muvaffak kl! Onlar rzâ sahibidirler ve
kabul edicidirler.
NAMAZ VAKTLERVakit, ya sevgi vakti veya buz (nefret) vakti olur. Birincinin sa-
hipleri, ezelî ve ebedî olarak namazlarna devam edenlerdir. Ezelî
olarak, dedim, çünkü vücûdî tecellî sahasnn nuru amâ-i ehadî
(ahadiyyet) karanlndan doup, esmâ-i ilâhîyye "Küntü ken-
zen mahfiyyen" (Ben gizli bir hazine idim...) mertebesinden fetk
ve retk (yarlp bitime) teneffüs edince onlar, Hakîkat-i Mu-
hammediyye mescidinde âlem-i ervâhda (ruhlar âlemi) sabah
namazn kldlar. Hazret-i Ahadiyyete müteveccih olarak (yö-
nelerek), bu nuru âlem-i misâlde parlak bir ekilde dodurun-
caya kadar namaz klmaya devam ederler de öle namazn ora-
da edâ ederler. Çünkü onlar bu âlemde, daha önce zuhur et-
medikleri garip bir tecellî suretiyle zuhur etmilerdir. Keza te-
neffüsleri ziyâdelemi, parlaklklar artm ve üzerlerinde sfât-
ilâhîyye libâs (elbise) görünmütür. Bu elbise onlarn süsüdür.
Nitekim Hakk Teâlâ "Her mescidegüzel elbiselerinizi giyinerek gi-
din.''(A'râf, 31), buyurur.
Onlarn namazdaki elbisesi, âlem-i ervâhda zât libas, âlem-i
misâlde sfatlar libasdr. Nefsin tuza ve eytann vesvesesin-
den emin olarak, cisimler âleminde beerin ikindi vakti girin-
ceye kadar namazlarna devam ederler. Orada ikindi namaz-
n klarlar ve fena âlemine girmeye balarlar. Çünkü ikindi ile
Ayet 3
182
akam arasnda vakit, deime ve zahirin bâtna inklâb etme
(bir hâlden bir hâle geçme) zamandr. Namazlarna akam vakti
girinceye kadar devam ederler. Akam, ebed zamanlarnn bave ebedîn ezelle karlamasdr. Aksi yönden akam, onlardan
fena tecellîsinin batmas, beka ve istitâr (örtünme) tecellîsinin
zuhurudur. O vakitte akam namazn klarlar, bu ilk bekadr.
Bu hâl üzre yatsya kadar devam ederler. Yats, ikinci beka ve
zahmet perdesine deil de, rahmet perdesine gizlenmenin vuku
bulmas vaktidir. Zahmet ise vâsl olmayan içindir. O vakitte
yats namazn klarlar; vücûd üzüntüsünü, urûc (çk, yükselme)
ve nüzul (ini) meakkatini (zahmet) geride brakp rahata kavu-
urlar. Allah'dan ve onun müahedesinden gayriye gözlerini ka-
payp, daimî ve ebedî bir uykuya dalarlar. Her ne kadar halk gö-
rürlerse de bekalarnda temkin üzeredirler. Halk da Hakk ola-
rak görürler ki buras tahkîk'in (hakikatin delilleriyle bilinmesi)
gerçeklemesinden önce ayak kaydracak bir durumdur. Artk
Rab onlara ebedîyyen gizli deildir. Onlar, bazen zât güneinin
nuru ile, bazen de sfatlar ay'inin ile birliktedirler. ki nûr
arasnda gidip gelmeye devam ederler. Onlar, "Ev Ednâ" gerçe-
inde "Kabe Kavseyn" ehlidirler.
Buna "Daimî Tecellî mertebesi de denir. Öyle ki, ondan son-
ra asla perde yoktur; belki cem' makamna ve ebedlerin ebedîne
kadar tavrdan tavra inkiâfn (gizli srlarn blinmesi) artmas söz
konusudur. Allah'm, bizi hakîkî beka hayat sahiplerinden kl!
Onlarn kabirlerde cesedleri kokmaz ve kötü kimselerde olduu
gibi, bedenleri bozulup dalmaz. Çünkü kudsî ruhlarnn bere-
keti bedenlerine sir eder. Böylece, ruhlar gibi bedenler de bozul-
ma ve kokuma kabul etmez hâle gelir. Ruhlar ve bedenlerinde
onlarn anlarn yücelten ve bulunduklar her yerde derecelerini
yüksek klan Allah' tesbîh ederim.
Buz (nefret, sevgisizlik) ehline gelince; kahr celâl ve gazap
tortusu ile sarholuklarndan dolay vakitleri bilemezler ve
BAKARA183
maddî har gününde Allah kendilerini uyandrncaya kadar
bu hâl üzre devam ederler. Böyleleri için, bir gün elli sene gibi
olur. Bunun srrn evvelki bahisleri hatrlayan bilir. Onlar,
bu hâl üzere devam ederler ve cehennemdedirler. Kendilerine
kahrî ânn yaylmas zahir olur. Cennet ehline lutfî ânn ya-
ylmas da böyledir. Onun için "Onlar orada ebedîdirler '(Ba-
kara, 39), buyurur. Allah'dan, gazap ve celâlinden emin k-
lnmasn dileriz.
Namazn daimîsi makbuldür. Vücûdî tecellînin nuru,
ahadiyyet karanlndan doup yaradlta ilâhî sfatlarla
ortaya çktnda Hz. Muhammed'in hakikatinde, âlem-i
ervahta (ruhlar âlemi) sabah namaz klnr. Ve bu na-
maz, Hakîkat-i Muhammedi'nin tam tecellîsi olan ö-
len namazna kadar devam eder. ite bu anda insanlar
Allah 'in ilâhî sfatlarnn elbiselerine bürünmü olarak gö-
rünürler. "Her mescide güzel elbiselerinizi giyerek gidin.
"
(A 'râf 31) Bu elbise, âlemi ervah 'ta zât, âlem-i misâlde s-
fatlar olarak zuhur eder ve bizi nefis ve eytandan uzak tu-
tar. Bu namaz ikindi namazna kadar devam eder vefena
âlemine girmeye balanr. Bu yokluk, dn içe tekamülü
hâli akam namazna kadar devam eder. Akam nama-
znda, fena, yokluk, hiçlik tecellîsinin batp beka kulluk,
(Allah 'la var olmak ve tekrar kullua dönü) tecellîsi ba-
lar. Bu da yatsya kadar devam eder
kinci beka olan yats, rahmet perdesiyle gizlenmeyi an-
latr Allah 'tan gayrya kar uykuya dalnr. Böylece, zât
güneinin nuru ya da sfatlar aynn ile aydnla-
nan insan, "kâbe kavseyn" (iki yay kadar; Peygamberimi-
zin mîracda Allah'a yaknlnn ifadesi) ehlidir. Buna
daimî tecellî denir.255
255 Derleyenin Notu.
Ayet 3
Dördüncü soru:
Her salât kim rek'ati üç ola yahut dört ola
Ol salât içre iki kerre bu oturmak nedir?
-Üç ve dört rekâtl namazlarda iki defa oturmann hikme-
ti nedir?
CEVAP:
Evvelce belirtildii gibi, namazda asl olan, celâl ve cemâle ia-
ret olmak üzere iki defa iki rekât klmaktr. Peygamber (a. s.)
bir rekât olarak klmay yasaklamtr. 256 Çünkü namaz, sfatlar
âleminin hükümlerindendir. Bu sebeple Hz. Peygamber (a.s.),
"Bana dünyanzdan üç ey sevdirildi."257 derken, bu üçün içine
namaz da koymutur. Namaz, huzur-u kalb (kalp huzuru) ve te-
veccühe (yönelme) olduu kadar, uzuvlarn hareketine de muh-
taç olan bir ibâdettir. u hâlde o, iki tarafldr. Sfatlarn manâs
budur. Çünkü sfat, zât ile kâimdir. tibâr olarak onlar ikidir.
Görmez misin, çekirdek yerin altna gömülünce, çkarld va-
kit ancak iki parçal olarak çkarlyor. Bu parçalardan biri zâta,
öteki sfata iarettir. Sonra, fiillere ve eserlere iaret olmak üze-
re dallar hâsl olur, daha sonra neticeler ve maksatlara iâreten
meyve meydâna gelir; nihayet ebedîn ezele, zahirin bâtna, so-
nun evvele dönmesine uygun olarak i, balangca döner. ki
rekât da, neticede bir oluyorsa da ekil olarak, zikredildii gibi
takdir olunmutur.
NAMAZINRÜKÛLARInsan ruhu, unsur ve madde âlemi olan tâbîî âleme iniinde
önce nebat, sonra hayvan, sonra da insan srr ile deveran etmi-
tir. Namaz ilk mebde (balangç) ve aslî meâda (varlacak yer)
dönü ve urûctur (yükselme). Taayyün-i insanînin (insann mey-
dana çkmas) izâlesine (ortadan kaldrmak) iaret olarak evvelâ
256 Buna "büteyra" denir. Bkz: bnü'1-Esir, en-Nihayefi Garibi'l-Hadis, Kahire, 1965, c.I,
s.93; bn Mâce, kâmetü's-Salâh, s.116.
257 Ahmed b. Hanbel, c.III, s.128, 199; Nesâî, Sünen, c.VII, s.58-60.
BAKARA185
kyam farz klnd. O, daha sonra belirlenmekle beraber yükse-
lite öncedir. Taayyün-i hayvaninin izâlesine iaret olmak üze-
re, rükû ikinci srada farz klnd. Taayyün-i nebatînin (bitki-
nin meydana çkmas) izâlesine iaret olmak üzere, secde üçün-
cü srada farz oldu. Bu arada namaz klann, Allah'la kendi-
si arasndaki perdelerin en büyüü olan taayyünât- kevniyye-
den (olusun âlemlerin meydana çkmas) fena bulmas gerçekle-
mi olur. Sonra onun ruhu basit unsurlar ve tabiat âlemi olan
âlem-i latife yükselir. Sonra daha da lâtif olana ki, oras ruh-
lar âlemidir. Daha sonra srr ile ondan da lâtif olarak yükse-
lir. Oras da ilim ve uûn âlemidir. Bu âlem, taayyünât eklin-
de âlem-i nâsutta son buluncaya kadar inite özel cismâni ta-
ayyünü srasnda balangç yeridir. Seyir, bu gayeye ulat ve
yükseli bu sona vard vakit, Bistâmî (k.s.) gibi bazlar bu-
rada kalr. Bazlar da geri döner, böylesi daha mükemmeldir.
Çünkü dönüü, kendi nefsini kemâle erdirmek içinse bunda
gerekli bir fayda vardr. ayet bakasn kemâle erdirmek için-
se, bunda müteaddit (birçok) hayr vardr. Bütün peygamberler
ve evliyann kâmilleri (a. s.) bu hâl üzeredirler. Bu dönüe, fena
duranda durmakla fayda hâsl etmedii vakit bekaya dönü
denir. Buras, eydâ (tutkun, dîvâne), yüce nefislerin idaresi ile
ilgisi olmayan meleklerin mertebesidir.
Tekâmül edebilmek için önce kyamda olmak lâzm. Yani
ikilik gerekiyor. Huzurda vücûdumuzla ayaktayz.
Hayvani sfatlarmz yok etmek için rükûda duruyoruz.
Önce mânâmzla vardk, sonra vücudgiydik. Allah'n hu-
zuruna duruta önce insan taayyün ediyor, fakat insann
içinde hayvani vasflar var. Bu hayvani vasflar hissetti-
imiz anda onlardan kurtulabilmek için rükûya varyo-
ruz. Nebatî sfatlar her eyleri ile Allah a biat etmelerine
ramen içimizde fazlalk oluturan sfatlardr. Nebati s-
fatlar vücûda bal isteklerdir. Allah bunu haram klma-
m, bir edebsizlik, saygszlk yok. Meselâ vücud kendili-
Ayet 3
186
inden çalyor, yemek yiyor, tuvalete gidiyoruz. Bunlarn
hükmü bile bizi Allah'tan uzaklatryor. Secde bu vasfla-
r da yok etme hâlidir.
Rükû: Vücûdumuz içinde harama temayülü olan hayvani
vasflardr.
Ayaktayken bütün vücûdumuz, isteklerimiz ve hayvani va-
sflarmzla varz. Rükûda hayvani vasflarmz teslim et-
tik, secdede ise "yaradlmzla ilgili her türlü kaydmz
sana doru yönlendiriyoruz" dedik. Fena bulduk. Ruhu-
muz aikâr oldu, gayba yükseldi.
Kendi içinde yaradln tersine yükselme var. Secde ede-
rek mânâ âlemine yükseldik, insân- kâmil hep secdede-
dir. Buradan ruhlar âlemine oradan da srra latifin lati-
fine yükseldik. Vahdaniyete yükseldik ve ikilik kalkt. Bu-
ras ilim âlemidir. Çokluu gördüümüz hâlde çokluktaki
birlii de görüyoruz. Geldiimiz son nokta bizim balan-
gcmz oluyor. "Kabe kavseyn" gibi yani yayn iki ucunun
yaklamas gibi.
Bâyezîd Bestâmî burada kalr demek; f' "ndi srrna erii-
yor yani, fena demektir. Ama srrn srrna geçemiyor ki
bu bekadr. Bir insann gelebilecei en yüksek nokta ken-
di içinde Allah / bulmak deil mi? Bazs kendi içindeki
Allah 'tan Allah 'in sonsuzluuna geçiyor.258
FENÂ-BEKÂ
Bekann bir takm mertebeleri vardr. Birinci ka'de (namazda
oturu), ilk bekaya iaret eder. Sabah namaznn ki bir tanedir.
Çünkü bu namaz, zât makamnda celâl âlemine iaret olan gece-
ye bitiiktir. Yani geceye yaknl, bu ka denin bir olmasn ge-
rektirir. Çünkü bekann ilk anlar, fena ile karmaktan hâlî ol-
maz. aret yoluyla ihtiyaç olmamas maksadyla orada bekann
kuvvet ve temkini bulunmaz.
258 Derleyenin Notu.
BAKARA187
Fena âleminden her uzaklata, beka kuvvet ve iddet bulur.
Bekada tam bir ekilde yerleme olduu ve zâtn "Ev Ednâ"
(..yahut daha yakn..) srr, sfatlarn "Kabe Kavseyn"i (iki yay ka-
dar...) suretinde zuhur ettii vakit, böylesinin hâli ikinci beka
olur. Bundan dolaydr ki, gündüzün zuhuru, iddetli ve s-
fatlar âleminin eserleri kuvvetli olduundan öle namaz dört
rekât ve iki ka'deli olarak farz klnmtr. Onlardan birincisi
ilk bekaya, ikincisi ikinci bekaya iarettir. Akam namaznda da
iki ka'de emredilmitir. Çünkü akam sabahn tafsilidir, ondaki
kemâl kuvveti bilfiil (fiilen) akam namaznda zahir olur. Ayr-
ca üç rekât, kendilerine sabahn iki rekâtnda iaret edilen celâl
ve cemâl'in topland kemâle iarettir. Bu taaddüt, mertebeler
arasndaki imtiyazn (dierlerinden ayrlmak) tafsili içindir. Aksi
hâlde kalb, içine ancak bir teveccüh alabilirdi. Bunun için Yüce
Allah öyle buyurur: "Allah, insann içine iki kalb koymamtr.
"
(Ahzâb, 4). Eer insann iki kalbi olsayd, bir rekâtl namazdan
men edilmezdi. Çünkü o takdirde, her bir kalb için biri ötekine
eklensin veya eklenmesin, birer rekât olurdu.
Kuûd ve beka tamamland vakit, fânî-bâkî olan imam iki ye-
rin ehline selâm verir. Yani, cennet ehline beka ve selâmeti bil-
dirir, cehennem ehline de fenay ve orada selâmete ereceklerini
bildirir. Cennet ehlinin selâmeti ruh ve cisimle birliktedir. Ce-
hennem ehlinin selâmeti, sadece ruh ve sr iledir. Onlar, cismânî,
hatta rûhânî olarak ebedîyyen azab görürler. Zîrâ cisim ve ruhun
her ikisi de mahlûktur. Cehennem ehlinin cisimleri için ve ruh-
lar için selâmet yoktur. Bu husus ayaklarn kayd yerlerden-
dir, anlalmas ve tadlmas, ancak doru, açk ve kuvvetli ke-
if ile mümkün olur. in nihayeti u ki, mutlaka ancak Allah'a
döneceklerdir. Allah Teâlâ ise selâmete kavuturucudur. Allah'n
"Rahmetim gazabm geçti"259 sözü buna iarettir. Gazabn taallu-
ku (ballk, alakal olu) arzî (zâti olmayp sonradan zuhur eden,
geçici), rahmetin taaluku zâtidir. Zatî olan, arzî ile zail olmaz.
259 Buhârî, Tevhid, 15, c.VIII, s.18; Müslim, Tevbe, 4, c. VIII, s.95.
Ayet 3
Her ne kadar Allah'n sfatlarnn kendisine takdim ve tehiri söz
konusu olmazsa da, burada rahmet önce zikredilmitir. yi anla
ve senin için ezel srrnn ebed aynasnda celâl suretinde deil,
fakat cemâl suretinde zahir olmasna çal. Aksi hâlde hâlin yl-
larca kahr olup kalr.
Sabah namaznm kullua dönüü ilk beka olarak adland-
rlr. Bu beka, fenayayakn bir beka hattafena ilekarmbir beka olmasndan dolay ilk beka adn alr. Beka eer
fenadan uzaklamsa ve "kâbe kavseyn ev ednâ " srryla
tecellî etmise ikinci beka olur ki, öle namaz bu mânâya
iarettir.
Ancak akam namaznda da ikinci beka vardr.Çünkü sa-
bah namaznda bilkuvve olan kemâl, akam namaznda
bilfiil olarak zahir olur.
"Allah insann içine iki kalp koymamtr".
Kalp birden fazla olsayd, bu kalp birinci bekay an-
lamak için, bu kalp ikinci bekay anlamak için gibi
tafsîllendirecektik. Ama kalp tek olunca idrâki de tektir.
Biz ancak namazda hereyi idrâk edebilecek seviyeye çkar-
sak, kalp namaz tam manâsyla klarsa, her eyin idrâki
onda geliebilir. Kalp nedir? Kalp, Allah'n vücuttaki
zuhur ettii yerdir. Çünkü Ruh Allah 'in emridir, kalp ise
kendi hakikatimizi bilmek için Allah'n nurla tecellîsiyle
tenezzül ettii ve kendi mânâsn aikâr ettiiyerdir, idrâk
kalptir. Kalbi idrâk vardr. Kim ki aklî idrâke kalkaryan-
la gider. Eer kalp nûrlanmadan önce idrâke kalkarsa o
dayanla gider. Kalbi daha nurlu birineyani müride so-
ruyoruz.
imdi selâmfaslna geldik. Fenadan bekaya erdik eer hep
fenada kalsak secdede kalrdk. Ama secde sonrasnda otu-
ruyoruz. Bekaya yani ikilie döndük. Bu dönüte bizden
okuyan Allah oluyor. Bu ikilik içerisinde imam iki yerin
ehline selâm verir demek, zâta da sfata da selâm veriyor
BAKARA189
demektir. Cehennem ehline dönüp "bir an önce nefsinin
kötü huylarn ver, fenaya er, cennete kavuf diyoruz. Cen-
net ehline; fenadaki kiiye ise diyoruz ki "sen burada kal-
ma bekaya geç", ki o da halka hizmettir.2<S0
AKATEÎBen cehennem ateini iddetli olarak tavsif (vasflandrma) et-
tim. O, dünyadaki akn suretidir. Akn kuvvetli olduu her
durumda yanma ziyâdeleir ve matlûba (talep edilen) ulatran
külli fena hâsl olur. Dünyada bu akn ateiyle yanan kimse için
âhirette cehennem ateiyle yanmaya ihtiyaç yoktur. Zîrâ ak ate-
i cehennem ateinden iddetlidir. Bu sebeple, ayet cehennem
azablandrlacak olsayd, muhabbet ve ak ateiyle azab edilirdi.
Fakat ak insana mahsus olduu için, böyle bir azablandrma ol-
maz. Buradan da insann ve melein kemâlinin son noktas an-
lalm olur. nsan topraktan yaratp da, sevgililerin en deerli-
si klan Allah' tebih ederim.
Namazn selâmlarnda, baka bir iaret vardr: Namaz klan,
vuslat ve cem'in ancak tevhîd ile olacana iaret olmak üze-
re, namaza tekbîrle girer; ayrlk ve fark 'in ikilikle olacana
iâreten namazdan iki selâmla çkar. Tevhide girdii vakit, vus-
lat âlemine girmi olur. Buradan, namazn maddî ekli ile elde
edilen manevî mîrâcn deeri anlalm olur. Bunun için Pey-
gamber (a. s.), daimî mîrâcda olmasna ramen, "Bizi rahatlat ey
Bilâl"261 buyurmutur.
Lâkin mîrâcdan mîrâca fark vardr. Nitekim mutlak tecellî
ile mukayyed (kaytl, snrl) ve husûsî tecellî arasnda da fark
bulunur. Allah'n, Hz. Ebû Bekir (r.a.)'a özel olarak tecellî et-
tii söylenir. O, bu durumdaki müminlerin ilkidir. Bununla
rü'yetin {görme) balangcna ulatran ilâhî marifet (Allah' ta-
nma, bilme) kaps açlr.
260 Derleyenin Notu.
261 Ebû Dâvud, Edeb, 86.
Ayet 3
190
Peygamberin dâimi namazda iken yine de "bizi namaza
çar ey Bilâl!" demesi, namaz sekliyle klabilmek için tek-
likten ikilie dönebilmesidir.
Namaz dosdoru klarsak her namaz mîrâc ama mutlak
deil, dâimi namaza kavuana kadar sadece her namaz
mîrâcdr.
Allah ve peygamber mîrâcda bir olursa, görmek için ikin-
ci bir kii gerekir ki o kiinin kyameti kopsun. Mîrâc
hâdisesinde bu rol Hz. Ebû Bekir'indir. Yani o kyamdadr
ve görendir. Bu yüzden Hz. Ebû Bekir birçok mutasavvfa
göre; "kul huvallâhü ahad" görendir.262
MÎRÂCBurada baka büyük bir srr daha vardr: Peygamber (a.s.)>
mîrâcta iki defa ka'dede bulundu. Birisi, Rabbinin "Ey Mu-
hammed dur, Rabbin salât ediyor" dedii sradaki urûc (çk)
haletidir. Yani, yürümei brak, hareketten kesilip otur, zîrâ ilâhî
hikmet inii icap ediyor.
Öteki, Mûsâ (a.s.)'n: Ey Muhammedi Dur, Rabbine dön ve
Ondan hafifletmesini iste, demesiyle Hz. Musa'ya dönüü sra-
sndaki nüzul haletidir.
Birincisi fena kuûdü, ikincisi de beka kuûdüdür. Birinci ikinciye
eklendi de teaddüt (kol kola girme, birbirini arkalama) hâsl oldu.
Namaz, iki kuûdün srrn içine alr durumdadr. Makam, biri-
nin ötekine tatbiki suretiyle ikisinin de suretinin husulünü ge-
rektirir. Mânâsz lafz olmad gibi; herhangi bir suret yoktur
ki, bir hakikati bulunmam olsun. En azndan, bunlar birbirini
te'kid (pekitirme, kuvvetlendirme) eder.
Peygamber (a.s.)'i, altnc semâda Hz. Mûsâ ile karlamas,
tenezzülât'tan (mekânn yukarda aaya nakletmek) geri kala-
nn be olduunu gösterir. Hatrla ve ganimet bil (faydalan).
262 Derleyenin Notu.
BAKARA191
Allah in tenezzülü namazdr. Biz namaz klmazsak Allah
bizde tenezzül etmiyor. Allah insana namazda hakikatini
açar. Hz. Peygamber mîrâc'da fenaya erdikten sonrai-
ki bekaya ulat için namazda iki kere oturulur. Birin-
cisinde, Hadis'te buyrulduu gibi Mîrâc annda melekle-
rin "Ey Muhammed bekle Rabbin salat ediyor" buyurdu-
u hakikattir. Bu, Hz. Muhammed 'in kendi hakikatinin
kendi vücûduna doru iniini (tenezzülünü) anlatr. Artk
Allah 'la beraber hareket etmektedir. kilik kalkmtr. On-
dan sonra bu zevki tam manâsyla idrâk için 6. makam-
daki Hz. Mûsâ ile karlamas ve Musa'ya dönü annda-
ki ini (aklna ve ilmine geri dönüp idrâk etmeye çalma-
sndaki ini) ise ikinci oturmann temsilidir. Bu makam-
dan sonras da iniin 5. makamdaki tecellîsidiryani yara-
dltr. 263
KA'DE
Bu makamn esrarndandr ki: nsan, ömrü boyunca iki defa
oturur. Birisi, vukuf yana ulat vakit sûreten olur. ikinci
oturu, kemâlinin son noktasnda vukufu srasnda manen olur.
Nitekim Yüce Allah buyurur: "Bildikten sonra bir ey bilmesin,
diye" (Nahl, 70).264 Yani kemâl bakmndan erzel-i ömre (bunak-
lk) ulat vakit, orada durur, ilmi bilgisizlik hâlini alr, çocuk-
lua benzer bir hâle döner. Her balangç ve son, ekilce birbirine
benzer. Görmüyor musun, Allah Teâlâ beerin babas Adem'i,
babasz olarak yaratt? Adem'in çocuklar kemâl cihetiyle îsâ ile
son buldu; ayn ekilde o da babaszdr. Keza i, Muhammed
(a.s.) ile balad, Muhammed el-Mehdî (r.a.) ile son buldu.
Her eyi bilmek Adem'in cennetteki ilk hâli, dünyaya inip
de hiçbirey bilmiyorum demek ikinci hâlidir. Her eyi bil-
263 Derleyenin Notu.
264 Ayetin tamamnn meali öyledir: "Allah sizi yaratmtr, sonra öldürecektir, içinizden
bir ksm da ömrünün enfena zamanna ulatrlr ki, bilirken bilmez olurlar."
Ayet 3
192
mek birinci oturu, bildiin hiçbir ey olmadn bilmek
ikinci oturutur.
Tekâmülün tamamland nokta Hz. isa'dr, ilk babasz
doan Hz. Adem'dir. Tekrar zuhuru Hz. isa'dr, (beerin
kemâli tam mîrâc'dr). Kâmil zuhuru Hz. Isâ 'dr. Bura-
da âlem biter.
Peygamberin Hz. isa'dan fark, vücûdî tecellîde Hz.
Isâ 'da görünen bütün makamlarn bekada aikâr olmas-
dr. Bu âikârlk insân- kâmil ile devam eder.265
KIYAMBu makamn srlarndan biri de udur: Her kyam meakkat-
li (zahmetli) olur. Bunun için Allah gündüzü istek (ibtiâ) zama-
n klmtr. Her kuûd (oturu)'Az rahatlk vardr. Bunun için
Allah, geceyi dinlenmeye tahsis etmitir. Kâmillerin bâtn için
olan hariç insana, dünyada rahatlk yoktur. Onlar, kalb ve ka-
lp itibaryla âhirette rahat ederler. nsân- kâmil, nüzul (ini) ve
bekasndan dolay, zahiri itibaryla avamn (halktan ilmi irfan
kt olan) belâlarna mâruzdur. Bu, onun ayardan (yabanclar)
gizlenme sebeplerinden biridir. Onun hâli, dünyâda mâkullerin
(akledilir) hâline tâbidir. Cennette ise, hâlleri kendilerine tâbidir.
Ta ki hastalanmasnlar, ihtiyarlamasnlar, dünya insanlarnn
belâlar gibisine mâruz kalmasnlar. Çünkü insân- kâmil ora-
da, zahiren ve bâtnen mahfuzdur (hfzolunmu, saklanm) ve
selâmettedir. Gerisini ona göre kyas et. Bu durum, Allah'n faz-
l ve nimetidir, yüce ann tazim içindir.
Ehl-i dünya, dünyada iken Onun yüce sânn bilseler, O'na hiz-
metten fazla olarak kulluk ederlerdi. Fakat Allah, sânn gizlemi
ve müteâbihlerden (Mânas açk olmayan ve Kur'ân- Kerîmin
ve hadîslerin mecazî mânalara gelen ifadeleri) klmtr. Bunu da
tevillerin hakikatlerine ve müteâbihlerin srlarna ulancaya
kadar muhkemlerle çalmalar için yapmtr.
265 Derleyenin Notu.
BAKARA193
Insân- kâmilin hakikatine kadar gidersek ki o hakikat
Allah 'tr, iste o zaman kulluk baslar ki o kulluk Allah a
edilmi olur.
"Hem gidilen yol, hem varlacak nokta O'dur". Bunu an-
larsak Allah'n onda tecellî ettiini anlarz. Ama sadece gi-
dilecek yol olarak görürsek hizmet ederiz. Varlacak nokta
olduunu görürsek kulluk ederiz.266
Beinci soru:
Gündüz ihfâ ile olmuken kraatfi s-salât
Cuma ve lydin salati içre olmamak nedir?
-Namazlarda kraat gündüz gizli olduu hâlde, Cuma ve
bayramlarda cehri olmasnn hikmeti nedir?
CEVAP:
üphesizdir ki, ariflere göre Kur'ân Allah Teâlâ'nn kelâmdr,
kelâm da sfatlarndandr. Sfatlarn sân gizlilik deil zuhurdur.
Zîrâ gizlilik, sfatlarn deil zâtn özelliidir. Aksi hâlde, isim ve
sfatlarn tecellîleri, yüce eserleri ile zuhur etmezdi. Bu yüzden,
slâm'n ilk zamanlarnda, gece ve gündüz Kur'ân' cehri (yüksek
sesli) olarak okurlard. Fakat, Kurey kâfirleri, iittikleri zaman
Kur'ân hakknda ileri geri konuur olunca, müminler gündüz
okumaktan men edildi. Geceleyin asl üzere cehri okuma devam
etti. Zîrâ, dümanlar gece uyuyorlard, onlardan müminlere bir
zarar gelmiyordu. Bu, o konuda er'î bir sebeptir.
GÜNDÜZ VE GECEZevkî hikmete gelince: Gece, Zât srrnn mazhar olmas dola-
ysyla; sevenin, münâcât ve Allah'la birlikte konumak için or-
taya çkma zamandr. Gece, her ne kadar hakikatte gizliliin
mazhar (zuhuryeri) ise de, ariflere vâkî tecellîlere nisbet edilin-
ce zuhurun mazhardr. Onun için srâ hâdisesi geceleyin vuku
bulmutur.
266 Derleyenin Notu.
Ayet 3
194
Cinsî münasebette asl olan, geceleyin yaplmaktr. Bunun için-
dir ki, vuslat srrnn zuhuru ve ayrlk libâs (elbise) ile gizlenme-
nin son bulmasna iaret olmak üzere, her kadn kocas ile an-
cak gece zifafta bulunur. Gecede bir gizlilik ve nice zuhur vardr.
Gündüze gelince, gerçi o, hakikatte zuhur yeridir. Fakat, sfatlar
perdesine nisbetle gizliliin mazhardr. Bunun için Allah fazl-
n ve uzun bir gölge gibi kâinata yaylan geni rahmetini istemek
için, gündüzleri hareket hâlinde olmay emretti. Buradan hare-
ketle, gündüz, nûrânî hicaba (örtüye) iaret oldu. Bu, zulmânî ör-
tüden sonra gelir. Zîrâ gündüz, geceden sonradr. Hadîs-i erifte
"Hicâb nurdur' buyrulur.267 Bu, birinci örtüye iarettir. Baka
bir rivayette "Hicâb atetir", denir.268 Bu da ikinci örtüye iaret-
tir. Bunun tafsili yetmi bindir. Sâlik için örtüsüz olarak mut-
lak zâta ulancaya kadar, hepsini kat etmek icab eder. Tabiat ör-
tüsünün, örtülerin en büyüü olduu bilinir. Nur Hz. Adem'in,
ate Hz. Havva'nn mertebesidir. Havva, tabiat mertebesine ia-
rettir, ate de böyledir. Adem'e nisbetle zuhurun iddetinden do-
lay, Havva ate olarak tabir olunmutur. Ate, nura nisbetle id-
detlidir. Atein asl nurdur, fakat atete bulunan fazla bir vasf,
ikisini ayrmtr. Ellerin dönü yeri kürek kemii ve kask ol-
duu gibi, atein dönecei yer de nurdur. Artk buradan anlal-
mtr ki, gece için uygun düen cehr (açktan veyüksek sesle oku-
mak), gündüz için ise ihfâ (gizlemek) 'dr.
Evvelce iaret ettiimiz gibi; bayram ve cuma, cem' ve vuslat
âleminden haber vermekte bulunduundan, bu namazlarda
cehri okumak vazolundu. Bu ikisi, insanlarn toplanmas için
cennetteki cem' makamna benzerler. Bu yüce makamda toplan-
malar, izdivaç vaktine iaret olduundan, gelinlerin yapt gibi,
yeni elbiselerle süslenmek sünnet olmutur.
Bütün bunlar havâssa (seçkinler) nisbetledir, dersen cevab öyle
olur: Her durumda Allah'n kendilerine gizli olmad daha seç-
267 bn Mâce, Mukaddime, 13.
268 Müslim, îmân, 79.
BAKARA195
kinlere (ehass) gelince; cehr ve ihfâ (açklk ve gizlilik) onlar için
müsavidir. Zîrâ onlar, kelâm- nefsi mertebesinde cehr ve ihfânn
mebdeine (balangç) ulamlardr.
Gece beer için gaflet, arif için vuslattr. Onun için îsrâ
gece gerçeklemitir. Gündüz sfatlarn aikâr olup zâtn
gizlendii zamandr. Allah 'in fazln rahmetini istemek
için hareket hâlinde olmamz gerekir,
iki türlü hicap vardr: 1. Nûrânî hicap 2. Zulmâni hicap,
insan Allah 'in zâtna ulancaya kadar iki hicab da tanr.
Hz. Adem'in makam nur ise Hz. Havva'da tecellî eden
nûr, ate gibi yakc oldu ve gündüzü temsil etti. Gece ise
nurun temsilidir. Ancak Cuma ve Bayram namazlarn-
da gece gibi cem ve vuslat olduundan açk olarak okumak
emrolunmutur. Allah \n sevgilileri için ise açklk ve giz-
lilik eittir çünkü onlar için gece gündüzfark kalmam-tr.
269
SLSLE-ÎMERÂTBBen derim ki, silsile-i merâtibe (mertebeler zinciri) ri lâzmdr,
çünkü intizam böyle salanr. Nitekim, hakikatte avam havâssa,
havas da daha haslara tabidirler. Birinci durum cennet ehlinin
hâli, ikincisi ise dünya ehlinin hâlidir. Nitekim, evvelce buna
iaret etmi ve öyle demitik: Hâslar, bütün zamanlara nisbet-
le bir makamda beklemezler. Kendilerine vâki tecellî zamanlar-
nn en deerlisi, gecenin fecre yakn ksm, sonra ilk kuluk vak-
tine kadar olan süredir. Bilâhare, inkiafta (ilerleme, gizli srla-
rn bilinmesi) baz zayflamalar balar ve genelde, ikindiye yaknzamana kadar gizlilik husule gelir. Daha sonra yatsya kadar hâl
yenilenir. Bilâhare yatsdan sonra gizlilik (istitar) yenilenir.
Bunlar gün içerisindeki farkllklardr. Aylardaki farkll buna
kyas et. Yani bir günün çeitli bölümleri, tecellî ve istitarda nasl
269 Derleyenin Notu.
Ayet 3
196
farkllk arzediyorsa, keza haftann günlerinin birbirine nisbeti,
bir günün vakitlerinin birbirine nisbeti gibidir. Aylar da böyle-
dir, ehli olan anlar. Bu azz ve alîm olan Allah'n takdiridir.
Zamanlar farkl olduu gibi, mekânlar da farkldr. Üç mescid270
ve benzerleri, yeryüzünün baka bölgeleri gibi deildir. Hâllerin
farklln da buna benzetebilirsin. Namaz hâli, tecellîde baka
hâllerden daha kuvvetlidir. Peygamber (a.s.)'n "Bilâl bizi rahat-
lat" sözü buna delildir. Yani biz, namaz dnda beerî meak-
katler ve kevnî gizlilikle denenmekteyiz. Bizim için ancak na-
maz içinde rahatlk vardr. Namazn manevî mîrâc olmas dola-
ysyla, gözlerden kevnî örtüler kalkar ve ilâhî âlemde tam inki-
af hâsl olur. Bunun için namaz, gözün nuru ve sevinci kln-
mtr. Zîrâ insan, sevgiliyi gördüü vakit üzüntüsü kalkar, kal-
binde anlatlmaz nee ve ferahlk hâsl olur. Ey arkada, eer sen
cem'a ve fenasna ulamsan, Kur'ân' cehrî olarak okuyabilirsin,
bunun künhünü (asl, öz) de ancak beyân ehli olan açklayabilir.
Çünkü o Allah kelâmdr, Allah kelâm kula nisbet edilmez. Ne
de olsa o kuldur, kul ise yorgundur.
ENE'L-HAK
Kim "Ene'1-Hakk" (Ben Hakk'm) derse, o, hüviyet mertebesinde
Hakk'tr. ayet hüviyete iaret ederek "O Hakk'tr" derse Müs-
lüman olmu olur. Sonra, vahyi sana ulamadan Kur'ân hakkn-
da acele etme! hfâ (gizlilik) makamnda cehr olmaz. Kalb hâli
ve hakikat mertebesi olan ihfâ tamamland vakit cehr gelir.
Cehr, lisânn hâlidir ve eriat mertebesidir.
Bayramlarda cehrî ol {cehr yap, açk ol), onlar fena ve beka bay-
ramdr. Ebû Yezîd ve benzeri cehrî oldu (açk etti). ayet ba-
kas ii açk etseydi, parça parça dorarlard... Cumada da böy-
le yap. Cuma, özel harda kuvvelerin kalb makamnda toplan-
masdr. "Bugün hükümranlk kimindir? Gücü her eye yeten tek
Allah'ndr" (Gafir, 16), âyeti ile cumada da cehr yaplr (açk edi-
270 Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa.
BAKARA197
lir). Bu, ihfânn kendisindeki cehr ve ibtânn (gizlemenin) kendi-
sindeki izhardr.
Bir insann "Ene'l-Hakk" demesi, eer gündüz vakti yani
farkta ise günah, vuslatta ise sevaptr. Bayramlar ise fena
ve beka olduu için vuslat andr. Cuma ise kyamette vus-
lat anlatr...271
CUMA-BAYRAMCuma haftada bir kerre gelir. Hafta ile murâd edilen, Sünbüle
burcunun deverandr. Cuma, yukarda geçtii gibi yedinci bin-
dedir. Bayram, senede iki kerre gelir. Zîrâ oruçlu için iki ferah-
lk vardr. Bir ferahlk, iftar srasnda, bir ferahlk Rabbine ka-
vutuu sradadr. Seneden kastedilen, mutlak olarak ömrün se-
nesidir. ftarn ferahlna ilk bayramla iaret olunur. Bu, tabia-
tn ferahlk duymasdr. Bu, riyâzat ehlinin yolu olan daimî im-
sak için hayatta bir defa olan ferahlktr.
Kavuma ferahlna ikinci bayram ile iaret olunur. Bu, ruhun
ferahlk duymasdr. Her ne kadar tecellîler çeitli ise de, bu da
ühûd (ahit olma, görme) ehlinin yolu olan tecellîlerin devam
için bir defa olan ferahlktr. Bunun srr bayramn maddî yönü
ile ilgilenenler için, ikinci bayramn zahirinin haccn tamam-
lanmasna ve Kabe'nin ziyaretine bal bulunmasdr. Bâtn ise,
bayramn manevî yönü ile ilgilenenler için, kalbî niyetin tamam-
lanmasna, bir olana ruhen teveccühe (yönelme), srrî olarak Zât a
meyletmeye ve fenann son noktasna Ev'in sahibini ziyaret et-
meye baldr.
Ömür boyu oruç tutan bir tek defa iftar eder; o, maddî fe-
rahln sebebidir. Sonra onun ii, fena srasnda, tabiattan ve
onun formalitelerinden, manevî ferahlnn sebebi olan lika-i
Rabbanisine (Rabbine kavuma) havale olunur.
271 Derleyenin Notu.
Ayet 3
198
Buradan anlalr ki sâlik, tabiat makamnda zikri açk yapar,
bu ilk cehrdir. Sonra hakikat makamnda teblii açk yapar, bu
ikinci cehrdir. nsanlarn bayramda bir araya gelmeleri; peygam-
berlerden sonra Allah'a herhangi bir hüccet (delil) olmamas için
Kur'ân' ve ahkâm (hükümler) dinlemeleri bu hususa delâlet
eder. Bunun içindir ki Cenâb- Hakk "Sana buyrulan açkça or-
taya koy!"(Hcr, 94), buyurur. Yani onu, asla bir kimseye benze-
meyecek ekilde apaçk bir tarzda ortaya koy, demektir.
Bayramlarn belirlenmesi, onlardaki açk (cehri) okuma,
Medine'de vuku buldu. Zîrâ Medine, açkl îcab ettiren beka
makamdr. Cuma da böyledir. Peygamber (a.s.), cumay ilk ola-
rak Kubâ yaknnda Benî Salim'de klmtr. Burada fenas ve
bekas olmayann, sürûru olmayacana bir iaret vardr. Böy-
lesinin sürûru, arzî bir iten dolay arzî bir sürürdür, yakn za-
manda yok olur gider.
Fena ve beka sahiplerinin sürûruna (ne§e, sevinç) gelince, zatî bir
sebeple bizzat sürürdür. Herhangi bir hâlle deimez. Bu yüzden,
havâss için teselli ancak Allah Teâlâ'ya vuslattan sonra hâsl olur.
Burada baka bir sr daha vardr: Cem'iyyet (toplanma) üçtür; fi-
iller makamnda kalbin toplanmas, sfatlar makamnda ruhun
toplanmas ve zât makamnda srrn toplanmas. Bunlarn says,
iki bayramda cumann says kadardr. Srrn cehri, rûhânî kuv-
vetlerin iitmesi içindir. Ruhun cehri, kalbî kuvvelerin iitmesi
içindir. Kalbin cehri, nefsânî kuvvelerin iitmesi içindir.
Nefs mertebesinde cehr yoktur. Nefs fark zümresinden olma-
s dolaysyla münferiddir. Münferid (yalnz, tek) olan, cehr ile
ihfâ (gizlilik) arasnda muhayyer (seçilmesi serbest olan) olmakla
beraber, gece içindir. Fakat gündüze ait münferid böyle deildir.
Bayramlar ve Cuma, ancak cemaat içindir ve cehr sadece onlara
mahsustur. Allah'tan ihfâ ile dili köreltmesini, cehr ile uzatma-
sn niyaz ederiz. yi bil!
BAKARA199
Cuma, Cuma dan Cuma'ya yedi tecellîsi olduu için
Peygamberin tecellîsidir. Bayram ise senede iki kere ge-
lir. ftarnferahl ilk Bayram dr. Tabiatnferahl de-
mektir. kinci Bayram ruhunferahldr ki nefsin kurban
edilmesidir. Ayn zamanda haccnyaplmasna ve Kabe zi-
yaretine de baldr. Yani, zât tavaf evin sahibini ziyaret
demektir. Buradan da anlalyor ki tabiat makamnda zi-
kir açkyaplr. Hakikat makamnda ise tebli açkyaplr.
Bayram namazlar ve Cuma namaz ilk defa Medine'de
klnmtr. Medine de beka makamdr.
Srrn okumas, kendindeki ruhanî kuvvetlerin iitmesi
içindir Ruhun okumas, kalbi kuvvetlerin iitmesi içindir,
kalbin okumas nefsani kuvvetlerin iitmesi içindir. Nefs
okuyamaz. Fark makamnda olduu için tektir.
Cehr (okuma) cemaat içinde olur.272
Altnc soru:
Çün yakn ola kyamet maribî olup ems
Kenz-i garba girip andan yine domak nedir?
-Kyamet yaklat vakit, günein batya geçip yine oradan
domasnn hikmeti nedir?
CEVAP:
Bu söz, kendinden önceki ve sonraki sorulara -ilgi d olmas
dolaysyla- yabancdr. Zikre konu olmas, bahsi geçen namaz-
larn vaktini belirleyen güne dolaysyladr, denebilir.
KIYAMETLER
Bil ki kyamet ya küçüktür, ya büyüktür. Büyük kyamet, ölenin
görünüüyle (suretiyle) yok olmasdr. Onun da bir takm artla-
r vardr. Günein batdan domas bunlardandr. Bu, brahim
272 Derleyenin Notu.
Ayet 3
200
(a.s.)'i Nemrud'a Onu batdan dodur" (Bakara, 258), sözünü
tasdik içindir. Allah'n, günei batdan da doudan da getirme-
ye gücü yeter.
Küçük kyamete gelince; tabiatn ehvetlerinden kesilmeyi; nef-
sin, arzularndan; kalbin, ahlâkndan; ruhun, ilimlerinden; sr-
rn, meyillerinden fânî olmasdr. Ona küçük kyamet denmitir.
Çünkü görünüte küçük âlem olan insanda vuku bulur. Onun
da bir takm artlar vardr. Bundan öncekinin aksine, ruh gü-
neinin cesed maribinden domas gibi. Bundan önceki kalb-i
a'lâ ufkunda idi. Günein nuru gibi, onun da nuru vardr. Fa-
kat, günein nuru gibi o da kaybolan cinstendir. Onun nezdin-
de bulunan külli fenaya yaklanca, nûr ve zulmet (karanlk) eit
olur, belki de nûr zulmete döner. Peygamber (a.s.) öyle buyu-
rur: "üphesiz Allah halk zulmet içinde yaratt..."175 Yani onla-
r Âdem (yokluk) zulmetinde takdir etti, sonra üzerlerine kendi
nurundan serpti. O, vücûd nurudur, günein nuruna hayat verir
de güne doar; aslnda güne kszdr.
Cesed maribinden (bat) dousu ile kastedilen sudur: Ce-
sed, bat tarafgibi zulmânidir (karanlk), nitekim ruh da
dou gibi nûrânîdir. "Dou ve bat Allah'ndr" (Bakara,
115), âyeti ile buna iaret vardr. Güne, ksz kalp, ce-
sedin zulmâni taayyününden (aikâr olma, ortaya çkmak)
fâni olmas gibi nûrânî taayyününden fânî klnnca, ilk
hâline döner ki o ilk hâlinde Allah, günei zulmette yarat-
mtr, kendisi neparlt ne de siyahlk olmayan âlemdedir.
Allah, günee zât olarak tecellî etti, böylece o nârla doldu,
sonra ondan kuvvelere, sonra uzuvlara tat, nihayet varl-
n bütün parçalar nurla doldu. u buna iarettir: "Yeryü-
zü Rabbinin nuruyla aydnlanr. " (Zümer, 69). Peygamber
(a.s.) da "Allah'm beni nûr kl!"2 ^ buyurur. 275
273 Tirmizî, îmân, 18.
274 Müslim, Salâtü'l-Müsâfirîn, Hadis No: 187.
275 Derleyenin Notu.
BAKARA201
ÂDEM'E TECELLÎ
lâhî tecellî ile birlikte ruhun hâli, kendisine ilk üfleniinde cese-
din ruhla birlikteki hâli gibi olur. Hz. Peygamber (a. s.) öyle bu-
yurur: "Allah Adem iyaratt ve ona tecellî etti."276 Yani ona ilk ola-
rak ruh suretinde, sonra bütün isim ve sfatlar ile hattâ zâtnn
nuru ile tecellî etti. Böylece Âdem, baka varlklarn aksine bü-
tün bu tecellîlerin mazhar oldu. Tecellî menbandan (kaynak)
herkes içecei yeri bildi.277 Keza insanlardan gayrisi mutlaka ruh
menban bildi. Çünkü ruhun bir sureti, bir de hakikati vardr.
Sureti, zahir ehlinin anlad taraf, hakikati ise hakikat ehlinin
anlad tarafdr. Allah Teâlâ'nn u sözü buna iarettir: "Onu
hamd ile tesbîh etmeyen hiçbir ey yoktur. " (srâ, 44). Açktr ki,
Yüce Allah celâli tecellîsinin sureti ile, ruha kahr ile muame-
le etmi ve taayyünü (ortaya çkma, aikâr olma) izâle etmi-
tir. Böylece o, cesed maribinden doar olmutur. Onun vücud
âlemini aydnlatacak yoktur. Allah Teâlâ'nn "tek ve kahre-
dici" {Gafa, 16) sözü buna iarettir. Bu konuda düünürsen, sana
onun açk srr kef olunur.
GECE-GÜNEBu hususta baka bir cevap daha vardr: Gece, zulmânî hicabn
(perde) taayyününe (ortaya çkma, aikâr olma) iaret olduu gibi;
güne de nûrânî hicabn taayyününe iarettir. Dâbbetü'1-arz,
süflî ve hayvânî tabiatn suretine; Deccal, nefsânî taayyünün
misâline iarettir. Kyamet yaklat srada, zulmânî hicabn
galebesi ile durum deiir. Âlem, gece gibi iyice zulmânî (karan-
lk) olur. Tabiî süflî hâllerin zuhuru ile de insanlar, hayvanlar
gibi olur. Keza nefsânî gailelerin (düünce, dert, sknt) hücumu
ile, bu zamann eriat ve hakikat nurundan uzak olmas dola-
ysyla, bedenlerin ruhlardan ayrlmasndan sonra bakalamas
gibi, her ey bilinen ekillerinden baka hâle gelir. "Küçük fena"
276 Bursevî bu ifâdeye Kitabün 'n-Netîcede de yer verir. Bkz.Ali Naml-mdat Yava neri,
stanbul, 1997, c. I, s. 351 ve c.II, s.97, 102, 308.
277 Bkz. Bakara, 60.
Ayet 3
202
saylan tabiî ölümün vukuu srasnda tevbenin kabul olmamas
gibi, o vakitte tevbe kabul olmaz.
Bu ümmetin ömrü, çounlukla 60 ile 70 arasndadr. Onun için
bu hususa iâreten tevbe bab (kap) senesiz olarak meydana çk-
t. Bu bâb, günein batdan doma srasna, yani ruhun cesed-
den ayrlma zamanna talik edilmitir, kabul ve ikbal (teveccüh,
yönelme, kabul) zaman son buldu.
Bu makamn tahkiki: Günein doudan domas, Hz.
Muhammed'in erîatinin zahiri ve bâtn ile bekasna iarettir.
O, idare edici ilâhî ruhun suretidir. Günein batdan doma-
s, erîatin hükmünün son bulmasna iarettir. Bu ise, bedenle-
ri idare eden hayvânî ruhun suretidir, özellii beden maribin-
den domaktr. Velhâsl, hayvânî ruh beden maribinden (bat
tarafndan) doduu vakit, kuvveleri ve uzuvlar hükmü altna
alr ve insanlar, hayvanlar gibi olur. Günein batdan domasn-
da da buna iaret vardr. O srada hâl tersine döner, iler deiir,
zahirden bâtna intikâl eder. Mushaflar kalkar, kalplerden ilim
yok olur. Geride sadece cehalet ve hayvânî sfatlar kalr. Allah
bizi bundan korusun.
Yedinci soru:
Ziyâde tekbîrleri tydin nedir hem idicek
Her birinde ellerini abdî kaldrmak nedir?
-Bayram namazndaki ziyâde tekbîrlerin ve o srada elleri
kaldrmann hikmeti nedir?
CEVAP:
nsanlarn Resûlullah (a.s.)'a kar korku ve sayglar büyüktü.
Çünkü o, ism-i â'zam'n (Allah'n en büyük ismi. Onunla yaplan
her dua kabul olur) hakîkî olarak mazhar idi. Nitekim insanlar
sultana kar da korku ve sayg duyarlar. Zîrâ o, bu toplayc is-
min sûretâ mazhardr. Bunun için "Sultan Allah 'in gölgesidir"
BAKARA203
denmitir. Yani hakîkat-i ilâhiyyenin gölgesi demektir. Heybet
ve celâl bakmndan gölge, bu mevkide olursa, gölgenin sahibi
hakknda fikrin nedir?
BAYRAM TEKBÎRNNHKMETDevr-i saadette insanlar, bayramlarda çeitli kabilelerden saysz
ekilde toplanrlar ve Peygamber (a.s.)'i görmek için tehacümde
(birbirine hücum etmek, üümek) bulunurlard. Ona kar olduk-
ça ta'zimkâr (hürmetkar) davranrlar, büyüklük ve ululuu ken-
disine yöneltirlerdi. te bayram namazn ziyâde tekbîrlerle kl-
mak Peygamber (a.s.)'in emridir. Tekbîrlerin her biri, ululuu
kendi nefsinden nefyedip (yok edip), Allah Teâlâ'ya yöneltmeye
iarettir. Bunun için Hz. Peygamber (a. s.), srâ gecesinde Aha-
diyyet makamna ulap, Allah'a manen mülaki (kavuan) oldu-
u vakit, kulluu seçti; kdemi (öncesi olmayan) hudûstan (hadîs,
sonradan olan) ayrd ve "Ben kulum, Allah'tan baka ilâh yok-
tur", dedi. Burada arifler için büyük bir tedip (edeplenme) vardr.
Ziyâde tekbîrler konusunda farkl rivayetler bulunmaktadr
ve her birinin bir yönü vardr: Onlar peygamberin kalbinin
itminan (kalpten ve gönülden inanma) bulmas içindir. Ziyâde
alt tekbîrle itminan bulup, orada durabilirdi. Bazen de makam,
bundan fazlasn icab ettirir ve itminan hâsl oluncaya kadar
ilâveye devam eder; her birinde nefyi tahkîk ve manây tatbik
için elleri kaldrrd.
Elleri kaldrmak Lâ ilahe yerinde, "Allâh-u Ekber" ise illallah ye-
rindedir. Önce eller kaldrlr, sonra tekbîr alnr. Zîrâ kelime-i
ahadette nefy (Lâ ilahe sözü), isbattan önce yer alr. in hakikati
udur: Sa el âhiretten, sol el dünyadan ibarettir; elleri kaldr-
mak ise dünya ve âhireti elden çkarp arka tarafa atmak ve her
ikisinde de büyüklenmeyi yok etmekten ibarettir.
"Allâh-u Ekber" sözü; Azîz ve Hakîm olan, göklerde ve yerde
ululuk kendine mahsus olan Allah için, ululuu isbat etmek-
Ayet 3
204
tir. Keza gözler de iki dünyaya iarettir. Sâlik her ikisine gözü-
nü yumarsa, gayb tarafna basireti açlr ve körlükten sonra gö-
rür hâle gelir.
Artk bu kadarla son verelim. lahî srlar snrszsa da, vaktin
bundan fazlasna tahammülü yoktur. Snrsz olan snrlamak
cidden imkânszdr, fakat arif olana iaret kâfidir. Zîrâ arife nis-
betle her kelime, manâlar mecmuas ve hakikatler ambardr.
Hakk Teâlâ öyle buyurur: "De ki, Rabbimin sözlerini yazmak
için denizler mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden deniz-
ler tükenirdi." (Kehf, 109). Yani Rabbimin kelimeleri tükenmez,
onlar Onun malûmat ve takdiri dâhilinde olan eylerdir. De-
nizler geni ve ihatal (kuatc) da olsalar, sonlu bir mürekkeb ol-
duklar için tükenirler.
Bu satrlar takdir edilen gün, ay ve senede Yüce Varln, satrla-
rn en aasna indirdii bir kalemle, mebrûr (makbul) Hac için
Ev'in yaplmasna yardm eden (Ismâil)'nin eliyle ortaya çkt.
Ve lillâhi'l-hamdü alâ abdihî ve's-salâtü alâ bed'ihî ve avdihî. 278
"Kendilerine verdiimiz rzktan bakalarna yardm için
verirler."
n fak:
"nfâk", maln elden çkarlmas, harç ve sarfedilmesi demektir. 279
Arapça'da "infâk" ve "infâd" kelimeleri e anlamldr. Ancak
"infâd" kelimesinde farkl olarak, elinde var olan eyi tümüy-
le harcamak ve hiçbir ey brakmamak anlam vardr. Hâlbuki
"infâk" kelimesinde böyle bir anlam yoktur. Buradaki infâktan
278 Bu çalmann ilk yaymland yer: Tasavvuf lmî ve Akademik Aratrma Dergisi, An-
kara, 2003, say: 10, s.9-43.
279 Elmalk M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.180.
BAKARA205
maksat, farz olsun nafile olsun, tüm hayr yollarna yaplan har-
camacdr. 28ü
nfâk, farz ve nafile olarak iki ksma ayrlr. Farz olanna zekât,
nafile olanna da sadaka denir. Nafilenin farz olan da bulun-
maktadr.
Bil ki; nfâk'n farz olann yani zekât edâ etmekle, cimrilikten
kurtulursun. Nafileyi yani sadakay edâ etmekle de, yüce dere-
celere ulaarak kerem mertebesine hâiz olursun. Öyle ise; önce-
likle cimri olmaktan kaçn! 281
Farz ksm Allah'n snflarn belirledii ve belirli bir zaman
ve ölçüye göre düzenledii iken, gönüllü olan, herhangi bir eye
bal deildir. Çünkü gönüllü vermek, rubûbiyetin vergisidir ve
dolaysyla snrlanmaz. Farz ise kulluun vergisidir ve dolaysy-
la efendisinin belirledii eye göre verilir.2 *J82
Ebu'1-Leys (r.a.), Tefsîr'inde der ki:
Yakîn üç mertebedir: Yakîn-i yân, yakîn-i haber, yakîn-i delâlet.
Yakîn-i yân: Bir eyi görüp o ey hakknda her türlü ekk ve üp-
heyi izâle eden yakîndir. Görmekle temin edilir.
Yakîn-i delâlet'. stidlal (delil getirmek) ile elde edilen yakîndir.
Meselâ uzakta bir yerde duman çktn görüp orada bir atein
bulunduuna dair elde edilen yakîndir. Burada atei görme yok,
dumanndan istidlal vardr.
Yakîn-i haber. Bir eye dair haberle yakîn elde edilmesidir.
Meselâ dünyada Badad diye bir ehrin bulunduundan bahis
olunur ki, kii oraya gidip görmese bile oray bilenlerin verdikle-
ri haber ile mevcudiyetine yakîn hâsl eder.
280 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s.66.
281 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s. 213.
282 bnü'l-Atabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ektem Demirli, stanbul, 2006, c.IV,
s.426.
Ayet 3
206
Âyet-i celîlenin bu beyân müahede mertebesinde olmayanlar
için yakîn haberdir. Bundan sonra yakîn-i delâlet gelir. Âhiretin
hak olduunu yakînen görünce de haber ve delâlet, yân (bel-
li, açk) ve müahedeye (bir eyi gözle görme, ahit olma) yükselir.
eriatn zahirini bilmek ilme'l-yakîn, bildiini halisane ve ihlâs
üzere yaamak ayne'l-yakîn, müahedeye ermek de Hakka' 1-
yakîn mertebesidir.
lmel-yakîn, isabetli bir fikir ve istidlal (delil getirme) ile idrâk-
bâtn (bâtnn, görünmeyenin idrâki) vastasyla hâsl olan ilim-
dir. Bu, gayba yakînen inanan âlimlerin bulunduklar mertebe-
dir. Bu mertebe ilim ervâh- kudsiyye (kutsal ruhlar) ile müna-
sebet kurulmakszn ziyâdelemez. lim aynen yani gözle göre-
rek tahakkuk etmise bunun mertebesi ayne'l-yakîndir. Bu da
malumun müahedesi ile hâsl olur. Bu mertebenin bir üstü-
ne ikilik hicab (perde) aradan kalkmakszn varlmaz. Bundan
sonra Hakka'l-yakîn mertebesi gelir. Bu mertebede artk hicâb
diye bir ey kalmamtr. Bu mertebenin aynel-yakîni evliyaya,
Hakka'l-yakîni ise enbiyâya mahsustur.
Bu derece ve mertebeler ancak müahede ile hâsl olur. Her za-
man abdestli bulunmak, az yemek, semâvât ve arzn Allah tara-
fndan idaresi hakknda tefekkür, lüzumsuz eylerle meguliyet-
ten kaçnmak, farzlar sünnetleriyle beraber edâ, Hakk'dan gay-
rilerden, yani mâsivâdan tecerrüd (soyutlanma), Allah'a vâsl ol-
maktan baka her türlü arzuyu terk, az uyumak, Allah'a arz-
ubudiyet (kulluunu arz etmek) etmek, haramdan kaçnmak,
helâl yemek, sözünde ve iinde doru olmak, kalbiyle murakabeye
(kendi iç âlemine bakma, dalp kendinden geçme) her an devam
etmek gibi mücâhedelere devam etmek ki bunlar yân (âyân, bel-
li, açk) ve müahedenin (bir eyi gözle görme, ahit olma) anah-
tarlardr.
On zümre vardr ki bunlar aklanmlardr.
1. Haliknn (Yaratc) Allah olduunu bilip de O'na kulluk et-
meyen,
BAKARA207
2. Râzknn (Rzk veren) Allah olduunu bilip de huzur ve
itminan (tatmin olma) içinde bulunmayan,
3. Dünyann zail olduunu bildii hâlde ona îtimâd eden, yani
her türlü iinde onu esas kabul eden,
4. Vârislerinin, kendinin düman olduklarn bildii hâlde on-
lar için mal biriktiren,
5. Ölümün bir gün muhakkak geleceini bildii hâlde ona ha-
zrlanmayan,
6. Kabrin menzili olduunu bilip de oras için tedarikli bulun-
mayan,
7. Kendisini hesaba çekecek olann Allah olduunu ve Onualdatmann imkân bulunmadn bildii hâlde sahih bir
hüccete {delil) dayanmayan,
8. Cennete ulamak için srattan geçileceini bildii hâlde ora-
dan dümekten korkmayan,
9. Atein fâcirlere me'vâ (yuva) olduunu bildii hâlde ondan
ürpermeyen,
10. Cennetin ebrârn yurdu olduunu bildii hâlde oraya gir-
mek için amel etmeyen kimse aldanmtr.
Zü'n-Nûn-i Msrî (k.s.) demitir ki:
Yakîne eren tûl-i emeli (uzun emel) terk eder. Tûl-i emeli terk
eden zühde, zühd hikmete, hikmet de her iin sonunu düün-
meye götürür ki âhiret îmân bu îmân ve tefekkürün kemâl
hâlidir.
Büyük arifler demilerdir ki: Vücûd hicabnda kalmann zille-
tinden kurtulan, uhrevî ilerde yakîne ermenin izzetini (üstün-
lük, saygnlk) tadar. Gözlerinden hicâb (perde) kalkncaya ka-
dar îmân eder, hicâb kalktktan sonra yakîne erer. Bu mânâda
Hz. Ali "Perdeler açlm bile olsa yakînim artmaz, zîrâ ben
devaml yakîn içindeyim" demitir. Çünkü vücûd hicabndan
kurtulan, uhrevî (âhiretle ilgili) ileri müahededen dünya-
nn cismâni hicaplar perdeleyemez. Hicâblarn açlmasyla
Ayet 3
208
îmân mertebesinden îkân (kesin bili) mertebesine ererler. teKur'ân hidâyetiyle hidâyete erip gayba îmân edenler, namaz-
larn dosdoru klanlar, kendilerine verilenlerden infâk eden-
ler, Hz. Muhammed (a.s.)'e ve Ondan evvelkilere inzal olu-
nanlara îmân edenler; âhirete yakînen îmân edenlerin tâ ken-
dileridir. Bunlar gerek dünyada gerekse âhirette, dünya ilerin-
de âhireti, âhiret ilerinde dünyay iç içe ve yakînen müahede
ederler. Âhireti dünyadan ayr ve uzak görmedikleri için ahrete
îmân mertebesinden îkân mertebesine yükselirler. Allah Teâlâ
bu hususta:
"imdi senden perdeyi kaldrdk. Artk bu gün gözün çok keskin-
dir. " (Kâf, 22) buyurmutur. 283
• Nafile sadaka vermekle yüce mertebeler istemezsen, bari farz-
la amel edip zekât vermekle kendini cimrilik dairesinden çkar.
Zekâttan baka, senin üzerine bir farz daha vardr. Meselâ
mümin kardeinin muhtaç olduunu gördüünde ayet muh-
taç olduu eyi malndaki fazlalktan vermediin takdirde helak
olacaksa, ona ya hibe veya borç yoluyla muhtaç olduu eyi ver-
men sana vâcib olur. te bu ekilde onun ihtiyacn gidermen sa-
dakadr... Farzdr.
Zekât farzdr. Muhtaç olanlarn zaruretinin giderilmesi için
zekât dnda sadaka vermek de farzdr. nsan sadakay vermek-
le nefsine galebe eder.
Sadaka vermek niçin nefsine zor gelir?
nsan, hrsna dükün, sabr kt, bir kötülük geldiinde feryad
basan ve ona bir iyilik dokununca cimrilikle vasflanm olarak
yaratlmtr. Bu yaratlta olan varlk tabi ki sadakay vermek-
te zorlanr.
Allah Resulü Aleyhisselâm'a;
283 Ramazanolu Mahmud Sami, Bakara sûresi Tefsiri, stanbul, 1985, s. 32-35.
BAKARA209
-"Hangi sadaka daha hayrldr?" diye sorulduunda Allah
Resulü ;
-"Shhatli olduu hâlde hayat düünerek veya fakirlii düüne-
rek nefsin seni cimrilik yapmaya zorlad zaman, verdiin sada-
ka hayrl sadakadr." Cevap buyurmutur.
Allah Teâlâ, sadakann faziletini öyle beyân etmitir.
"Kim nefsinin (mala olan) hrsndan ve cimriliinden korunursa
iste muratlarna erenler onlarn tâ kendileridir. " (Har, 9). Öyle
ise; kurtulua erenler onlardr.
nsan uzun emelli olduu için elindeki maln kayp olmasn-
dan ve fakirlikten korkar. te bu uzun emeli, fakirlik korku-
su ve mala olan hrs, onu, elinde bulunan malda cimrilik etme-
ye yani Allah'n ona verdii nimetlerden muhtaçlara vermemeye
sevk eder. Böylece de o kimse, habire dünya hazinesini doldur-
maya çalr. nfâkta bulunmaz. Hatta üzerine farz olan zekât
bile vermemezlik yapar. Nihâyetinde de o, âhirette srtna arbir yük olarak cehennemin kzgn ateleri içine atlr.
nfâk'n zorluundan dolay muhtaca verilen eye sadaka den-
mitir.
Sadaka ; lugatta zor, iddet ve salamlk mânâlarna gelmektedir.
Allah Resulü Aleyhisselâm cömert ve cimri kiiler hakknda öy-
le bir misâl vererek açklamada bulunmutur.
-Cimri ile cömert kimsenin örnei u iki adamn meseli gibidir
ki, bunlarn üzerinde, memelerinden köprücük kemiklerine ka-
dar demirden zrhlar vardr.
imdi, cömert kimse, sadaka verir vermez üzerindeki demirden
zrh geniler uzar, vücûdunu tamamyla kaplar, öyle ki parmak
uçlarn dahi örter. Günah izlerini siler.
Cimriye gelince; o bir ey infâk etmek dilediinde derhâl o zr-
hn her halkas kendi yerine skr kalr. Cimri adam bu zrh
geniletmeye urasa da zrh genilemez. (Buhar, Müslim)
Cimrilik yapmaktan sakn! Zîrâ, cimrilik seni dünya ve âhirette
helak olacak yerlere götürür.
Ayet 3
210
Kesin olarak bil ki! Cömertlik yapmaya da ancak her eyin
hakikatine ulamaya vesile olan ilim sevk edebilir. Cimrilikten
kurtulmaya vesile olacak ilmi öyle tasavvur etmek mümkündür.
Sen, rzkn senden bakasnn yiyemeyeceini onu kendisine
azk edinemeyeceini ve onunla hayatdar olamayacan bildi-
in zaman, -velev ki yer ve gök ehli hepsi toplanp senle rzknnarasna engel olmaya kalksalar ki buna güçleri yetmez- senin
gönlüne, muhtaç olan kimseye sadaka vermek vârid (gelen, ula-
an) olur olmaz, ona infâkta bulun ki cömertlerden ve güzel öv-
gülere mazhar olanlardan olasn.
Senin mâlik olduun malda bakasnn onunla hayatdar olaca
ve gdasn temin edecei rzk olduunu bildiin zaman,-velev
ki yer ve gök ehli senin mülkünde olan rzklaryla onlar arasn-
da engel olmaya kalksalar ki buna fakatlar yetmez-onlara mül-
künde olan haklarn öyle tasavvur ederek ver!
Yani:
'Ben bir emanetçiyim, benim hakîkaten hiçbir eyim yok. Al-
lah, onlarn rzklarn bana emaneten verdii eylere balamak-
la beni imtihan ediyor' de!
te, böyle bilmek ve tasavvur etmekle, onlara infâk etmen nefsi-
ne kolay gelir. Böylece sen kerem (izzet, eref) ehline katlrsn ve
infâk edicilerden olduun yazlr.
ayet böyle düünmeyip de sadakay kibirlilikle ve tereddütle ve-
rirsen ve o sadakay vermekle benlik hissine kaplrsan, rahata
ulatrdn o kimsenin faziletlerini kendinden örtmü olursun.
Hiçbir kimseyi bilmemezlikten gelme ve sakn cehaletle {bilgi-
sizlik) bir ey infâk etme! 284
Her eyin Hakka bir yönü ve ilikisi olduu gibi, ayn zaman-
da yaratlma dönük bir ilikisi ve yönü de vardr. Bu neden-
le Allah, onu infâk yaparak öyle demitir: 'Size verdiimiz r-
zklardan infâk ediniz' (Yâ-Sîn, 47). Baka bir âyette ise, 'Rzk-
284 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, s.213-220.
BAKARA211
landrdmz eylerden infâk ederler (Bakara, 3) buyurur. Allah,
bu âyette bilginlerin büyüklerini dikkate almtr, çünkü onlar,
(Hakka ve yaratlma ait olan) iki nispet tarzn da bildikleri
için, infâk oluu bakmndan ihsann kendisine ait olduu kim-
selerdir. nfâk, tavan maaras anlamndaki 'nafak' kelimesin-
den türetilmitir ve bu maara 'nâfika diye isimlendirilir. ki
kaps vardr. Bir kapdan avlanmak istenirse, dierinden kaçar.
Bu durum, yoruma açk söze benzer. Söz sahibini bir yorumla s-
nrladnda, sözün tad anlamlardan baka bir yönü kastet-
tiini söyleyebilir.
Verme eyleminin Hakka ve zenginlie dönük bir yönü oldu-
u kadar yaratlmlara ve muhtaçla dönük bir yönü de oldu-
u için, Allah (iki yönlü) bu eylemi 'infâk' diye isimlendirdi. Ohâlde bilgin kiiler, iki açdan infâk ederler: Verdikleri eyde ve-
ren ve alan olarak Hakk' görürler, kendi ellerini ise, verme ve
almann kendisinde göründüü araçlar olarak görürler. Bunlar-
dan biri dierini perdelemez. Dolaysyla onlar, sadece hak sahi-
bini görürler. Binaenaleyh (bir sadakay) alan herkes, hak ederek
almtr ve hak etmeseydi verileni kabul edemezdi. Mutlak yok-
sulluk Allah için imkânsz olduu gibi mutlak zenginlik de in-
san için imkânszdr. 285
Bu namaz, oruç ve sava da inana tanktr.
Bu zekât, hediye, bu hasedi brakma da kendi srrndan haber
vermedir.
hsanda bulunmak, doyurmak, konuk davet etmek; ey ulular,
biz sizinleyiz, size doru bir özle inandk demektir.
Hediyeler armaanlar, sunulan eyler, ben seninleyim; seni sevi-
yorum diye tanklktan ibarettir.
Kim, bir mal veya afsun için çalr, urarsa bu ne demektir?
çimde bir gevherim var demektir;
Tanr'dan çekinmemden, yahut cömertliimden bir gevherim
var ki bu zekâtla oruç ikisine de ahittir.
285 bnüi-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.IV, s.427-428.
Ayet 3
212
Oruç der ki: Bu, helâlden çekindi, bil ki harama ulamasna ar-
tk imkân yok.
Zekât, der ki: Kendi maln bile veriyor, artk, kendisiyle ayn
dinde, ayn yolda olandan nasl çalar?
Fakat bu ileri riya ve tezvirle (yalan dolan, ara bozma) yaparsa o
iki tank Tanrnn adalet mahkemesine kabul edilmez. 286
Burhann sadaka ile bitimesinin sebebi, Allah'n insan hrs
özelliiyle yaratm olmasdr. Allah öyle buyurur. "nsan acele-
ci yaratlmtr." (Meâric, 19) Yani asl itibariyle bu özellikte ya-
ratlmtr. "Kötülük ona temas ettiinde korkar, iyilik ulatnda
cimrilesir. " (Meâric, 20-21) Baka bir âyette ise, "Nefsinin cimri-
liinden korunmu kimse" (Har, 9) diyerek, cimrilii insan nef-
sine nispet etmitir. Bunun esas udur: Kul varln Allah'tan
kazanmtr. O hâlde kulun hakikati, sadaka vermeyi gerektir-
mez. Kul sadaka verdiinde, onun sadakas Allah'n kendisin-
de yaratm olduu nefsinin cimriliinden korunmu olduuna
kanttr. Bu nedenle Allah kutsi hadîste öyle buyurur: "Sadaka
burhandr" 287
Allah öyle buyurur: "Sevdiklerinizden infâk edinceye kadar iyili-
e ulaamazsnz. " (Alu mran, 92)
nsan için sevimli olan ey, onun nefsidir. Nefsini Allah yolun-
da infâk ederse, onun karln ve bedelini elde eder, çünkü bir
eyi yok eden kimsenin yok ettii eyin deerini ödemesi gere-
kir. Hakk, kulun nefsini yok etmesini istemitir, çünkü insana
sevdii eyleri infâk etmeyi emretmitir. O'nun yannda ise nef-
se bedel olarak cennetten baka bir ey yoktur. Bu nedenle, ba-
ka bir ey bulamadnda, Allah' bulursun, çünkü Allah, ken-
dilerine boyun eilen eya bulunmadnda bulunabilir. nsann
nefsi ise, bütün eyadr ve o yok olmutur. Öyleyse, nefsin bedeli
286 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.V, stanbul, 1988,
s.19, beyir. 183-191.
287 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.II, s. 286.
BAKARA213
zikrettiimiz eydir (Allah). Sadakann deerinin ne kadar yük-
sek olduuna baknz! 288
Arifler mal Allah'a ödünç vermelerinde sadakann Rahmân'n
eline dütüünü görürler ve o ödünç vesilesiyle Rahmân'n kul-
larna mal sunma vuslat (sevgiliye kavuma) gerçekleir.289
Resûlullah: "Sadaka önce Rahmann avucuna, sonra da sâil
(dilenci)'in avucuna ^zü/^r. " Buyurmulardr. Zira nasl öyle ol-
masn ki Sddîk Ekber (r.a.) "Ben herhangi bir eyde önce Allah'
görürüm sonra o /^//'"buyurmutur. 290
Allah'n kullarndan birisi, senden yiyecek veyahut içecek bir ey
istediinde istedii ey, gücünün yettii bir eyse ona yedir ve
içir. Zîrâ senin hiçbir erefve makamn olmasa da, yemek ve içe-
cek talep eden ahsn, senden yemek ve içecek istemesiyle, seni,
kullarn yediren ve içiren Hakk'n mertebesine çkarmas, senin
için büyük bir makam ve ereftir.
Hâlbuki böyle idrâk edenler maalesef çok azdr.
Hâl diliyle,
-"Ey Allah'm bana ihsan et!" diye sesini yükselterek bireyler ta-
lep eden dilencinin hâline ibretli nazarlarla bir bak..
Allah, onun bu hâlinde kendi isminden baka bir eyi konutur-
mam. Allah, dilencinin sesini de sen, onun isteklerini iitip ih-
tiyaçlarn gidermen için yükselttirmitir.
Öyle ise, dilenci böyle davranmakla seni "Rezzâk" ismiyle isim-
lendirmi ve Allah'a iltica etmesi gibi sana iltica {snma) etmi-
tir. Binaenaleyh sana layk olan, seni Mevlâsnn makamna ç-
karan kimseyi mahrum etmemen ve ona istedii eyi vermekte
gayret göstermendir.
Allah Teâlâ, insanlara kyamet gününde öyle hitap edecek :
288 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.IV, s.386.
289 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s. 140.
290 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 120.
Ayet 3
214
-"Ey Ademolu! Ben senden yiyecek ve su istedim, ama sen Bana
yiyecek ve su vermedin !.."
Kul,
-Ey Rabbim! Ben Sana nasl yiyecek ve su veririm ki, Sen bütün
âlemlerin Rabbisin."der.
Yüce Allah;
-"Bilmez misin ki, filanca kulum senden yiyecek ve su istedi de,
sen ona yiyecek ve su vermedin, oysa sen ona yiyecek ve su ver-
mi olsaydn, Beni onun yannda bulurdun."
Bu hadisten sonra Resûlullah (a. s.) öyle buyurdu:
-"Allah Teâlâ kendini kulun yerine koydu."
Öyle ise bütün zamanlarnda, Allah' anan ve dâima huzur-u
ilâhîde olduunu idrâk eden kul, Hakkn kendisinden yiyecek
ve içecek talep ettiini müahede eder ve istenilenleri yerine ge-
tirir.
Niçin böyle müahede ederek istenilenleri yerine getirir?
Zîrâ, ihtiyaç sahibinin acizlik hâli kendisine arz edilen ahs,
kyamet gününde yiyecek ve içecek talep eden ahsn dütüüacizlik içerisine düebilir. te Allah o vakitte, o kimsenin ihtiya-
cn giderene hiç ummad yerden mükâfat verir. .
.
O mükâfat "Beni onun yannda bulurdun" ilâhî sözünün
mânâsdr. Yani "O ihtiyaç sahibine verdiin yiyecek ve içecek-
leri, kyamet gününde huzuruma çkacan ana kadar senin için
korurum ve onlar önceki hâllerinden daha güzel ve büyük ola-
rak terbiye ederim. Ve onlar sana mükâfat olmak üzere geri ve-
ririm." buyuruyor.
htiyaç sahibinin, senden talepte bulunmakla seni her ihtiyac
gideren Hakk'n mertebesine çkardn göremiyorsan, hiç ol-
mazsa kat kat sevap ve güzel kazanç elde etmek için onun ihti-
yacn ticaret niyetiyle gidermeye çal. Zîrâ Allah, seni kendisi-
ne halîfe klmtr.
Allah Teâlâ'nn sana emaneten verdii nimetlerden senden iste-
diini bildiin ve hadîsin içerdii mânâya vâkf olduun zaman
nasl onlarn ihtiyaçlarn gidermezsin?
BAKARA215
Veren de, alan da, verilen de hepsi Allah'ndr.
Allah, âyette sana emaneten verdii nimetlerden infâk etmeni
vasiyet etmekte ve o vasiyeti yerine getirdiin vakit de, sana kat
kat mükâfat vereceine söz veriyor.
nfâk edecein zaman; ihtiyaç sahibini güler yüzle karla. Hiç-
bir surette onu bo çevirme! Velev ki ona hiçbir ey veremesen
dahi, güzel söz ve güler yüzle muamele et! Zîrâ sen de Allah'n
huzuruna kyamet gününde ihtiyaç sahibi olarak çkacaksn. Ovakit de, ihtiyaç sahibine yaptn muamelenin misli ile Allah,
sana muamele eder.
mam Hasan efendimiz, ihtiyaç sahibi ondan bir ey istediinde
istedii eyi vermekte acele ederdi ve
-"Benden önce azm âhirete tayan, sefa geldin, ho
geldinf'derdi. O ihtiyaç sahibini ondan önce âhirete azk tay-
cs olarak görürdü.
Niçin böyle görürdü?
nsan, Allah'n verdii nimetlerden ihtiyacnn fazlasn infâk
etmezse kyamet gününde, nimetler hususunda suâle tabî
tutulur.291
Her kim buday ekmez ise onu: "Niçin bu taneleri yaatamyor-
sun? Buday evinde saklayp, topraa ekip saçmyorsun ki onun
bir tanesi yüz, hatta bin olsun! Böylece hem kendine, hem bu-
daya zarar veriyorsun?" diye ayplarlar.292
Cenâb- Hakk buyuruyor ki: Visale ve Hakk'n yaknlna vâsl
olmak için kendisine en makbul olan eyi infâk etmek, bol bol
vermek lâzmdr. Bu yolda mal bezleden, mal veren can bulur.
Can veren cânâna vâsl (kavumak) olur.
291 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s.101-
105.
292 Sultan Veled, Maârif, çev.Meliha Anbarcolu, Konya, 2002, s. 57.
Ayet 3
216
Hülâsa seânn yani cömertliin, bezlediin (esirgemeden vermek)
âlâ derecesi, nefsani zulmetlerden ve cismâni arzulardan kurtul-
maktr.
Kötü sfatlarn en kötüsü hasislik ve hrstr. 293
Zekât, Hakk' halka tercih suretiyle tezkiye (maln zekâtn ver-
mek) yoluna gitmektir.
Bununla kasd eylenen;
"Bu varlkta, Hakk' müahedeyi, halka müahedeye tercih et-
mektir." denmektedir.
Kelâm biraz daha açarsak deriz ki;
Bir ahs Hakk'n varln görmeyi diledii vakit; müessir (tesir
eden) olarak Hakk' müahede eder; böylece Sübhân' görmü olur.
Bir ahs, Hakk'n öz sfatna girmek istedii vakit, yine Hakk'
her eye tercih eder; böylece O'nun sfatna girmi olur.
Bir ahs, Hakk'n zâtn bilmeyi diledii vakit; benliini bulur.
Hakk' tercih eder; yüce Sübhân'n zâtn bilir. O'nun hüviyeti-
ni de bulmu olur.
mdi, idrâk eyle! te zekâtn iareti bunlardr.
Zekâtn var olan maldan krkta bir oluuna gelince, srr udur:
Bu varlk krk mertebedir. Matlûb olan; ilâhî mertebedir ki bu
da, en yüksek mertebe olan krkta birdir.294
htiyacndan fazla mal olann, er'î ölçüler dâhilinde, sâlih
olan fukaraya vermesi vaciptir. Böylece de zenginlerin zekât
fukaraya ihsan etmek, mallarndan vermek, fakirlerin zekât
da zenginlere olan ümit ve itimatlarn kalplerinden silmek
yani verecek diye beklememektir. Âklarn zekât cânân u-
runa cann harcamak, ruhlarn Allah muhabbetine bez-
letmek, vermek, hep vermektir. Ariflerin zekât ise, ken-
293 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.472.
294 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyir Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.426.
BAKARA217
di hâllerinden ve ilimlerinden, irfanlarndan ehil olana, is-
teyene, talep edene vermek, muhabbet etmek, âklar kendi
hâllerinden nafakalandrmaktr. lmin zekât, talibine tâlim
etmektir. Evladn zekât yetime ihsan, evin zekât misafir
arlamak ve itibar etmek, sohbetin zekât, dedikodudan kaç-
mak; kuvvetlinin zekât zayflara yardm, nefsin zekât kötü
ahlâklardan kurtulmaktr. Cenâb- Hakk da "Zekât veren
felah bulur" (Mu minun, 1) buyurur.
Hâsl lâzm olan, kendisine en makbul olan nesneyi, ilmi, mal
yahut vücûdu Allah yolunda bezletmek, harcamaktr. 295
Onun derdine kulak astn, elemlerini dinledin mi? Bil ki bu, o
dertliye verdiin bir zekâttr.
Gönül hastalarnn dertlerini dinler; yüce cann su ve toprak ih-
tiyacn anlarsan, bu, bir zekâttr. 296
Yoksullara ihsanda bulundun, zekât verdin, elinle bir hayrda
bulundun mu öbür âlemde bu hayr aaçlk, çayrlk, çimenlik
olur.297
Bir gülle, bir gül bahçesini satn alyorsun. Bir taneye karlk
yüzlerce aaçlk. . . bir habbeye karlk yüzlerce maden!
"Her kim her eyi Tanr için yapar, Tanrya kar ihlâs {katksz
samimiyet), kalpten sevgi sahibi olursa" demek, o taneyi vermek-
tir... Bu suretle de "Tanr da onun olur. Her dilediini verir" sö-
zünün hakikati elde edilir.
Fânî varlk kendini Ona verdi mi bakî olur, asla ölmez. 298
295 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.472-473.
296 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.38, beyit. 483-484.
297 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.282, beyit. 3460.
298 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.IV, stanbul, 1988,
s.211, beyit. 2611-2613, 2615.
Ayet 3
218
• Ayrca,
Kullara zulüm; Allah'n senin üzerine vâcib kld haklarn on-
lardan engellemendir.
Bazen, kulun içinde bulunduu skntlar, müahede etmekle,
onun, senin üzerine vâcib klnan haklarn görürsün... Ki, böy-
lece onun bu haliyle sana bildirdiini idrâk etmen lâzm. Zîrâ
Allah, senin üzerine vâcib olan hakkn vermen için sana, onun
hâlini müahede ettirmitir. Böyle anlamayp da onun sknts-
n görmemezlikten gelirsen bilesin ki mesulsün.
Niçin mesulsün ?
unu bil ki o kulun, hacetini gidermeye görünüte gücün yok-
sa da Allah, onun hacetini (ihtiyaç) sana bo yere bildirmemitir.
Öyle ise Allah'n onun hacetini sana bildirmesindeki murad; se-
nin, onun ihtiyacn giderebilecek baka bir ahsa güzelce onun
hacetini arz ederek ona yardmc olmandr.
Hiçbir ey yapamyorsan bari en azndan o kardeine duâ et!
Yani o kulun, hacetini gidermek için bütün gücünle gayret gös-
terdikten sonra duâ etmekten baka çare kalmamsa duâ ile yar-
dm et!
Hâli sana bildirilen ahsa anlattmz ölçülerde yardmc ol-
maktan gafil olursan, sen de onun hâlini bilip de ona yardm et-
meyen zâlimlerin taifesinden olursun.
Peki! Ne zaman o zâlimlerden oluruz? diye sorarsan, cevaben de-
rim ki; O kul, ihtiyaç duyduu eyi elde etmeden öldüü zaman.
Bu durumdan kurtulman, ancak, ihtiyaç sahibinin ihtiyacn,
müminlerden birinin gidermesiyle haberin olmadan senin üze-
rine vâcib (mecburî) olan hakkn senden sakt {hükümsüz kalm)
etmesiyle olur. O hâlde, skntlar içindeki ihtiyaç sahibine bir
ey verdiin zaman, onu senden önce görüp de mahrum brakan
mü'minin yerine de onun hacetini gidermeyi niyet et!
Zîrâ o müminin, ona bir ey vermemesi, mahrum brakmas,
senin ihtiyaç sahibinin hâlini bilmene vesile oldu. Binanaleyh,
o mü'min hayr ileyemediinden, sen o hayr yaparken sevap
BAKARA219
bakmndan onu kendi üstüne tercih et. Eer o mü'min ihtiyaç
sahibini mahrum brakmam olsayd, sen bu hayra nail ola-
mazdn.
Açlar yemei, çplaklar elbiseyi, azgnlar hidâyeti (hakla bâtl
ayrp doru yola girmek) talep eder. Bazen de senin intikam al-
maya kudretin olduunu bilen katil affetmeni talep eder.
unu kesin bil ki! Senden istenilen eye isteyenden daha muh-
taçsn.
lim isteyenler de maddî faydalar talep edenler gibi ihtiyaç
sahiplerindendir. 299
Nefsine ilmi öretmekle cömertlik eden kimse kâmil cömert
olur. Yani bir ahs ilmi örenerek düüncelerinde ve tüm davra-
nlarnda o ilmi tatbik ederse ilmiyle amel etmi olur ve bu hâl
de o kimsenin öncelikle kendi nefsine ilmi öretmesidir ki hâl'i
ayrca onun cömert olduuna da delil olur.
Niye?
Zîrâ böyle davranan bir ahs, sadece o ilimden kendi nefsini fay-
dalandrmaz daha sonra da bilmeyenlere öretmeye irâd (doru
yolu göstermek) edici olmaya balar. te bu hâli de onun ilmi de
cömertliini gösterir.
lmi tahsil edip o ilmi kendi nefsinde tatbik etmeyenler;k ya-
ylmasyla her ne kadar bakalarna faydal olsa da mum misâli
kendini eritir bitirir.
Oysa ki bildiklerinle amel edenlere Allah bir nûr verir ki, onun-
la bilmediklerini de örenir ve Allah Furkân mertebesini ihsan
eder.300
299 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s. 107-
110.
300 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. I,s.l87-
189.
AYET 4:
Velleziyne yü'minûne binâ ünzile ileyke ve mâ ünzile
min kablike ve biFâhirati hüm yûknûne.
Onlar ki sana ve senden öncekilere indirilen kitaplara
inanrlar, âhirete îmân ederler.
(Kenan Rifâî Hz.)
Ve onlar ki hem sana indirilene îmân ederler, hem de senden
önce indirilene. Âhirete de bunlar kesinlikle îmân ederler.
(Elmall)
Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene îmân
ederler; âhiret gününe de kesinkes inanrlar.
(Diyanet)
Bu âyen-i kerîme de anlatlan felah (kurtulu) bulan müminler
Meleklere, Kitaplara, peygamberlere, âhiret gününe, hayrn
ve errin kaderle Allah'tan olduuna seksiz üphesiz inananlardr.
te; Allah'a îmân edenler bunlardr.
Meleklerin, kitaplarn, Yüce Hakk'n peygamber göndermesin-
deki hakikatine muttali (vâsl olan, bilgisi olan) olanlar bunlar-
dr. Âhiret gününü görürler. Hayrn ve errin kaderle Allah'tan
geldiini müahede (ahit olmak, gözle görmek) ederler.
Ayet 4
222
Ayrca onlar; bütün bunlara sadece îmân etmi deillerdir. Ayana
ve müahedeye dayanan bir ilimle de bilmilerdir.
Onlarn îmân, yalnz Allah'adr. Çünkü yüce Hakk'tan alt sa-
ylanlar, ühûda dayanan ilimle bilmilerdir ki, bu îmân cihe-
tinden deildir.
îmânn art odur ki: Malûm olan ey gayb ola. ahadeti olma-
ya...
Onlarn katndaki gayb; ancak zâtn künhüdür, baka deil. .
.
Ki, bunlar her ne kadar, Allah Teâlâ'y açk ve aynen müahede
etmekteyseler de, asl îmânlar "O'nun sonsuzluunadr.
Lâkin onlara katlanlar, Allah'a îmân ettikleri gibi, îmân tarifi-
ne giren dier saylanlara da îmân ederler.
Bu mânây, Resûlullah (s.a.s.) öyle anlatt:
-"îmân; Allah'a, meleklerine, kitaplarna, peygamberleri-
ne, âhiret gününe, hayr ve erri Allah'n kaderi ile olduuna
inanmandr."301
Burada kastedilen îmân, tahkîkî (hakîkî) îmândr ki, kalbî amel-
leri gerektiren üç ksm îmân da kapsar. Bu kalbin bezenmesi-
dir. Yani ilâhî kitaplarda indirilen hüküm ve irfan, yeniden di-
rili hâllerine ve âhiret hâdiselerine taalluk eden bilgileri, kutsî
ilim hakikatlerini özümsemesidir. Bu yüzden "Âhiret gününe de
kesinkes inanrlar." Âhiret ehli tezkiye (ahadette bulunmak, ma-
ln zekâtn vermek) snrn amadklar için, henüz onun bir so-
nucu ve miras konumunda olan bezenme makamna ulama-
yan kimselerdir. Çünkü Allah Rasulü (s.a.s.) öyle buyurmutur:
"Kim bildiiyle amel ederse, Allah onu bilmedii ilimleri bilme-
ye vâris (mirasç) eder." Allah ehli olanlar ise, kesin inanca sa-
hiptirler ve bu özelliklerin tümü onlarda toplanmtr. Bu yüz-
den bir sonraki âyette bildirildii gibi- Rablerinden bir hidâyet
üzeredirler.302
301 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, însân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.440.
302 bnü'l-Arabî, Tefstr-i Kebîr Te'vilât, stanbul, c. I, s. 38.
BAKARA223
Kitaplara îmân: Kur'ân- Kerîm'in emirlerini yerine getirip, neh-
yettii {yasaklad) fiil ve sözlerden kaçnarak ahkâmn {hü-
kümlerini) tazim etmek {ululamak, sayg göstermek), onun, Hz.
Muhammed'e Allah tarafndan indirildiine inanmaktr.
Peygamberlere îmân: Peygamberler, Allah'n mahlûkâta rah-
met olarak gönderip kendilerine nübüvvet (peygamberlik) ve ki-
tap verdii kimselerdir. Allah Teâlâ, Hz. Peygamberi onlarn en
mükemmeli ve sonuncusu olarak göndermitir. Peygamberlere
îmân, onlarn getirdiklerine inanmak, peygamberlerin efendisi
Hz. Muhammed'in (s.a.s.) getirdii ve önceki eriatlar kapsayan
erîat- Muhammediyye'nin gereklerine uymak, zahir (görünen)
ve bâtn (iç, öz) her eyde eriata teslim olmaktr. 303
Ona giden vesileler reddolunamaz. Ve Ona giden vâstalar, inkâr
olunamaz. Söyleyip vuslata (kavuma) erilebilecek bir madde var-
dr ki o da: "Amentü billâh" sözüdür. "Amentü billâh" deyince
kitabna, peygamberine, Peygamberinin (s.a.s) tebli ettiklerinin
hepsine îmân etmi ve Hakk Teâlâ'nn '''Peygamber size neyi ve-
rirse alnz, neden nehyederse ondan vazgeçiniz" (Har, 7) ferma-
nna uygun hareket etmi olursunuz. 304
"Onlar ki sana ve senden öncekilere indirilen kitaplara ina-
nrlar,"
Sözden farklar belirir, müküller (zorluk) doar. Hakikat buna
benzemez.
nananlar sayldr, çoktur ama îmân birdir. Cisimleri çoktur
ama canlar tektir.
Canlar cemî sîgasyla söyledim çünkü o bir tek can, cisme nis-
petle yüz olur.
Gökteki bir tek günein nuru da ev içlerine vurunca yüzlerce nûr
olur ya!
303 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri I el-Mecâlisü's-Seniyye, stanbul, 1996, s. 17.
304 Ahmed er-Rifâî, el-Bürhanul- MüeyyedI'Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 80.
Ayet 4
224
Fakat ortadan duvarlar kaldrdn m, hepsinin de nuru bir olur.
Evveline evvel olmayan zamandan beri inananlar, birbirlerinin
ayndr. Birdir onlar!305
Geçmii andran terimlerin de yeri yok! Çünkü u anda; ezelin
(balangc olmayan) ve kdemin hiçbir fark yoktur. Öyledir ve
öyle olacaktr. 30<s
Tanr sözü ne Arapça'dr, ne Farsça. . . Ne branca'dr, ne Sür-
yanca! 307 Bir kulun gönlünü artt m, onun gönlünün taa için-
den o sözü kaynatr, coturur. O kulun dilinde, o cokunluun
köpürüp kaynamas yüzünden bir harftir, akar. ster Süryanca
olsun, ister Arapça, ister Farsça... Deil mi ki o coup köpürü-
ten gelmede, âlemlerin Rabbnn sözüdür. 308
Padiah: "Vallahi ben Arapça bilmem. Yalnz, onun bu iiri yaz-
makta ki maksadn bildiim için bam sallayp iltifat ediyor-
dum. Anlalyor ki bu adamn maksad övmekti ve o iir buna
vâsta olmutu. O maksat olmasayd, bu iir söylenmi olmaz-
d," dedi. Binaenaleyh eer maksada bakacak olursak ikilik kal-
maz. kilik teferruattadr. Esas birdir. Bunun gibi eer görünü-
te eyhler türlü türlü ileri ve sözleri farkl ise de maksadlar iti-
bariyle birdirler; bu da Tanry talep etmektir. 309
Beytullah'a gitmek için yollar bir midir? üphesiz ki hayr. Zîrâ
dünyann her tarafndan Kabe'ye giden bir çok yollar vardr.
Afrika'dan, Asya'dan, Avrupa'dan, Amerika'dan gidecek hac-
larn yollar hep ayr istikâmetlerden geçer. Fakat bütün yollarn
topland merkez ve maksut (istek) birdir.
305 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.IV, stanbul, 1988,
s.34-35, beyit. 407-408, 415-417.
306 bnü'l-Arabî, Mir'âtü'l-lrfan, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, Mays 2000, s.52.
307 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.171, beyit. 3122.
308 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.73, beyit. 2140-2143.
309 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.35.
BAKARA225
...Tarîk {yollar), esas cihetiyle bir olunca, üphesiz bu yollarda reh-
ber ve delil olacak zâtlar da ayn ruhu, ayn irfan ve bilgiyi hâiz
(sahip) olmak sebebiyle yine birdirler ki, bunlar da büyük öreti-
cinin tâlim ve terbiyesini gören ve onun kemâline ve kemâle eri-
tiriciliine vâris olan kâmil insanlardr. te bu zâtlarn çokluu
hakikatteki birliklerine mâni deildir ve aralarnda fark yoktur.
Öyke ki ayr ayr cisimlerde tek ruhturlar. Onun için Cenâb-
Hakk, peygamberleri hakknda: Resuller arasnda fark yoktur
(Bakara, 285) buyurur. 310
Baksanza, ay douyor. te, u ilk görünen parçack Âdem. Bi-
raz daha yükselince Nuh, brahim, Mûsâ, îsâ, nihayet bedir hâli,
zuhûr- Muhammed gibidir.
imdi bunlarn niir cihetiyle, yani ay olmalar itibariyle aslla-
r birdir. Aralarnda fark yoktur. Lâkin ayn henüz doarken
nerettii (yaymak) hafif ve zayf ziya (k) ile bedir (dolunay)
hâlindeki avk (k, parlt) bir midir? 3U
Kur'ân der ki: Tanrnn sözleri için deniz mürekkep olsa, bir mis-
li de ona ilave edilse sözler bitmeden denizler tükenirdi (Kehf,
109) buyuruyor. Kur'ân elli dirhem mürekkeple yazlabilir. Bu
Tanrnn ilminden bir iaret bir parçadr. Ve onun bütün bilgi-
si bundan ibaret deildir. Bir aktar bir kat parçasna bir ilaç
sarsa, sen: "bütün dükkan bunun içinde" der misin? Bu aptal-
lk olur. Nihayet Mûsâ, îsâ ve daha bakalarnn zamannda da
Kur'ân vard; Hakk kelâm mevcuttu. Fakat Arapça deildi...312
Peygamber mest olup, kendinden geçtii zaman konumaa ba-
lar ve: "Allah dedi." derdi. Zahiren onun dili böyle söylüyordu ve
o arada yoktu. Bunu söyleyen gerçekte Tanr idi. Çünkü o daha
310 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.18.
311 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.10.
312 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.128-129.
Ayet 4
226
önceden, kendinin böyle bir sözü bilmediini, bundan haberi
olmadn görmütü. imdi böyle bir söz söyleyince, kendisi-
nin daha önceki kimse olmadn ve bunun Tanrnn tasarru-
fundan ibaret bulunduunu bilir. Hz. Mustafa, (Tanrnn selâm
ve salât ona olsun) kendisinin vücûda gelmesinden binlerce yl
önce yaam ve göçüp gitmi olan insanlardan, nebilerden, ya-
ad zamann sonuna kadar dünyann ne olacandan, ar ve
kürsî'den hâlâ ve melâ'dan haber veriyordu. Onun varl dün'e
aitti, bu haberleri muhakkak ki sonradan var olan varl vermi-
yordu. Sonradan var olan (Hadis) bir ey eskiden var olandan
(Kadîm) nasl haber verebilir? Binâenaleyh bunlar onun söyle-
medii Tanrnn söylemi olduu anlald. Çünkü, O arzu ile
de söz söylemez. Sözü ancak vahyolunan-vahyden baka deildir
(Necm, 3-4) buyrulmutur.
Tanr her türlü ses ve harften münezzehtir. Onun sözü, ses ve
harfin dndadr. Fakat sözünü istedii her harf, her ses ve her
dilden çkarr. 313
Cenâb- Hakk yalnz Müslümanlarn Rabbi deil, cümle âlemin
Allah'dr. Sen isa'ya da inanyorsun, Musa'ya da. Onlara îmân
etmeyecek olursan Müslüman olamazsn. 314
Hiç iki peygamberin birbirine zt olduunu, birbirlerinin muci-
zesini kapp aldn gördün mü?
Eserin art Tanrnn zuhurudur (meydana çkmak). Bu suretle
sanatlar ve ii zahir (görünen, aikâr) olur, görünür.315
arab tanyan ve nûr ehli olan kimseler kadeh deiince yanl-
madlar, bulunduklar hâlden baka bir hâle dönmediler. Âdem
ile hem-dem (cancier arkada, refik) olduklar için bu peygam-
beri de Âdem olarak gördüler.316
313 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.61-62.
314 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.9.
315 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî ,çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.135-136, beyit. 1652, 1668.
316 Sultan Veled, Maârif, çev.Meliha Anbarcolu, Konya, 2002, s. 17.
BAKARA227
"Kendilerine kitap verdiklerimiz onu, oullarn tandklar gibi
tanrlar."317
Eer kitap sahibi, bütün kitaplara inanan biriyse, ebedîyyen sap-
maz. Ama baz kitaplara inanan, bazsn da inkâr eden biriy-
se, o, gerçek kâfirdir. Yüce Allah öyle buyurmutur: "bir ks-
mna îmân ederiz ama bir ksmna inanmayz, diyenler ve bun-
lar arasnda biryol tutmak isteyenler...''(Nisa, 150) "iste gerçekten
kâfirler onlardr." (Nisa, 151) "Ehl-i kitaptan olan inkarclar... iste
halkn en erlileri (kötü) onlardr. " (Beyyine, 6) bu anlaylarn-
dan dolay onlar ekilsel, törensel kalplarn ehlidirler. Filozof-
lardan düünsel bak sahibi kimselerin ve kelâm ehlinin büyük
ksm, Allah'n velîlerinin/evliyâullahn sergiledikleri vecdlerin,
görüp bulduklar srlarn bir ksmn tasdik ederler (onaylamak,
dorulama). Kendi görülerine ve ilimlerine uyan dorularlar,
görülerine ve ilimlerine uymayan da reddedip inkâr ederler ve
kantlarmza aykr olduu için bâtldr derler.318
Bütün peygamberler biri birini tanmlardr. Isa diyor ki: Ey
Nasrânîler (Hristiyanlar), Musa'y iyi tanmyorsunuz; gelin
beni görün ki Musa'y anlayabilesiniz. Hz. Muhammed (s. a. s.)
de buyuruyordu: Ey Hristiyanlar! Ey Yahudiler! Mûsâ ile isa'y
iyi tanmyorsunuz; gelin, beni görün ki onlar iyi tanyabilesi-
niz. Peygamberler, hep biri birini tanyan, tantan, gerçekleyen
kimselerdir. Onlarn sözleri de, bir birini tamamlayan, açkla-
yan sözlerdir.319
Marifet ehlinin dediklerine göre halk davet eden bütün pey-
gamberlerin maksatlar dört eydir. Her ne kadar çok söz söyle-
yip pek çok hükümleri açkladlarsa da onlarn davetten maksat-
lar dört eydir.
317 Bakara 146.
318 bnü'l-Arabî, Risaleler, çev.Vahdettin nce, stanbul, 2005, c.l, s.44.
319 ems-i Tebrîzî, Makâlât, çev.Mehmet Nuri Gençosman, c.l, stanbul, 2006, s.4l.
Ayet 4
228
Birincisi insanlarn dünyay terk etmeleri, dünyaya aldanmama-
lar, dünyadan ihtiyaca yettii kadaryla iktifa etmeleri (yetinme-
leri) ve mal ve mevkinin çeitli azaplara sebep olduunu kesin-
likle bilmeleridir.
kincisi insanlarn kötü ahlâktan arnmalar, iyi ahlâkla süslen-
meleridir.
Üçüncüsü, insanlarn doru sözlü, doru amelli olmalardr.
Dördüncüsü, insanlarn ilim örenmeyi kafalarna koymalar,
acizlik ve bilgisizliklerini itiraf etmeleri, kendi peygamberleri-
ni izlemeleridir. Yani peygamberlerin dediklerini kabul edip ye-
rine getirmeleri, kendi aklna uyup bir yol tutturmamalar, hiç
bilmedikleri, cahilliklerinden de habersiz olduklarn itiraf et-
meleridir.
Onlarn davetten maksad bu dört eydi. Zîrâ dünya sevgisi bela
ve fitnelere (sknt, fesat) sebep olur. Kötü ahlâk cehennem, iyi
ahlâk ise cennettir. Doru sözlü ve doru amelli olan kimse in-
sanlar arasnda dâima azizdir. Onun rzk her zaman bol olur.
Yalan söyleyen dâima insanlar arasnda rezil olur. Rzk da sü-
rekli kt olur. lim örenme davasnda olmak, acizlik ve cahilli-
ini ikrar etmek, kendi akl ve ilmine güvenmemek, kendi pey-
gamberini izlemek, onun erîatine uymak dünya ve âhirette kur-
tulu sebebidir.320
Peygamberleri tasdik edin, Tanrya olan ruhu tasdik edin.
Tasdik edin; onlar domu günelerdir. Onlar sizi kyametin
azablarndan kurtarrlar.
Tasdik edin; onlar kyamet kopmadan önce, oraya varmanz-
dan evvel sizi de nûrlandran, âlemi de nûrlandran aydn do-
lunaydr.
Tasdik edin; onlar karanlklar aydnlatan klardr. Ulu tutun,
arlayn. Onlar, rica ve niyaz anahtarlardr.
320 Azizüddin Nesefî, Tasavvufta nsan Meselesi I nsan- Kâmil, stanbul, 1990, s. 189-190.
BAKARA229
Hayrnzdan baka bir ey dilemeyenleri tasdik edin.321
• Râbetu l-kulûbe bi-hubbihî fe-tenevverat
Ve tetahherat min levsi dâhiyeti'l-'amâ
Ve teselselet eydVr-ricâli bi-vuslatin
Li-yedin bi-sâhibihâ teerrefeti's-semâ
Fe-li-sirr mâ kezebe'l-fuâdu efk terâ
Sirren bi-kalbike kem ile'l-'ulyâ semâ
Ve terâ bi-tarzi yedi'ttisâlike müntehâ
Inne llezîneyübâyi 'ûneke innemâ
Yâni: Onlar, Onun sevgisiyle kalpleri baladlar, gönülleri nûr-
land ve körlük musibetinin kirinden temizlendiler. O erlerin el-
leri öyle bir kimsenin eline ulat ki, o elin sahibi yüzü suyu hür-
metine se-mâ ereflendi. "Mâ kezebe'l-fuâdu" (Gördüünü kalbi
yalanlamad.) (Necm, 11) srrna yüksel! Kalbindeki srrn ne ka-
dar yükseklere ulatn görürsün. Ve yine böylece elinin ula-
t yerin sonunda "înnellezîneyübâyi1
ûneke innemâ.
.
." (Muhak-
kak ki sana biat edenler ancak Allah a biat etmektedirler) (Fetih,
10) srr olduunu görürsün.322
• Bize benliimizi ve insani vazifelerimizi bildirmeye hizmet eden
büyük ruh üstatlarna
Teveccüh (yönelme) etmemiz, yüz döndürmemiz lâzmdr. Çün-
kü bunu bilmemiz lâzmdr ki gönül bilgisinin kitab yoktur.
Yûnus Emre'nin dedii gibi:
Dört kitabn mânâsn okudum hâsl ettim
Aka gelince gördüm bir uzun hece imi
Bununla demek istiyor ki: Dört kitab okuyup mânâsn anla-
yan bile bundan bir mânâ çkaramaz. Nihayeti olmayan; insa-
nn ömrünce deil, kâinatn ömrünce süren uzun bir hece... Bü-
321 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.230, beyit. 2834-2838.
322 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008, s.197.
Ayet 4
230
tün mânâlar bir hecenin içinde olduu hâlde mânâs belli de-
il... Çünkü bunun dili hâl dilidir. Buna ledün ilmi ve bâtn ilmi
isimleri de verilir.
Her ilmin ve sanatn ayr ayr hocas olduu gibi ruh ilminin
de hocas vardr. Her ilim ve sanat talibi kendi bildiklerini unu-
tup, onun gösterip örettiklerine gözünü kulan açar ve üs-
tadnn ilmine itiraz etmez ve teslim olursa, hocasnn bilgisini
kazanabilir. 323
Bu birbirine giren mânâ yollar arasnda; nefsi bilmenin ve
Allah'a arif olmann tam yolu nasl bulunur? dersen...
-Yol birdir... Nefsi ve yüce Allah' anlamaya götüren yol ise, bile-
sin ki: Allah vard ve Onunla ikili bir ey yoktu. u an dahi öy-
ledir. Yani Yüce Allah var ve Onunla ikili bir ey yok...324
Dört kitabn dedii bir sözdür anlarsan
Dost ile bakî kalan biryüzdür anlarsan.,
325
Asrlardan beri, bütün müminler, Yaratana 'Bizi doru yola ilet!'
diyorlar. Böylelikle saysz insan, tek bir yola gitmek istiyor. Sen
gidenlerin çokluuna aldanma, gittikleri yolun birliine bak!
Yeryüzüne bunca nebî ve bunca velî gelmi, her biri, ayr tarikat
kurup, ayr dinler getirmi. Sen bu tarîkatlerin bakalna ve
dinlerin ayrlna bakp aldanma. Çünkü onlarn hepsi insan-
lar ayn doru yola, ayn Allah'a götürmek için birlemilerdir.
Gösterdikleri hak ve hakikat birdir.326
'Yessir lenâ ilme lâ ilahe illallah' yani 'Yâ Rabbî, bize sonsuz bir
ilim olan lâ ilahe illallah ilmini müyesser (kolaylkla olan) kl da
örenelim, bilelim!'
323 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.448.
324 bnü'l-Arabî, Mir'âtü'l-rfan, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, Mays 2000, s. 31-32.
325 Abdülkâdir Geylânî, Mektûbât- Geylânî, çev.Seyyid Hüseyin Fevzi Paa, stanbul,
1997, s.250.
326 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.450.
BAKARA231
Resûlullah efendimiz: "Benim ve benden evvel gelen peygamberle-
rin söyledikleri en faziletli söz, lâ ilahe illallah 'tr" buyurmutur.
Esasen dünyaya gelmekten maksat budur. Vazifemiz lâ ilahe il-
lallah demeyi bilmektir.
La ilahe illallah ilminden maksat, tesbîhi ele alp onu yüzbinler-
ce defa çekmek deil, bitmez tükenmez mânâ-y erifini örenip
ve kendi mevhum {yokken var sanlan) vücûdunu la ilaheye atp
illallah ' isbât etmektir. 327
"âhirete îmân ederler"
Âhiret
Kur'ân- Kerîm'de en çok geçen terimlerden biridir. Kelime an-
lamyla, sonra, sonradan gelen, daha sonra olacak olan demektir.
Kur'ân bu kelimeyi, kart olan ûlâ {önceki, önce olan) kelimesi
ile birlikte de kullanr. Âhiret - ûlâ ilikisinde de Kur'ân'nn be-
nimsedii evrensel prensip öyle verilmektedir. "u bir gerçek ki,
âhiret senin için ûlâdan daha hayrldr. " (Duhâ, 4)
Âhiret kavram, Kur'ân diyalektii açsndan baktmzda öy-
le ifadeye konulmaktadr. çinde bulunduumuz ann üstündeki
boyut. Âhiret mutlak anlamda daha sonras eklinde ifade edile-
bilir. Bulunduumuz an ve boyut ne olursa olsun, ondan bir son-
ras ve üstü vardr.
O hâlde âhirete îmân, en geni anlamda, hayatn ve oluun sü-
rekliliine îmândr. Her an bir önceki ana göre âhirettir. nsan bu
âhiretler serisinden her birinin hesabn vermek durumundadr...
Kur'ân- Kerîm'in âhiretle ilgili tespitleri incelendiinde, u so-
nuçlara ulalabilmektedir. Her sonraki an bir öncekinden daha
ileri ve üstündür. Çünkü hayat geriye adm atmaz. Gidi sürek-
li iyiye ve güzeledir.
327 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.538-539.
Ayet 4
232
Bunlardan çkabilecek bir sonuç da udur: Sonsuz sayda âhiret
vardr. Çünkü oluum ve insann tekâmül (olgunlamak, kemâl
bulmak) aamalar sonsuzdur. Ancak unu da unutmamak ge-
rekir. Kur'ân- Kerîm âhiretle, insanln son hesap gününü de
kastetmektedir, ki biz bunu günlük dilde bazen maher, bazen
kyamet terimleri ile ifade etmekteyiz.
Bu son anlamda âhiret, Kur'ân'da âhiret hayat ve âhiret yurdu
olarak dile getirilmektedir ki, en geni anlamyla, ölümden son-
raki hayat demektir. Ve bu anlamda âhirete îmân Kur'ân'n son-
suz kurtuluu garantilemede art kotuu kabullerden biridir.328
Allah'a gerçekten îmân etmek; Ona âhiret gününe, meleklere ki-
taplara ve peygamberlere îmân gerektirir. Çünkü âhiret günü-
ne îmân, kalbe Allah korkusunu yerletirir. Neticede kul, Allah'a
îmân konusunda ve fiillerinde haddi aamaz.329
Hakk Teâlâ'ya inanmak îmândr, buyruunu tutmak da îmândr,
meleklerine inanmak da îmândr. Her kiiye 360 melek baldr,
bunca melekler arasnda edep etmezsin; hani senin meleklerine
inandn? Hz. Hac Bekta Velî ye göre haram yemek, giymek
de îmânla ilgilidir; 'Kyamete inanmak böyle deildir ki, siz ina-
nrsnz. Ger ne bulursanz helâlden haramdan yersiniz, giyersi-
niz; yani ibu inanmak mdr ki inanrsnz?' 330
unu iyi bil ki!
Asl olan dünyada ilenen amellerdir ki dünya da ilenen amelle-
rin fer'i ise; âhirette görecein itir.
Âhiret, kyamet günü orada olacak ilerden baka bir ey de-
ildir.
328 Yaar Nuri Öztürk, Kur'ân- Kerim Ansiklopedisi, stanbul, 1990, s. 20-21.
329 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri I el-Mecâlisü's-Seniyye, stanbul, 1996, s. 15-16 .
330 Musa b. eyh Tahir Tokad, smail Hakk Bursevî, Hac Bekta Velî, MuhammedNuru'l Arabî, Gayb Bahçelerinden Sesleniler, haz.Tahir Hafzaliolu, stanbul, 2003,
s.161-162.
BAKARA233
Orada olacak iler ise; ancak insan amelinin bir neticesidir.331
Herey bu dünyadadr; âhiret de bu dünyann içindedir.332
Allah Teâlâ, içindekilerin tümü ile âhireti; dünyadan bir nüs-
ha kld.
Dünyay; Hakk'tan bir nüsha kld.
Dünya asldr; Âhiret onun fer'i saylr.
-"Dünya âhiretin ekim yeridir."
Mealindeki hadîs-i erif, bu mânây anlatr. 333
Resûlullah Nebe' sûresi,18. âyetini (O gün sûra üfürülecek de he-
piniz bölük bölük geleceksiniz) tefsir buyurduklar srada "Yarn
âhirette herkes, bu dünyada neyin malubu ise ve en fazla ne ile
megul oluyorsa, yani o kimseye hangi huyu galip ise, âhirette de o
huyunun îcâb ne ise onunla hasr olacaktr. " buyurmulardr. 334
Dünyada nimetlerle azaplar, azaplarla nimetler karm vaziyet-
tedir. Âhirette ise cennet bütünüyle nimettir. Cehennem de bü-
tünüyle azaptr. Dünyadaki karm bu dünyadan öte dünyaya
intikâl eden (geçen) varlklar için son bulacaktr. Çünkü âhiret
hayat dünya hayatnda olduu gibi, karm kabul etmez. Dün-
ya ve âhiret hayat arasnda en büyük fark budur.335
Bil ki!.. Âhiretin, hisse dayal eyleri, dünyann hisse dayal ey-
lerinden daha kuvvetlidir.
Bunun gibi âhiretin lezzet babndaki ileri, dünyann lezzete dair
ilerinden daha lezzetlidir.
Âhiretin zorluklar ise, dünya zorluklarndan daha zordur!..
Bunun sebebi udur:
331 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.302.
332 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.545.
333 Abdülkerîm b.ibrahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.302.
334 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.569-570.
335 bnü'l-Arabî, Marifet ve Hikmet, çev.Mahmut Kank, stanbul, 1995, s.221.
Ayet 4
234
Ruh, âhirette, kendisine sevilen ve kötü olarak gelenleri kabul
için, tamamen botur!
Ruh, dünyada ise böyle deildir.
Zîrâ bu cisim, kesafeti (kalnlk, bulanklk) icâb, kendisine uya-
n ve uymayan kabul etmesi için ruhu bo brakmaz. Dünya ha-
yatnda, ruhun ancak bir yann bo bulabilirsin.
Sana bunu misâl yollu erh edeyim öyle ki. .
.
Misâl olarak taam {yemek) yiyen bir ahs ele alalm.
O ahs, taam yerken, kalbi tamamen yedii taam ile megul de-
ildir. Bir yandan yemek yer, bir yandan da baka önemli bir ii-
ni düünür.
Bu yüzden yedii taamn (yemek) lezzetine tam varamaz. Ki bu
hâlin sebebi; zihninde baka ii tahayyül (hayal etmek) eyledi-
indendir. Yani yedii taamdan gelen lezzete ruhu tam boal-
m deildir.
erh edilen bu mânâ sebebiyledir ki âhiret dünyadan daha e-
reflidir.
Her ne kadar, dünya âhiretin anas ise de buna ama. Nice ço-
cuklar var ki anasndan babasndan, eref itibar ile daha yük-
sektir.
Bu mânâdan baklnca, dünya asl ise de, âhiret Allah katnda
daha erefli ve daha faziletlidir.
te kendi kapsamnda bulunan hakikat îcâb, âhiretin durumu
budur.
Âhiret, her ne kadar dünyann neticesi ise de, dünyadan daha
faziletli, daha geni ve daha ereflidir. Çünkü âhiret ruhlardan
yaratlmtr. Ruhlar ise nûrânî letafete (latiflik) sahiptirler.
Latif olan eyler, kesîf olanlardan daha deerlidir.
Âhiret, izzet ve kudret yeridir. Engellerden kurtulan kimseler,
orada istediini yaparlar. Bunlar cennet ehli olanlardr.
Dünya ise, zillet (hakirlik, horluk) ve acizlik yeridir.
BAKARA235
Âhiret ehli ise, içinde bulunduklar nimetin dâima daha iyisi-
ni bulurlar. Onlara pe pee hesapsz, biri dierinden daha güzel
nimetler ard ardna gelir.336
Bir hadîs-i erifte: "ilerde hesaba çekilmezden evvel hesaplarnz
burada görünüz. Amelleriniz tartlmadan evvel burada tartnz ve
ölüm gelmezden evvel burada ölünüz!"'buyuruyor. 337
Bu dünya hayatndan sonra mecburî ölüm geldiinde, burada
iken asllaryla ainalk kuramayp hakikatle bili tutamayanlar,
asln bulamayanlar orada da bulamaz, yalnz hayr ve serde ne
isledilerse onun ecrini görürler.338
Dünya ile alakan kopar, âzâd (özgür) ol ki, ölümü ihtar eden
bu tefekkürât (derin düünmeler) sana tesir etsin. Zira bu ölüm,
âhirete douunda ki ilk durandr ki ruh berzahta zahir olur.
Ve sonra ikinci durumun zuhur (ortaya çkmak) eder ki bu da
cismâni diriliindir. Sonra mizan, hesap, srat ve cennet ve ce-
hennem duraklarna intikâl eder. Binaenaleyh imdiki dünya
hayatnda dünya sana hâmiledir. Ve bu cisim âhirete doacak
olan ruhun için bir döl yata gibidir. Öldüün vakit doum ger-
çekleir ve ruhun berzaha doar. Sen (annenin karnnda) cenin
hâlinde iken dünya hayatnda çeitli lezzet ve elemler bulundu-
unu bilmez ve idrâk etmez idin. Ne zaman ki dünyaya dodun,
bunlar vücûdunun hâlden hâle geçii içinde peyderpey zev-
kan bildin ve gördün. imdi, dünyada ruhun cenin halindedir.
Uhrevî (âhirete dair) hayattaki lezzet ve elemleri bilmez hâldesin.
Ne zaman ki ölüp âhiret âlemine doarsn, orada ki elemleri ve
lezzetleri dünyada gördüün ve zevken bildiin gibi görür ve bi-
lirsin. Ve sana enbiyâ ve evliyann haber verdikleri hâlde inan-
336 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.305-
306.
337 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.569.
338 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.308.
Ayet 4
236
madiin durumlara vâkf olursun. Ve bu âlemde Allah Teâlâ'nn
söz verdii mükâfatlardan ve tehditlerinden, yani nimet ve azap-
tan, hazrlad eyleri gözünle görerek, dünya hayatna aldanp
bunlar yalanlayp inkâr ettiine piman olursun. 339
• Hayat ölümdedir. Asl hayat oradadr. Cisme bal oldukça, tam
vuslat (kavuma) müyesser (kolaylkla olan) olmaz. Lâkin kazanç
bu vücutta olur. Tâ annenin karnndan bu güne kadar geçirdi-
in zaman düün! Biri birinden ne kadar farkl! O hâlde daha
ileriki hayatta bunlardan fazlas neden olmasn? O âlemde bu
âlemdeki neelerin saylamayacak kadar üstünde nee vardr.
Orada ben sensin, sen de benim! Esasen buraya geliimiz de o
neelere istidat peyda etmek içindir.340
• nsan öldükten sonra da sâlih amelleriyle güzel huy ve hareketle-
rinden örülmü bir cisme bürünecek ki bunun adna nûrânî ci-
sim ve nûrânî beden nam verilir.341
• Kabrin ziyneti (süs) kalbin nûrânîyetidir. Sen ne kadar süslensen,
mücevherler taksan, bundan kalbine ne fayda ? te, vücud da bir
nevi kabirdir. Kalbin nûrânî olursa, bu nûr da da akseder. Seni
âleme de sevdirir, bambaka hâle koyar.
Sen insann öldükten sonra girecei kabri düünme, vücûdun
kabrine bak, onu mâmur etmeye, nûrlandrmaya çal.
Hadîs-i erifte: Nur kalbe vâsl (kavuan) olduu vakit, kalp
inirah (ferahlk) bulur, geniler, buyurulmutur. Bunun alâmeti
nedir yâ Resûlullah? denilince, "Dünyadan el etek çekmek ve
yüzünü âhirete döndürmek, ölüm gelmezden evvel ölüme hazr
olmaktr," buyurulmutur.
339 bnül-Arabî, Tedbîrât- llâhiyye, çev.Ahmed Avni Konuk, haz. Prof. Dr. Mustafa Tah-
ral, stanbul, 2001, s.340-341.
340 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.273.
341 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.262.
BAKARA237
Amma dünyadan el etek çekmek, bir köeye çekilip, elde tesbîh,
ii gücü terk etmek demek deildir. Dünyadan kalben muhabbe-
ti kesmektir. Dünya nedir? Seni Allah'tan alkoyan her ey dün-
yadr.
Onun için dünyadan gitmeden evvel, bu vücud kabrini ziynet-
lendirmek lâzmdr. Yoksa dünyann aaa ve ziynetlerinin kal-
bin huzuruna asla tesiri olmaz. Nice varlkl kimseler görürüz ki
içleri adeta akrep, çiyanlar ile doludur. Onun için i, burada te-
mizlenmek, har u neri burada görmek, hesab kitab burada
yapmaktr.
• Srat geçmek için âhireti beklemeye gerek yok! Onu, bura-
da geçmektesin. Gafletin yeri, vakti, zaman deil! Buras mu-
harebe meydandr. Kurun kime isabet ederse o gider. Gybet,
arabozuculuk, yalan, iki yüzlülük ve gaflette bulunmayn! Her
yerde Hakk' seyredin. Hâsl kimseyi incitmeyin! Onun için
Resûlullah efendimiz: "Öldükten sonra banza gelecekleri bilse-
niz uzanp yatamaz, kana kana su içemez, basnz alp dadan
daa kaçardnz!'"buyuruyor. 343
• Âhireti isteyen dünyadan zâhid (küçümsemek) olmaldr.
Allah' isteyen ise, âhiretten zâhid olmaldr. Dünyay âhiret
için, âhireti de Rabbine kavumak için terketmelidir. Kalbin-
de dünya lezzetlerinden ve ehvetlerinden herhangi bir ey bu-
lunan, rahat arzulayan; yiyecek, içecek, giyecek, evlilik, mes-
ken, binek arzulayan be ibâdetin bilgisinin yansra, fkh,
hadîs rivayeti, Kur'ân kraati {düzgün okuma) ve rivayeti, na-
hiv (gramer), edebiyat gibi ilimlerde riyasete (reislik) soyu-
nan, fakirlikten kurtulup zenginlik isteyen, belalardan kur-
tulup afiyet üzere olmay arzulayan, özetle, belalardan kurtu-
lup menfaatlere kavumay arzulayan, gerçekten zâhid deil-
dir. Çünkü bu saylarn her birisinde nefsin pay, arzularn et-
342 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 594.
343 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.201.
Ayet 4
238
kisi vardr. Hepsi dünyalktr ve kalpten çkarlmaya çallma-
ldr. Dünyada zâhid olunabilmesi buna baldr. Bu gerçek-
letii takdirde, hüzünler sona erer, kalpten skntlar gider, ra-
hatlk ve huzur gelir. Kalp, Allah'la ünsiyet (dostluk) bulur. Al-
lah Resulünün ifade ettii gibi; "Dünyadan zâhidlik etmek, kal-
bi ve bedeni rahatlatr. " Kalpte, ifade olunan eylerin biri oldu-
u müddetçe sknt, huzursuzluk ve endielerden kurtulamaz.
Allah'la arasndaki perde devam eder. Bunlarn hepsi, gönül-
den dünya zevklerinin çkmas ile düzelir. Sonrasnda âhiret
ve nimetlerinden zâhidlik edilmelidir. Derecelerden, makam-
lardan, hurilerden, saraylardan, bahçelerden, bineceklerden, yi-
yecek, içecek ve giyeceklerden feragat edilmelidir. Amellerine
karlk, dünyada da, âhirette de, mükâfat istenmemelidir. Bu
takdirde Allah'a kavumak mümkün olur. Allah ona rahmeti
ve lütfü ile muamele eder. Peygamberlerine, velîlere, sâlihlere
yapt gibi onu kendisine yaknlatrr ve bu hâl hayat boyun-
ca artarak devam eder. Sonra âhirete intikâl (göçmek) eder. Ve
hiç kimsenin duyup görmedii hayal bile edemeyecei, vasf-
larn ifadeden akllarn âciz kalaca nimetlere gark (batmak)
edilir.344
Ey âhiret adam! Senin için de iki ey lâzmdr: lim ve marifet.
Bunlarn biri bilmek, dieri ilemektir.
Bilmek, neyi bilmek? Yapmak, neyi yapmak?
te birincisi nefsini slâh etmek; dieri de Allah'a ükür edici ol-
mak ve etraftan gelen hâdiseleri Allah'tan bilerek sabretmek, se-
fadan cefâdan her ne gelirse buna raz olup Allah'a teslim-i tam
ile teslim olmak ve her türlü iini Hakka smarlamaktr.
Ey âhiret adam, ite bunu yapabilirsen, dünyay da âhireti de
ho geçirirsin!345
Bir insanda, yapt kötü ilerden, vicdanndan, Allah'tan, dier
kimselerden mesul olmak korku ve endiesi olmaldr. Mükâfat
344 Abdülkâdir Geylânî, Fütuh'ul Gayb, stanbul, 1996, s. 176-177.
345 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.393.
BAKARA239
fikri ise, gene kendi vicdannn huzuru, umumun honutluu
ve Hakk'n rzâs endiesi olmaldr. Hâsl insann dünyasn da
âhiretini de mâmur (îmâr etmek) eden mekârim-i ahlâktr (güzel
ahlâk, peygamber ahlâk). 346
Üzerinden geçtiin ve Cennete ulancaya kadar Hakk'n ayak-
larn sâbitletirdii srat, srâtu'l-hüdâ'dr. Sen onu dünya ha-
yatnda zahiri ve batini sâlih amellerinden kendin için ina et-
misindir. Söz konusu srat, bu dünya hayatnda manevî olarak
bulunur; sureti müahede edilmez. Kyamet Gününde ise cehen-
nem üzerine ba har, sonu ise cennetin kapsna uzanacak e-
kilde duyulur bir köprü olarak uzatlr. Sen de, onu gördüünde
onun kendi eserin ve ürünün olduunu anlarsn. Ayrca anlarsn
ki: O köprü, dünya hayatnda senin tabiat cehenneminin üzeri-
ne uzatlm bir köprüydü.
Metinden u ortaya çkar: insanlar maherde toplanacaklardr
ve kendilerini cennetten cehennem ayracaktr. Cehennemi geç-
mek için mutlaka bir köprü (srat) gerekir. te bu köprü, insan-
larn dünya hayatndaki amelleridir. Buna göre insanlarn hayrl
amelleri çok olduunda, köprü geniler ve üzerinden geçmek ko-
lay ve rahat olur. Srât- müstakim bnü'l-Arabî'ye göre Allah'n
yolu anlamndaki srâtullah, baka bir ifadeyle Allah'a ulatran
yol' demektir. 347
nsan tabiî ölümle öldükten sonra mezara girer ve kabirde nice
müddet gömülü kaldktan sonra cesetler dirilip harolur. Böyle-
ce de kyametin srr ve hakikati o gün zuhura gelir ve hakikatler,
herkese o gün ayan ve aikâr olur.
Bir de manevî dirili vardr ki bunda insan ihtiyarî ölümle
ölüp fânî olduktan sonra mecazî vücud kaydndan kurtularak
zât nurlar içinde bir çok müddet gömülü kalr. Sonra Cenâb-
346 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.652.
347 Suad El-Hakîm, bnü'l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s.564.
Ayet 4
240
Hakk ona: Benim sfatlarmla ortaya çk seni gören beni görür,
buyurur. O kimse, o mertebede evvel âhirdir, âhir evveldir, der.
Biz dirili meselesinin yalnz birinci ksmn yani ana rahmin-
den douu biliyorduk. Fakat bir de mânevi dirili hakikatini
ortaya koyunca, bâtnn, ayn zahir olduu meydana çkt. tebu dünya suretinde de bâtn âleminin mevcudiyetini ayn ölçü-
ler ile anlayabiliriz. Hz. Niyazi'nin dedii gibi: Hakk'tan ayan
bir nesne yok - Gözsüzlere pinhân (gizli) imi.
Sadece surette kalanlara hakikati anlamak haram oldu. tebu hakikatleri onlar ancak kyamet gününde görüp idrâk
edebileceklerdir.348
Siz, dîni nasl bir yapacaksnz? Bu ancak kyamette bir olur. Bu-
ras dünya olduuna göre, bu imkânszdr. Çünkü burada, her
birinin çeitli dilei ve istei vardr. Burada bir olamaz ve bu, an-
cak kyamette mümkün olabilir. Orada hepsi bir olur, hepsi ayn
yere bakar ve bir tek kulak, bir tek dil hâline gelirler.
nsanda bir çok eyler mevcuttur. (Meselâ) Fare vardr, ku vardr.
Ku kafesi yukar kaldrr; fare aa çeker. nsanda daha bunun
gibi binlerce çeitli yrtc hayvanlar bulunur. Bunlar eer, fare fa-
reliini, ku da kuluunu brakrsa, hepsi birleir ve istenilen ey
de meydana gelmi olur. Çünkü istenen ne yukar ne de aadr.Ve de istenilen hâsl olunca, ne yukar ne de aa kalr.
Birisi bir ey kaybetmi. Sada, solda, önde ve arkada aryor. Bul-
duu zaman ne sa ne solu, ne önü ne de arkay arar. Bunlarn
hepsi bir olur. Kyamet gününde nazarlar birleir. Diller, kulak-
lar ve duygular bir olur. Meselâ on kiinin müterek bir bahçesi
veya dükkan bulunsa, hepsinin sözleri, kayglar bir olur ve hep-
si bir eyle urarlar. Çünkü istedikleri ey bir olmutur.
Kyamet gününde hepsinin ii Tanrya düer. Yani hepsi Tan-
r ile megul olur ve hepsi bunda birleir. Bunun gibi, dünya-
da herkes bir ile urar. Kimi kadn sevgisiyle, kimi mal top-
348 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.249.
BAKARA241
lamakla, kimi kazanmak, kimi de bilgi elde etmekle urar;
bunlardan birinden zevk alr ve holanr. Hepsi de: "Benim
dermanm, saadetim ve huzurum bundadr," der ve ona ina-
nr. Bu da Tanrnn bir rahmetidir. Çünkü insan, o sevdii
eye gider, onu arar ve bulamayp geri döner, bir zaman bek-
ler ve kendi kendine: "Bu zevk ve rahmet aranlmaa deer;
belki ben iyi arayamadm tekrar arayaym", diye, yeniden ara-
maa balar. Fakat, yine bulamaz. Böylece Tanrnn rahmeti
ona perdesiz olarak yüz gösterinceye kadar devam eder. Rah-
met yüz gösterdikten sonra, bu tuttuu yolun, gerçek yol olma-
dn anlar.349
• Ama hakikat Leyla'snn yüzünden nikab (peçe) kaldrmak için
ak nuru lâzmdr. Bu sebeple brahim Edhem Hz.: Allah' gör-
mek için üç ey lâzmdr, buyuruyor.
Birincisi; Dünya ve âhiret sana verilse memnun olmamak,
ikincisi; Dünya ve âhiret senden alnsa kederlenmemek, yani
gama ve ye'se dümemek.
Üçüncüsü de medh (övgü) ve zem (yergi) olunmaktan müteessir
(üzülmek) olmamaktr.
te bunlar, o hakikat Leyla'snn cemâline perdedir, hicaptr.
Ak illa aktr ki o hakikat Leyla'sn gizleyen kötülüklerin yan-
masna sebep olur. Baka türlü bu esrar perdesinin kalkmasna
imkân yoktur. 350
• Cenâb- Hakk âhirette kullarna tecellî edecek ancak dünyada
ne ile ve kiminle megul ise ondan tecellî edecektir.351
• Kâmil insanda: nsan, dünya ve âhiret, Muhammed ve Allah
tecellî etmitir.352
349 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.44-45.
350 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.392.
351 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.620.
352 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.543.
Ayet 4
242
• Bu Allah sevgililerinin nazarlar derya, sözleri ifa, yüzlerine
bakmak gönle sefadr. Bunlardan birini bulan bahtiyar kimseler
için dünya ve âhirette bu izzet, bu yücelik yeter.353
• Yerde gökte, dünya ve âhirette ne varsa onun gönlünde, yani
arifin kalbinde mevcuttur. Gönül o gönüldür ki dünya ve âhiret
onun bir kenarnda kaybolup gider. Hiçbir yere smayan Allah,
o gönüle sntr. 334
• Bu âlemde olan suretler, ekiller, varlklar, dirlikler hep birer ve-
him ve hayalden ibarettir. Yahut aynalarda görünen aikâr olan
akisler ve gölgelerden baka bir ey deildir.
Bu varlklarda görünen, Hakk'n evsâf (vasf) ve sfatdr. Nasl
ki suya gökteki yldzlar vesaire aksediyorsa, bu vücud suyuna
akseden de Hakk'n vasflar yldzlardr.
Yalnz kâmil insann varlnda zuhur eden Hakk'n tecellîsidir.
Bir dere kenarnda bulunan elma aacnn aksi suda görünürse
de, bu suyun içinden elma toplayp yiyemezsin.
Ama kâmil insann vücûdu suyunda elma aac kendiliinden
biter ve Hakk'n vasflar ve Hakk'n âyetleri onun içinden zuhur
eder. 355
• Malumdur ki cennet iki ksmdr. Biri bu dünyadaki dieri de
öteki dünyadaki cennet. Ne zaman ki bir kimse ölmeden evvel
ölme bahtiyarlna ererse yani kendi irade ve arzusu ile ölür-
se, onun vücûdu kabri cennet bahçelerinden biri olmu olur. Bu
mertebede kul marifet cennetine girer ve uhûd (görme, bilme)
gözüyle Hakk' görür. Dünyada öyle bir cennet vardr ki, ona gi-
ren, âhiret cennetine itiyak duymaz, buyuruluyor. "Bu cennet
nedir yâ Resûlullah?" diye sorulunca, "mârifetullahtr," diye bu-
yurdular.
353 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.440.
354 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.405.
355 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.262.
BAKARA243
Efendimiz buyuruyor ki: "Cennet aaçlarndan bir aaç bulduu-
nuz vakitte gölgesinde oturunuz ve yemilerinden yiyiniz!" "Dün-
yada bu nasl mümkün olur yâ Resûlullah?" dediklerinde, "Bir
ilim sahibini bulduunuz vakit, cennet aaçlarndan birini buldu-
nuz demektir," cevabm vermilerdir. Dünya cennetindeki Tûbâ
mesabesinde olan kâmil insann vücûdu aac gölgesinde topla-
nanlar, onun vücûdu aacndan silkileri irfan (zihni kemâl) ve
holuk meyvelerini toplarlar.356
Bana bir çok felaketler geldii hâlde, bu kahr tecellîsinin
mânâsn idrâk ettirecek yolu ve müridi bulanlar, dünyaya geli-
inin de gidiinin de mânâsn, yani dünya ve âhiretin mânâsn
bulmu demektir. Daha ne ister?357
Âhirete îmân, dînin en önemli özelliidir. Bunlara ina-
nanlar hidâyete erer. ste bu kiiler srât- müstakim üzere-
dirler. Âhireteyaknlk, zaman ve mekân aarak gerçekle-
ebilir. Ancak böyle gerçee yakîn olunur.
'Onlar âhirete yakîn olmulardr Bu yakînlik için gay-
ret gerekir. Gayret, namaz ve infâk ile olur. Burada Hz.
Mevlânâ 'nn sözünün idrâki gerekir:
'Hayat bir satranç oyunudur. Balangç ve biti bellidir.
Talar oynayn bile bellidir. Burada sana düen oynay
tarz ile zevk almandr.
'
nanmam' kelimesinin 'gayba îmân da yeri yoktur. Hiçbir
zaman dememeye gayret etmelidir. Namaz ve infâk ile ula-
acamz yer ' âhirete yakîn olmaktr.' 358
356 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.578.
357 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.381-382.
358 Derleyenin Notu.
ii
»
AYET 5:
Ülâike alâ hüden min rabbihim ve
ülâike hümü'l-müflihûne
te Rablarnn yolunda olanlar ve
(bir gün) felaha kavuacaklar onlardr.
(Kenan Rifâî Hz.)
Bunlar, ite Rablerinden bir hidâyet üzerindedirler ve
bunlar felaha erenlerdir.
(Elmall Hamdi Yazr)
te onlar, Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler ve
kurtulua erenler de ancak onlardr.
(Diyanet)
(3. ve 4. âyetlerin nda)Burada aikâr olan; kitaba kar üphe, yalnz müminler için
kaldrlyor. Onlar kitaba îmân eylediler lâkin delili naza-
ra almadlar. Akln baland kaytlara balanp kalmadlar. .
.
Kendilerine gelen her eyi seksiz üphesiz kabul eylediler.
Kendilerine haber verilen eyin vukuuna kesin îmân ettiler.
Hem de übhesiz.
Ayet 5
246
Bir kimsenin îmân delillerle nazarla kalrsa, akl kayd ile ba-
lanp durursa, o kitaba, ekle bakar.
Yeri gelmiken bildirelim ki: Kelâm ilminin kurulmas; ancak
mülhidlere {dinsiz, imansz, saptmlard) kar müdâfaa için
oldu, ayrca bir de bunlarn dnda kalan bid atçlar (peygamber
zamannda olmayan âdetleri çkaranlar) için. .
.
Zîrâ îmân: Allah'n nurlarndan bir nûr'dur.
Allah Teâlâ, o nûr'la, kuluna önü ve sonu gösterir.359
Rablerinin hidâyeti ya kendisine ya da yurduna, yani Dâru's-
selâma (cennete), fazilete, sevap ve lütfa iletir. Onlar baka deil
sadece kurtulu ehlidirler; bir cezadan veya bir perdeden dolay.
Bu yüzden 'ite onlar...' eklinde bir ifade kullanlmtr. Yani
arnma ve bezenme gibi sözü edilen sfatlara sahip olanlar 'Rab-
lerinden gelen bir hidâyet üzeredirler ve kurtulua erenler de an-
cak onlardr'. Kurtulua ermeleri, Rablerinden gelen bir hidâyet
(doru yola, hak yola girmek) üzere olmalarndan kaynaklanyor.
Buna göre ilk 'îmân edenler' ifadesi gramatik açdan mübtedâ,
ikinci 'îmân edenler' ifadesi ona matuf (ait), 'ite onlar' ifadesi
de müptedann haberidir. Eer muttakîler ifadesinin sfat kabul
edilse, bu takdirde onlardan maksat, hidâyetten sonra takvada
kemâle eren kimseler olur. Dolaysyla, bir eyin önünde sonun-
da varaca bir hâlle önceden isimlendirilmesi anlamnda mecaz
sayl ir360
"Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler"
Rab:
Ra, ba çeitli köklere delâlet (iaret) eder. Birincisi 'bir eyi slâh
etmek' ve 'onun banda durmak'. Bu anlamda Rab, Melik (hü-
359 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.436.
360 bnü'l-Arabî, Tefsir- i Kebîr Te'vilât, stanbul, c. I, s. 38.
BAKARA247
kümdar), Halik (Yaratan) ve Sahib'tir. Rab bir eyi slâh edendir.
Allah Rabdir; çünkü yaratklarnn ilerini slâh eder.361
Er-Rab ismi, Mâlik anlamna gelir. Ayrca terbiye eden, slâh
eden anlamna da gelir. Efendi, Mürebbî (terbiye eden), Sabit an-
lamlarna da gelir.362
"Rab", cemâl ismidir ama Rubûbiyet ve kudret itibariyle de celâl
ismidir. Bir yüzü cemâle, bir yüzü de celâle bakar. Yani kemâli
müterek (ortak) isimlerdendir. 363
Her eyi tedricen (derece derece) kemâle erdiren, nezareti altnda
terbiye eden, büyüten, besleyen manasnadr. 364
Kur'ân- Kerîm'in en önemli kavramlarndan biri olup bine ya-
kn yerde geçmektedir. Bu demektir ki, Kur'ân'da Allah keli-
mesinden sonra en fazla geçen isim-sfat Rab'dr. Bir baka il-
ginç nokta da udur: Rab kelimesi geçtii yerlerin tamamna ya-
knnda "âlemlerin Rabbi, Rabbiniz, Rabbin, Rableri, Rabbim"
eklinde bir terkip (birkaç eyin beraber kullanlmas) halindedir
ve dâima Allah'n isim-sfat olarak kullanlmaktadr. Çoulu
erbâb'dr.
Kur'ân'n ilk sûresi olan Fatihann ilk âyetinde Allah kendi-
ni "Alemlerin Rabbi" olarak tantmaktadr. Bu da gösterir ki
Kur'ân'n temel konusu olan ulûhiyet (Tanrlk) Allah kavram-
nn yeri ve anlamnn hemen ardndan gelmektedir.
Rab, bir mastar olduu hâlde, terbiye edici anlamnda kullanl-
maktadr. Rab, ayn kökten türeyen, terbiye iini yürüten de-
mektir. Allah, bütün varlklarn terbiyesini yönetip yürüttü-
ü için, onun bir sfat da Rabbu'l-Alemîn dir (Alemleri terbi-
ye eden).
361 Suad El-Hakîm, Îbnü'l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s.516.
362 bnü'l-Arabî, Marifet ve Hikmet, çev.Mahmut Kank, stanbul, 1995, s.169.
363 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s. 17.
364 M. Kemal Pilavolu, Büyük Velî Muhyiddin-i Arabi Hazretleri, s. 169.
Ayet 5
248
Terbiye, müfessir Elmall Hamdi'nin de iaret ettii gibi "Bir
eyi kademe kademe tedriç ile kemâline eritirmektir ki bunun
eseri, stfâ (seçkinlik) ve tekâmül olur."
O hâlde Allah varlklar, kendisi tarafndan tesbit edilmi bir
hedefe doru tekâmül ettirmek için oluu, mutlak kudret sa-
hibi sfatyla yönlendirmekte ve yönetmektedir. nsan, Yaratc
Kudret'in, hereyden önce bu niteliiyle kar karya geldii bir
hayat sahnesinde yaad için, Kur'ân Allah'n Rab sfatna ilk
anda yer vermektedir. Allah'n bu terbiye edicilik vasf, Seyyid
Kutub'un da ifade ettii gibi, Mutlak Rubûbiyet'tir.
Ulûhiyet bahsine girite, Allah'n Rab sfat üzerinde durulma-
s gerçekten çok ilginçtir. Bu girile Kur'ân demek istemektedir
ki, benim anlatacam Allah, Deizmin, varla ilk hareketi ve-
rip, ondan sonra kenara çekilen ve Aristo'nun ilk muharrik (ha-
reket veren, harekete getiren) vasfndan öte bir role sahip görmedi-
i ilâh deildir. Tam aksine, O varlk ve oluun içinde yer alan,
fakat irade ve kuvvetiyle varl aan bir Yaratc, erdirici ve oldu-
rucudur. O bizzat oluun kendisidir. Her an yeni bir olu sergi-
leyen bir külli benliktir ki, onun isim ve sfatlarnn tecellîlerini,
biz varlk ve oluu onun araclyla fakat ayn zamanda onu da
varlk ve olu araclyla tanyor ve kavryoruz.
Rab mastarnn ism-i fail mânâsnda Allah için kullanl, olu-
un ve ulûhiyetin bir proses {süreç) olarak alglanmas gerekti-
ine dikkat çekiyor. Allah, varl yaratp marangozun yaptmasay uzaktan seyrettii gibi seyretmiyor. Aksine, o varlk ve
oluun içinde, varlk ve olu hâlinde ve Kur'ân'n Sünnetullah
[Allah \n tavr ve tarz) dedii bir seyir içinde kendini ortaya ko-
yuyor.
te âlemlerin Rabbi, u ana kadar ki bilgilerimizle kavrad-
mz, daha sonraki bilgilerimizle kavrayabileceimiz ve hiç bir
zaman kavrayamayacamz bütün âlemlerin Rabbi'dir. Onlarn
herbirini, hem kendi bana, hem de dierleriyle ilikilerinde dü-
zenler, besler, yönetir ve yönlendirir.
•
BAKARA249
Bütün âlemlerin terbiye ve yönetimi, Rab 'in nasl bir yakla-
m ve tavrna muhatap olmaktadr? Bir baka deyimle, âlemlerin
Rabbi, âlemleri çekip çevirir ve bir hedefe doru götürürken na-
sl bir tavr ortaya koyar?
Bu sorunun cevabn vermek üzere Fatihann üçüncü âyeti öy-
le konumaktadr:
"Rahman dr O, Rahimdir O" 365
Namazda Fatiha okunmas, kemâl varlnn insanda oluuna
iarettir. Çünkü insan, varln Fâtihasdr. Allah onunla varlk-
larn kilitlerini açar. Fatihay okumak; insaniyet srlar altnda,
Rabbani srlarn zuhuruna iarettir.366
Kur'ân'da Cenâb- Hakk zât- baht- ilâhîsini "Rabbü 'l-âlemin"
buyurarak, âlemlerin Rabbi olduunu, "Rabbü 's-semâvâti'
ve'l-arz" buyurarak, bütün semâvât ve arzn Rabbi olduunu,
"Rabbü'l-meriki ve'l-maribi" buyurarak, dounun ve bâtnn
Rabbi olduunu, "Rabbü 'i-felak "buyurarak, felakin Rabbi oldu-
unu, "Rabbü'n-nâs" buyurarak, nâsn Rabbi olduunu duyur-
mutur. 367
Rab için sübût {gerçekleme, meydana çkma, üpheye yer brak-
mayacak ekilde açk olma) vardr, yani Rab mefhumu dei-
mez. lâh ise isim ve sfatlarla deimektedir. "O her vakit bir
en'dedir" scyeti gereince dâima hâlden hâle girmektedir. 368
Bu isimde be hüküm vardr. (Fütühat'ta anlatlyor)
1-Telvin hükmü (renk verme, boyama): Telvin (yaradl hükmü)
üzere sübût hükmüdür ki, Cenâb- Hakk "Külle yevmin hüve fî
enin" âyetiyle her gün, her an bir andadr. Alemde hiçbir nefis,
365 Yaar Nuri Öztürk, Kur'ân- Kerim Ansiklopedisi, stanbul, 1990, s.257-259.
366 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.424.
367 M.Kemal Pilavolu, Büyük Velî Muhyiddin-i Arabi Hazretleri, s. 172.
368 bnü'l-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev.Nuri Gençosman, stanbul, s.33.
Ayet 5
250
hiçbir ey yoktur ki, dâimi surette deimesin, (idrâk için farkl
muameleye ihtiyaç vardr.)
2- Niza {çekime,anlamazlk) ehli zer' {ekilip biçilmi ekin) olan
nüfusdur ki birçok insanlar tabiatlar itibariyle, saysz ihtilaf-
larla (Rab) hakknda söz söylerler. Bunlar bu çukurdan (er-Rab)
ismî celîli ile kurtulurlar. Er-Rab ismi celîli, eriat münzir ile
{doru yola sevk etmek için tehdit ederek) bunlarn ihtilaflarn
hâlleder. (Kendi hakikatimizi anlamak için farkl isimlere ihtiyaç
vardr.)
3- Mümkünâtn meselelerine nazardr. Zaman ve mekânlarnn
birbirine mütenâsip olan tayinine, hareket ve sükûnetine, ayr-
l ve birleimine ve bunlara benzer bütün ilerine (er-Rab) ism-i
erifi istidat hâlkeder. (nsann zaman ve mekânn etkisinden kur-
tulabilmesi için Rab ismine ihtiyaç vardr.)
4- Er-Rab, insan Allah'a, âzât kabul etmeyen bir kul yapar. n-
sanlar geçmite kula kul, nefse kul, ilâhlara kul olmulardr. Er-
Rab ismi erifi, insanlar, ancak Allah'a âzât kabul etmez kul ey-
ler. (Kulluunu idrâk için Rab ismine ihtiyac vardr.)
5- Er-Rab ism-i erifi hayatn irtibatdr. Bütün mahlûkâtn g-
dasn veren odur. Gda, maddî ve manevî olmak üzere iki k-
smdr. Manevî gda akln gdasdr. Bu sebeple Kur'ân'da akla
hitap eden intibahlar {dersler, ibretler) vardr. 369
Kendindeki deerlerin hakikatini bilmek için Rab ismine
ihtiyaç vardr. 370
• Rablk özellikleri tamas itibariyle mertebe bakmndan insan-
dan daha izzetli klnm yaratk olmad gibi, kulluk özellik-
leri ile de ondan daha zelil (hor, hakir) klnm bir yaratk yok-
tur. Rablk tüm mertebelerin en yüksei olduu gibi onun kar-
t olan kulluk da tüm mertebelerin en aasdr. nsan bir yü-
369 M.Kemal Pilavolu, Büyük Velî Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, s. 170-171.
370 Derleyenin Notu.
BAKARA251
zünde rablk özelliklerini, dier yüzünde ise kulluun eksikle-
rini gösteren iki yönlü bir aynadr. En güzel ekilde yaratlm
(ahsen-i takvim) olan Rablk yönüne bakarsan, onun bütün var-
lklardan daha yüce, daha güzel olduunu, kulluk yönüne ba-
karsan bütün kâinattan daha aa olduunu görürsün. 371
Bir vakit olur ki kul, üphesiz Rab olur. Baka bir vakitte de if-
tirasz kulluk derekesine (düük dereceye) iner. Kul, kulluk de-
rekesine inerse Hakk ile geniler. Rab olursa yaay daralr.
Kul olduundan dolay nefsinin aynn görür, dilekleri üphe-
siz Hakk'tan geniler. Rab oluundan dolay da mülk ve melekût
âlemlerindeki bütün mahlûklarn kendisinden bir ey istedik-
lerini görür. Hâlbuki onlarn bu dileklerini yerine getirmekten
zâtyla âcizdir. Bundan dolay arifler bu yüzden alarlar.
O hâlde sen Rabbn kulu ol, Onun kulunun Rabb olmaya bak-
ma; sonra bu ilgi sebebiyle atee ve erimeye mahkum olursun 372
Hz. Mûsâ, Firavunun 'Âlemlerin Rabb nedir?' suâline kar ona
'Eer siz yakn ehli iseniz semâdan ibaret olan yüce âlemde ve
yerden ibaret olan aa âlemde bu âlemlerin suretleri kendisin-
de beliren zâttr' dedi.
Mûsâ Allah'n zâtn tarif için suâle fiil ile cevap verdi ve bu
suretle Tanr zâtnn tarifi Tanrnn âlemlerdeki suretlerden bi-
riyle göründüü eyle veya âlemin suretlerinden kendisinde beli-
ren bir suretle ilgili gösterdi.
Cevabna daha da ilave etti. 'Mark ve maribin Rabb' dedi.
Böylece hem zahir, hem gizli olan eyleri bir arada söyledi.
Musa'nn birinci cevab, yakn ehli kimselerin cevabdr. Bun-
lar ise yakîn ve keif erbabdr. Bu itibarla onlara 'yakn ehli ise-
niz dedi. Bu u demektir ki, eer siz yakîn ehli iseniz ben size
371 smail Ankaravî, Naket Fusus erhi, stanbul, s. 23.
372 bnü'l-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev.Nuri Gençosman, stanbul, s.57.
Ayet 5
252
ühûdunuzda ve vücûdunuzda yakîn ile sezdiiniz Rabb bildi-
ririm; ayet siz bu zümreden deil de akl ve takyid (kaytlandr-
ma) ehli iseniz ve aklî delillerin verdii neticeye göre Allah' tah-
did ederseniz (snrlandrmanz) size ikinci cevabmla karlk
veririm. 373
Eer yakîn ehli isek, bizim mânâmz olan semâmzda Al-
lah isimleriyle tecellî eder. Fakat bu tecellî maddemizde
zuhur edince eksik olur. O hâlde yaradlmta ortaya ç-
kan hâl, Allah'n isminin bozuk aynadaki tecellîsi gibi-
dir. Bu yüzden her varlkta bozuk da olsa Allah'n ismi-
nin tecellîsini gören, ayn zamanda bu tecellînin karsn-
dakinin vücûdundan dolay hatal aksettiini idrâk eden,
yakîn ehlidir. O dounun ve bâtnn zahirin ve bâtnn
Rabbidir sözü, o her eyi bilendir demektir. Eer kayt alt-
na sokuyorsanz bilin ki o her eyi bilendir.374
Rubûbiyyet
Rubûbiyyet (terbiye edicilik); mevcudat isteyen esmay gerekti ri-
ci mertebenin addr. ...
Çünkü bütün esma ve sfatlar aid olacak, taalluk (bal, alakal)
edecek varlk ister.
u konuyu da iyi bil ki! Rab isminin altnda bulunan isimler,
Allah ve halk arasnda müterek olan isimler ile, tesir ihtisas
(hususiyeti) bakmndan halka mahsus isimlerdir.375
Allah 'in Rab ismiyle yani terbiye edici ismiyle tecellî et-
mesi için baz isimlerinin vücûdgiymesi gerekir. Zîrâ kül'
373 bnü'l-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev.Nuri Gençosman, istanbul, s. 216-217.
374 Derleyenin Notu.
375 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 153.
BAKARA253
(zât) terbiye edilmeye muhtaç deil terbiye edicidir. Ama
cüz, yani parça veya vücûd giymi isim, bütünü idrâk
için terbiyeye ihtiyaç duyar. Bu yüzden Allah 'in Rab ismi
kulu ile kendi arasnda müterek (ortak) olan isimlerin
vücudgiymesiyleya da kula ait isimlerin vücud giymesiy-
le oluan varlklara tesir içindir. Kelâm, semi, basar, sa-
br, ilim, Rezzâk, vs. (Allah 'a ve halka ait isimler) Aczi-
yet, yokluk, hiçlik, kulluk (halka ait isimler).376
Hidâyet ancak Rab'dan gelir:
Hidâyet için bkz. Âyet.
2
Ittlâ- Kur'ân {örenme, bilme) muttakîlere (takva sahibi) mah-
sus bir nûr ile Kur'ân'n mânâsna muttali (vâkf, bilgisi olan)
olmaktr. Cenâb- Hakk'n tâlimi ile hâsl olur. Nitekim: "Ey
inananlar! Allah'tan saknn, peygamberine inann ki, Allah size
rahmetini iki kat versin. Size nda yürüyeceiniz bir nûr var
etsin." (Hadîd, 28) "Allah'tan saknn; Allah size öretir. " (Ba-
kara, 151)
Allah, anlamay öretendir. Cenâb- Peygamber, hüküm ve hik-
meti öretendir. Peygamberimiz ayrca idrâk yollarn bildiin-
den halk irâdyla (doru yolu gösterme) ttla {bilgi, bilme) kes-
betmeye sevkeder. Çünkü O, Allah ile mahlûkât arasnda bir
vâstadr. Nitekim: Biz size âyetlerimizi okuyacak, sizi her kö-
tülükten artacak, size Kitâb' ve hikmeti öretecek ve bilme-
diklerinizi bildirecek aranzdan bir peygamber gönderdik. Pey-
gamber bi'1-vâsta hidâyet rehberidir, tevil yoluyla deil. üp-hesiz sen doru yolu göstermektesin. Gerçek hidâyet sahibi an-
cak Allah Teâlâ'dr. Ey Muhammed sen sevdiini hidâyete sevk
edemezsin. Ama Allah dilediini hidâyee eritirir. Bütün bunlar
peygamberimizin delâlet (yol göstericilik) vâstas olduunu, asl
376 Derleyenin notu.
Ayet 5
254
hidâyetin ise Allah'tan olduunu gösterir. "Size bilmediklerinizi
öretecek bir peygamber gönderdik." (Bakara, 151) "insana bilme-
diini öreten O'dur." (Alak, 5) "Kendisine ilm-i ledün örettii-
miz" (Kehf, 65) "insan yaratan ve ona konulmay öreten O'dur."
(Rahman, 3-4)377
Eer bir ermi insan, bir pîr, bir mürid gelir de ak, muhabbet
ve hidâyet merhemini senin o azm ve aztm yarann üzerine
sürerse Allah' duymann, Allah'a âk olmann cokunluu seni
kendi nefsinden ve nefsinin yaralarndan kurtarr. çin, bilme-
diin ve o hâle gelmeden hazzndaki sonsuzluu bilemeyecein
Hakk nuruyla dolar. Hem dünya hem âhiret tasalarndan kendi-
ni âzâde (özgür) bulursun.
Bazen öyle olur ki merhem yaraya konunca, hasta ufunet (çü-
rüme) bitti sanr, kendini bir anda iyi olmu görmenin gafleti-
ne kaplr. Hâlbuki bu, sâdece yaraya birk vurmasdr. yi ol-
mak, tamamiyle Allah'n istedii gibi bir ruh olmak için tedaviye
devam lâzmdr. Müridinden ayrlma! Onun sana gösterecei
yol, sâdece yolun ba deildir. Bu yolda sonuna kadar yürümek
gerekir.
Ey yaras srtnda olan kii! Bu merhemden gafil olma. Gözlerin-
le görmediin yarann vehâmetini anla. Nefis çbann, ak, mu-
habbet ve ilâhî nur merhemiyle onarmas için müridinin fey-
zi nuruna dal! yilie yüz tuttuun anda bu nekahet {hastalk-
tan sonraki zayflk) lezzetini kendi kudretin sanma! Tekrar kibir
ve gurur çukuruna dümeden; tekrar eytan gibi, 'ben ondan üs-
tünüm,' demek gafletine sapmadan, seni iyi eden ve daha da iyi
edecek olan müridinden ayrlma!378
Kâmil oldur ki, nasrl yaraya keskin ustura ola!3 '
377 Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 167-168.
378 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.471.
379 Musa b. eyh Tahir Tokadî, smail Hakk Bursevî, Hac Bekta Velî, Muhammed
BAKARA255
Cenâb- Hakk hidâyet etmezse kul hiçbir ey yapamaz. Onun
için Allah'n lütfundan gayr ne akla ne de ilme güvenmek do-
rudur.380
• Cenâb- Hakk bir kuluna hidâyet murat ettii, yani bir kulunu
ilmen bilmek derecesinden aynen yani görerek bilmek derecesine
yükseltmek istedii vakit o kulun kalbinde hidâyet nuru tecellî
eder. te o vakit bu kulun ruhu Isa olur. Gökten Isâ indi Mehdi
tamam etti zuhur... denmesinin sebebi de budur.
Bu hidâyet, bu Rahman cezbesi geldii zaman, ruh da ruh-i izafî
olup ne kadar yaramaz ahlâk varsa, ki bunlar deccaldir, katleder.
Bunlar ölüp gidince de;
Gitti kesret, geldi vahdet oldu halvet dost ile
Hep Hakk oldu cümle âlem ehr ü bazâr kalmad
srr zuhur eder. Böylece ruh nefis, nefis de ruh olmu olur.381
• Bu sr, bu hikmetli yol bulu, bugün hâlâ bizim duygularmzn
ve bilgimizin üstündedir; gizli ve ilâhî srlarla örtülüdür.
Hakk'in cezbe ve hidâyeti imekleri sonunda insanolunu ol-
gunluun zirvelerine götürür ve ona kâmil insan sureti ba-lar. Bu, karanlkta ve karanlk gecelerde, yürekleri nurdan mah-
rum kalmann hüznü ve nefisleri kötülüe götürecek ihtiras hay-
dutlarnn korkusu içinde bunalanlar, aydnla götürecek yol-
dur.382
• Âlemde bulunan her mevcûd olanda Rabbn kemâl üzere bir
yüzü vardr.
Bu yüz ise; o mevcudun ruh suretinde olur. O mevcudun ruhu
ised duygularla görülen yap ve cesedinin sureti üzerinedir.
Bilesin bu; Hakka ait bir emirdir...
Nuru'l Arabî, Gayb Bahçelerinden Sesleniler, haz.Tahir Hafzaliolu, stanbul, 2003,
s.129.
380 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.623.
381 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.328.
382 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.558-559-
Ayet 5
256
Yani zâta bal bir itir...
Suret, Rab için, zâta bal bir emir olarak kalr. 383
• Ruhlar, Rab ismiyle ezelde karlatlar.
"Ben sizin Rabbnz deil miyim?" Evet Rabbmzsn cevabn ver-
diler" (A'râf, 172)
Cenâb- Hakkn onlara:
"Ben sizin Rabbnz deil miyim?" buyurmas, onlarda, ilâhî isti-
dad meydana getirmesidir.
Ruhlarn da "evet" cevabnda bulunmalar, ilâhî mazharlar ol-
may kabul etmelerine sebep olan kabiliyet ve istidatlarna ia-
rettir. Yine Cenâb- Hakk'n onlara; "Ben sizin Rabbiniz deil
miyim?" diye suâl buyurmas onlara ihsanda bulunduu istida-
dn icâbn ve verdii ftrî (yaratltan gelen) kabiliyetin, Onun
Rubûbiyyetini tasdik (dorulama) edip inkârda bulunmayacak-
larn bildiinden dolaydr. te bu sebeple "Belâ/evet öyle..."
cevabn vermilerdir.
Cenâb- Hakk'n da Kur'ân- Kerîm'de onlara bu ekilde ahadet
etmesi de kyamet gününde onlarn ilâhî Rubûbiyyete îmân et-
tiklerine ve tevhide kail olduklarna ahadette bulunmamz
içindir.384
• Her mahlûkun (yaratlm) ancak kendisine göre bir Rabb {ter-
biyecisi) yani Tanr's vardr. Bu itibarla Allah'n o mahlûka göre
Küll olmas imkânszdr... (Cüz olan küllü idrâk edemez.)
Hiç kimse tanrlk sfatlarn Hakk'n esiz birlii bakmndan
kavrayamaz...
Allah, mutmain yani îmân ve teslim ehli olan nefse ancak onu
çaran Rabbna dönmekle emretti. Böyle olunca nefis de Rab-
binden raz olduu hâlde onu küllden bildi. Allah, "Ey nefis, sen
383 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s. 17-18.
384 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s.320-
321.
BAKARA257
bu makam onlarn mülkü olmas dolaysyla benim kullarm aras-
na gir!'"buy urduuna göre burada sözü geçen kullar, ancak Rab-
bini bilen ve yalnz onu tanyarak ondan bakasna iltifat etme-
yen her kuldur. "Ey nefs-i mutmainne, benim cennetime gir" ki
benim örtüm onunladr, hâlbuki benim cennetim senden ba-
kas deildir, çünkü sen zâtnla beni örtersin; ben ancak senin-
le bilinirim. Nasl ki sen de benimle var olursun; bu hâle göre
seni bilen kimse beni de bildi. Hâlbuki ben de bilinemem, sen
de. Demek ki sen Rabbnn cennetine girdiin vakit kendi nef-
sine girmi oluyorsun. Rabbn tandn zaman dier marifetin
dolaysyla ve kendi nefsini bildiin marifetten baka olan bir
marifetle tanrsn. Bu suretle sen iki türlü marifete erersin. Bun-
lardan biri kendi nefsini, dolaysyla Rabbn bilmek, öteki de
nefsin vastasyla deil, Rabbinin delaletiyle ve Rabbin bilgisi yö-
nünden nefsini bilmektir. 385
Yüce Hakk kulun nefsi cihetinden Rab sfat ile tecellî eder.386
Her varln varlktan pay, kendisine eklenip de mevcûd hâle
geldii bir isim yönünden ortaya çkabilir. Ayrca ikinci aama-
da varln bekâsnn kendisine bal olduu ilâhî yardm da, bu
isim vastasyla kendisine ulaabilir. Böylece isim, gerçekte onun
Rabbi olmu olur. Allah ismi ise hepsini içermesi yönünden, bü-
tün varlklarn Rabbidir. 387
"Firavun sordu: Rabbin kimdir yâ Mûsâ?" "Mûsâ dedi ki: 'Bi-
zim Rabbimiz hereye yaratln lütfeden (ihsan eden), sonra da
hidâyete erdirendir. " (Tâ-hâ, 49-50)
Allah, kalpleri ve fikirleri kalptan kalba koyucu, deitirici-
dir. te onun için Resûlullah: "Ey kalpleri ve gözleri evirip, çevi-
ren! Kalbimi dîninde srât- müstakim üzre tesbit et, karar kldr!"
buyurur. 388
385 bnü'I-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev.Nuri Gençosman, stanbul, s.58- 60.
386 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.44.
387 Suad El-Hakîm, bnü'I-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s. 517.
388 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.244.
Ayet 5
258
• -Ben olsam öyle yapardm, o iyi yapmam deme. Bil ki insan
mutlak acz içindedir.
Bir gün Resûlullah efendimiz eytana rast gelmi ve nereye gitti-
ini sormu. O da, bir kimseyi aldatmaya gittiini söylemi. Bu-
nun üzerine efendimiz: "Yâ Rabbî, ben hidâyete memurum;fakat
hidâyetten benim elimde bir ey yoktur. eytan da dalâlete memur-
dur; fakat onun elinde de dalâletten (Hak yoldan sapmak) bir ey
yoktur, "buyurmu. Böylece de, hayr ve er nasibini veren sensin,
demek istemi. 389
• Cenâb- Hakk: "Onlar ki Rabbimiz Allah'tr dediler ve istikâmet
ettiler, onlar için korku ve endie yoktur." (Ahkâf, 13) buyuru-
yor. Bu âyet, ilmin ve amelin hülâsasdr. lmin hülâsas tevhîd;
amelin hülâsas istikâmettir. Binaenaleyh hidâyet nurunu bulan,
tabiat ve beeriyet kirlerinden kalbini temizleyen, ayar (yardan
gayr) ve mâsivâ (Allah'tan gayr herey) tozundan kurtulan kim-
seye istikâmet sahibi denir.390
Cenâb- Hakk'n yardmna mazhar olmakla mânevi rzây elde
ederek hidâyet semtine yürüyün! Dâima dâva kokusu saçan söz-
den, en büyük günah gibi saknn ve acz ile nefsinizi terbiyeden
geri durmayn. Her iinizi Cenâb- Hakka havale ederek yapn.
Rzâda sabit kadem olup, hakîkî kul ve hakîkî insan derecesi-
ne erierek nefsinizin putu olan varlktan ve nefsinize kulluktan,
puta tapar gibi saknn.
Hâsl gerçek kulluu kazanp Hakk'n rzâsnda mahvolun. 391
Cenâb- Hakk fiiliyle, kavliyle, sfat ve zâtiyle, zahir ve bâtn ta-
sarruflaryla insandan zuhur etmitir. Binâenaleyh Allah'n lü-
tuf ve keremi, kahr ve gazab insanlara yine insanlardan zuhur
eder. Keza rzk da yine onlarn elleriyle verilir. Demek oluyor
ki Cenâb- Hakk; bizden iitiyor, söylüyor ve tasarruf ediyor. O
389 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.411.
390 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.81.
391 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.479.
BAKARA259
hâlde bizim vücûdumuz Cenâb- Hakk'n fiiline kavline, zahir
ve bâtn tasarruflarna bir âlettir.
te insan, Hakk'n olan bu tasarrufu kendinden bilip de bu ta-
sarruf benimdir dedii zaman, bu cehlinden dolay nefsine zul-
metmi oluyor. Hâlbuki bu tasarruf onda iretidir ve emanettir.
Allah bunu ondan alverince ne tasarruf kalr ne de vücud... teResûlullah efendimizin "Nefsini bilen Rabbini bilir", buyurdu-
u bu srdr. 392
Nefsini bilen Rabbini bilir çünkü nefis, kul ile Rabbi arasnda
kesif bir perdedir. Nefsini bilen o perdeyi kaldrp Azz ve Celîl
olan Allah'a ve O'nun mahlûkâtna kar tevazu içinde saygl
olur. Bil ki kime nefsi tantlrsa, onun için hem dünya hem de
âhiret hayrlar irade olunmu demektir. Artk o kimsenin dgörünüü bunun zikriyle, iç âlemi bunun hamdyla meguldür.
D âlemi dank, iç âlemi derli topludur. Bu hâlini gizlemek
veya örtmek için sevinci içindedir, üzüntüsü dndadr.
O artk bir kölecik gibi kapda durur. Kendisinden ne istenece-
ini bilemez; kabul mu edilecek, red mi edilecek, kap açlacak
m, yoksa kapal m kalacak, bunlar idrâk edemez.
te böylece nefsini bilen, bütün ahvâlinde mü'minin aksine-
dir: Mümin hâl sahibidir, hâl ise deiir, deiiklie urar. Nef-
sini bilen arif makam sahibidir; makam ise sabittir, deimez.
Mü'min hâlinin deimesiyle îmânnn zail olmasndan korkar.
Bu yüzden onun üzüntüsü devaml kalbinde, sevinci ise yüzün-
dedir. O, üzüntüsüyle gezip dolar. Konumas senin çehrende
tebessüm eder; kalbi ise üzüntüden parçalanr gibi olur.
Nefsini bilen arif ise, onun üzüntüsü yüzündedir. Çünkü o, fena
amellerin encamndan (nihayet, son) korkutucu bir yüzle halkn
karsna çkar, halka iyilikle emreder, kötülükten onlar mene-
der. Bütün bunlar Hz. Resûlullah'a vekâleten yapar.393
392 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.324
393 Abdülkâdir Geylânî, Gönül ncileri, çev.Celâl Yldrm, stanbul, 1996, s. 21
Ayet 5
260
'Tanrnn ipine yapnz.' buyurulduu gibi, eer Tanrya böy-
lece sarlrsan, bu straplardan, bu hayallerden ve bu hicaplardan
kurtulursun. Eer ölmeden evvel bunu yapamazsan kesinlikle
bil ki bunlardan ebedîyyen kurtulu yoktur. Evet çünkü: Yaa-
dnz gibi ölürsünüz ve öldüünüz gibi harolursunuz" buyu-
rulmutur. Her kim mücâhede ile riyâzat potasnda aslî cevhe-
rini yani cevher-i insanîsini, temizleyip çkarrsa ve kendi îmân
nurunu gözüyle görürse, bu kimse kendini görmü ve hakikatini
bulmu saylabilir. Böyle bir kimse hiç üphe yok ki tanrsn
bulmutur.
Meselâ bir sanatkârn güzel bir eserini gören bir insan, sanatkâr,
gördüü eserden daha çok bilir ve takdir eder Bir müderrisden
yüksek ilimler okumu bir adam, o müderrisi daha "ebced, hev-
vez" ile megul olan çocukdan daha iyi bilir. Vereni verdii ey
ölçüsünde severler ve bilirler. Bir insan ihsann gördüü kimse-
yi daha iyi tanr, insanda gizli bir cevher vardr, fakat bu insa-
nn gözünden gizlidir. Bu yönden o, Tanrnn ihsannn, yalnz
bu hayvânî bedenden ibaret olduunu zanneder. Bu ise umûmî
ve dâima beraberdir. Bu kadarla insan Tanry nasl tanyabilir?
Tabiî ancak "kendisinde bulabildii lütuf ve ihsan ölçüsünde bi-
lebilir. Fakat kendisinde bir hazine gizli bulunan bir kimse, bunu
göremediinden Tanrnn kendisine nasl bir lütuf ve ihsanda
bulunduunu nereden bilebilir. nsan Tanrnn bir usturlab-
dr. Fakat bu usturlabdan anlayan bir müneccim lâzmdr. Evet
sebzeci ve bakkal dükkannda usturlab bulunabilir ama bakkal
bundan ne anlar? Sebzecinin ne iine yarar? Bundan ancak bir
müneccim faydalanabilir. te bir usturlab, felein hâllerini nasl
bir ayna gösteriyorsa, "Biz hakîkaten Ademoullarn ereflendir-
dik''(srâ, 70) âyeti gereince, insann vücûdu da Hakkn bir us-
turlabdr. Tanr onu kendisiyle görücü ve bilici yapmtr. nsan
da bu pis vücud usturlabyla, benzersiz olan Tanrnn cemâlini
ve tecellîyatn her an görür. Bu ayna Tanrnn cemâlinden bir
an boalm deildir. Bir insan annesinden doar domaz gözü-
nü bu dünyaya açar. Gece gündüz bu âlemin, yerin, göün ve
BAKARA261
bütün yaratklarn durumlarn görür. Bunun gibi bir velî de gö-
zünü açt vakitte dâima Tanry temaa eder. Ondan baka bir
ey görmez. 394
Sen nesin? Vücûdunda varlnda Cenâb- Hakk'n âyetleri ken-
dini göstermitir. Hakk bize ah damarmzdan daha yakndr.
Biz kendimizi bildik mi, Allah'n ilmi ortaya çkar. Hâl olarak
bunu bilen ise, nefsini bilmi demektir. 395
Hayret edilecek bir hakikat, kâinatta olan her eyin insanda
mevcûd olmasdr. Onun için mârifetullah nefsi bilmeye, nef-
si bilmek bedeni bilmeye, bedeni bilmek âlemi bilmeye, âlemi
bilmek de onun içindeki hakikatleri bilmeye baldr. Hâsl in-
san, beeriyeti cihetiyle âlemden domu ise de mânâ cihetiyle
âlemin babasdr. 396
Kendi vücûdun kitabn oku buyuruluyor. O kitab ne suretle
okumal?
Bu, kalbinde gizli olan Hakk'n emanetini bul demektir. n-san bir kitab- mübindir ki, dünya ve âhiret ona smtr. uhâlde eline külüngü al fena ahlâklarn kazmaya bala. Her ta-
bakada bir yeni ilerleme görülür. Evvela toprak, sonra kil, bakar-
sn sonra da su çkverir. te kendi kitabn okumaktan maksat,
marifettir. Yani nefsini bilmektir. 397
Hz. Ali, "Nefsini bilen Rabbini Bilir" demitir. Meselâ sen, ken-
di varlk evindeki yayglar, yataklar, kymetli kumalar, elbise
ve sandklar görüp, sahip olduun dier eyleri görmesen; ken-
dini tamamen görmemi ve tanmam, ancak baz ksmlarntanm ve bilmi olursun. Tekrar gizli açk her eyi görmü ol-
san; fakat bunlarn hepsini sana gösteren lambay görmemi ol-
394 Sultan Veled, Maârif, çev.Meliha Anbarcolu, Konya, 2002. s. 188
395 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.628
396 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.433
397 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.622.
Âyet 5
262
san, yine kendin tamamyla görmü olmazsn. Çünkü o lamba-
nn nuru ile sende bulunan eylerin, meselâ kymetli kumalarn
iyi ve kötü olduunu görebiliyorsun. Senin varlk evinde parla-
yan bu hakîkî nurunu görürsen, mutlaka Tanry da görürsün.
Meselâ günein nuru senin evinde parlad zaman, evinde bu-
lunan her eyi görmekle beraber bu eylerden günei bilemezsin.
Fakat evindeki günei görmekle, hakîkî günei de görmü olur-
sun. Binâenaleyh, kendi iç âleminde dolamal ve kendini bil-
meye çalmalsn. Bundan baka bir eyi bilmenin sana fayda-
s olmaz, senin için lâzm olan ve seninle ilgili bulunan ey ken-
dini bilmendir. Geri kalan eyleri bilmek, bakalar için zahmet
ve zdrap çekmeye benzer. Bu çektiin zdrabn sana hiç fayda-
s olmayacaktr. Kendini tamamen tandktan sonra Tanrya eri-
irisin. Zîrâ: "Son varlacak hedef Tanrnn huzurudur" (Necm,
42.) Evinde gördüün o saysz, esiz ve deerli kumalar ancak,
bu nûr sayesinde görebiliyorsun. te bu nuru görürsen kendini
tamamiyle bulmu olursun. Hakk'n nuru olan bu nûr, tâ ezel-
den beri daha sen annenin karnnda iken, seninle beraberdi. Bu
nurla her eyi görüyor ve kendini ondan ayr göremiyordun; fa-
kat asl olan bu nuru görmüyordun. Hülâsa o nuru gördüün za-
man ilk ve sonun o olduunu bilirsin; çünkü "O, ilk ve sondur.
"
(Hadîd, 3)398
• Dünya ileri ve dünya ile ilgili eyler gönül aynasndan hâsl olan
bir pas gibidir. Eer pas az olursa ondan birtakm eksik ve nok-
san ekiller görünür. Bu da hiç yoktan daha iyidir. Fakat eer pas
çok olursa aynann bütün yüzü örtülmü olduundan bir kimse
ona bakt zaman hiç bir ey göremez. Ne az, ne çok, ne hakîkat
ve ne de hayal. Üzerinde pas olmas bakmndan müflistir ve bir
ie yaramaz. Fakat bu pas riyâzat, ak ve sdk ile cilalandrd
zaman kendini bulmu olur. Çünkü pas artk gönül aynasndan
giderilmitir. Kendine eritii ve kendini bulduu için Tanry
398 Sultan Veled, Maârifi çev.Meliha Anbarcolu, Konya, 2002, s. 201.
BAKARA263
kendinde bulur ve onu asla kendinden ayr göremez. Nefsini,
kendini bilen Rabbini bilir.399
Hukûk- ilâhiyyeyi nefsinde icra eder ve kendinden geçip Hakk
ile beraber olursan ite o zaman kendini bilmi olursun. Çünkü
'Nefsini bilen Allah' tanm olur' buyurulur.
Eer halkn hakkn bilip yerine getirirsen yani, büyüklere hür-
met, küçüklere merhamet, kötülük edene iyilik, iyilik edenlere
güzel muamelede bulunur, halkn hikmet ehli olanlarnn nasi-
hatlerini kabul eder ve kötü sözlerinden uzak durursan, çaresiz-
lere yardm edip iktidar sahiplerine ilimezsen, yani halk senden
emin olup cümlesinin emniyetini kazanrsan nefsinde hüsn-i si-
yasete muvaffak olursun. Ayrca Cenâb- Mevlâ senden raz ol-
duu hâlde kardelerinle güzel geçinirsin. Bu durumda hem akl
ve hikmet sahiplerinden saylr, hem de eza ve cefâdan kurtul-
mu olursun.
Eer nefsini bilmeyerek cehalette kalr ve halka gerektii deeri
veremeyip onlar kusurlu kabul edersen, bu durumda hem ken-
dine yazk etmi hem de gazâb- ilâhîye uram olursun. Böy-
le olunca da ahmaklardan saylp, knanalardan olursun. Ey kar-
deim! Sen kvlcm üstüne sçratp kendini yakmaktan, hevâ ve
heves deryasna dalp boulmaktan iddetle sakn.
Kaplar açlr ve hayrl kiiler zümresine kavuulur.
Nefis insandaki mânâdr. Tevazu gösterirse yücelir, ayet kibirle-
nirse, aksine kymeti azalr/.400
Bir kul Rabbini kendiliinden bilemez. Onu bilmesi yolunu ucümle ile anlatmak mümkündür.
Kul önce nefsini bilmeli. Ama kul nefsini kulluk yolunda slâh
ederek bilmeli. Bunu bildikten sonra yaratan yaratc olarak nef-
sine tantmaldr.
399 Sultan Veled, Maârif, çev.Meliha Anbarcolu, Konya, 2002, s.73.
400 Ahmed-er Rifâî, Sohbet Meclisleri, stanbul, 1996, s.78.
Ayet 5
264
Nefsini yoklukla bilen, yaratann varln bilmi olur.
Nefsini kötülük ve hata ile bilen, Allah' iyilik ve doru olarak
bilir.
Nefsini ihtiyaç içinde bilen, Allah' kendi dertlerine ifa verici
olarak bilir.
Nefsini Mevlâ'ya satlm bir meta gibi gören, bakasna dert ya-
np ihtiyaç arz etmekten kurtulur.
öyle bir hadîs-i erîf vardr: "Bir kimseyüce Allah' anlarsa onun
hakkn yerini getirir."
Bu hadîs-i erifi açkladmz zaman öyle deriz:
Allah' hidâyet sahibi bilen nefsini ona teslim eder.
Allah' yaratc kabul eden, kulluk icablarn yerine getirmelidir.
Allah' bir ceza verici olarak bilmek, insan kötülüklere girmek-
ten korur.
Allah'n yeterliine inanan, bakalarna komaktan saknr.
Dâvud (a.s.)'a öyle vahyoldu: "iyi anla, beni isteyen arar, arayn-
ca da bulur. Beni bulduktan sonra baka yaratc ve besleyici ara-
maya gerek kalmaz.
"
401
"bunlar felaha erenlerdir"
Kurtulua/Felaha ermek
Yüce Allah buyurdu: "Allah selâmet evine çarr" (Yunus, 25). Al-
lah kullarn fiiller, sfatlar ve zât tevhidine davet eder. Bunlarn
tevhidi, bütün âfetlerden selâmet (kurtulu) evidir. O, fiiler tev-
hidine kelime-i Tevhid, namaz, zekât, oruç, hac gibi eriatça em-
redilen; irk, adam öldürme, zina, haram yemek ve bunun gibi
eriatça yasak klnan eylerden menetmek gibi çeitli ibâdetler
ve nehiylerle (yasak) davet eder. Çünkü kul emirleri tutmak, ne-
hiylerden (yasak) kaçmak ile fiillerin selâmet evine girer. Yani hiç
401 Ahmed er-Rifâî, Onlarn Alemi, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, 1996, s. 182.
BAKARA265
kimse yapt bu ibâdet fiilleri için "Bunlar caiz deildir" diye
itiraz edemez, bu suretle zahirde bir müdahalenin satamasna
uramaz.
Göüslerindeki aldatma, tecavüz, kin, hased, kibir, kendini be-
enme, iittirme, riya gibi kötü duygular kalbinden çkaran s-
fatlar tevhidine de çeitli güç riyazetlerle (nefsi krma) nefs-i
emmârenin arzusunu öldürmek, nefsin dediini yapmamak,
alkanlk hâline getirdii eyleri terk etmek gibi eyleri yapmay
emrederek davet eder. Bu suretle nefis itmi'nane ular. Nefis it-
minana kavutuu takdirde güzel huylardan ibaret bulunan s-
fatlarn selâmet (kurtulu) evine girer. Kötü ahlâk zindannda,
kalplere sçrayan kötülük ateinden kurtulmu olur. Ve bu kötü
huylarn azabndan dâima rahat içerisinde oturur.
insanlardan ve her eyden vücûdu (varl) kaldran zatî tevhide
de: "Allah' çok zikrediniz" (Ahzâb, 41) âyetiyle zikri, "Göklerin ve
yerinyaratl hakknda düünürler" (Alu mran, 191) düünceyi
emrederek çarmaktadr. Tâ ki bu suretle zikir ve fikir çakma-
ndan doan atein nuru çksn, benlik perdelerini yaksn, kalp
âlemlerini aydnlatsn, onlara Allah'tan baka varlk olmad-n göstersin ve onlar varlk azabndan ve günahndan kurtarsn.
'Varln öyle bir günahtr ki onunla günah mukayese edilemez.'
Keza varlk azabyla da hiçbir azap mukayese edilemez. Çünkü
kendine varlk tanmak yüklendii emanete hiyanet demektir,
insan, vücûdu emanet olarak almtr. Kim emaneti öderse, ken-
disinden daha lezzetli, daha rahat ve daha zevkli bir selâmet ol-
mayan ebedî, zatî selâmete girer. Zîrâ bu, bütün selâmetlerin ru-
hudur. Bu selâmetin ebedî olmas da u demektir: Yani bir kim-
se oraya bir an içerisinde girerse artk bütün neelerde {anlarda)
orada kalr, çkmaz. Zîrâ ezelî istidat bunu gerektirir.
Allah gerçei söyler, O, doru yola iletir.'402
Allah yolcularnn iç âleminde aksaklk göremezsin. Onlar, kur-
tulmulardr. Onlar, tam îmâna sahiptir. Muvahhid (tevhid
402 Niyazi Msrî, rfan Sofralar, çev.Süleyman Ate, stanbul, s.31-32.
Ayet 5
266
ederi) onlardr. hlâsl ii onlar tutar. Belaya onlar sabrla kar
koyar. Bir âfet indiinde szlanmazlar, inlemezler. Metin ve va-
kur olarak ilerin sonunu beklerler, iyilik geldii zaman ükür
yoluna koyulurlar. yilii ilan eder, kötülüü sakl tutarlar. Ba-
larnda olan felâketli ilerden, kimseye ikâyet etmezler. Ellerin-
de bir bolluk varsa, herkese datrlar. 403
Cüneyd-i Badadî, "Ancak sdk ile Allah Teâlâ'ya snan necat
(kurtulu) buldu buyurup, necatn Allah Teâlâ'ya sdk ile sn-mak olduunu bildirdi.
404
"te bunlar, yani Kur'ân hidâyetiyle hidâyete erip gayba îmân
edenler, namaz dosdoru klanlar, kendilerinin merzûk (rzk-
lanm) klndklar eylerden infâk edenler, Sana indirilene ve
Senden önce indirilenlere îmân ederek âhirete yakîn hâsl eden-
ler Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler. te bunlar, felaha
erenlerin tâ kendileridir."
Felah üç mertebedir:
1. Nefse kar muzaffer olmak. Hevasna ve dünyaya tabî ol-
maktan kurtulmak, alâyiine aldanmamak, eytann vesve-
selerine kanmamak, fitnelerine kaplmamak.
2. Küfürden, dalâletten, bidat (peygamber zamanndan son-
ra dinde meydana çkan ey) ve cehaletten, nefse aldanmak-
tan, eytann vesvesesinden, îmânn zevalinden (yok olma),
emniyeti zâyî etmekten, kabrin ve harin korkularndan,
srattan aya kayp dümekten, cehennem azabna duçar
olmaktan, cennetten ve cemâlden mahrum olmaktan kur-
tulmak.
3. Ebedî mülkte, sermedi nimetlerde, zevali ve intikâli olma-
yan âlemde, hüznü olmayan sürûrda, ihtiyarl olmayan
403 Abdülkâdir Geylânî, Feth'ül-Rabbanî - lâhî Armaan, çev.Abdülkadir Akçiçek, stan-
bul, 1964, c. I, s.31.
404 Abdülkâdir Geylânî, Gunyetü't Talibin, çev.A.Faruk Meyan, stanbul, 1971, c.1-2, s.
233.
BAKARA267
zindelik ve gençlikte, zorluu olmayan rahatlkta, illeti ol-
mayan shhatte, hesab olmayan nimete nâiliyette (nail olma,
murada erme), hicab (perde) olmayan bir mülakatta bekaya
ermektir. Cemâlullaha kavumaktr.
Beyzâvî Tefsirinde naklolunduuna göre Necmü'd-Din Dâye
(k.s.) demitir ki: Bu âyet-i celîlede hâdî (dilediine hidâyet eden
mânâsndaki ilâhî isim) nekre (belirsiz) olarak zikrolunmutur.
Bu her bir mertebenin hidâyetini beyânda hepsini içine alr.
Çünkü evsâf bu be âyette saylan muttakîlerden kimi Rable-
rinden bir kef üzere, kimi Onun envârndan (nurlar, aydnlk-
lar) bir nûr üzere, kimisi Onun esrarndan bir srr üzere, kimi-
si Onun eltâfndan (iyilikler, lutuflar) bir lütuf üzere, kimisi de
O'nun hakâyikinden (hakikatler, gerçeklikler) bir hakikat üzere
hidâyettedir. Allah'n, bütün enbiyâ ve evliyasna in'âm ettik-
leri (nimet verme), kemâl zât ve sfatna sermedi (dâimi, sürekli)
in'âm (nimet) ve ihsanna nisbetle bahr-i muhitten (okyanus) bir
katredir.405
Ezel gününde ksmetine bir ulu rehber çkarak, onu bu dünya-
nn çirkeflerinden çekip çkarmak üzere: 'Ey ezel dostum! Ne
gözlerin iyi görüyor, ne de kulan yeterince tam duyabiliyor.
Onun için bana gel, sakn elini elimden çekmeye kalkma. Zîrâ
yeryüzünde öyle uçurumlar, çukurlar mevcuttur ki, senin o az
gören gözün ve sarlam kulan ile o girdaplar görmen kabil
deil. Böylelikle de, her an o çukurlardan, hendeklerden birine
dümek tehlikesi ile kar karyasn!' diye seslenir.
Onun için de, ezel gününde seni seçmi ve bu dünya hayatn-
da seni üstüne alm olan o Dostu tan ve unutma. Tuttuun eli
asla brakma ve gene asla ondan vazgeçip yannda ayâre yer ver-
meI» 406
405 Ramazanolu Mahmud Sami, Bakara sûresi Tefsiri, stanbul, 1985, s.36.
406 Sâmiha Ayverdi, Ezelî Dostlar, stanbul, 2004, s.220.
Ayet 5
268
Allah'n hidâyetine nail olmann yolu nedir?
Akln varsa, o hakikat görücüsünü bil ve bul ki, senin de bâtl
gerçekten ayrt etmen mümkün olsun.
Bu cihan, gece boluunda ve gece karanlnda mhlanm kal-
msa da bütün ümidi günete ve gündüzdedir. Bilir ki, her ge-
cenin bir gündüzü olacaktr. Karanlk cehalet, gaflet, küfür ve
isyan karanldr ki, amellerin ve fiillerin ortaya çkmas için
hidâyet güneinin domas lâzmdr.407
Muhammed bir hidâyet nurudur. 408
Bakarann ilk be âyeti bizi 'Fatihaya ulatrr. "Yalnz
sana kulluk eder, sendenyardm dileriz. "Srât- müstakime
ereriz, mânâsna ularz.
Hidâyet 'Rab ' isminin tecellîsidir. Hidâyete erme, yetime,
terbiye olma ile gerçekleir. Ve 'yakn ' hâsl olur.
insan, nefis, ruh, kalp (gönül), beden ve sr dan oluur,
insann huzuru için hepsinin huzurda olmas gereklidir.
Bedenin huzuru için dengeli yaamak, nefsin huzuru için
Rabbini bilmek, yani gayba imân ve ben demekten vaz-
geçmek gerekir bu da eriata uymakla gerçekleir. Kal-
bin huzuru kalbin ruha doru dönük yüzünün (vicdan)
nûrlanmas demektir. Ruhun huzuru hakikatine ula-
makla ve srrn huzuru ise mâsivây terk ile mümkün olur.
Kurtulua da böyle erilir.409
407 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.363.
408 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.475.
409 Derleyenin Notu.
AYET 6:
nnelleziyne keferû sevâün aleyhim eenzertehüm
em lem tünzirhüm la yu'minûne
u muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan (Inzâr) da,
uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar.
(Elmall)
Gerçeku ki, kâfir olanlar (azap ile) korkutsan da korkutma-
san da onlar için birdir; îmân etmezler.
(Diyanet)
AYET 7:
Hatemallâhü alâ kulûbihim ve alâ sem'ihim ve alâ ebsârihim
âvetün ve lehüm azâbün aziymün.
Allah onlarn kalplerini ve kulaklarn mühürlemitir. Gözleri-
nin üzerinde de bir perde vardr. En büyük azap onlarndr.
(Elmall)
Allah onlarn kalplerini ve kulaklarn mühürlemitir. Onlarn
gözlerine de bir çeit perde gerilmitir ve onlar için (dünya ve
âhirette) büyük bir azap vardr.
(Diyanet)
Ayet 6-7
270
Bu âyet-i kerîme, ezelde reddedilmi ve aki (bedbaht) olanlar
hakkndadr. Yani Allah'n serptii nurdan üstlerine isabet
etmeyen kimseler hakkndadr. Anadan doma âmâ olan, kula-
, az, kolu, baca olmayan kimseler için hekim çarp teda-
vilerini istemek nasl ie yaramaz ise, ezelde (balangc olmayan)
ekavet (her türlü kötülük içinde olan) damgasn yemi kimsele-
rin de peygamberler ve müridler vastasyla irâdlar (doru yolu
göstermek) kabil deildir.
Bunlara istediin kadar, Allah'n ve Resûlullah'n kelâmn (söz)
söyle ve hakikatten bahset, kabil deil tesir edemezsin. Çünkü
ezelde, kulaklar, gözleri ve kalpleri mühürlenmitir.
Hekim, ne kadar hâzîk (isinin ehli) ne kadar bilgili olursa olsun,
geçici olan hastalklar tedâvî eder.410
Burada kasdedilen kâfirler, ilâhî kahra muhatap olmu bedbaht-
larn ilk zümresidir ki uyar, bunlar üzerinde bir etki meyda-
na getirmez. Onlarn cehennem ateinden kurtulmalarnn bir
yolu da yoktur. Rabbinin onlarla ilgili "îmân etmezler" eklinde-
ki hükmü gerçeklemitir.411
Ayetin cemâli yorumu:
Ey Muhammedi O kâfirler ki: Onlar, bana sevgilerini kendile-
rinden gizlemi kimselerdir. "Onlar korkutman, seni kendisiy-
le onlara gönderdiim tehdidin veya sözünle korkutman birdir,
inanmazlar" Senin sözlerine inanmazlar. Çünkü onlar benden
bakasn bilmezler. Hâlbuki sen onlar yaratklarmla korkutu-
yorsun. Onlar, onu ne bilir ne de anlarlar!
Onlar sana nasl inanabilir ki? "Ben onlarn kalplerini mühür-
ledim" Dolaysyla onlarda benden bakasna yer brakmadm.
"Kulaklarn mühürledim". Artk âlemde benden bakasndan
410 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.494.
411 bnü'l-Arabî, Tefsir-i Kebîr Te'vîlât, çev.Vahdettin nce, stanbul, c. I, s.39
BAKARA271
söz duymazlar. "Gözlerinde perde vard." Beni müahede (göz-
le görmek) ettiklerinde heybetimden "göremezler" benden baka-
sn. Benim nezdimde (nazarmda) "Onlar için ac bir azap var-
dr". Bu azap, onlar bu yüce müahededen senin korkutmana
döndürüp kendimden perdelemendendir. Nitekim seni de "ya-
yn iki ucu veya daha da az" yaknlktan sonra döndürüp, ora-
dan seni yalanlayan ve katmdan kendisine getirdiin eyi yüzü-
ne çarpanlarn yanna indirmitim. Onlardan benim urumda
gönlünü daraltan eyleri duyuyordun. Artk srâ yolculuunda
müahede ettiin açklk nerede!
te yaratklarm karsnda eminlerim de böyledir. Onlardan
honutluumu gizledim ve dolaysyla onlara asla kzmam.
Hakk'n velîlerinin Hakk dümanlar niteliinde nasl gizlendi-
ine baknz! öyle ki: Allah eminleri el-Lâtif (çok lütfeden) is-
minden var edip onlar için el-Cemîl (çok güzel) ismiyle tecellî
(ilâhî srrn ortaya çkmas) ettiinde, onlar Hakk' sevmitir.
Kskançlk, seven ve sevilende iki farkl açdan sevginin nitelik-
lerinden birisidir. Dolaysyla kskançlklar nedeniyle Hakk a
olan sevgilerini gizlemilerdir. Bunlara örnek olarak e-iblî ve
benzerlerini verebiliriz. Hakk da bu kskançlk nedeniyle baka-
larnn onlar tanmalarn engellemitir.
Bu balamda Allah öyle buyurur: "O inkâr edenler". Yani
müahedelerinde kendilerine görünen vuslat (kavuma) srlar-
n örtenler. öyle demitir: "Sizi sfatlarm vastasyla zâtmdan
perdelemem gerekir." Böylece hayrete dütükleri gibi ayn ekil-
de istidat (anlay kabiliyeti) da kazanamamlardr. Ben de onla-
r bu âlemde ve peygamberlerimin diliyle korkuttum, fakat on-
lar anlamadlar: Çünkü onlar, aynü'1-cem (birlik) mertebesin-
dedir. Allah ise kendilerine ayrm mertebesinden hitap etmiti.
Onlar ise tafsîl (etrafl olarak bildirmek) ve ayrm âlemini bilmi-
yordu. Bu nedenle, anlamaya yatkn deillerdi. Sevginin otorite-
si, o esnada Hakk yönünden bir kskançlk olarak kalplerini is-
tila etmiti.
Ayet 6-7
272
Allah, peygamberine ruhen ve Kur'ân yoluyla davet ettii eye
icabet etmeyilerinin sebebini bildirmi ve öyle buyurmutur:
"Allah onlarn kalplerini mühürlemitir" Dolaysyla bakasn
kalplerine sdramazlar. "Kulaklarn da mühürlemitir"Allah'n
kelâmnn dnda âlemdekilerin dilleriyle söylenmi sözleri duy-
mazlar. Böylece âlemde kendi dilleriyle konutuu hâlde Allah'
müahede ederler. "Onlarn gözlerinde perde vardr." Nur' dan
ibaret olan yücelik ve heybetten kaynaklanan bir perde. Çünkü
celâl ve heybet O'na aittir. Bununla içinde o insanlara tecellî et-
tii önceki sfat kasdetmektedir.
Allah onlar, zât müahede etmenin haz deryalarna dalmhâlde brakm, kendilerine öyle demitir: "Sizin için büyük
bir azap kaçnlmazdr. " Onlar ise kendilerine göre sfat bir ol-
duu için, azabn mâhiyetini anlamamtr. Bunun üzerine Al-
lah onlar için olu ve bozulu âlemini yaratm, kendilerine bü-
tün isimleri öretmi, onlar Rahmana nisbet edilen Ar'a yer-
letirmitir. Azaplar orada olacaktr. Onlar Allah katnda bi-
linmezlik hazinelerinde neelenmekteydi. Melekler onlar gör-
düünde, secdeye kapanmlar, onlar da meleklere isimleri ö-
retmitir.
Bu balamda Ebû Yezîd'e gelince, o (Ar'ta) istiva edememi, aza-
ba takat getirememi, o esnada baylp dümütür. Bunun üzeri-
ne Allah öyle buyurmutur: "Sevgilimi bana gönderiniz! Çünkü
onun benden ayr kalmaya tahammülü yok!" Bunun üzerine Ebû
Yezîd, özlem ve hitap ile perdelenmitir. Geride kâfirler kalm,
onlar Ar'tan Kürsî'ye inmi, bu esnada onlara iki ayak gözük-
mü, cisimsel yaratln gecesinin son üçte birlik diliminde nef-
se ait dünya semâsna inmilerdir. Burada, yükselmeye güç ye-
tiremeyen arlk sahiplerine (insanlar ve cinler) hitap etmiler-
dir: 'Bir duâ eden yok mu ki ona icabet edile?' 'Tevbe eden yok
mu ki tevbesi kabul edile?' Balanmak isteyen yok mu ki ba-lana?' Tan sökünceye kadar böyle devam eder. Tan söktüünde
BAKARA273
ise akla mensup nûrânî-rh ortaya çkar Böylece, geldikleri yön-
den geri dönerler. Hz. Peygamber öyle buyurur: "Kim visal oru-
cu tutarsa seher vaktine kadar tutsun. Seher, Kabirlerde olan eyle-
rin diriltilme vaktidir." Allah'n tuzandan çekinmeyen her kul
aklanmtr. Anla! 412
Peygamberin hitab isim ve sfat vastasyla Allah' bilene-
dir. Direk zâtla ilikide olanfark görmedii için iyi, kötü,
çirkin, yanl, doru ayrm yapamaz. Bu makamdaki in-
sanlar Allah 'in zât vastasyla mühürlendiklerinden far-
ka inmekte zorlanrlar. Baz insanlar Allah' tanmamak
üzere mühürleyen Allah bazlarn da Allah'n zâtn bil-
mek üzere mühürlemistir.
Camide bir Cuma vaaznda adamn biri uyukluyormu.
Yanndaki kii de sohbetin çok güzel olduunu ve kaçrma-
mas gerektiini söylemi. Adam, Beni rahat brak ' demi,
ikâz eden kii bunun üzerine, Ama çok büyük hikmet-
ler anlatlyor, kaçrma, istifade et' deyince, adam, 'im-
di u anda Allah 'imla sohbetteyim, beni kendi hâlime b-
rak' demi. kaz eden kii, 'Nereden bilelim, senin Allah'la
sohbet ettiini' deyince, Adam 'Senin Hzr olduunu bil-
mem yeterli delil olur mu?' deyince Hzr, arm. 'Senin
adn ne?' Demi. Adam, Abdülrezzak' demi. Hzr elin-
deki listeye bakm, adamn ad yok, Allah'a münâcât et-
mi. Allah 'im, bu adam benim Hzr olduumu bildi ama
benim listemde ad gözükmüyor, bu nasl olur?'Demi. Al-
lah, 'Yâ Hzr, senin elindeki liste Beni sevenlerin listesi. Ya
benim sevdiklerim! te o liste kimsede yok!' demi.413
Bunlar o âklardr ki Allah onlarn hatasn, bakasnn
ibâdetinden üstün tutar. Onlarn kâfirlii yannda nice îmânlar
412 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s.329-332.
413 Derleyenin Notu.
Ayet 6-7
274
deersiz kalr. Çünkü onlarn kâfirlii kendi kendilerini inkârdr.
Kendi nefislerini karanlkta brakp, ilâhî nura komaktr. Nice
büyük erenlerin söyledikleri gibi böyle bir küfürden öleceklerin
varacaklar ilk konak cennet âlemi olacaktr.414
nkâr edenler/Keferu
Küfür ve kâfir:
eriatAçsndan Açklamas
'Kefr', mutlak örtmek genel; 'küfr', nimeti örtmek özeldir. Dinde
küfür ise, îmânn zdddr, imanszlk demektir. Yani bir kimse-
nin îmân anndan olduu hâlde îmân etmemesidir ki, yalanla-
ma ve inkâr, tasdiki (dorulama, onay) terk etmeyi, zorlama ve
engel bulunmad zaman, ikrarn (kabul etmek) terkini de içine
alr. îmândaki tasdik gibi, küfürde tekzîb (yalanlama) de, kalbî,
kavlî (sözlü) veya fiilî olur.415
Küfür için îmân edilecek eylerin hiç birine inanmamak art de-
ildir. Birine veya bir ksmna inanmamak da küfürdür. îmân,
bir bütünlüü gerektirir. Küfür ise onun tersi olduundan, bir
ksm inkâr ile vâkî olur.416
Meselâ k için odun kömür alrken, ben bunlarsz kalr-
sam souktan krlrm demek suretiyle kendi tedbirine gü-
venmek, Allah'n Rezzâk (bütün mahlûkâtn rzkn veren) s-
fatn inkârdr. Hakk'n bir sfatn inkâr etmekle de kâfir
olursun. 417
414 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s. 221.
415 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s. 191.
416 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.192.
417 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.99.
BAKARA275
TasavvufAçsndan Açklamas
Küfrün edeer mânâs örtüdür. Örtü iki ksmdr. Birinci örtü:
Allah' görmeye ve bilmeye mâni olur. Bu balangçta olanlarn
müptedilerin (birey örenmeye yeni balayan) küfrü olup, kötü
küfürdür. Dieri; o örtü vastasyla Allah'tan bakasn ne görür,
ne de bilirler. Bu ise sonda bulunanlarn {müntehilerin) küfrü
olup, beenilen küfürdür. "Muhakkak ki o küfredenleri, ha kor-
kutmusun, ha korkutmamsn, onlar için birdir, inanmazlar. Al-
lah onlarn yüreine mühür vurdu, kulaklarna dal Gözleri deper-
delidir. Ve onlar için büyük bir azap vardr. " (Bakara, 6-7) Bu
âyetler iki küfrü de içine almaktadr.418
Bildiini, bilmeyenlere öretmekten kaçnmak, misafirden sofra
saklamak, icap ettii vakit Allah yolunda cann esirgemek Allah
yolu yolcular için küfürdür.419
Hakk her mertebeyi kuatmtr, her mertebede bir tecellî (ilâhî
srrn ortaya çkmas) yüzü vardr. Birine îmân edip öbürünü
inkâr etmekle, Hakk örtülmü olur. Kefere (kâfirler) ibâdetini
bir ekle tahsîs ettii için bakasn inkâr eder. Bir müslüman
Hakk'n zuhur (ortaya çkt) ettii varlklardan birini inkâr
ederse, din ona Müslüman demez.
Küfr-ü bâtl; mutlak Hakk' örtmütür.
Küfr-ü hak, kendini Hak'la örtmütür. 420
Küfrün de halik (yaratan) Allah'tr ve Allah'n küfrü yarat-
mas da Onun en büyük hikmetlerinden (kâinattaki bütün
hâdiselerin ilâhî sebebi) biridir. Allah, fena bir ey yaratmayaca-
na göre küfrün de yaratlnda bir sebep, bir mânâ, dolay-
syla hikmet vardr.
418 Azizüddin Nesefî, Tasavvufta nsan Meselesi I însan- Kâmil, stanbul, 1990, s.31.
419 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.651.
420 bnü'l Arabî, Özün Özü, çev.smail Hakk Bursevî, sadeletiren Abdülkadir Akçiçek,
stanbul, s.45-46.
Ayet 6-7
276
Burada küfür kelimesinin "karanlk" mânâsn ve kâfirlerin
nurdan karanlkta kalanlar olduunu unutmamak dorudur.421
• Küfür, Yaratana göre hikmet, bize nispetle âfet ve felakettir.422
• Tanr hükmüne âk olan nûrlanr, yarattna âk olansa kâfir
olur.423
• Kâfir kalbi ölü olandr. 424
• Kâfir, hemen cezalandrlmayp kendisine mühlet (süre) verilen
kimsedir. 425
• Alemlerin efendisi Hz. Peygamber efendimiz (s.a.s.) bir hadîs-i
erifinde: "Sizden herhangi birinizin hevâ (nefsin istei) ve hevesi,
benim getirmi olduum eye tabî olmad müddetçe o kii îmân et-
mi olamaz."'Yani kâmil bir îmâna sahip olamaz, buyurmutur.
Bu hadîs-i erîf'ten anlaldna göre, kiinin hevâ ve hevesi,
erîat- garrâ'ya (parlak ve nurlu eriat) uymad ve ona boyun
emedii müddetçe, kii kâmil bir îmâna sahip olamaz.
Her kim nefsânî istek ve arzularn Hz. Peygamber'in (s.a.s.) teb-
li ettii erîat- mutahhara'ya (tertemiz eriat) hor bir köle gibi
boyun edirmezse, bu kiinin îmânl olduu nasl söylenebilir?
Dorusu himmet (yardm) ve gayretler bu belirgin ztln ayrt
edilmesi hususunda âciz kalm, yorgun dümütür.426
Tarikatta, eyhinin îmânna vâkf olmayan kâfirdir.427
421 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.285.
422 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.279.
423 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.109, beyit. 1361.
424 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.51.
425 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri I el-Mecâlisus-Seniyye, stanbul, 1996, s. 29.
426 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri I el-Mecâlisus-Seniyye, stanbul, 1996, s.40.
427 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.559.
BAKARA277
Kâfirler kalptr, temiz kiilerse altna benzerler her iki ksm da
bu potann içindedir. Potaya kalp olan girdi mi hemen kararr...
Altn girdi mi altnl belli olur.428
Her kime ki ezelde Rabbinden gelen bir nûr isabet etmedi,
bo geçti. te o zaman ondan, Kâf ve Nûn'dan kasdolunan
'Kün-Ol'un yani esas mânânn kefi istenir. Çünkü o, onla-
rn hecesinde yanld. Ve i umduu gibi çkmad. (eytan gibi)
Kâf ve Nûn'un d manzarasna bakt, yanld ve Kâfi küfür
mânâsnda gördü. Nûn'u da Nekre yani inkâr, yabanclk. Ksa-
cas: Kâfirlerden oldu. 429
Görmüyor musun? Muhakkak eytan kendi nefsine uydu ve
Âdeme: "Ben senden daha hayrlym" dedi. te bu yüzden Al-
lah onu lanetledi. Kârûn ise, malnn çok olmasna aldanp:
"Muhakkak bu mal, bana ilmîm sayesine verildi" demiti. Al-
lah bu yüzden onu da mal ve eviyle birlikte yerin dibine batrd.
Ayn ekilde melekler tebihlerini ve takdislerini (Allah 'inannnyüceliini söylemek) görmeleri sebebiyle 'Yâ Rabbî! Biz seni nok-
san sfatlardan tenzih (uzak tutmak, ayrmak) eder ve kemâl s-
fatlarla tavsif (vasflandrmak) ederiz' demilerdi. Bu yüzden Al-
lah Teâlâ, Adem'e secde etmelerini isteyerek onlar imtihan et-
miti. Ayn ekilde 'ben' diyen herkese Allah Teâlâ: Hayr! Bi-
lakis 'ben' kelimesini kullanmak yoktur demi ve 'ben' diyen-
leri esfel-i sâfilîn (aalarn en aas) derecesine düürmütür.
Her kim de 'sen' demise, Allah onu iliyyûn'un en üst derecesi-
ne yükseltmitir.430
(Bu âyette bahsedilenler)
Adem'e ne önce ne de sonra secde ettiler. Ebû Cehil gibi evvelde
de sonunda da kâfirdirler.431
428 Mevlânâ, Mesnevî, çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.V, stanbul, 1988, s.68, beyit.820-821.
429 bnü'l Arabî, eceretü'l Kevn, çev.Abdülkâdir Akçiçek, Mays, 2000, s.18.
430 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri / el-Mecâlisü's-Seniyye, stanbul, 1996, s. 137-138.
431 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 236.
Ayet 6-7
278
Doumdan hemen sonra insann ilk âlemi balar ki hayvanlar
âlemidir. Bu âlem onu yemee, içmee, helâl ya da haram bir-
lemee sevk eder. nsan orada sebat eder, îmân ve amele dön-
mezse dünya sevgisi ona galebe çalar, dünyadan her istediini
de pek tabiî elde edemez, neticede yrtclar âlemine girer. Ki-
bir, kin, hased, intikam, mukadderse katil ile vasflanr ve o in-
sann sîreti (iç yüzü) yrtc hayvanlara döner. Eer bundan da
îmâna ve amele dönmezse mevki hrs galebe eder, muradna an-
cak hilelerle eriir ve sonunda devler ve eytanlar âlemine girer.
Hile, hud'a, yalan, gybet, kouculuk ve iftira ile blis gibi halk
arasna fitneler düürmek gibi huylarla vasflanr. Orada kalrsa
esfel-i sâfilîn {aalarn aas) da kalm ve insanlarn en sap-
kn olmu olur.432
Peygamberlerin ztlar olan kâfirler de peygamberleri, evlatlar-
n tandklar, bildikleri gibi tanrlar, bilirler ama kskançlkla-
r, hasetleri (çekememezlik, bakasnn elindeki nimetin zevalini is-
teme) yüzünden bildiklerini gizlerler. "Bilmiyoruz" diye bilmez-
likten gelirler.433
te 'Saîd (Allah rzâsn kazanm olan, saadetli) saîddir anas-
nn karnnda, akî (bedbaht) akidir anasnn karnnda hadîs-i
erifi vardr ki ezelî istidata (ezeldeAllah'n ilmindeki hakikatlerin
mâhiyetleri) iarettir. Ezelde tohumu kâfir olan bir ruh, müslü-
man muhitinde doup büyüdüü için arzî (muvakkat, gelip ge-
çici) ve zarurî (zorunlu) olarak müslüman olsa bile bir frsat bu-
lunca yine aslna döner.434
Hz. Muhammed (s.a.s.)'e dediler ki: 'Niçin amcan Ebû Leheb'i o
sapknlk zindanndan aydnla çkarmadn?' öyle buyurdular:
"Hastalklar vardr ki tedavisi mümkün deildir. Hekimin böy-
432 Niyazi Msrî, irfan Sofralar, çev.Süleyman Ate, stanbul, s.50.
433 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.299, beyit. 3663, 3665.
434 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.75.
BAKARA279
le bir hastayla bouna uramas cehalet olur. Hastalklar da var-
dr ki derman ve tedavi kabul eder. Onu ihmal etmek de merha-
metsizlik olur."435
Eer bugün benim bu sözlerim houna gitmiyorsa, bu hâlden sa-
kn, sözlerime sayg göster ki sen de sayg göresin! îmân ve iti-
kattan (inanç) kendinde bulunduunu iddia ettiin eyleri kuv-
vetlendirmi olasn! Kendi görüüne ve babalarnn görüüne ta-
nklk etmi olasn. Önce yapm olduun hizmetler, göstermi
olduun sayglar hep körlüktendi. Bakalarn da yoldan çkar-
yordun; aksine olarak edepsizlik ediyordun. Beni kötülüyor, dü-
ürüyordun. Bu suretle kendini de düürmü oldun. Çünkü kör-
lüüne ve tembelliine tanklk etmi oluyordun ki, dükünlü-
ün, alçalmann neticesi budur.
Onu niçin bu kadar yükseltiyorlar? Ben undan korkuyorum
ki, bu saatte sen ayrlk eleminden gafil (hakikatten habersiz
olan), efkat bölgesinde hoça uyumaktasn. Öyle bir hareket
yapyorsun ki, efkat sona ersin. Sonra da bu hâli rüyada gö-
rüyorsun, ama eyhi görmüyorsun. Çünkü eyhi görmek onun
istei olmadan mümkün deildir; ne rüyada, ne de uyank-
ken onu göremezsin. Nihayet çürük bir umut kalr sende. Yani
bütün umulacak eylerden uzak kuru bir umut. Nasl ki bir
adam Tanrnn kendisine bir çocuk vermesini umar, çünkü
genç bir erkektir; genç bir kadn vardr. Ama sen o umudu bu
umutla nasl karlatrabilirsin? Bu ilk zavallnn umutsuzlu-
u, eyhin kendisine kar besledii efkatin arkasnn kesilme-
sinden ileri gelmitir. Yazklar olsun o hastaya ki, ii Yâ-Sîn'e
kalmtr. Yani o eyhten, ancak kendisiyle nifak {iki yüzlülük,
münafklk) üzere olmasndan, iki yüzlü konumasndan, yu-
muak ve tatl sözler söylemesinden zevk duyar; bundan hola-
nr. Hâlbuki, korkunun bu noktada olduunu bilmez. Ama pa-
diahn hiddet ve iddetle kendisine sert sözler söylemesinden
435 ems-i Tebrîzî, Makâlât, çev.Mehmet Nuri Gençosman, stanbul, 2006, s.94.
Ayet 6-7
280
korkusu yoktur. Eer böyle sözler söylerse, o padiahla yara-
an bir konuma tarzdr.
Sen ahlardan ancak onlarn ikramlarn gördüün zaman kork!
Rüyada bir söz konuuyorum. eyh, onlar birer birer bana anla-
tyor. Yine de eyhi gerçeklemiyorlar. Ne sözünde, ne iinde ona
inanmak istemiyorlar. Sebep açktr, efkatin kesilmesidir.
Acaba hangi maksatla onu gerçeklemiyorlar? O maksad bir av-
cunun içine koysun, eyhten umduu eyi de öteki avcunun
içine. Sonra bir kyaslama yapsn! Hangisi hangisinden daha
deerlidir?436
Öyle kâfirler vardr ki, bir îmân hasretiyle yanp tutuurlar. Fa-
kat kendilerinde inatç bir ar ve namus vehmettikleri için kibir-
leri ve buna benzer duygular, bir manevî yolda yürümelerine en-
gel olur.437
Zîrâ kibir ve gurur insann yolunu öylesine balar ki; kâfir, gön-
lünde nura doru bir ah ve bir inleyi bulsa bile, bunu darya
vuramaz.
Yâ-Sîn Sûresinde Allah, "Onlarn önlerine ve arkalarna set çek-
misizdir. Gözlerini de perdelediimizden artk göremezler" bu-
yurur. Onlarn göremedikleri ilâhî birlik ve güzelliktir, Hakk
nurudur.438
Kâfirler, gözlerini iin içine atmadlar da o yüzden deriyi iç san-
dlar. Kâfir, dâima mal ve mevki arar. Bu yola klavuz blistir.
Çünkü mevki tuzana ilk avlanan odur. 439
436 ems-i Tebrîzî, Makâlât, çev.Mehmet Nuri Gençosman, stanbul, 2006, s.94-95.
437 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.477.
438 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.476.
439 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.V, stanbul, 1988,
s.160, beyit.1947, 1949, 1950.
BAKARA281
'Lâ ilahe illallah' yani, Tanr'dan baka tanr yok diyoruz. Lâ
ilahe, Tanr yok; illallah, ancak Tanr var demek.
Ben... demekle, kendimize vücud veriyoruz. Hâlbuki bu vücud,
hakikatte var olmayp hayâl olduu hâlde onu var zannetmekle
küfretmi oluyoruz. Bu hayâli vücûdu baka Tanr yoktur diye
atarsak, var olan can ve hayat olarak kalan ancak Tanr'dr.
Kendini kesretten (çokluk) kurtarp vahdete (birlik) salmak, ite
gerçek îmân budur.440
Küfr, âyât- Kur'âniyye'de dört vecihte vârid olmutur:
1. îmânn zdd demek olan küfür "O küfredenler ve Allah'n
yolundan sapanlar, sapdranlar muhakkak ki hidâyetten pek
uzak bir dalâlete dümülerdir. " (Nisa, 168) âyet-i celîlesinde
beyân olunan küfür îmânn zdd demek olan küfürdür.
2. Cahd, yani mutlak inkâr demek olan küfür. "Kim de küfür
ederse bilsin ki Allah bütün âlemlerden müstanidir. Kimsenin
bir eyine ihtiyac yoktur. " (Alu mran, 97) âyet-i celîlesinde
beyân olunduu gibi.
3. ükrün zdd demek olan küfürdür: "Ve bana ükredin, küf-
retmeyin, yani nankörlük etmeyin!" (Bakara, 152) âyetinde
beyân olunduu gibi.
4. Teberrî (sevmeyip yüz çevirme) demek olan küfürdür. "Ve
bana ükredin, küfretmeyin, yani nankörlük etmeyin!" (Baka-
ra, 152) âyetinde beyân olunduu gibi.
mam Beâvî der ki: Küfr dört vecih üzeredir:
Küfr-i inkâri: Allah'n mevcudiyetini katiyen kabul etmemek ve
azna almamak
Küfr-i cuhûdî: Allah' kalbiyle bildii hâlde lisâniyle ikrar etme-
mek ki, blis'in küfrüdür. Bu küfre düenler hakknda "Onla-
ra gayet iyi bildikleri kitab gelince ona küfrettiler. Hemen Allah 'in
laneti kâfirler üzerine olsun!" (Bakara, 89)
440 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.469.
Ayet 6-7
282
Küfr-i inâdî: Kalbiyle bildii hâlde lisâniyle itiraf edip de dine
girmeyen kimsenin küfrüdür.
Küfr-i nifak: Lisanyla ikrar (kabul) ettii hâlde kalbiyle itikâd
edememektir.
Küfrün bu dört vechinden herhangi biri üzere âhirete intikâl
edenin mafiret olunma ihtimali yoktur.
Büyük arifler bu âyetin tefsirinde derler ki: Ahd-i Elest'de
'Belâ' yani 'Evet, Sen bizim Rabbimizsin dedikten sonra Benim
rubûbiyyetimi inkâr edenler, kalblerinin o vakitteki safasn süflî
(alçak, baya) ve nefsani amelleriyle boanlar ve Allah'n insanla-
ra verdii sâlih ftratlarn, behîmî, yrtc ve eytân sfatlarla de-
itirip bozanlar korkutsan da korkutmasan da birdir. Çünkü:
"Hayr! Onlarn söylediklerinin aksine kendi kazandklar behimi ve
eytanî vasflar kalblerini kuatm ve bomutur!" (Mutaffifîn, 14).
Onlar küfrân ile Allah' unutunca, Allah onlar darmadan etti.
Hevalar onlara galib geldi ve onlar tepesi üstü yere ykt. Onlar
canl suretinde ölü kalpli oldular. Kalbleri ölü olunca onlar va'd
(yaplmasna söz verilen ey) ve vaîd (birini iyilie sevk ve kötülük-
ten uzaklatrmak için korkutma) ile müjdelemek ve korkutmak ay-
ndr, îmân etmezler. Çünkü kalpleri katlamtr. Dünya mu-
habbeti ve ehvetlerine dükün olmalar onlarn kalplerini tala-
trmtr. Nasihat tesir etmez. Kalplerinin kaplarn, hak kelâm
duymaa ve anlamaa kar kilitlemilerdir.
Onlarn bu hâli Ktal sûresinde:
"Onlar hiç tedebbür etmezler mi? Mânâsn anlamaa çalmaz-
lar m? Yoksa kalplerinin üzerine kilit mi vuruldu?" (Ktal, 24)
diye beyân buyurulmutur.
Bunlar Cenâb- Hakk'la ünsiyet kokusunu alamazlar. ekavet
gibi bir sarsar frtnas bunlar
Bunlarn kazandklar ve kendilerine sfat olarak seçtikleri süflî,
behîmî ve eytanî vasflar kalplerinin etrafn kuatp hiçbir öü-
dü ve hitab iitmeyecek hâle getirince Allah onlarn kendi kalp-
lerine vurduklar kilitleri mühürlemitir.441
441 Ramazanolu Mahmud Sami, Bakara sûresi Tefsiri, stanbul, 1985, s. 37-40.
BAKARA283
•
"uyarsan (nzâr) da, uyarmasan da"
nzâr / Korkutarak uyarma:
Edebî mânâda da enfüsde de inzâr, gönle gerçein zerkedilme-
si (enjeksiyonu) demektir. Enfüsî mânâda inzâr ancak Peygam-
ber efendimizin sanatdr. Çünkü gönlüne Azîzü'r-Rahîm srry-
la Muhammed zevki dümeyen her ey gaflettedir Bir insann
gerçekleri duymas, hatta bilmesi baka eydir. înzar, bir gerçe-
in kalbe intikâl ettirilmesi srrdr. Nitekim kalplerini günah-
larla doldurarak inzâra imkân vermeyenler küfr-ü inâdîde sapla-
np kal442
ir.q ~
'nzâr', korkulu bir eyden sakndrmak için bildirmek, yani
'ilerde u fenalk var, sakn!' diye doru yolu göstermek.443
Uyarma anlamna gelen 'inzâr' kelimesi aslnda, korkulacak bir
eyin bildirilmesi anlamnadr. Burada, ilenen kötülük ve gü-
nahlar yüzünden Allah'n azab ve cezalandrmasyla korkut-
maktr. Kâfirler hakknda inzârla yetinilmesi, aslnda kâfirlerin
müjdelenmeye deer kimseler olmamasndandr. Çünkü inzâr,
kalplerde daha derin bir etki yapt gibi, ruhlar üzerinde de id-
detli bir etki brakr. Menfaatten önce zarar önlemek çok daha
önemlidir. Kâfirler uyardan hiç etkilenmedikleri için, kukusuz
bunlara ilk olarak müjdeden söz edilemez. 444
"uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inan-
mazlar."
Tanr dedi ki: "Onlara gelin de, ey terbiyeye alkn olmayan ka-
trlar, gelin del"
442 Haluk Nurbâki, Yâ-Sîn sûresi Yorumu, stanbul, 1999, s. 14.
443 Elmahh Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, Aziz Datm, stanbul, CI, s /192.
444 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu'l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s.72.
Ayet 6-7
284
Fakat gelmezlerse gamlanma, o iki temkinsiz için kinlenme!
Bazlarn kulaklar bu gelin sözüne kar sardr.. Her hayva-
nn ayr bir ahr vardr.
Bazlar bu sesten ürker kaçarlar... Her atn ahr ayrdr. Bazla-
rnn bu hikayelerden can sklr... Çünkü her kuun kafesi ba-
kadr.
Melekler bile bir cinsten deildirler; bu yüzden göklerde saf saf
dururlar.
Douya mensup olann da duygular var, batya mensup olann
da... Fakat görmek, göze ksmet olmutur, mesned {dayanacak
yer) ona verilmitir.
Yüz binlerce kulak saf saf düzülse yine de hepsi aydn bir göze
muhtaçtr.
Sonra kulaklarn da can sesini, Tanr haberlerini, Peygamber
buyruklarn duymada bir mesnedi var.
Bir bakr, senin sözünden nefret eder, kaçmaya kalkrsa yine
sen kimyay ondan esirgeme!
Sen gülün sözünü terk etme... Söyleye dur! Bu söz pek büyük bir
kimyad ir.445
Öütçü, yüzlerce çalp çabalasa öüdü duymak ve kabullen-
mek için kabul edici kulak gerek.
Sen yüzlerce lütuflarda bulunarak ona öüt verirsin ama bu öü-dün, onun kulana bile girmez. Duymayan, inatç bir adam,
yüzlerce söyleyeni âciz brakr.
Peygamberlerden daha öütçü, daha güzel sözlü kim vardr? Ne-
fesleri taa bile tesir eder.
Fakat da ta bile onlarn sözlerini duydu, sözleri daa, taa bile
tesir etti de baht kötü kiinin kula açlmad gitti. Bizlik, ben-
lik kaydna düen gönüller, onlarn sözlerine kar tatan da kat
bir hâl aldlar.446
445 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarh, c.IV, stanbul, 1988,
s.163-164, beyit. 2011-2020, 2025, 2026.
446 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarh, c.V, stanbul, 1988,
s.128, beyit. 1531-1536.
BAKARA285
Her kim özünü, nefsini anlarsa Allah'n gayrisini göremez...
Nefsini bilmeyen, anlamayan kimse de Allah' göremez.
O kimse ki; özünden bir ey göremiyor; ona ne bir ey anlatla-
bilir, ne de o, bir eyi anlar ve idrâk eder.447
Öütler elbette basiret (hakikati kalbiyle hissedip anlamak) sahi-
bi, mânâ gözü sahibi olanlar içindir. Anadan doma gözsüzler,
iaret edilen hedefi göremez, öütleri anlayamaz.
Anadan doma kör tâbiri, o kimseler içindir ki, onlar nefsine
kar bir irfan (anlay, zihni kemâl) duygusuna sahip deildir.
Gerçek mânâda asl kör, bu zümredir.
Bir kimsenin ki temelli körlüü ve gözsüzlüü gitmemitir. Obizim kelâmmz (söz) nasl anlayabilir? 448
Eer sen gafletle perdeli, madde karanlna gömülmü, mâsivâ
(Allah'tan gayr hersey) kaytlarna balanm, babalar taklid ile
nûr-i yakîne ermeyen muallimlerin sözlerine tabî olmu isen ka-
t ve tahtadan baka bir levha, kamtan baka kalem, et ve si-
nirden ibaret olandan baka el, cisim ve maddeden baka katib
tanmazsn. Öyleyse bizim iaret ettiklerimizden bir ey anlama-
ya tamah etme! Çünkü sen bu iin ehli deilsin. Madde karan-
lnda kalanlardansn. Böyleleri cisim ve ona bal maddî eya-
dan bakasn tanmaz. Uzunluk, yükseklik ve genilik olarak
bilinen üç buûdlu maddenin gölgesi altndadrlar. Bu yüzden
malûmatnz da nilerinizle duyduklarnzdan ibarettir. Kemmi-
yet (nicelik) ve miktar olmayan, ölçülemeyen, görülemeyen ve
taksim (bölmek) edilemeyen eyleri inkâra kalkrsnz.449
Sr, ancak srr bilenle eittir. Sr, onu inkâr eden kiinin kula-
na söylenmez. Fakat Tanr'dan davet etme emri gelince, artk
halkn kabul edip etmemesiyle ne iimiz var?
447 bnü'l-Arabî, Mir'âtü'l-lrfan, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, Mays 2000, s.88.
448 bnü'l-Arabî, Mir'âtü'l-lrfan, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, Mays 2000, s.82.
449 Ahmed er-Rifâî, el-Bürhanu l- Müeyyed / Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 171.
Ayet 6-7
286
Nuh, tam dokuz yüz yl kavmini davet edip durdu. Her an kav-
minin inkâr artt. Fakat o söylemeden vazgeçti mi? Hiç sükûn
maarasna çekilmeye kalkt m?Köpeklerin havlamasyla hiç kervan yolundan kalr m? Ay
olan gecede dolunay, köpeklerin havlamasyla yürüyüünü ar-
latrr m hiç? Ayn saçar, köpek de havlar durur. Herkes
yaradlna göre bir hizmette bulunur. Takdir herkese bir hiz-
met vermi, herkesi bir ie layk görüp iptilaya salmtr.
Ay der ki: Köpek, o pis sesini brakmyorsa ben aym, gidiimi
nasl brakabilirim ki?
Sirke sirkeliini arttrdkça ekerin artmas gerek. Kahr sirkedir,
lütufda bala benzer. Sirkencübinin (sirke ve baln kartrlmasn-
dan meydana gelen erbet) temeli, bu ikisidir. Bal sirkeden daha
az oldu mu sirkencübin, iyi olmaz.
Nûh kavmi de, ona sirke döküp duruyorlard fakat Tanrnn lü-
tuf ve ihsan denizi ona daha fazla eker dökmekteydi.
Zehirler tesirlerini yaparlar ama panzehirler de hemen o tesirle-
ri gideriverirler.
Bir zerre sola doru uçmaktadr, öbürü saa doru gidip araya-
can aramada.
Kuzgun üzüm banda kuzgunca barr fakat bülbül bunu du-
yup sesini azaltr m?Bu 'Tanr dilediini yapar' pazarnda her ikisi için de ayr al-
450c var.
Bize bu münkir ve kâfirlerin hâlleri ve tutumlar hakknda söz
söylemek dümez. Bütün yaratlmlar gibi bunlar da vazifelerini
yapmakla mükelleftirler. Bu âlemde, herkes kendi memur oldu-
u iin icâbn iler. Cenâb- Hakk'n koyduu bu kanun dei-
mez. Eer biz merd-i sûfî isek, bunlarn hepsini hakikat gözüyle
görüp kendi hissemizi almamz lâzm gelir.451
450 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.VI, stanbul, 1988,
s.3-4, beyit:.8-20, 28-29, 35, 37.
451 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 314.
BAKARA287
îmân ehline îmânlar süslendirilmi, böylece îmân ehli oldukla-
rndan dolay ükür ve hamdetmilerdir. Kâfirlere de küfürleri
süslendirilmi, kâfir olduklarna raz gelmilerdir.452
Biliniz ki nurun dereceleri vardr. îmân nuru, geceye kar gü-
ne gibidir. Fask müminin nuru, itaatli mü'minin nuruna göre
gece gibidir. Çünkü itaat eden mü'min, fâsk mü'min gibi deil-
dir. taat eden mü'min, insanlar arasnda taat (itaat) nûriyle ge-
zer. Fask ise fsk zulmetiyle gezer. Fâska (günahkâr) fk (had-
dini amak) böyle süslendirilmi, itaatkâra da itaati süslendiril-
mitir. imdi bunlar bir olur mu?453
nanmayanlar, kâinat ibret gözüyle göremeyen; yaratlmlarn
yükselen sesini gönül kulayla duyamayan, onlardaki hâl dili-
ni anlayamayan ve yine onlardan yükselen ilâhî râyihadan koku
alamayan talihsizlerdir. Bunlar gül kokusundan tiksindii, onun
ne rengine ne râyihasna (kokusuna) tahammül edemedii için
bir yerde gül kokusu duydu mu; tersine dönüp baylan câl adl
böcee benzerler.454
Allah korkusunun hakikati
Havf {korku), Allah'n kamçsdr. Onunla edepsizlii âdet edi-
nen nefisler hizaya getirilir. Uzuvlarn gerekli olan eyleri terk
edip kötülüe dalmalar, kalbin gafletinden ve srr âleminin zul-
metinden meydana gelir.
Nefsinden uzaklaan kimse, kalbiyle ülfet (dostluk, alkanlk)
eder ve onunla dost olur.
Allah'tan korkmann en mükemmel ekli, "vecd" (ak, muhab-
bet) sfat üzerinde olmaktr. Yoksa ümit ve temennî ederek
"fakd" (kaybetme) sfat üzerinde olmak deildir.455
452 Niyazi Msrî, rfan Sofralar, çev.Süleyman Ate, stanbul, s. 182.
453 Niyazi Msrî, rfan Sofralar, çev.Süleyman Ate, stanbul, s. 182.
454 Cemalnûr Sargut, Ey nsan, stanbul, 2007, s. 143.
455 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, stanbul, 1996, s. 99-100.
Ayet 6-7
288
Korkun, korkun! Çünkü Allah burada korkanlar orada emin
eder. Bir kalpte iki sevda olmad gibi, iki korku da brakmaz.
Hem burada hem orada korkutmaz. Keza, bir yerde iki emni-
yet de brakmaz. Hem burada hem öteki âlemde emniyet olmaz.
Onun için korkun, korkun! 456
"üphesiz ki içinizde Allah i en çok bilen benim en çok korkan da
benim. " (Hadîs; Buhârî)
Madem ki âyete göre "uyarsa da uyarmasa da birdir". Bunu bil-
dikleri hâlde peygamberler niçin davete devam ediyor?
Hakk mükelleflerin (vazifeli) ahvâli (hâlleri) hakknda iki yönden
hüküm verir. Kulun ii, Tanr iradesinin gerektirdii ey üzerine
cereyan eder. Hakk'n iradesi de ilminin gerekli kld eye ba-
ldr. Hakk'n ilmi ise, malum olan eyin kendi zâtndan Hakk a
verdii bilgi ile ilgilidir. u hâlde kul ancak ayân- sabitesinde
bilinen suretiyle belirdi. Böyle olunca Resul ile vâris (mirasç),
ancak Tanrnn iradesiyle olan emre hizmet ederler, yoksa ira-
deye hizmet etmezler. Resul ve vârisler, mükellefin saadetini is-
tediklerinden dolay onun üzerine o vazife ile gönderilmilerdir.
Eer Tanr iradesine hizmet etselerdi, mükellefe öüt vermez-
lerdi. Hâlbuki onlar, ancak irade ile nasihat verdiler. u hâlde
Resul ile vâris, insanlar için âhiret hekimidir. Allah emredin-
ce onun emrine itaat ederler. Binâenaleyh hem Allah'n emri-
ne bakar, hem de iradesini gözetirler. Bazen de Hakk'n, irade-
sine aykr eyle kendilerine emrettiini görürler. Hâlbuki ancak
Allah'n irade ettii ey olur. te emir bunun içindir. Yani emir,
Allah diledii için oldu. Muhatap olanlara emredip de olmasn
dilemedii eyi de emrolunanlar yapmadlar. Böyle olunca onla-
rn hareketlerine muhalefet ve mâsiyet denildi. u hâlde Resulün
ii ancak tebli dir (bildirmek), baka deil.
Bu mesele hakknda Hz. Muhammed (s. a. s.) buyurdular ki "em-
rolunduun gibi doru yolu tut" âyetinin içine ald hakikatlerden
dolay Hûd Sûresi ve emsali sûreler, beni ihtiyarlatt. u hâle göre
456 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.265.
BAKARA289
onu ihtiyarlatan "Emrolunduun gibi" hitab idi. Çünkü O, ira-
deye uygun düen eyle emrolunduunu bilemez ki o ey vücûda
gelsin; yahut lâhî iradeye aykr olan eyle mi emrolundu ki o
ey zuhura (ortaya çkmak) gelmesin. Hiç kimse lâhî iradenin
hükmünü bilemez. Ancak O iradenin hükmünü meydana gel-
dikten sonra bilir.457
Ensâr (Resûlullah Medine'ye hicret ettiinde ona yardm eden-
ler, Medîneliler) ve Muhacirler'in (Medine'ye hicret eden Mekke-
li Müslümanlar), düman gelmeden önce daha bir haftalar var-
d. Bu süre içinde ehir duvarlar dnda, vahann çeitli yerle-
rinde yaayan hayvanlaryla birlikte ehrin içine yerletirilmeliy-
di. Bu görev yerine getirildi ve ehir duvarlar dnda ne bir at,
ne bir deve, ne de bir koyun kalmad. Bundan sonra yaplacak i
Mekke'lilerin planlarn örenmekti. Onlarn sahildeki bat yo-
lunu takip ettikleri haberi geldi. Bu srada içeriye doru yönel-
diler ve Medine'nin be mil kadar batsnda konakladlar. Daha
sonra kuzey-batya birkaç mil yol aldlar ve Medine'ye kuzeyden
bakan Uhud dann eteklerindeki düzlüe kamp kurdular.
Peygamber henüz silâhlarn kuanmamt. Fakat rüyasnda
kendisini zrh giymi bir hâlde bir koçun üstünde giderken gör-
dü. Elinde bir klç vard. Klca baktnda içinde bir di; etra-
fnda da kendisinin olduunu bildii bir grup büyük ba hayva-
nn kurban edildiini gördü.
Ertesi sabah rüyasn arkadalarna anlatt ve onu öyle yorum-
lad: "Zrh Medine'dir, klcn içindeki di bana yöneltilecek olan
bir darbeyi, kurban edilen hayvanlar da Ashabmdan öldürülecek
olanlar temsil ediyor. Benim üzerine bindiim koç ise, inallah öl-
düreceimiz kâfirlerin bölük bakann belirtiyor.
"
Peygamber (s.a.s.)'in ilk düüncesi ehrin dna çkmayp içten
bir savunma mekanizmasn kurmakt. Bununla birlikte kendi
görüüne dierlerinin de katlp katlmayacaklarn örenmek
457 Îbnü'l-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev.Nuri Gençosman, stanbul, s. 69.
Ayet 6-7
290
amacyla meseleyi istiare etmek için arkadalarn toplad. lk
konuan bn Ubey oldu. 'Bizim ehrimiz, bize kar hiçbir za-
man saldrya meydan brakmayan bakire bir ehirdir. Biz bu e-
hirden büyük kayplar olmakszn hiçbir dümana saldr için
çkmadk. Bu ehre saldranlar ise hep büyük kayplarla kar-
latlar. O hâlde, ey Allah'n Resulü, onlar brak ne yaparlarsa
yapsnlar. Orada kaldkça, felâket onlarn olacaktr. Geri dön-
düklerinde ise amaçlarn yerine getirememi olarak geri döne-
ceklerdir.'
Ensâr ve Muhacirlerin yallarndan büyük bir grup bn
Ubey'in görüüne katldlar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.):
"Medine'de kaln, kadn ve çocuklar kalelere koyun" dedi. O böy-
le konuunca gençlerden çounun ehrin dna yürüme taraf-
tar olduu aça çkt. Birisi: "Ey Allah'n Resulü", dedi, "Bizi
dümann yanna götür! Onlarn, bizim korktuumuzu ve zayf
olduumuzu düünmelerine izin verme!" Bu sözler meclisin her
tarafndan takdir dolu mrltlarla desteklendi. Çou ayn eyi
tekrarlad.
Konuulanlardan ve onlarn desteklenmesinden genel kannn
ehir dna çkmak olduu anlald. Peygamber (s.a.s.) de ehir
dna çkp dümana saldrmaya karar verdi. Öle vakti Cuma
namaz için toplandlar. Verilen hutbenin konusu cihad ve onun
gerektirdii çaba ile ilgiliydi. Daha sonra Peygamber (s.a.s.) ar-
kadalarna sava için hazrlanma emri verdi.
Müslümanlar ikindi namaznda tekrar bir araya geldiler. Na-
mazdan sonra Peygamber (s.a.s.), Ebû Bekir ve Ömer'i kendi evi-
ne götürdü. Onlar Peygamber (s.a.s.)'in sava için hazrlanma-
sna yardm ettiler. Adamlar darda sralanm bekliyorlard.
Sa'd bn Muaz (r.a.) ve kabilesinden birkaç adam onlara kzarak:
"Siz, Allah'n Resulü istemedii hâlde ve O'na Semâ'dan haber
geldii hâlde O'nu savaa zorladnz. Brakn da karar o versin"
dediler. Peygamber (s.a.s.) dar çktnda, sarn miferinin
BAKARA291
üzerine sarm, zrhn giymi ve klcn kuanmt. Adamlar-
dan çou, onu görünce biraz önceki sözlerine piman oldular ve:
"Ey Allah'n Resulü, bizim sana kar çkmamz söz konusu de-
il, sana hangisi iyi görünüyorsa onu yap" dediler. Peygamber
(s.a.s.) onlara u cevab verdi: "Bir peygamber silâhlarn kuan-
dktan sonra, Allah dümanlaryla onun arasnda hüküm verene
kadar onlar çkarmaz. Bu nedenle size emrettiklerimiyapn ve Al-
lah adna ilerleyin. Eer sebat gösterirseniz zafer sizindir.
"
458
Bu hâdiseden de anlalyor Peygamber, Allah'n rüyada
tecellî eden iradesine deil, Kur'ân'daki emrine uyarak ye-
nileceini bildii hâlde çounluun fikrine istiare etmek
suretiyle hürmet etmi ve savaa gitmitir. 459
Senin uyarman ve uyary terk etmen, senin hakknda ayn an-
lamda deildir. Sen, onlar inanmasalar da uyardn için bun-
dan dolay sevap alrsn. Fakat onlar için böyle bir durum yok-
tur. Onlar uyarsan da uyarmasan da îmân etmezler. Bu tpkiyilii emir ve kötülükten uzaklatrma gibidir. Çünkü bu göre-
vi yapan kii, emrettii ahslar emredileni yapmasalar da, yine
sevabn alr.460
üphesiz kötülükleri, erri de veren Allah'tr. Hayr da er de
Allah'tandr. Yalnz, Allah erre raz deildir. Fakat sen bunu is-
ter ve: "Bana er ver!" Dersen, o da verir.461
Madem ki her mahlûk (yaratlm) Rabbna, kendi terbiye edici-
sine, ayân- sabitesine çekiliyor, o hâlde peygamberlerin, mürid-
lerin davetine ne lüzum var derseniz, o davetten maksat, Mudil
isminden Hâdî ismine davettir, yani serden hayra çarmaktr.
Deirmenciye buday götürmezlerse, yani buday öüttüren
458 Martin Lings, Hz. Muhammed'in Hayat, çev. Nazife iman, stanbul, 2001, s. 242-
246.
459 Derleyenin notu.
460 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu'l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s.72.
461 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.523.
Ayet 6-7
292
olmazsa, deirmenci suyu tekrar dereye çevirir. Ona niçin su ak-
myor? derlerse, un öüttürücü kimse gelmedi ben de suyu asl-
na sevk ettim, der. Benim de bu söylediklerimi dinleyecek ve ala-
cak kabiliyetler olmazsa, kalpten ve ruhtan gelen bu kelâm geri
çevirip aslna gönderirim. Arada kim kaybeder? Benim nehrim
akp gidiyor. Dinleyen olursa tekrar bu tarafa çeviririm, isteyen
istifade eden etsin.462
Gelmek onun elinde midir?
Allah, bir taraftan çarr, bir taraftan iter. Sen beni davet ettin,
ama bir taraftan ittin! dersen; çardm çünkü bütün âlemlere
rahmetim. Fakat ezelin hükmü zuhur (ortaya çkmak) edince:
Olmaz, olmaz, der ve seni bana yaklamaktan men eder.463
"Küfre raz olmak küfürdür", hadîsiyle "kaza ve kaderine raz ol-
mayan benden baka Tanr arasn" hadîsinin mânâlarnn bir-
letirmek:
"Küfre raz olmak küfürdür. " Bunu Peygamber söyledi onun söy-
ledii söz de dorudur, yerindedir. Sonra da yine "Müslüman
olan kiinin her türlü kazaya raz olmas lâzmdr" buyurdu.
Kâfirlik (hakyoldan sapan) ve münafklk (ikiyüzlü) da Tanrnnkaza ve kaderiyle deil mi? Fakat buna raz olursak (ilk hadîse
göre) kötülük etmi olmaz myz?Raz olmazsak o da suç. .peki, ikisinin arasnda hangi çareye ba-
vuralm?
Ona dedim ki: " Bu küfür, Tanrnn takdiriyledir ama Tanrnnhükmüyle, Tanrnn emir ve rzasyla deildir. Bu küfür yal-
nz kaza ve kaderin eserlerindendir. Tanrnn kaza ve kaderini,
Tanrnn bilgisi olarak bil de üphe ve tereddüdün kalmasn!
Küfre de razyz çünkü Tanrnn bilgisine muvafktr (uygun,
denk), fakat bizim fenalmzdan, bizim kötülüümüzden mey-
dana geldiinden raz deiliz. Küfür, Tanr bilgisi olmak bak-
mndan küfür deildir. Hakka kâfir deme, burada dur!
462 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.122.
463 Ken an Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 69.
BAKARA293
Küfür cahillikten meydana gelir fakat küfrün takdiri, Tanrnnbilgisidir. (Tanr kâfirin kâfirliini ezelde bilir, bildii gibi de
zuhur eder.)
Çirkin resim ressamn çirkinliini icab ettirmez. Çirkini de yap-
tna, yapabildiine delil olur. Hatta hem çirkin resmi hem de
güzel resmi yapabildiinden, ressamn kuvvetli bir ressam oldu-
una delildir.464
Rabbinin kâfir olanlarla ilgili "onlar cehennem ehlidirler" eklin-
deki hükmü gerçeklemitir. Yollar kapanmtr. Kaplar üzer-
lerine kilitlenmitir. Çünkü kalp, ilham mahalli olan bir ilâhî
iardr (iaret), ama Allah kalbi mühürleyerek bu ilhamdan onla-
r perdelemitir. iitme ve duyma organlar ise insanî iarlardr.
Yani anlama ve deerlendirme arac olan iki olgudur. Onlarn al-
glad anlamn kalbe ulamasna engel olunduu için, bu iki-
si de görevlerini, ilevlerini yerine getirmekten yoksun brakl-
mlardr. Böylece onlarn iç âlemde, bâtnda zevk mâhiyetli, ke-
if meneli ilme ulamalarna imkân yoktur. Bunun yannda ö-renmeyle elde edilen kesbi zahir ilme ulamalarnn yolu da ka-
paldr. Karanlklar zindanlarnda hapsedilmilerdir. Uradkla-r azap ne büyüktür.465
"Allah onlarn kalplerini ve kulaklarn mühürlemitir.
Gözlerinin üzerinde de bir perde vardr."
Kalp:
Kalp dediimiz eyden kasdmz, bir kan damlas veya bir et
parças deildir. Böyle bir kalbe bütün hayvanlar sahiptir. Öküz,
merkep, deve gibi her hayvann bir kalbi, ak cierleri ve bir kara-
cieri vardr. Bizin kalbden kasdettiimiz ey, keyfiyeti tarif olu-
464 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarh, c.III, stanbul, 1988,
s.110, beyit. 1363-1373.
465 bnü'l-Arabî, Tefsir-i Kebîr Te'vtlât, çev.Vahdettin nce, stanbul, c. I, s.39.
Ayet 6-7
294
namayan bir nurdur. te bir kan damlasndan ibaret olan kalp,
o nurun uradr. Bu nur; sonsuzdur. Göz nuru, gözün içinde-
ki siyahlk ve beyazlk deildir. Duygularmz içinden su akan
oluklar gibidir, iitme, görme, konuma ve tatma dokunmadan
ibaret olan bu be duygu, görünüte baka baka olmalarna ra-
men gerçekte bir can ile diri ve kâimdir. Bu be duygunun olu-
undan akan su, candr. Meselâ, bir kimse evini bir mum veya
kandille aydnlatsa ve evin içindeki tek nurdan darya nurlar
saçlr.
Bir ev gibi olan insan duygu vâstalarna gelen ayn nur, her bi-
rinde baka bir i yaratr. Baka bir sanat gösterir. Göz camna
gelince görme hâsl eder. Kulak camnda iitme, burun camn-
da koklama, az camnda tatma, el camnda dokunma meyda-
na getirir. O nûr vâsl olunca her birinden birbirine benzemeyen
ayr ayr bir takm iler hâsl eder.466
Kalp bir et parçasdr. Nurlarn topland yerdir. Allah'n yarat-
t iyilik ve kötülüün bir araya geldii kaynaktr. Böylece kalp,
tam olduu iyilik ve kötülük duygusuyla bir deer kazanr.467
Kalpler üç bölümdür. öyle ki:
1. Dünyaya dalm kötü arzular peinde koar.
2. Âhiret âlemine geçer; ilâhî iyilikler etrafnda uçuur.
3. Yükseklere uçmu, Hak ünsiyeti münâcâatna varmtr.
Kalp vardr: Dünyaya bal. .
.
Kalp vardr: Ukbaya (âhiret) doru...
Kalp vardr: Mevlâya doru...
Kalp vardr: Yank olur...
Kalp vardr: Rahmet deryasna dalgn...
Kalp vardr: imekler gibi aydnlk...
Kalp vardr: Yardm bekler. .
.
Kalp vardr: Hak rzâsn arar...
466 Sultan Veled, Maârif, çev.Melha Anbarcolu, Konya, 2002, s.61.
467 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri / el-Mecâlisü's-Seniyye, stanbul, 1996, s.98.
BAKARA295
Kalp vardr: Hakka kavumay bekler. .
.
Kalp vardr: Pare pare. .
.
Kalp vardr: Yaral..
Kalp vardr: Bir tane ve ayk..
Kalp vardr: Duacdr. Hakka yalvarr..
te bu kalp, Âdem (a.s.)'in kalbidir.
Kalp vardr teslim olmutur. Bu kalp de,
brahim (a.s.)'in kalbidir.
Kalp vardr: Aydnlk olur. Iklar saçar. Her yan aydnlatr.
Bu da Resûlullah (s.a.s.) efendimizin kalbidir.468
Hak yolculuunda kouan kimselerin kalbi, Allah'n azamet
(Allah 'in büyüklüü) nuru ile parlar. Bu Hakk'n, yolcularna bir
ihsandr.
Gafillerin kalbi ise cehalet ve gafletle (hakikatten habersiz olmak)
örtülüdür. Bu onlar için bir rüsvay (rezil) olmaktr.
Kâfirlerin kalbi ise Hakk uzakl ile cezaldr. Bu uzaklk , on-
larn kalbine mühürle vurulmutur. Onlar Hakk kapsndan
uzak ve her güzellikten mahrumdurlar.469
Sehl Hazretleri: "Gaflet kalbin kararmasdr." diyor.
Seyyidü'1-enâm efendimiz (s.a.s.) de hadîs-i eriflerinde öyle bu-
yuruyor: "Dikkat ediniz ki insan vücûdunda bir etparças vardr,
o salam olursa bütün vücûd salam olur, o bozuk olursa bütün
vücûd bozulur. O da kalptir."470
Kalbin hayat ancak nefsin ölümüyle mümkündür.
Hakikat, kalbe yerleince uzuvlardan iyilik ve sadâkat sâdr
(meydana çkan) olur.471
468 Ahmed er-Rifâî, Onlarn Âlemi/Haletü Ehli'l-Hakîkati Maallah, stanbul, 1996, s.309-
310.
469 Ahmed er-Rifâî, Onlarn Âlemi/Haletü Ehli'l-Hakîkati Maallah, stanbul, 1996, s.309.
470 Ahmed er-Rifâî, el-Bürhanu l- Müeyyed / Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 26.
471 Ahmed er-Rifâî, Onlarn Âlemi/Haletü Ehli'l-Hakîkati Maallah, stanbul, 1996, s.309.
Ayet 6-7
296
Kalp salâh bulunca vahy-i ilâhî {ilâhî vahyin), esrâr- Rabbânî
{Rabbani srlarn), envâr- Muhammedi (Muhammedi nurlarn)
ve ilhâm- melâikenin (meleklerin ilhamnn) nüzul mahalli {in-
dii yer) olur. Eer kalp fâsid (bozuk) olacak olursa, o takdirde
zulüm ve vesâvis-i eytânîyyenin (eytân vesveselerin) nüzul (or-
taya çk) mahalli olur. Salim (sa, shatli) ve sâlih (iyi) bir kalp,
önde arkada olan sahibine haber verdii gibi baka bir yolla bili-
nemeyecek eyleri de bildirir. Fasîd (bozuk, bozguncu) bir kalp ise
bir takm bâtl {hakikatle badamayan) vesveseler vererek doru
yoldan saptrr ve saadete engel olur.472
Kalbinde dünya muhabbetinden herhangi bir ey bulunduran
kimse, muhakkak onu (kalbini) tama klcyla öldürür.
yi insanlarla sohbet etmek, kalbe iyiliin yerlemesine, kötü in-
sanlarla sohbet etmek de, kalbe kötülüün yerlemesine vesile
olur.
Nefsinden uzaklaan kimse, kalbiyle ülfet eder ve onunla dost
olur.473
Hakk ile ünsiyet (alkanlk, dostluk) ve dostluun alâmeti (ia-
ret), kalp ile Allah arasnda perdenin kalkmasdr.474
Ahmed-er Rifâî Hazretleri yol kardelerine buyururlard ki:
Hakikat srr görünen, marifet bayrann dikildii, ulama ka-
ps açktr. Bu erefli mânâlar görmekten size engel olan perde,
dünyâ sevgisiyle ölümü unutmaktr. Ne tuhaftr, o adam ki, öle-
ceini bildii hâlde ölümü unutur, dünyâdan ayrlacan bildi-
i hâlde, ona dayanp günlerini ona muhabbetle geçirir, Allah'a
dönmü olacan bildii hâlde, yolundan sapp, yüzünü ba-
kasna çevirir. "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi 'l-aliyyi 'l-azîm"
(Kudret ve kuvvet ancak yüce ve çok büyük olan Allah'ndr);
472 Ahmed er-Rifâî, el-Bürhanu l- Müeyyed / Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 130.
473 Ahmed er-Rifâî, Onlarn Âlemi/Haletü Ehli'l-Hakîkati Maallah, stanbul, 1996, s.310.
474 Ahmed er-Rifâî, el-Bürhanu l- Müeyyed I Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 130.
BAKARA297
yalan ile açlp ferahlanan, bilmezlik bostanlarnda otlayan ve
rzk konusunda tedbir eden, azaptan emin olan kimse, sanki
E-fe-hasibtüm ennemâ halaknâküm abasen ve enneküm ileynâ lâ
türce ûn (Mü'minûn, 1 15) ("Sizi abes olarakyarattmz ve sizin
gerçekten huzurumuza geri getirilmeyeceinizi mi sandnz") âyet-i
kerîmesini okumam veyahut iitmemitir. Ve mâ halaktul-
cinne ve'l-inse illâ li-ydbüdûni mâ ürîdü minhüm min rzkn ve
mâ ürîdü en yut'imûni (Zâriyât, 56-57) ("Ben cinleri ve insanla-
r, ancak bana kulluk etsinler diyeyarattm. Ben onlardan rzk is-
temiyorum. Beni doyurmalarn da istemiyorum") üphe yok ki
nedametten (pimanlk) emin olduunuz için eleniyorsunuz,
kyamet gününü iitmediinizden vakitlerinizi bo geçiriyorsu-
nuz. Kabirleri görmüyor musunuz? Orada oturanlardan ibret al-
myor musunuz? Sizden önce geçmi babalarnz ve atalarnz
nerededir? Sizden önce topladklar paralar ne oldu? Kardeim
nefsini fena (yokluk) ile bilen Allah' beka (varl daim olan) ile
bilir. Allah'n kapsn yokluk ve çaresizlik ile kak ve
Hakk'n huzuruna alçalma ve krlma kapsndan gir! Mânâsz
bo söz ve iler ile uramayp, alçalma ve krlma meydannda
dur; çünkü balangcn bir parça et, sonucun letir. Her ikisi-
nin arasnda sânna ne lâyk ise onu kabul et! Hasetten (kskanç-
lk) sakn, çünkü haset günahlarn anasdr. eytan Hz. Adem'e
haset ettii için kibirlenip, ona secdeden çekindi ve bu suretle
Allah'n rahmetinden kovuldu." 475
Haram lokma, dualarn kabule mazhar olmasna perde olur.
Edep hususuna önem vermelidir, çünkü edep akl ve maksat ka-
psdr. Sehl b. Abdullah buyurmulardr ki: "Kim ki edebin ge-
rekli görmesiyle nefsine galip olursa, son derece ihlâs ile ibâdet
edebilir.476
475 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008, s.60.
476 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008.S.112.
Ayet 6-7
298
Zikrin kalpte yerlemesi sohbetin bereketinin eseridir. Bize gel-
menizi tavsiye ederim, bizim sohbetimiz tecrübe edilmi hasta-
lklar iyi eden ilâçtr. Bizden uzak olmaksa zehirdir. Ey bizden
uzak olan çaresiz! Örendiin ilim ile yetinip bize ihtiyâcn kal-
mad m sanyorsun? Amelsiz olan bu ilimden ne olur? Ben de
amel de var dersen, kalp temizliksiz amel ne fayda eder. Hâlbuki
ihlâs bile tehlike yolunun kenarndadr. Seni amel yoluna götü-
recek, ikiyüzlülük zehrinden kurtaracak, güvenli olan selâmet
yoluna sevk edecek kimdir? Fes'elû ehle'z-zikri in küntüm lâ
talemûn (Nahl, 43) âyet-i kerîmesinde "Bilmezseniz zikir ehlin-
den sorunuz!" buyrulmutur. Yoksa kendini bildiklerine güvene-
rek zikir ehlinden mi sanyorsun? Eer onlardan olmu olaydn,
onlardan uzak ve ayrlm kalmazdn; seni perden alkoymutur.
Bo yere vakit geçirme, gel, kapmzn yanlarnda dola! Ora-
larda geçirdiin her lâhza (an), yürüdüün her adm, bil ki sana
naiplik (vekil) ve yaknlktr. Bizim Hakka naip (vekil) olduu-
muz sahihtir (doru). 477
Yoksulluk ve ihtiyâç bayran açarak ve önünde hor ve hakir-
lik davullarn çaldrarak git! E, çocuklar, mal, [perdesinden,
vücûdunun, ibâdetinin, uyanklk ve gafletinin perdesinden],
hepsinden geç; bunlar hep perdedir. Uyanklkta olduunu gör-
mek gaflet, nuru görmek karanlktr. Sözün ksas her ey per-
dedir, engeldir. Hepsini kaldrp sevgilinin güzelliine, dilek ka-
ps önüne engel brakmaynz. Doruyu söylemek için ayplay-
c kimsenin ayplamasndan korkmaynz. Allah' zikretmekten
gafil olmaynz. Zikrin bolluuyla, ölümü düününüz. Allah'a
dönü ve Allah'n iki eli arasnda duru, ölümün gerçeine ula-
ma kolaylkla olur."478
477 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008, s.115.
478 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008, s.120.
BAKARA299
• Allah, Dâvûd (a.s.)'a öyle vahyetmitir: Ey Dâvûd! Marifetimin,
yani beni tanma hususunun ne olduunu biliyor musun? Hz.
Dâvûd, hayr, dedi. Rab Teâlâ, kalbin hayat müâhedemdedir
(kalp beni müahede ve temaa ederse, o zaman hayat bulur, diri
kalr ve marifet sahibi olur).
Sûfîler taifesinin 'müahede' sözünden murad (Allah' ve
O'nun tecellîlerini) kalp ile görmektir (dîdâr- dil). Çünkü
müahede hâlinde bulunan zât, halâda da, melâda da, tenha
yerde de, topluluk içinde de Hakk Teâlâ'y kalp (gözü, çem-i
dil) ile görür.479
• Kalp; ezelî nurdur; yücelii özünde bir srdr; bu kâinatn özüne
konmutur ki Cenâb- Hakk onunla insana nazar eylesin.
Kelâmn söylersem, bunun ne demeye geldiini anlamaya çal!
Kur'ân'da: Adem'in ruhuna üflenen, Allah'n ruhu olarak anla-
tlmakta ve öyle buyurulmaktadr:
"Ona ruhumdan nefhettim (üflemek)." (Sâd, 72)
Kalp; isminin bu nura söylenmesi; bizce iki sebepten iki mânâdan
dolaydr.
Birinci mânâs:
O; yaratlmlarn özü, mevcudatn âlâlarnn (yüce) ve
ednâlarnn (alçak) tümünün zübdesidir.
Bu ad almasnn bir sebebi de öyledir deriz: Bir eyin kalbi o e-
yin hülasas ve zübdesi (öz) olduu içindir.
ikinci mânâs:
Takallüb (bir baka kalba girme) hâlinin çabuk oluudur. O bir
mihver (eksen) noktasdr. Yani esma (isimler) ve sfat kuatan
varlk onun üzerinde devresini tamamlar. Tam yüzleme eklin-
de; hangi isim ve hangi sfatn karsnda durursa, o isim ve o s-
fatn hükmü onda aikâre olur, meydana çkar.
"Yüzleme" kelâmîm kalp için bir kayttr.
479 Hucvirî, Kefu'lMahcub-Hakikat Bilgisi, haz.Süleyman Uluda, stanbul, 1996, s.474.
Ayet 6-7
300
Aslnda Kalp, Cenâb- Hakk'n esma ve sfatnn tümü nâmnadâima zâta dönüktür (vicdan).
Amma söylediimiz yüzleme ekli, ikinci bir ey onun kars-
na gelince olur.
Bu durum, kalp o eyin eserini özünde göstermeye yüz vermi
olmasdr. Ki o zaman o eyin nak onda çkar.
Ve bu hâl meydana gelince; kalbe verilen hüküm, o isme göre
olur. Ki o hâle gelip ayet isimler onu tümden hükmü altna alr-
sa, ki bu da olur...
te o zaman kendisine hâkim olan bir ismin veya tüm isimle-
rin saltanat altnda örtülü kalr. O zaman da artk o ismin za-
man olur. Artk o ismin gerei ne ise; kalp'te sahibinde ona göre
tasarruf eyler.
unu da bil ki!
Kalbin yüzü, fuâddaki (gönüldeki) bir nura dönüktür.
Üçüncü mânâs:
Kalp ad verilmesini sebeplendiren dier mânâlardan birisi de
öyledir; kalbe göre isim ve sfatlar kalplar hükmüne girmitir.
Dördüncü mânâs:
Kalp muhdes (sonradan meydana gelen) eylerin yani sonradan
yaratlmlarn tersine bir mânâ tar. Burada anlatlmak istenen
mânâ; öbürlerinin aksine; kalbin nuru, ilâhî bir kdeme sahiptir.
Beinci mânâs:
Kalp ismindeki bir mânâdan bir dieri de; kalp asl olan ilâhî
mahalle dönecektir. Çünkü oras onun dönüp geldii yerdir.
Altnc mânâs:
Bu mânâda "Kalp halk iken, Hakka inklâb eyledi"
Sarf edilen cümlenin hakîkî mânâs; kalp, kendi durumu ile hal-
ka ait bir müahede yeri iken; Hakka ait bir müahede yeri oldu.
Yedinci mânâs:
BAKARA301
Kalbin bu mânâs ileri istedii ekilde çevirmesi sebebiyledir ki..
Kalp, Cenâb- Hakk'n yaratt ftrat üzerinde olduuna göre;
elbette iler onun istedii ekilde olur. Ve de bu hâli ile kalp
vücûdda istedii arzulad ekilde tasarruf eder.
Cenâb- Hakk'n kalbi ftrat üzerine yaratmas isim ve sfatlara
bal oluudur.
Sekizinci mânâs:
Hakîkî varla göre kalbin misâli; yüze tutulan bir ayna oluu-
dur.
Bu mânâya göre kalp, varln görüntüsüdür.
Bu âlem ancak kalbin aynasdr. Asl ve sureti kalptir. Parça ve
ayna da bu âlemdir.
Suret ve aynadan her biri dierinin aksidir.
Kalbin asl olduuna, âlemin dahi dal olduuna dair delilimiz,
u hadîs-i kudsînin buyurmu olduu mânâdr:
Peygamber efendimiz buyurmutur ki: Cenâb- Hakk buyu-
rur ki:
"Beni ne yerim ald ne de semâm; mü 'min kulumun kalbi beni
ald" (Müslim)
Bu mânânn tersine eer âlem asl olsayd; ilâhî snmann ona
olmas gerekirdi. Bundan da aikâre bilindi ki kalp asldr (aaç-
tr), âlem de dal.
Anlattmz al üç ekilde olur.
Birincisi; kalbin ilim aldr ki bu ilim ilâhî marifettir... ilme'l-
yakîn
kincisi; kalbin müahede aldr. Bu bir keiftir ki kalp bu
müahede ile ilâhî cemâlin güzelliklerine muttalî olur... Ayne'l-
yakîn.
Üçüncüsü; kalbin hilâfet mânâsn aldr. Hakka'l-yakîn
Bu mânâ Allah'n isim ve sfatlar ile tahakkuk (gerçeklemek) et-
mesidir. Bu tahakkuk o kadar olur ki... Yüce Hakk'n zât, ku-
lun zât olur.480
480 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.78-89.
Ayet 6-7
302
Mühürlenmek, perdelenmek:
ekli insan, huyu hayvan olanlar hakknda, Biz onlarn kalpleri-
ne, kulaklarna ve gözlerine mühür vurduk buyurulmutur. Yani
ezel gününde boyunlarna küfürden, inattan, kibir, bencillik ve
gururdan halkalar geçirilmitir.481
Kâfirler, ister Hakk' bilsinler, ister bilmesinler, dâima Allah'a
dümanlklarn inat ile tek yönlü olarak izhâr ederler. Böyle
yapmalar itibariyle biz onlara tek yüzlü diyoruz.
Öyle ise kâfir ne aklen ne de er'an Allah Resulünün tebli (bil-
dirmek) ettii hakikatleri kabul etmez.
Niçin kabul etmez ?
Zîrâ, Allah, onlarn kalplerini inkâr mührüyle mühürlemitir.
imânn ne olduunu bilse de, îmân onun kalbine girmez. Al-
lah, onun anlaynn kulan mühürlemitir. Dolaysyla, Al-
lah Resulünün tebli ettiklerini iitse de Allah'n ne irade ettii-
ni anlamaz. Çünkü onlar Allah Resulünde gördükleri mucizeleri
sihre nisbet ettikleri için, gözlerinin üstüne hakikatleri görmeye
engel perdeler inmitir.482
Hz. Muhammed'in elindeki talar tesbîh ettiinde iitenler
tebihte, mucizeyi talara nisbet etmekle hata ettiler. Hâlbuki
mucize, o talarn tesbîh etmesinde deil, talarn tebihini ii-
tenlerin iitmesinde gerçekleti.483
Duymak baka, iitmek bakadr. Bakmak baka, görmek yine
bakadr. Bir çok defalar insan duyar, fakat iitmez; bakar, fa-
kat görmez, iitmek, görmek idrâk iledir, kalp iledir, ruh ve
irfan (zihni kemâl, çnlay) iledir. Peygamberimizi yalnz bee-
riyet gözü ile deil, Hakk gözü ile görmeli. Beeriyet gözü bee-
481 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.205.
482 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s. 270.
483 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s.97.
BAKARA303
rin vasflarn; Hakk nuru Hakk gözü, Hakka mahsus cemâli,
manevî güzellii görür.484
Bir pîre: "Allah' görmek ister misin?" diye soruldu. "Ha-
yr,"diye cevap verdi. "Niçin?" denildi, "çünkü" dedi: "Hz.
Mûsâ bunu istedi ama göremedi. Hz. Muhammed (rü'yeti
ve dîdâr) istemedifakat gördü." imdi, bizim arzu ve iste-
imiz, Hakk Teâlâ 'yi görmeye engel olan en büyük perde-
dir. Çünkü dostlukta iradenin mevcudiyeti muhalefet olur.
Muhalefet (kars durmak) ise hicaptr.
Sadece sevgilinin iradesi vardr, onun yannda sevenin bir
iradesi, arzusu ve istei olmaz. 485
Dünyada irade ortadan kalkarsa, müahede hâsl olur. Müahede
sabit hâle gelince, dünya âhiret gibi olur.486
Allah \n arzusu hilafna ettiin her dua hicaptr.487
• îmân sahibinin, hem zahir (d) hem de, bâtn (iç) gözü vardr.
D gözleri ile Allah'n yaratt manzaralar görür. Yere serilen
sonsuz hikmetli ilere bakar. ç gözüyle de, madde ötesindeki
varlklara bakar. Semâ ve ötesinde sakl duran ulvî, rûhânî var-
lklarn seyrine dalar. te bu iki göz görmeye baladktan son-
ra, bir göz daha hâsl olur ki, o da kalp gözüdür. Kalp gözünün
açlmas için iç ve d gözün, salim duyguya sahip olmas gerek-
tir. te bundan sonradr ki, ensiz ve boysuz bir deme geçer. Ya-
knlk mefhumu anlmayan bir yaknla erer.D anlamyla bi-
linmesi kabil olmayan bir sevgi âlemine varr. Artk o kul sevgi-
lidir; ondan sakl hiçbir ey yoktur.
484 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.462.
485 Derleyenin Notu.
486 Hucvirî, Kefu'l Mahcub-Hakîkat Bilgisi, haz.Süleyman Uluda, stanbul, 1996, s.477.
487 Derleyenin Notu.
Ayet 6-7
304
Ancak bu hâle gelmek kolay deildir. Kalbin yaratlm nesne-
lerden ve nefsin; tabiî istek, cümle ehvet arzularndan âri (pak)
ve beri (temiz, kayt ve hüküm altnda olmayan) olmas gerekir.488
yi görüe sahip olan ba gözü ile halka bakar; sonra kalbini açar
ve Allah'n fiil tecellîsini onlarda görür. O tecellînin hareketini
ve sükûnunu anlar. Buna izzet nazar derler; Allah'n sevgili kul-
lar bu görüe sahiptir.
îmân sahibi o kimsedir ki, bir kiiye bakt zaman, ba gözünü
kullanr. ç âlemine, kalbi ile bakar ve Mevlâ'y sr gözü ile gö-
rür. Bu yolda çalan bulur. Kader geldii zaman uyar. Deniz ve
kara onun gözünde ayndr. Deniz sahili ve da ba eittir. Acile tatl ayndr. zzet ve zilleti ayrmaz. Zenginlik ve fakirlik ayr
mânâ tamaz. îmân sahibi kaderle yürür. Kader onu yormaz.
Kader, onu tamak için yorulur. îmân sahibi kadere tevazu gös-
terir; Hakka yaknln bilir. îmân sahibi nefsine uymad için
buna erer. ahsi arzularn, kötü âdetleri, eytanî duygular ve
uygunsuz arkadalar sevmedii için aradn bulur.489
Kafa gözü; sadece ama sadece önüne geleni görebilir, tanmlaya-
bilir. ayet görmesi gerekenin önüne perde gerilse, engel konul-
sa, o zaman göremez. . . Çaresizliiyle hemhal olur.
te sen sen ol da perdeleri, engelleri rahatça aabilen kalb gözünü,
basiret (hakikati kalbiyle hissedip anlamak) gözünü, idrâki ara!490
Gerçekten de varolu içinde Allah'n isimlerinden baka bir ey
yoktur; fakat yaratklarn varlklar, onlar bilme konusunda
basiret gözlerine perde olmaktadr.491
488 Abdülkâdir Geylânî, Feth'ül-Rabbanî-llâhî Armaan, çev.Abdülkâdir Akçiçek, stan-
bul, 1964, c. I, s.39-40.
489 Abdülkâdir Geylânî, Feth'ül-Rabbanî-lâhî Armaan, çev.Abdülkâdir Akçiçek, stan-
bul, 1964, c. I, s.148.
490 Abdülkâdir Geylânî, Mektûbât- Geylânî, çev.Seyyid Hüseyin Fevzi Paa, stanbul,
1997, s.154.
491 bnü'l-Arabî, Marifet ve Hikmet, çev.Mahmut Kank, stanbul, 1995, s. 104.
BAKARA305
D göz nedir ki? O bir i göremez, keza bâtn gözü de. idrâki de
brak! Onu da bir kalem geç!
unu unutma ki: Onu, ancak O görebilir. Onu, ancak O idrâk
edebilir. Onu, ancak O bilebilir.
Yüce Allah, kendisini kendi gözü ile görür. Kendisini kendi özü
ile anlayabilir.
Onun zâtnda bir hicab (örtü) vardr, yani perdesi. Bu perde,
Onun vahdaniyetidir (birlik) yani birlii, teklii...
Kendi hicabndan yani perdesinden baka bir ey Onu perdele-
yemez.
Onun varl vahdaniyeti ile gizlenir. Ama ekilsiz, keyfiyetsiz.492
Perde hayâlini koyan görmüyor musun? Allah, o perdeyi, seyre-
den kimse, o perde üzerindeki varoluun mâhiyeti hakknda bir
ilim tahakkuk (gerçeklemek) ettirsin, varoluun mâhiyetini iyi-
ce bilsin diye koymutur. O perdeye bakan kimse, orada say-
sz suretleri görür. Onlarn hareketleri, tasarruflar ve hüküm-
leri tek bir varla aittir. O suretlerin bunda hiçbir eyi yoktur.
Onlarn var edicisi, hareket ettiricisi ve durdurucusu ile bizim
aramza çekilmi bu perde vardr. Bu perde Onunla bizim ara-
mz ayran snrdr, bir hattr. Aradaki fark {temyiz= iyiyi kötü-
den ayrdetme) bu perdeyle ortaya çkmaktadr. Bu nedenle Ona
"ilâh" denir, bize ise "kul" ya da "âlem" denir.493
Hicap (örtü), baz engellerdir ki, kul o engeller sebebi ile, Hakka
vâsl olamaz, perdelenir.
Bu engeller ise; seyir hâlinde urayp, mânâ varlna giydii
dünya ve âhirete ait kisvelerden ibarettir.
Bu mânâda buyurulan bir hadîs-i erifte:
"Allah için, nurdan ve zulmetten yetmi bin perde olduu bir ger-
çektir." 494
492 bnü'l-Arabî, Mir'âtü'l-lrfan, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, Mays 2000, s. 22.
493 bnü'l-Arabî, Marifet ve Hikmet, çev.Mahmut Kank, stanbul, 1995, s. 142.
494 bnü'l-Arabî, Tuhfetü's-Sefere, çev.Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, 1971, s.93.
Ayet 6-7
306
Zuhuru perde olmutur zuhura
Gözü olan delil ister mi nura
Sensin bize bizden yakn
Görünmezsin hicâb nedir?
Herkes anlar hem görürdü yüzünü ey dost senin
Kibriyay len terânîden (Hakk'n Hz. Musa'ya "Beni göremezsin"
hitab) nikabn (peçe, perde) olmasa.495
Canann yüzünü örten, maukun cemâlini perdeleyen nedir bi-
lir misin? Bizim cismâni ilikilerimiz ve topraa mensup bedeni-
mizdir. Çünkü cisim ne kadar zevk ve sefada olursa, ruh o nis-
pette mihnet ve cefâdadr. Ve belalar da insana en ziyâde zevk ve
sürür aramakta olduu zamanlarda gelir.496
Celâlimiz bizim nikâbmzdr (peçe), onu kefetmedikçe hiçbir
göz dîdârmzn nurlarn görmeye lâyk olmaz, buyuruluyor.
Celâlden maksat, seni cemâle kavuturacak olan nurdur. Ce-
mâlin kudreti, güzellii, tecellîsi, varlk yakc nurudur. Celâl o
cemâlin nikâb olmu. Onu kefetmedikçe cemâl görünmüyor.497
Nefsini muhasebe edemeyenin bil ki, gözündeki perde kalndr.
Allah'n kapsndan kovulmutur. 498
Can gözüne nefis lokmalarnn dikenleri batanlar, görme
kabiliyetinden ve göz nurundan mahrum olanlardr. Böyleleri
Allah'n marifet güllüklerini nasl görür, bu bahçelerde nasl do-
laabilirler?499
"Kim Allah', meleklerini, kitaplarn, peygamberlerini ve âhiret
gününü inkâr ederse, üphesiz derin bir sapkla dümütür."
495 Abdülkâdir Geylânî, Mektûbât- Geylânî, çev.Seyyid Hüseyin Fevzi Paa, stanbul,
1997, s.263.
496 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.290.
497 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.l 11.
498 M.Kemal Pilavolu, Büyük Velî Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, s.67
499 Cemalnûr Sargut, Ey nsan, stanbul, 2007, s.465.
BAKARA307
(Nisa, 136) "te Allah'n lanetledii, sar kld ve gözlerini kör
ettii bunlardr. Bunlar Kur'ân düünmezler mi? Yoksa kalple-
ri kilitli ra/WzV.p ''(Muhammed, 23-23) Sar, dilsiz ve kör odular
da gerçei bilemediler. Kur'ân'n hakikatini anlayamayan Onunhikmetini nasl düünebilsin? Kur'ân'n nüzulünü nasl kavra-
sn? Kur'ân' indireni nasl tefekkür edebilsin? Kur'ân'n indiril-
dii ahs nasl anlayabilsin? 50°
Eer blisin gözleri Adem'in hakikatini görebilseydi, yani onda
görünür olan esrar ve hayret verici güzellii görebilseydi, asla is-
yan etmez ve yalnz itaatte kalrd.501
Zan ve üphe içinde olanlar gerçei anlayamazlar. Onlara manevî
terbiye ve hakikatleri görecek göz verilmemitir, inanmak için
elle tutulacak delil ararlar. Gönül gözüyle görülebilen delilleri ve
gönül kulayla duyulabilen sesleri göremez, duyamazlar.
Gönül gözleri görmeyenlerdir ki istidlal (delil ile anlamak) yolu-
nu körün denei gibi kullanmak zorunda kalrlar. Bu denek
onlarn talara çarpp yuvarlanmalarn önlese de bu gidi elbette
önünü gören insann yürüyüündeki emniyet, doruluk ve hedef
aydnlyla ölçülebilir bir gidi deildir.
Körleri bilirsin. Ne topra ekebilir, ne mahsulü biçebilir, ne de
harman yapp hasat alabilirler. Onlarn ne dünyay imâr etmele-
ri, ne de milletlerini bir ticaret ve iktisat anlay içinde kalkn-
drmalar mümkündür.
Anlyorsun ki burada körler derken gönül gözleri kapal olanla-
r söylüyorum. Onlar Hakk' görebilmek için bir istidlal (delil ile
anlama) yoluna saparak, maddî delil arayanlardr.
Ve körler, önlerini gözleriyle deil denekleriyle görerek aramz-
da bedbaht bir hâlde dolalaryla bizler için ilâhî bir hikmete
misâldirler.
500 Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 165-166.
501 Ahmet Kayhan, Maddi-Mânevî Kur'ân ve lmin Günei Hazreti Pr Seyyid Sultan
Abdülkâdir-i Geylani, s. 12.
Ayet 6-7
308
Aynadaki hayâlin gözbebeinde tekrar kendini gören insan gibi,
ilâhî varln gözbebei mânâsnda ve o kymette yaratlan kâmil
insanlardr ki gözleri gördüü hâlde bir âmâlar kervanndan far-
k olmayan insan kütlelerine Allah'a giden yolu gösterirler.
Sen o azizleri ve velîleri beer gibi gördükçe bil ki, sana blis'ten
miras kalan gözlerle bakyorsun.502
Bizi gören kiinin soruya gereksinmesi kalmaz. Bizi görmeyen
kii için de sorularn yarar yoktur. Çünkü o sözde kalm, söz-
le perdelenmitir. Bizi bilmek, görmektir. Bir kimse bizi bildik-
ten sonra görmeyi isterse, gerçekte görmemi demektir; perde-
lidir. Görmeyi bilmekten farkl sanan kimse, Rabb görmekten
gururdadr.503
Sen öyle acayip bir körsün ki, keskin bakl ve uzaklar görür ol-
duun hâlde, devede ancak yükü görebiliyorsun; yani, görünüe
kaplmsn da, içyüzü, mânây müahede edemiyorsun.504
(Hz. isa'ya dediler ki) Alemde bu kadar mucizelerin varken senin
kullarndan olmayan kim?
Isâ dedi ki: "Teni esiz örneksiz yaratan, can ezelden halk
eden Tanrnn tertemiz zâtna andolsun. Onun pak zâtyla s-
fatlar hakk için! felek bile yenini yakasn yrtm ona âkolmutur. O efsunu, o Ism-i Âzam' köre okudum gözleri açl-
d, sara okudum, kulaklar duydu. Ta gibi daa okudum,
yarld göbeine kadar hrkasn yrtt. Ölüye okudum diril-
di. Hiçbir ey olmayan, vücûdu bulunmayan eye okudum,
meydana geldi, bir ey oldu! Fakat ahman gönlüne yüz bin-
lerce kere okudum fayda vermedi. Mermer bir kaya kesildi,
ona tesir bile etmedi. Adeta kuma döndü, ondan bir ey bit-
mesine imkân yok!
502 Cemalnûr Sargut, Ey insan-, stanbul, 2007, s.465-466.
503 Ahmet Kayhan, Maddi-Mânevî Kur'ân ve ilmin Günei Hazreti Pir Seyyid Sultan
Abdülkâdir-i Geylani, s. 17.
504 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi Tercümesi, çev.efik Can, stanbul, 1997, c.3-4, s.
19.
BAKARA309
Adam, "Tanrnn adnn köre, sara, ölüye tesir edip ahmaa
tesir etmemesinin hikmeti nedir? Onlar da illet, bu da illet... ne-
den onlara tesir ediyor da buna tesir etmiyor?" dedi.
Isâ dedi ki: "Ahmaklk, Tanr kahrdr. Hastalk, körlük kahr
deil, bir iptiladr. ptila (dükünlük) acnacak bir illettir (has-
talk), ona kul da acr, Tanr da., fakat ahmaklk öyle bir illettir
ki ahmaa da mazarrat {zarar, ziyan) verir, onunla konuana da!
Ahmaa vurulan da, Tanr mührüdür. Ona bir çare bulmann
imkân yok!" 505
Peygamberlerin barmaktan sesleri tükendi; sesleri taa tesir etti
de gene gafillere tesir etmedi; öylesine bartan haberleri bile
olmad.
Sel gibi bar, onlara serap göründü; çünkü hepsi de uykuya
dalm-gitmiti.
Erenler feryad edip dururlar; uyuyanlar Tanrya çarrlar.
Ama onlardan hiç kimse uyanmaz da uyanmaz; âh aman uaman bilmeyen ar uykudan.
Yâ Rabbî , bu zan, ne biçim bir uykudan meydana geliyor ki, hiç
kimse bu uykudan uyanmyor?
Bütün bu naralar, bu sesler, bu kükreyiler, hiçbir kulaa tesir et-
miyor.
Ömürleri sona erdi de o soluk, bir solukcaz olsun onlara tesir
etmedi-gitti.
Ölüye bile hayat veren o soluktan canlar, hiç mi hiç kurtulua
ermedi.506
Rivayet ederler ki: Padiahn biri, olunu hüner sahibi bir toplu-
lua teslim etmi ve o topluluk da ona yldz bilgisi, remi (kum-
da bir takm çizgiler çizerekfala bakmak) ve daha baka bilgiler-
den öretmiti. Çocuk son derece aptal olduu hâlde, bu bilgi-
505 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.210, beyit. 2582-2594.
506 Sultan Veled, btidâ-Nâme, çev. Abdülbâkî Gölpnarl, Konya, 2001, s.93.
Ayet 6-7
310
leri tamamen örenip üstad oldu. Bir gün padiah avucuna bir
yüzük saklad ve olunu imtihan etti. "Gel söyle bakaym, avu-
cumda ne var?" diye sordu. Çocuk: "Elindeki yuvarlak, sar ve
içi bo bir eydir" dedi. Padiah: "Alâmetlerini doru verdin, o
hâlde ne olduuna da hükmet." diyince, çocuk: "Kalbur olma-
s lâzm" dedi. Padiah: "Akl hayretler içinde brakan bu kadar
alâmeti, bilgi ve tahsil sayesinde söyledin, fakat kalburun avuca
smayacana nasl akl erdiremedin!" dedi.
Bunun gibi zamanmzdaki bilginler de kl krk yaryorlar. Ken-
dileriyle ilgili olmayan eyleri pek iyi biliyorlar. Onlara tama-
men ve bütün etrafyla vâkftrlar, fakat önemli olan ve kendi-
ne her eyden daha yakn bulunan, yani kendi kendilerini bil-
miyorlar. Onlara her eyden daha yakn olan bir ey var ki bu
da onlarn benliidir. Bunun yaplmas dorudur, bununki do-
ru deildir, bu helâldir yahut haramdr, diye her ey hakknda
helâl ve haram olmas bakmndan, hüküm verdii hâlde, ken-
di mâhiyetini helâl midir, yoksa haram mdr, temiz midir, yok-
sa pis midir bilmez.507
Kâfirler, gönüllerimiz bu çeit sözlerin klfdr, bu sözlerle dop-
doluyuz biz derlerse de Tanr, onlara cevap vererek buyurur ki:
"Hââ, gönülleriniz bu sözlerle deil, vesveselerle, hayallerle, iki-
liklerle, hatta lanetlerle doludur." Çünkü "küfürleri yüzünden
Allah lanet etmitir onlara" Keke o hezeyanlardan bo olsayd
da, bu sözlerin bir ksmn kabullenseydiler; fakat bu kabiliyet
de yok onlarda.
Gözleri bir baka renk görsün, Yûsuf'u kurt görsün; kulaklar bir
baka türlü ses duysun, hikmeti saçma sapan bir söz saysn,
gönülleri bir baka renge boyansn, vesveselerin, hayallerin yeri
yurdu olsun diye Ulu Tanr, onlarn kulaklarn, gözlerini, gö-
nüllerini mühürlemitir. Gönülleri ka dönmütür; buzdan, so-
uktan ne varsa derilmi, toparlanmtr gönüllerinde. "Allah,
507 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.28-29.
BAKARA311
gönüllerine ve kulaklarna mühür vurmutur ve gözlerinde de
örtü vardr onlarn." Hatta bunlarla dolu olduunu söylemenin
de yeri mi? Ne onlar, ne onlarla övünenler, ne de soylar soplar,
ömürleri boyunca gerçein kokusunu bile duymamlardr, ger-
çee ait bir tek söz bile iitmemilerdir. Bir testi var Ulu Tan-
r baz kimselere suyla dolu gösterir. Onlar bu suyla ferahlatr,
kana kana içerler. Baz kimselere de bo gösterir. Dudaklar bile
slanmaz.508
Bilgisiz adamn can, bu duadan uzaktr. Çünkü Yâ Rabbî de-
mesine izin yok ki.
Zarara, ziyana uraynca Tanrya szlanmasn diye aznda da
kilit var, gönlünde de. Az da bal, gönlü de.509
Ulu Tanr onlarn kulaklarn, gözlerini ve kalplerini, baka bir
renk görmeleri için mühürlemitir. Bu yüzden göz Yûsuf'u kurt
görür, kulak baka bir ses iitir. Hikmeti saçma ve hezeyan (saç-
malamak) sayar. Kalbini baka bir ekle sokmutur ki o kalp,
hayal ve vesvese örtüleri altnda öylece donup kalmtr. Bunlar
hakknda: "Allah onlarn yüreine mühür vurdu, kulaklar da
gözleri de perdelidir" buyurulmutu. Onlarn kalpleri bununla
dolu olmak öyle dursun, ne onlar, ne onlarla öünenler ve ne de
onlarn yaknlar, bütün ömürlerince bu hikmetten bir koku ala-
mamlardr. Bu, Tanrnn hikmeti bir testi gibidir. Tanr onu,
bazlarna su ile dolu olarak gösterdi. Onlar bu sudan kana kana
içerler. Bazlarnn dudaklarnda da onu bo gösterir. Bu bo gös-
terdii ve bundan bir nasip alamayan kimseler, buna nasl ük-
redebilir? Tanrnn bu testiyi kendisine dolu olarak gösterdii
kimse ükretmelidir.
Ulu Tanr Âdem'i toprak ve sudan yaratt vakit "O'nu krk
günde tamam etti, onun kalbn tamamen yapt. Bu zaman zar-
508 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fthi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.21-22.
509 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.17, beyit.198-199.
Ayet 6-7
312
fnda krk gün, yer yüzünde kalmt. Lanet olas blis! Yere indi
ve onun kalbna girdi, bütün damarlarnda dolat, seyretti ve
o kanla dolu damar, ya ve dört hkn (bir eye karm olan)
görüp: "Oh! Benim arn ayanda görmü olduum ve peyda
(aikâr) olacak olan blis'in bu olmas tuhaf deil mi? ayet bu
deilse ne garip! O blis eer varsa mutlaka bu olmaldr. te o
kadar!" diyerek çekilip gitti.510
• Ebû Cehil'in avucu içindeki talar, bir bir dile geldiler. Her biri
nice güzel konuan insanlardan daha fasih (açk ve güzel konu-
an) ve daha tesirli bir söyleyile: "Ehedü en lâ ilahe illallah ve
ehedü enne Muhammeden Resûlullah" diye kelime-i ahadet
getirdiler.
Ebû Cehil ta parçalarnn dile geldiini duyunca korktu, öfke-
lendi ve onlar yere atarak:
"Yalan, yalan!" diye haykrd, "Bu mucize deil sihirbazlktr ve
yeryüzünde seninle baa çkabilecek hiç bir sihirbaz olamaz, sen
sihirbazlarn basn!"
Böyle söyledii için de kâfirlerin en mel'ûnu (lanetlenmi) oldu.
Yüce Allah'n rahmetinden ebedîyyen uzaklamak gibi cezalarn
en elimine çarptrld.
Ebû Cehil de o toprak görücü eytan gibi Hz. Muhammed'deki
ilâhî tecellîyi göremedi. Gözleri kaln bir perde ile gaflet
(hakikatten habersiz olmak), hiddet ve küfür perdesiyle kapaly-
d ve öyle kald.511
• 'Tanr onlarn yüreine mühür vurdu' buyrulduu gibi ne ka-
dar ho iitiyor, hatmediyor ve anlamyor! Ondan söz ediyor, fa-
kat yine kavramyor: Tanr latiftir, kahr ve anahtar da latiftir.
510 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.42.
511 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.312-313.
BAKARA313
Ama Onun açma (fetih) anahtar o kadar latif, o kadar latiftir
ki anlatlamaz. Eer benim parçalarn bütünümden çözülecek,
açlacak olursa, bu Onun sonsuz lutfundan ve açclndan, e-
siz fatihliindendir. Ölüm ve hastal sakn benim için suçlan-
drmaynz. Çünkü o, arada iin gerçeini örtmek için bulunu-
yor. Beni asl öldüren Onun benzeri olmayan lütfudur. Bu çe-
kilen bçak veya klç, yabanclarn gözlerini, bu uursuz gözle-
rin katlin hakikatini görmemeleri bakmndan, uzaklatrmak
ve kapatmak içindir.512
"En büyük (azîm) azab onlarndr."
Kâfirin kalbi ta gibi kat ve hissiz olur. ri bir ta parçalamak
için nasl etrafnda ate yakmak, üzerine sirke dökmek gerekir-
se, kâfir kalbini imtihan etmek için de onu atee atmak uygun
görüldü. Cenâb- Hakk'n ta gibi kat yüreklileri yumuatmak,
eritmek için seçtii yol budur. Çünkü o ta gibi kalplere defa-
larca ne yumuak sözler söylenmi ne tatl öütler verilmi an-
cak onlar bütün bu güzel ve yumuak hareketlerin mânâsn
anlayamamlardr.513
Azap:
Azap, kök itibariyle "nekâl" {iddetli ceza, ibret) kelimesine ben-
zedii gibi, anlam açsndan da buna benzer. Bu, ceza, felaket,
bakalarna ibret olacak ey anlamlarnadr. Buna "azap" adnn
verilmesi, kiiyi cinayet ilemekten alkoyduu içindir. Çünkü
akl sahibi bir kimse, yapaca kötülüklerin sonucu olarak ba-
na gelebilecekleri düündüünde hemen vazgeçer. Nitekim tatl
suya da bu kökten olarak "mâu'1-azb" denir. Çünkü böyle bir su,
512 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.213-214.
513 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.528.
Ayet 6-7
314
insandaki susuzluu kesin olarak giderir. Hâlbuki tuz veya tuzlu
olan ey böyle deildir. Bu, giderek insan susatr.
Dier bir yorum ise, kiinin karakteri gerei ho gördüü ve gü-
zel kabul ettii eylerin cezasna ad olarak verilmitir. Nitekim;
"Azabm tadn" (Kamer, 37, 39) denilmitir. Aslnda güzel ve te-
miz olan eyler tadlr. Buna göre dünyada kendi heva ve istekle-
rine uyarak bunu güzel görenler, bir bakma azab da güzel gör-
mü oluyorlar.514
insanlar sebeplere dayandklar srada Allah onlara azap eder,
çünkü sebepler her zaman yitip gidebilecek olgulardr. Sebep-
ler mevcutken, onlarn kaybolacaklar vehmiyle azap eder, se-
bepler ortada yok iken, bu sefer de yokluklaryla onlara azap
eder. Dolaysyla Allah' brakp sebeplere güvenip daya-
nanlar dâima azap içindedirler. Ama ortak komadklar za-
man rahat ederler, sebeplerin yitip gitmesiyle herhangi bir ac
duymazlar. 515
Bilesin ki bütün azaplarn sebebi dünya sevgi r * ve dünya ehline
duyulan sevgidir. Bu sözü yalnz sana deil kendime de söylüyo-
rum. Ama kendimi, sen ve bütün insanlar mazur görüyorum.
Çünkü bu âlem son derece büyüleyicidir. Bazlar onun sihrine
aldanrlar. Bazlar ise dünyay dünya olduu için tanrlarsa da,
onun sihrine aklanmazlar. Ancak zorunlu olarak ona muhtaçtr-
lar. htiyaç dolaysyla karaktersizle konumak, habersizlerle bir-
likte olmak gerekir. Hangi azap, bilenle bilmeyenin, âlimle cahi-
lin sohbet etmesine benzeyebilir? Onlarla sohbet etmezlerse bu
âlemin iini halledemezler.
Ey dervi! Mademki geldik, akllca davranp raz ve teslim ol-
malyz. Ola ki bu hunhar canavardan selâmetle kurtuluruz. 5l6
514 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu'l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s.76.
515 bnü'l-Arabî, Risaleler, çev.Vahdettin nce, stanbul, 2005, c. 1, s.307-308.
516 Azizüddin Nesefî, Tasavvufta nsan Meselesi I nsan- Kâmil, stanbul, 1990, s. 185.
BAKARA315
Hakikat cihetiyle, yani ruhlarn hakikati itibariyle hicap (örtü)
ve gafletten büyük bir azap tasavvur olunamaz. Fakat insanlar,
dünya hayatnn türlü aldan ve aldatlar ile avunarak bu aza-
b görmemeye çalrlar. Her ne kadar etraflarn gaflet atei ku-
atmsa da, türlü elenceler, megaleler ve zevkler ile vakit geçi-
rerek avunmaya urarlar. Fakat mükellef ve debdebeli hayatla-
r içinde yine de ikâyetleri, straplar, elemleri hatta yeisleri ek-
sik deildir. Hâsl, ruhun hakikati itibariyle bu hicap ve gafletin
azabn hissetmemesi mümkün deildir. Hakka vusul bakmn-
dan uzaklk ne ölçüde ise, azap da o nisbette fazladr.517
Vaktini elence, enlik ve güldürücü kelimelerle geçirme; ferah
terk eyle; çünkü dünyâda ferah cinnetin eserleri, hüzün ise akl
iidir. Burada devaml olmak imkânsz ve dünyâya güvenmek
cahillik ve sapklktr.
Dünyâ ileri az çok eyle geçer, âhiret ilerinden ise vazgeçilmez
ve ondan istina olunmaz. Âhiret ilerinden baka eyle megul
olma ruha azaptr.
Olum, âlimin kurtuluu, ilmiyle âmil olmas, felâketi de iini
ameli brakmasdr; Zîra Peygamberimiz (s.a.s.) hazretleri "nne
esedden-nâsi azâben yevme 'l-kyâmeti âlimün lem yenfahullâbu
b7-ilmihî"'yani: "Kyamet gününde insanlarn azap cihetinden en
iddetlisi, ilminden Yüce Tanrnn kendisini faydalandrmad
âlimdir" buyuruyorlar.518
lâhî hukuku kendi nefsinizde yerine getirir ve kendinizden ge-
çip Hak ile birlikte olursanz, o vakit nefsinizi bilmi olursunuz.
Nefsini bilen Rabbini bilir srr belli olmu olur.
Halkn hukukunu bilip bütünüyle yerine getirirseniz, yani bü-
yüklere sayg, küçüklere merhamet, kötülük edenlere iyilik, iyilik
gördüklerinize uygun muamele icrasnda bulunup, halkn büyük-
lerinden öüt dinleyip uslanrsanz, kötülük ileyenlerinden uzak-
517 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.96.
518 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008, s.67
Ayet 6-7
316
larsanz, çaresizlere yardm ederseniz, ksacas halk sizden emin
olup, hepsinin güvenini kazanrsanz, nefsinizi iyi yönetmede ba-
ar elde etmi olduunuzdan dolay Cenâb- Hakk' raz etmi
olur ve akl ve hikmet sahiplerinden saylm olursunuz. Eer nef-
sinizi bilmeyerek bilgisizlikte ve halk hakknda da deer bilmez-
likte bulunursanz, o hâlde kendinize yazk etmi olursunuz. lâhî
gazaba urar ve ahmaklardan saylrsnz. Kvlcm üstünüze sç-
ratp kendinizi atee yakmaynz! Nefsin arzu ve heves denizine
dalp boulmaynz! Geceleri uykusuz geçirmeye alnz! Uyku
hüsrandr! Günahlara yaklamaynz, sonu atetir!519
Allah Teâlâ, bu tabakann (cehennemin 7. tecellîsinin) kapsn;
Küfür ve irkten yaratt.
Bu mânâya gelen âyet-i kerîme öyledir:
"Kitap ehlinden ve müriklerden (küfre sapanlar), ebedî cehennem
ateinde kalacaklardr. Halkn erlisi bunlardr. " (Beyyine, 6)
Dolaysyla bunlarn azab da, azabn erlisi olacaktr.
Zîrâ; cehennemin azap iine bir son yoktur.
C)Allah Teâlâ cehenneme bu tecellîsini: "zû kâbin eliym" ismi ile
yapar.520
En büyük azap ate azab olmayp canandan ve vatan- asliden
fcimkur(ayrlmak).521
Allah'n en büyük lütfü bir insan- kâmili buldurmak olduu
gibi, en dehetli gazab ve kahr da onu inkâr ettirmek ve renci-
de eylemek olur.522
519 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008, s.128-129.
520 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu'l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s. 177-175.
521 Abdülkâdir Geylânî, Mektûbât- Geylâni, çev.Seyyid Hüseyin Fevzi Paa, stanbul,
1997, s.233.
522 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.191.
AYET 8, 9:
-ve mine'n-nâsi men yekûlü âmenna billahi ve
bi'1-yevmi'l-âhiri ve ma hüm bi mü'miniyne
-yuhâdiûnallâhe velleziyne âmenu ve ma yahdeûneillâ enfüsehüm ve mâ yeurûne
-nsanlarn öyleleri de vardr ki, inanmadklar hâlde,
"Allah'a ve âhiret gününe inandk derler.
-Allah' ve mü'minleri aldatmaya çalrlar. Hâlbuki
srf kendilerini aldatrlar da farkna varmazlar.
(Elmalk)
-insanlardan bazlar da vardr ki, inanmadklar hâlde
"Allah'a ve âhiret gününe inandk" derler.
-Onlar (kendi akllarnca) güya Allah' ve
mü'minleri aldatrlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini
aldatrlar ve bunun farknda deillerdir.
(Diyanet)
Âhiret günü için bkz. âyet 4
Burada kasdedilenler bedbahtlar gurubunun ikinci zümresi-
dir. "Allah'a inandk" diyerek îmân iddiasnda bulunma-
larna ramen îmân olgusu onlardan olumsuzlanmtr. Çünkü
Ayet 8-9
318
îmânn mahalli kalptir, dil deildir. Nitekim bir âyette öyle Du-
yurulmutur. "Bedeviler 'inandk ' dediler. De ki: Siz îmân etme-
diniz, ama 'boyun edik ' (islâm olduk) deyin. Henüz îmân kalp-
lerinizeyerlemedi." (Hucurât, 14)
Allah'a ve âhiret gününe inandk eklindeki sözleri, tevhid ve
âhiretle ilgili bir iddiadan ibarettir. Tevhid ve âhiret inanc ise
dînin asl ve esasdr. Yani demek istiyorlar ki, biz, Hakka kar-
perdelenmi müriklerden ve dine ve âhirete inanmayan ehl-i
kitap'tan deiliz. Çünkü ehl-i kitab'n âhiretle ilgili inançlar
gerçee, hakka uygun deildir.
Bil ki küfür, "örtünme ve perde" demektir. Bu da ya mürikler-
de olduu gibi Hakka kar örtünme, ya da ehl-i kitap'ta olduu
gibi dine kar örtünme eklinde olur. Hak'tan perdelenen, din-
den de perdelenmi demektir. Çünkü dine varmann zorunlu
yolu Hak'tr. Fakat dine kar perdelenmi kimse, Hakka karperdelenmemi olabilir. Üzerinde durduumuz âyette iaret edi-
len zümre ise, her iki perdenin de kendileri açsndan kalktniddia etmektedir. Ama îmân gerçeini kendi özlerinden olum-
suzlamak suretiyle yalan söylüyorlar. Yani onlar böyle kaldkla-
r sürece îmân etmi olmazlar. "El-Muhâdaa" {hile) kelimesi, iki
yönden hileye bavurmak demektir. Bu da iyi görünüp iç âlemde
kötü olmak eklindedir. Allah' aldatmaktan maksat, Rasûl'ü al-
datmaktr. Çünkü yüce Allah "Resule itaat eden Allah a itaat et-
mitir" (Nisa, 80) buyurmutur. Bir dier âyette de öyle bu-
yurulmutur: "Attn zaman sen atmadn, fakat Allah onu att"
(Enfâl, 17) Çünkü Rasûl, Allah'n habîbidir (sevgili).
Bir Kussî hadîste öyle deniyor: "Kul dâima nafile ibâdetleri ye-
rine getirerek bana yaklamaya çalr. Derken, onu severim. Onu
sevdiim zaman, iiten kula, gören gözü, konuan dili, tutan eli
ve yürüyen aya olurum." O hâlde âyette sözü edilen zümrenin
Allah' ve müminleri aldatmalar; îmân ve sevgi izhâr (göster-
mek) edip içlerinde küfür ve dümanlk duygusu saklamalar
eklindedir. Allah ve müminlerin onlar aldatmalar ise, onlarla
BAKARA319
bar içinde olmalar, kann dokunulmazl, mallarn korunma-
s gibi slâmî hükümleri onlar hakknda icra etmeleri, buna kar-
lk, Allah'n onlar hakknda elem verici bir azap hazrlamas,
vahim bir âkibeti bekletmesi, kötü bir sonuca duçar (yakalanm)
klmas ve dünyada kendileri hakknda, durumlarn açkça göz-
ler önüne seren haberler vermek ve vahiy indirmek suretiyle on-
lar rezil etmesi eklinde olur. Ama iki aldatma arasnda büyük
fark vardr. Onlarn aldatmalarnn bir tek sonucu var, o da ken-
di nefislerini helak etmeleri, hasretle yakmalar, zulmeti, küfrü,
nifak (iki yüzlülük, bozuukluk) her gün biraz daha arttrarak,
helak, rahmetten uzaklk ve bedbahtlk sebeplerini gün be gün
katmerletirerek {kat kat artmak) vebal ve günah yükünün altna
sokmalardr. Allah' aldatmalar onlar üzerinde korkunç bir etki
yaratr. Dehet verici bir helake maruz brakr. Nitekim yüce Al-
lah öyle buyurmutur. "Tuzak kurdular; Allah da onlarn tuzak-
larn bozdu (onlara tuzak kurdu) Allah, tuzak kuranlarn hayrl-
sdr. " (Alu mran, 54) Onlar derin bir cehaletin girdabnda ol-
duklar için bu apaçk gerçei hesaba katmyorlar.523
"nsanlardan bir ksm inanmadklar hâlde, Allah'a ve âhiret
gününe inandk" derler.
"Allah' ve îmân edenleri kandrrlar. Hâlbuki sadece kendilerini
kandrrlar, farknda da deillerdir."
Allah yaratklarn yoktan yaratm mutlak birlik diliyle rabli-
inde tecellî edip öyle buyurmutur: "Ben sizin Rabbiniz de-
il miyim?" muhatap, olabildiince duruluk içindeydi ve öy-
le karlk vermiti: "Evet Rabbimizsin!" Bu cevap, bir yank gi-
biydi. Çünkü onlar (yaratl âleminde muhatap olanlar), Allah'a
Allah vastasyla karlk vermiti. Çünkü hadîs varlk (sonradan
var olan), ortaya dikilmi bir hayaldir. Âyette geçen tanklk ise
(Allah'n kendilerine kar tank tutmas), sadece merhametten
kaynaklanan bir tanklkt. Çünkü onlardaki doal haz ve ilâhî
523 bnü'l-Arabî, Tefsir-i Kebîr Te'vîlât, çev.Vahdettin nce, stanbul, c. I, s.40
Ayet 8-9
320
iktidar kabul etme özellii nedeniyle, kendisine ortak koacak-
larn bildii için onlara "sadece ben" (Rabbiniz deil miyim) de-
memitir. Bunu ise "ancakpek az kimse bilebilir. " (Kehf, 22)
Hak kandilleri yakarak varlk evini aydnlatp, kendisinin ise
bilinmezlik karanlklarnda kalmasndan sonra, gayret ve iz-
zet perdesinin ardndan, âlemin suretleri ezelî ilimden ebedî dvarla çkmtr. Böylece suretler, karanlktan ortaya çkmtr.Dolaysyla, süreleri tamamlandnda tekrar karanla dönerler.
Seher vaktine kadar, böyle devam eder.
Akl, gözünün gördüü eyin hakikatini örenmek istemitir.
Çünkü duyunun kimi sürçmeleri vardr. Bunun üzerine örtü-
ye yaklar, onun konumasn kendisinde gizlenmi olarak gö-
rür. Burada alacak bir sr bulunduunu anlar, kendi nefsin-
den onu örenir ve bilir. Ayrca peygamberi ve peygamberin ge-
tirdii teklif sorumluluklarn örenir. Bu meyanda ilk vazîfe,
kelime-i tevhid'dir. Böylece tevhidi ikrar eder (kabul ve tasdik et-
mek). Binâenaleyh hiç kimse Yaratan'n varln inkâr etmemi-
tir, sadece Ona dair ifadeleri deiiktir. Bunun üzerine Allah,
peygamberinin tanklyla irk (fark) diliyle onlara hitap ederek
kendilerini snam, bir ksm ise hemcinslerinden birinin pey-
gamber seçilmesini inkâr etmitir.
Ardndan inkâr edenler iki ksma ayrlm: bir ksm, olgulara
bakp herhangi bir eyde bir üstünlük görmeyerek inkâr etmi-
tir. Bir ksm ise olgular içten ve akl düzeyinde incelemi, akle-
dilirlerde ortaklk görmü, ayrcal unutmu, böylece inkâr et-
mitir. Allah, peygamberini klç ile göndermi, onlarn kalple-
rine ölüm korkusunu yerletirmi. Düünceleri ölçüsünde kalp-
lerine kuku sokmutur. Bu balamda bir ksm, irak kelime-
sini (ortak saymak, daha önce belirtilen yorumla kelime-i tevhid
anlamnda kullanlmaktadr) kesin olarak reddetmeyi sürdür-
mütür ki, bu ksm, kâfirlerdir. Bir ksm, onu müahede ede-
rek kabul etmitir (ayne'l-yakîn). Böyle yapan, Allah' bilendir.
Bir ksm düünerek onda direnç göstermitir. (Aklyla ve delille-
BAKARA321
riyle Allah'n varln idrâkte sabit kadem olmutur, ilme'l-yakîn
ve ayne'l-yakîn). Bu kii Allah' arif olandr. Bir ksm, inana-
rak onun üzerinde sabit olmutur ki, bu ksm avamdr. Bir k-
sm, öldürülmekten korkmu kelime-i ahadeti ikrar etmi, fa-
kat inanmamtr. Bunun üzerine Hakkn dili ona öyle nida
(seslenmek) etmitir: Görünüte, "insanlardan bir ksm, Allah a
ve âhiretgününe îmân ettik der. " Gerçekte ise "Onlar mü 'min de-
ildir." imân davas güderek ve Allah'n durumlarn bilmedii
zannyla ve amellerinin yüzlerine çarplacandan bilinçsiz ola-
rak "Allah' kandrrlar" Bugün yaptklarnn "farknda deiller-
dir."524
Kâfire de bu gökyüzünü, u halk ve âlemi kim yaratt? diye sor-
san,
Der ki: Tanr yaratt. Yaratmak Tanrya layktr.
Fakat onun küfrü, kötülüü ve sitemi, bu çeit ikrarla (kabul ve
tasdik etmek) bir araya gelir mi? O kötü ve çirkin hareketler, o
noksan iler, bu çeit bir ikrarla bir araya sar m?i, ikrarn yalanlar. Bu suretle de o, korku azabna lâyk olur.
525
Kâfir de Tanr der, mü 'min de. Fakat ikisinin arasnda adama-
kll fark var!
O yoksul ekmek için Tanr der, haramdan çekinense candan gö-
nülden. Ekmek isteyen yllardr Allah der, fakat saman için mus-
haf (Kur'ân) tayan eee benzer.526
(bu âyette bahsedilenler)
Evvelâ secde edip, sonradan etmeyenlerdir. Vahiy kâtibi bn-i
erh gibi evvelâ îmân edip sonradan kâfir olanlardr.527
524 bnü'I-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s.332-333.
525 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.V, stanbul, 1988,
s.181, beyit. 2206-2210.
526 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi, çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.II, stanbul, 1988,
s.38, beyit.497-498, 500.
527 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.236.
Ayet 8-9
322
Nefis Tanr velîsine yaklarsa dili yüz arn ksalr. Onun yüz
dili vardr, her dilinde yüz lügat... hilesi, riyas (ikiyüzlülük) an-
latlamaz ki!
Nefsin sa elinde tespih ve Kur'ân vardr ama yeninde de hançer
ve klç gizlidir. Onun mushafna, onun riyasna kanma! Kendi-
ni onunla srda, halda yapma! 528
Teni miskler (güzel koku) içine yerletirsen yine ölüm gününde
pis kokusu meydana çkar.
Miski tene sürme, gönle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Tanrnn
ad. .
.
O münafk, miski tene sürer de ruhu, külhann tâ dibine sokar.
Dilinde Tanr ad, canndaysa îmânsz düüncesi yüzünden pis
kokular!
Onun zikretmesi külhanda biten yeillie, abdest bozulan yerde
yetien gül ve süsene benzer. O yeillik orada ariyettir (geri al-
namak üzere emânet verilen). O gülün yeri oturulan iret edilen
yerdir.
Düüncen, mânevi varln gülse, gül bahçesisin; dikense kül-
hana lâyksn.
Gülsuyu isen seni baa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen d-
ar atarlar.
Koku satanlarn tablalarna bak. Her cinsi, kendi cinsinin yan-
na korlar. Cinsleri kendi cinsleriyle kartrr, bu uygunluktan
bir güzellik, bir süs meydana getirirler.
Fakat mercimek, eker arasna karrsa onlar birer birer
ayrrlar.529
Tanr bu taneleri ayrsnlar diye kitaplar verdi, peygamberle-
ri gönderdi. Peygamberler gelmeden önce hepsi bir görünmek-
teydi. Mü'min, kâfir, müslüman, çft... Zahiren hepsi birdi.
528 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.207, beyit. 2550-2551, 2554-2555.
529 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.II, stanbul, 1988,
s.21-22, beyit. 266-271, 278-282.
BAKARA323
Âlemde kalp akçayla salam akça bir yürümekteydi. Çünkü or-
talk tamamyla geceydi, biz de gece yolcularna benziyorduk.
Peygamberlerin günei dounca "Ey kark uzakla! Ey saf, beri
gel!" dedi.530
Yazk, dilin Müslüman gibi konuuyor; kalbin onu dorulam-
yor. Sözün Allah'a ve Peygambere inanm gibi; özün tam ter-
sine. . . lerin hiç birine uymuyor. Ne olacak hâlin? Halk aras-
na çknca senden iyisi olmuyor; yalnz kalnca neden eklin de-
iiyor. Biliyor musun, yllarca namaz klsan, oruç tutsan sana
hayr getirmez; ömrün boyunca hayrl ilerde kalsan hayr göre-
mezsin; ancak, Allah rzâsn gözeteceksin; bunu iyi bilmen ge-
rek. Aksi hâlde yaptklarn bouna; bu duruma göre sana dam-
ga münafk ve içi bozuk sözleri olur. "Allah'tan uzak", mührünü
alnna vururlar. 531
Münafk:
'Münafklar Allah'a ve âhiret gününe inandk derler de mü'min
deildirler.'
Mü'min olmann temel belirtisi,
1. ttikâ (gaybe îmân, namaz, infâk)
2. Kur'ân'a ve daha önceki inzârlara (fenalktan sakndrma)
inanma
3. Ahirete yakn olma (onu görmü gibi kesin sayarak ilâhî emir-
lere uyma)
4. Yetim, fakir, garip ve kimsesize efkat ve merhametle yak-
lama.
530 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.II, stanbul, 1988,
s.23, beyit. 284-287.
531 Abdülkâdir Geylânî, Feth'ül-Rabbanî-llâhî Armaan, çev.Abdülkâdir Akçiçek, stan-
bul, 1964, c. I, s.31.
Ayet 8-9
324
Bunlar yoksa 'Allah'a inandm, din gününe inandm' demek
münafklktan baka birey deildir.532
çid baka kimse demektir ki, en büyük günahlardan biridir.
Cenâb- Hakk münâfk anlatrken: Kalplerinde olmayan dille-
riyle söyleyenler, yani içleri baka dlar baka olanlardr, buyuru-
luyor. Ve yine Allah a îmân ettiklerini zannederler. Hatta namaz
klp oruç da tutarlar. Fakat bu halleriyle cehennemin en alt dere-
cesine girerler, diyo r533
Münafklar bir ümit üzere ibâdet ederler. Maietleri (geçinme,
yaay) daralmasn, ileri iyi gitsin, çocuklarna bir elem keder
gelmesin diye... Amma ileri yolunda gitmezse ibâdeti terk eder,
hatta isyan ederler.534
Münafk inat yüzünden, gösteri için muvafkla (mümin) ayn
namaza durur, onun hareketi muvafnki gibi ibâdet ve niyaz
için deildir.
Namazda, oruçta, hacda, zekâtta münafklarla müminler ayn
hareketi yapar gibi görünürler.
Amma iin sonunda, âhirette müminlere galibiyet ve münafklara
malubiyet mukadderdir (takdir olunmu, yazlm)?3'
Namaza namaz için gelenle taklit için gelenden yalnz birincisi
Allah'n huzurundadr.
Gerçi ibâdetlerindeki d hareketler birbirinin ayndr. Dtanbakanlar hakîkî müslümanlarla ibâdeti taklit edenleri, ayn yer-
de, ayn safta yan yana görürler. Hakikatte onlar birbirlerinden
mesafeler boyu uzaktadrlar.536
532 Halûk Nurbâkî, Bakara sûresi Yorumu, stanbul, 1997, s.127.
533 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.522.
534 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.614.
535 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.45.
536 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.49.
BAKARA325
Yazk sana! Kalbinde nifak (iki yüzlülük) bitmi. Tevbeye ve tes-
limiyete muhtaçsn. Yaknda toz duman ortal kaplaynca ger-
çei anlayacak ve uyanmann ne demek olduunu bileceksin.
Her kim ki, sözlerini iitir, onunla amel eder ve amelinde de
ihlâsl olursa "mukarreb"lerden (yaklam,yakn) olur. Çünkü
benim sözlerimde kabuk yoktur.
Yazklar olsun sizlere ki, Allah'a kar muhabbet duyduunuzu
iddia ediyorsunuz ama, kalbinizle ondan bakasna yöneliyor-
sunuz! Mecnûn Leyla'ya olan muhabbetinde sadâkat derecesine
ulanca, kalbine Leyla'dan bakasn sokmamt. Bir keresinde
bir toplulua rastlamt. Ona dediler ki:
-Nereden geliyorsun?
-Leyla!
-Nereye gitmek istiyorsun?
-Leyla!
Kalp Allah Teâlâ'nn muhabbetinde sadk olursa, Musa (a.s.) gibi
olur. Allah Teâlâ onun hakknda öyle buyurmutur: "Biz ba-
kasndan süt emmesini daha önceden ona haram klmtk. " (Ka-
sas, 12) Yalan söyleme, çünkü senin iki kalbin yok; bir tek kal-
bin var. Onu neyle dolduruyorsun? O ikinci bir eyi daha almaz
ki! Allah Teâlâ öyle buyurmutur: "Allah hiç kimsenin gösün-
de iki kalp yaratmamtr. " (Ahzâb, 4) Bir kalp ki, hem Hâlk',
hem de halk: Bu mümkün deildir. Yine bir kalp ki, içinde hem
dünya, hem âhiret olacak: Bu mümkün deildir. Hakk'n ca-
hili riyakarlk (iki yüzlülük) ve münafklk yapar; âlim-billah
olan, Hakk' bilen asla böyle yapmaz. Ahmak, Allah Teâlâ'ya âsî
olur; akll kimse ise Ona itaatkâr olur. Hakka buz (düman-
lk) eden, ona isyan eder; Onu seven ise itaat eder. Dünyalk, mal
toplama hrsnda olan, riyakarlk ve münafklk yapar; emeli ksa
olan ise asla böyle yapmaz. Ölümü unutan riyakar olur; ölümü
hatrda tutan ise riyakârlk yapamaz. Hakk'n nazarn unutan
riyakârlk yapar; O'nun nazarn gözeten ise riyakârlk yapamaz.
Gafil riyakârlk yapar; uyank ise asla. . . Allah'n evliyasnn
Ayet 8-9
326
kendilerini gafletten uyandran uyandrclar, onlara ilim öre-
ten öretmenleri vardr. Allah Teâlâ onlara ilim vâstalarn elde
etmeleri hususunda yardm eder. Hz. Peygamber öyle buyur-
mutur: "Eer bir mümin bir dan tepesinde olsa Allah teâlâ
ona ilim öreten bir âlimi yine de gönderir."
Menfaat kazanma uruna sâlihlerin kelimelerini satma! Onlarn
sözlerini konuma! Onlarla nefsine destek çkma! Kendi maln-
dan giy, çplak kalma! Pamuu kendi ellerinle ek, kendi ellerinle
sula, gayretinle büyüt! Sonra ondan kuma yap, onu dik ve giy!
Bakasnn malyla, bakasnn elbisesiyle marma! Eer baka-
snn sözünü kullanr, konuur ve bakasnn sözüyle iddiaya kal-
krsan, ariflerin kalpleri senden irenir. Fiilin olmazsa sözün
de olamaz. in zahirinin amelle alâkas vardr. Allah Teâlâ öyle
buyurmutur: "Amelleriniz dolaysyla cennete girin. " (Nahl, 32)
Mümin hevâ ve hevesi ve mâlâyâni ile konuarak melekleri yor-
maz. Onun kalbi Hakk'tan hayet duyar. Ho onun azalar da
Hakk'tan hayet (yücelik karssnda duyulan gönül titremesi) du-
yar ya! Onun kalbinin dili konuamaz, aslnda onda olan hiçbir
dil konuamaz. Onun kalbinin atei Rabbinin heybeti karsn-
da hafifler, dolaysyla âzalarnn atei de zayflar ve melekler ra-
hat içerisinde kalr.
Ey oul! Senin birbirinden ar, akbeti mükil, pek çok günahn
var; iin zor. Onlar ister lehine ister aleyhine olsun; ölümü hatr-
lama duygusuyla uyan. Ölümünü unutman hiç de senin hayr-
na deildir. Kyl ü kali brak, mâlâyâni (mânâsz, bos söz) ile u-
ramay terk et! Emelini ksalt! Hrsn azalt! Yaknda öleceksin.
Belki de sen bu hâl üzere iken ölümün gerçekleiverecek. Bura-
ya ayaklarnla geldin ama belki de bir cenaze olarak evine ta-
nacaksn. Mümin nefsini hastalklardan kurtarr, ifâ bulur.
Hastalk eziyeti vâki olduunda nefsine der ki: "sana nasihat et-
tim, beni dinlemedin. Bundan seni sakndrmtm ey cahil, ey
kâfir, ey Allah'n düman!" nefsini hesaba çekmeyen ve onunla
mücadele etmeyen kimse felah (kurtulu) bulamaz. Hz. Peygam-
BAKARA327
ber öyle buyurmutur: "Kendi kendinin vaizi olmayan kimseye
bakalarnn vaaz ve nasihati fayda vermez."
Felah isteyen kimse, nefsine vaaz u nasihatte bulunsun, onu züh-
de (dünyay küçük görmek) altrsn, onunla mücâhede (nefisle
sava) etsin. Zühd, önce haramlar, sonra üphelileri, daha son-
ra mubahlar (islenmesinde sevap ve günah olmayan ey) en so-
nunda da bütün hâllerde mutlak helâlleri terk etmektir. Böyle-
ce terk edilmemi hiçbir ey kalmam olur. Hakîkî zühd, dün-
yay ve âhireti terktir; ehvetleri ve zevkleri terktir, varl terktir;
hâli, dereceyi, kerameti, makam talep etmeyi terktir; kâinatnn
Rabbinin dnda her eyi terktir. Böylece, her eyin kendisin-
de son bulduu Hâlk'tan baka hiçbir ey kalmaz ki, O bütün
emellerin nihayetidir. Bütün iler Ona döner. Konumaclardan
kimisi kalbiyle konuur, kimisi srryla konuur ve kimisi de nef-
siyle, hevasyla ve eytanyla konuur. Müminin adeti önce te-
fekkür etmek, sonra konumaktr. Münafk ise önce konuur,
sonra düünür. Müminin lisân aklnn ve kalbinin ötesindedir.
Münafn lisân ise aklndan ve kalbinden öndedir.
Allah'm! Bizi müminlerden eyle. Münafklardan eyleme. "Bize
dünyada da, âhirette de güzellikler ver ve cehennem azabndan
bizi koru." (Âmin) 537
"Gerçekte ise onlar öz benliklerinden bakasn aldatmyorlar.
Ne var ki, bunun farknda olmuyorlar."
• Toprak yemeyi âdet edinmi birisi bir aktara gidip kelle ekeri al-
mak istedi.
O hilebaz ve gönlü bozuk aktarn terazisinde dirhem ve ta yeri-
ne toprak vard.
Dedi ki: "Benim terazimin dirhemi topraktr. eker almaya ni-
yetin varsa sabret de dirhem bulaym."
537 Abdülkâdir Geylânî, Cilâul-Hâtr, çev.Dilaver Gürer, stanbul, 2006, s. 22-24.
Ayet 8-9
328
Adam "Mühim bir iim var, eker almam lâzm... Dirhemin ne
olursa olsun zarar yok" dedi.
Kendi kendisine de "Toprak yemeyi âdet edinen kiiye ta nedir
ki? Toprak altndan daha iyi!"
Hani o klavuz kadn gibi... Olum, pek güzel bir kz buldum.
Pek güzel ama ondan baka bir ey daha var: O namuslu kz,
helvac kz demi de, evlenecek adam da böyle olmas daha iyi
yap... Helvacnn kz daha yal, daha tatl olur demi!
Onun gibi senin de ta dirhemin yok da ta yerine toprak kul-
lanyorsan daha iyi ya... toprak, benim gönlümün istedii mey-
ve!" diyordu.
Aktar, terazisinin dirhem gözüne dirhem vazifesini gören ta ye-
rine toprak parçasn koydu.
Öbür gözüne koymak üzere de o topran arlnca eker kr-
maya koyuldu.
ekeri kesip kracak bir âleti olmad için biraz gecikti, müte-
riyi de orada brakt.
Aktarn yüzü öbür yanayd., toprak yemeyi âdet edinmi olan
müteri, dayanamad., gizlice ve güya aktara göstermeden topra-
koparp yemeye balad.
Anszn döner de beni görüverir diye de korkmaktayd.
Aktar, bunu gördü... Gördü ama kendisini megul gösterdi. Di-
yordu ki "a sarram suratl, hadi, biraz daha fazla çal!
Topram çalyorsan bana bir ey olmuyor; sen, adeta kendi ya-
nndan et koparyor, kendi etini yiyorsun!
Benden korkup duruyorsun ama eekliinden. . . Ben de az yiye-
ceksin diye korkmaktaym!
Megulüm ama kammdan da sana fazla eker verecek kadar
da ahmak deilim ben!
Alacan ekeri görünce kimin ahmak ve gafil olduunu anlar-
sn, hele dur!
Ku o taneye baktkça bakar, holanr ama tane de uzaktan o ku-
un yolunu vurur!
BAKARA329
Göz zinasndan holanrsn ama nihayet kendi yanndan kopar-
dn eti kebap edip yemiyor musun ki?
Bu uzaktan bak ok ve zehir gibidir. . . Gittikçe sevgin artar, sab-
rn eksilir!
Dünya mal zayf kularn tuzadr.. Âhiret mülkü, yüce kula-
rn tuza! 538
Yalnz kendi akln ve kendi benliini her eyin üstünde ve ken-
di kuvvetini malup olmaz görenleri bu devran oldum olas kal-
drp yere vurmutur. Nice kendi akllarna inanmlarn dagibi salam görünen bilgileri, kendilerine tuzak olmutur.
Yem peinde koan ve ele avuca smayan kuun ökseye tutul-
mas gibi, onlarn da bilgileri, haramiler gibi kendi yollarn kes-
mitir. Demek ki Hakk'n fazlna (nimet verme), onun kudret ve
yüceliine kar, kibir ve azamet deil yank gönül, yatk boyun
gerektir. Yoksa hayal ve gurur, nice bilgiçleri maskara etmi, nice
sihirbazlar kendi büyülerinin karanlna gömmütür. Güzel
yüzlü Zühre'nin karsnda hikmet ve adalet vazifesini unutan
Hârût ve Mârût gibi, ki beden ülkesinde bunlar, adaletle vazifeli
iken ehvetin takt çelme ile ba aa düerek, nefis ve tabiat
kuyusunda öylece asl kalmlardr.
Hakikatte bu hikayenin melekleri, Harut ile Marut ruhu ve kal-
bi temsil ediyorlard. Bunlar adaleti yerine getirmek ve bâtl gi-
dermekle vazifeli idiler. nsan bedenine gelmelerindeki hikmet
ve vazife bu idi. Fakat, onlar karlarna çkan geçici ve akl çe-
lici dünya Zühre'sinin güzelliine kapldlar. Ona ibretle deil,
ehvetle baktlar. Onun sunduu akl giderici araptan içtiler.
Ona müptelâ (fena eylere dükünlük) oldular. Bu iptilâ yüzün-
den içtikleri gaflet arab ile kendilerinden geçerek her türlü gü-
nah ileyecek hâllere dütüler. Neticede en ulvî âlemden en aa-
lk âleme yuvarlanp azaba uradlar. Ruh ulvî (yüksek) olmak-
538 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi, çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.IV, stanbul, 1988,
s.51-52, beyit.625-647.
Ayet 8-9
330
la yüceliklere, nefis ve tabiat süfli (alçak, aa) olmakla esfele (en
aa) meyledicidir.
Allah insan yaratrken onun insanlna melekler bile imren-
mi, hayran olmutu. nsan ilâhî nurun yer yüzündeki tecellî
ve zuhurudur. Sen, bir âdemolusun, bunu unutma! Kendini,
Allah'n meleklikten tabiat zindanna att Hârût ve Mârût
hâline sokma, içindeki eytann seni dâima artan sesini duy-
ma! 539
Nefs, o hain ve hileci kimseye benzer ki kandrc ve aldatc
kudretine uyup nice firavun tabiatllar, Musa'ya inanmadklar
ve nefse aklandklar için kendilerine uyanlar da birlikte sürük-
leyerek kendi benlikleri ve bencillikleri engininde boulurlar.
Bunu düünerek, sen firavunlarn peinden koma! Bir Mûsâ ta-
biatl mürid bul. O seni hem dünya sellerinden hem de kendi
nefsinden koruyacak ve kurtaracaktr. Yahut gönlünü ve irade-
ni Hz. Muhammed'in yoluna koy! Böylelikle nefis denilen Ebû
Cehil'den en salam ekilde kurtulursun.540
Küffâr:
Küffâr namyla anlan zümre; bizzat Allah'a ibâdet etmektedir. .
.
Bunlarn durumunu izah edersek öyle deriz:
Sübhân olan yüce Hakk batan sona, bu varln hakikatidir.
Küffâr da bu varlk cümlesinden sayldna göre, onlarn
hakikati "0"dur.
Onlar, kendileri için bir Rab olmad yolunda inkâra sapp
kâfir oldular.
Bu böyledir. Çünkü, Allah Teâlâ onlarn hakikatidir. Onun için
bir Rab olamaz. Mutlak Rab kendisidir.
Böylece onlar, aynen zâtlar neyi gerektiriyorsa, ona göre ibâdet
ettiler.541
539 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.80-82.
540 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s. 110.
541 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.386.
AYET: 10
fî kulûbihim meradun fezâde hümullâhu meradanve lehüm azâbün eliymün bi mâ kânû yekzibûne
Kalplerinde hastalk vardr. Allah da onlarn hastalnarttrmtr. Yalan söylemelerine karlk onlara
elem verici bir azap vardr.
(Elmall)
Onlarn kalblerinde bir hastalk vardr. Allah da
onlarn hastaln çoaltmtr. Söylemekte olduklar
yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardr.
(Diyanet)
Onlarn kalplerinde hastalk vardr. Kalplerinde üphe ve nifak
(iki yüzlülük) vardr. Âyetin ak içinde "hastalk" kelime-
sinin orijinalinin nekre/belirsiz olarak yer almas ve cümlenin zarf
cümlesi olarak sunulmas, hastaln kalplerine arz olduktan son-
ra yerleip kökletiine yönelik bir iarettir. Aksi takdirde "kalple-
ri hastadr" veya "ölüdür" eklinde ifade kullanlrd. "Allah onla-
rn hastaln çoaltmtr. " Kalplerine kin, kskançlk ve gizli dü-
manlk gibi baka bir hastalk eklemitir. Bunu da dînin mesaj-
n en yüksee çkararak, Resulüne ve mü 'mirilere yardm edip za-
ferler bahederek salamtr. Bütün alçak huylar, davranlar kalp-
Ayet 10
332
ler için hastalktr. Bunlar kalplerin zayflamasna, özel faaliyetle-
rinde musibete (bela) duçar (yakalanm) olmalarna, sonunda da
helak olmalarna sebep olur. Münafklarn elem verici (elim) azap-
lar ile kâfirlerin büyük (azîm) azab arasnda fark vardr. Çünkü
ezelde rahmet dergâhndan kovulanlarn azab büyük olur ve bunlar
azabn acsnn iddetini hissetmezler. Bunun nedeni de kalplerinin
kavraynn safiyetinin olmaydr. Tpk cansz veya felç olmu ve
bir hastalktan dolay yumru hâline gelmi bir organ gibi. Böyle bir
organ kessen veya dalasan hissetmedii gibi, baka aclar da duy-
maz. Münafklara gelince, onlar aslnda istidat (anlay kabiliyeti) sa-
hibidirler ve kavraylar da hayatiyetini korumaktadr, bu yüzden
azabn acsn hissederler. Özellikle yalan ve sonuçlar gibi kendileri-
ne arz olduktan sonra müzminleen hastalklarndan dolay azapla-
r daha da elem verici olur.542
• "Kalplerinde hastalk vardr", yani peygamberimin getirdii eye
kar kuku vardr. "Allah da onlarn hastalklarn arttrmtr."
Yani kuku ve perdelerini arttrmtr. Kyamet günü "onlar için
ac bir azap vardr". Onlar, imdilik yanlarnda gerçekletirdii-
miz eyleri yalanlamakla ba baadr. Kader levhasnda onlara
yardm takdir edilmemitir.543
"Kalplerinde hastalk vardr."
Kalp için bkz. 7
Kalp hastalklar:
Balca üç türlü kalp illeti vardr: Biri haset (kskançlk), bilhassa
Allah'n sevgililerini kskanmaktr, ikincisi, ahmaklktr. Üçün-
542 bnü'l-Arabî, Tefsir-i Kebîr Te'vîlât, çev.Vahdettin nce, stanbul, c. I, s.41.
543 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s. 333.
BAKARA333
cüsü, mürîd de olsa, hakikat nüktelerini anlayp idrâke kadir
olamamaktr. 544
Tanrnn asl evi insan vicdan, insan kalbidir.Her inanm in-
san kalbini her türlü kirlilikten, bu arada, gönül kirlerinden en
vahimi olan hasetten temiz tutacaktr.
Gönül, hele gönlü temiz olanlara duyulan hasetle kararr.545
Kalp vücûdun ah demektir. Onda bir arza bütün vücûda
sirayet eder. Zahirde böyle olduu gibi, maneviyatta da ayndr.
Onun için Resûlullah efendimiz buyuruyorlar ki: nsan bir hata
iledii zaman kalpte bir nokta hâsl olur. Tevbe etmezse, gittik-
çe büyür. Kararm bir kalbe de canann yüzü aksetmez. 546
Bakmaya bakmaya kötü ahlâklar müzminleir (zamanla yerle-
mek). Her fena hareket kalbe siyah bir nokta koyar. Fakat o nok-
ta ihmal edilip baklmaynca bütün kalbi sarar.547
Kurân- Kerîm devadr. Allah'n edep örettii yerdir. Onun-
la kim edep kazanmazsa, onun ne edebi, ne de kalp hastalna
devas vardr.548
Nefsin isyana dalmas, daha ziyâde eytana uymakla balar. ey-
tana uymak, ruhta siyah bir nokta meydana getirir. Haliyle bu,
nefsin isyan demektir.
Anlatld hâlde nefis, isyann arttrdkça, ruhtaki karanlk da
artar. Sonunda tümden kararr. Bu hâl, isyanlar devam ettii
için olur. Ve ona, Allah'n lütuf kaplar kapanr.
Ruha gelen her feyz, ilâhî âlemden gelir. Ki oras gayb âlemidir.
544 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 333.
545 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.67
546 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.644.
547 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.204.
548 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008, s.67.
Ayet 10
334
Ruh kendisine gelen o feyzi (ihsan, ilim) kalbe iletir. Kalp ise o
feyzi duygulara datr. Bundan sonradr ki duygularda o feyze
uygun iler görülmeye balar.
Bir kalp ki kararr; ite o zaman ilâhî feyz kaplar kendisine
kap r.549
• Yol çok korkuludur. Elde ise hüccet (delil) yok. Fakat bunlar
kime anlatrsn? u alaka ve teessürünüz (hüzün) bir an sonra
geçip gidecektir. Hâlbuki tefekkür gibi ibâdet olmaz. Hiç de-
ilse düünce için, yirmi dört saatte yarm saatçik bir vakit ayr.
Benim hâlim ne olacak? diye düün. Dün ile bugünün ameli-
ni mukayese (kyas) et. Kendini tart, bakalm ne kazanmsn
gör... Resûlullah efendimiz: "Dünden daha az kazanc olan
kimse mabûndur (akn, aldanan)" buyuruyor. Hâlbuki sen-
de hep gerileme, hep gerileme... Esasen kalbin karanlk, bari büs-
bütün siyahlatracak eyleri terk et. Sonra da pîrim var eyhim
var diyorsun. Senin pirin deil, kendin varsn. Sen eytan ken-
dine pîr seçmisin.
eyhin dedikodu yapyor mu? Yapyorsa sen de yap! Yapmyorsa
neden yapyorsun? Bizde hiç düünce yok, amelimizi tartma hele
hiç! Hz. Pîr, her nefes nefsini muhasebe etmeyeni biz ricalden
{erlerden) saymayz, buyuruyor. Hangi her nefes? Ben günde ya-
rm saate de razym! 55°
"Allah da onlarn hastaln arttrmtr."
• Bunlar Allah diyemeyen kimselerdir. Onun için Allah'n sevgi-
lisini de sevemezler. Onlar, kâmil insan da Kur'ân' da sevmez-
ler. Kur'ân'dan söylense küfürleri artar, kâmil insan görmekle
de keza inkârlar ziyâdeleir. 551
549 bnü'l-Arabî, Tuhfetü 's-Sefere, çev.Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, 1971, s.63-64.
550 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.377.
551 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.409.
BAKARA335
• Nisan yamuru sedefin azna düerse inci, ylann azna dü-
erse zehir olur. Keza, Kur'ân, mü'min'in îmânn, kâfirin de
küfrünü ziyâdeletirir. 552
"Söylemekte olduklar yalanlar"
• Dünyada ekle ait ibâdetin de hâlisi (saf) ve kalp (sahte) vardr.
Gösteri için dindar görünmek suretiyle maddî ve manevî men-
faat avclklar için yaplan hareketler, görünüte ibâdet, iyilik,
vergi ve ba olsa da aslnda yalanc ahitlerden farkszdr. Böy-
le hareketlerin ne asllarnda ne neticelerinde gerçek ihlâstan,
hakîkî Allah sevgisinden duyulan haz bulunur.
ibadet riyakarlar, oruç tutar, namaz klar, zekât verir görün-
seler de yaptklar içten deildir. Onlarn ne ellerindeki tesbîh
Hakk'n ismini sayar, ne de srtlarndaki aba (yündenyaplm ge-
ni giyecek) gerçek dervi abasdr.553
• Sözden ve gösteriten ibaret bir ahit ancak yalanc ahide ben-
zer. Hiçbir zaman yalanc olmayacak ve yalanc saylmayacak bir
delil ve öyle bir ahit lâzm ki gönül ihlâsn o padiaha duyur-
sun. 554
Yalan:
• Dünya hayatnda ba rolü menfaat oynadna göre, bundan
üphesiz vefaszlk zuhur eder. Her ikisinin birlemesinden ise
yalan doar.555
• iyice düünülünce, dünyann yalancl meydana çkar. Varlk
gösteren fâni dünya, kimi dost edinmitir de sonunda frlatp at-
552 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.248.
553 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.382-383
554 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.393
555 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.457.
Ayet 10
336
mamtr? Kime bir ey vermitir de onu fazlasyla geri alma-
m, verdii kimseyi bo elle brakmamtr? Kimi sevindirmi
ve zevk içine daldrmtr da sonunda ona elem ve keder verme-
mitir? 556
• Resûlullah efendimize sordular : Mü'min zina eder mi? "Belkil"
buyurdular. "Mü'min yalan söyler mi, yâ Resûlullah?" deyince:
"Haytr, hayr, hayr!" buyurdular.557
• Allah katnda ve kullar arasnda en yalanc o kimsedir ki: Nefsi-
ni halktan hayrl görür.558
"onlar için elîm bir azap vardr"
Azap için bkz. 7
Balarna gelen elîm azap nedir?
En büyük azap, Allah'tan gaflettir. Çünkü Cenâb- Hakk bu-
yuruyor ki; Allah' unutanlar gibi olmaynz. Allah da size sâlih
olacak eyleri unutturur. Nereye yaprsanz kurur, faydal diye
el attnz eyler zararl olur.559
Peygamberler dediler ki, "Gönülde bir illet yüzünden insan,
doruyu anlamaz, saptr." O yüzden nimetler, umumiyetle il-
let olur. Hastalkta yenen yemek insana hiç kuvvet verir mi?
Ey inatç, önüne nice güzelim nimetler geldi de hepsi kötületi,
saf olanlar bile buland gitti! Bu güzelliklerin düman sensin...
Neye elini vurdunsa kötü oldu. Senin dostun, senin âinân olan
556 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.456.
557 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.386.
558 Ahmed'er-Rifâî, El-Hikem'ül Rüfaiye "Nasihatlar", çev.Abdülkâdir Akçiçek, s-
tanbul, 1970, s.62.
559 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.527.
BAKARA337
sence hor hakir sayld. Sana yabanc olan seninle uzlat. Sen-
ce o büyük ve yüce oldu. Bu da o hastaln tesirinden. O ille-
tin zehri bütün canlara sirayet eder. O illeti derhâl geçirmeye ça-
lmak gerek. O illet durdukça eker bile zehir kesilir. nsan âb-
hayat içse ate sanr.
O huy, ölüm kimyasdr, dert kimyasdr. Sende o huy var m?Nihayet hayatn bile o yüzden ölüm olur! O huy sendeyken gön-
lü dirilten gda bile senin vücûdunda kokar, le kesilir.560
Varidat sahibi öyle diyor: "Her Peygamber veya velînin, zama-
nnda buz (dümanlk) ve dümanlkla karlamas ve kendisi-
ne ancak pek az kimsenin inanmas, fakat öldükten sonra bun-
larn isimlerinin mehur olup ilelebet yaamas ve insanlarn ço-
unun inanp onlar sevmelerindeki sebep nedir?"
"Ben derim ki: Evvelâ peygamber veya velînin hayatnda, kska-
nanlar çoktur. Etrafta çevrede halk ondan kaçracak, onlarn
gönüllerini bulandracak, inançlarn sarsacak sözler söyleyip ge-
zerler. Ama peygamberler veya velîler ölünce hased (kskançlk)
de ölür, srf menkbeleri kalr. Bundan dolay insanlarn çouonlara inanr ve onlar sevmeye balar."
ikinci olarak: nsanlarn arasnda kalmak, görümek, bir ara-
da yaamak lâubalîlik meydana getirir; sevgiyi, peygamber veya
velînin özel bir yeri bulunduuna olan inanc azaltr.
Üçüncü olarak: peygamber veya velînin hakikati, ancak tedricen
(yavayava) ortaya çkar.
Dördüncü olarak: -ki en kuvvetlisi de budur- insanlar peygam-
berlii ve velilii olduundan baka türlü zannederler. Nitekim
öyle diyorlard: " O da bizim gibi yiyor, içiyor, sokaklarda ge-
ziyor, o da bizim gibi bir insandr." Kitab- Kerîm'in ifade et-
tii gibi peygamberler onlarn istedikleri her mucizeyi ve hari-
560 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.217-218, beyit. 2677-2687.
Ayet 10
338
kay yapamazlar. nsanlar zannediyorlard ki peygamber yeme-
meli, içmemeli, sokaklarda gezmemeli ve kendileri gibi bir be-
er olmamal ve her istedikleri mucizeyi getirebilmelidir. Onun
kendi zanlar gibi olmadn görünce "Peygamberler öyle öy-
le olur, hâlbuki bu öyle deildir," derler. Onu inkâr ederler. Bil-
mezler ki geçmi peygamberler de böyle idi. Bunu inkâr eden-
ler o geçmi peygamberlerin zamannda olsalard bu fâsid (bo-
zuk, doru olmayan) zanlaryla, onlarn zamanlarndaki insan-
lar gibi onlar da inkâr ederlerdi. Sonra gelenler, her kâmilin
zaman geçip gidince nakslar (noksan, eksik), onlarn, kendi ta-
sarladklar fakat aslnda muhal olan kemâlleri haiz bulunduk-
larn zannederler ve onlara bu sfatlarla inanrlar ve bu sebep-
ten imdikileri de inkâr ederler. Peygamber veya velînin vasf-
lanmasn gerekli bulduklar, zihinlerinde yer eden kemâllerin
çou ne imdi ne de gelecekte hakikate uygun deildir. temevcûd olan peygamber veya velîleri inkâr etmelerine, eskilere
inanmalarna sebep budur, Allah daha iyi bilir. Varidat sahibi-
nin sözü burada bitti.
Fakir de der ki:
nkârn beinci bir sebebi daha var, o da udur: Arkadal ge-
rektiren ey ayn cinsten olmak ve tabiî münâsebettir. Nitekim
denilmitir ki: Allah'n yeryüzünde ehli ehle sevk eden melekle-
ri vardr. Tab'nda (karekterinde) peygamberlerin ve velîlerin ta-
biatnda bulunan kemâllerden bir parça mevcûd olan kimse, on-
lar görüp iittii zaman hemen onlara meyi eder. Onlarn bilfiil
mevcûd kemâlleri, kendisindeki bilkuvve (düünce hâlindeki, fii-
liyata geçmemi) kemâli çeker. Bunun kemâlinin onlara kaplma-
s (incizab) âk ve mauk misâli gibidir. Mayasna bu kemâlden
katlmam kimse, onlar gördüü zaman yarasa güneten nasl
kaçarsa o ekilde onlardan kaçar. Nitekim yüce Allah öyle bu-
yurmutur: "Habis (kötü, pis) kadnlar, habis erkekler içindir; ha-
bis erkekler de habis kadnlar içindir, iyi kadnlar iyi erkekler için-
dir, iyi erkekler de iyi kadnlar içindir. " (Nûr, 26)
BAKARA339
Fakat insan ölünce aradaki nefret de ölür, aslolan muvafakat
(raz olma, uzlama) kalr. Çünkü varlk bütün mertebeleriy-
le birdir. Münâferet (nefret), yüz yüze gelmekten doar. Muka-
bele (karlama) ölümle yok olunca muvafakat hâsl olur. Ar-
tk anla.
Kuyuda geçen bir temsil var: Kuyuya atlm olan Yûsuf (a.s.)
ancak kuyuya kova salann ipine yaparak çkt. mdi peygam-
berler ve velîler, Allah'tan gelip Allah'a giden kervanlar ve ka-
filelerdir. Kendisinde Rabbani bilgiler ve bilkuvve ilâhî insan-
lk kemâlleri bulunan Yûsuf da tabiat zindannda hapsedilmi-
tir. Dünya âhiret konaklarndan bir konaktr. Kova, insanlara
inen Allah kitabdr. Kervanclarn (yani peygamberlerin) kovay
sarktmalar, insanlar Allah'n kitabna davet etmeleridir. Ona
yapmak, o kitab getiren kimseye inanp onu kabul etmektir.
Ama kuyuda olan; kurbaa, çyan, akrep, ylan ve daha kuyuda
yaayan dier haerelerden biri ise o, sarktlan ipe aslmaz, ona
yapp kuyudan çkmak istemezse (kim ne yapsn?). Çünkü in-
sanlardan bazlarnn ruhlar güzel, yüksek mereplidir. Alçak
kimselerle ünsiyet etmez. Yüksek vatanna gitmesine araclk ya-
pacak sadk bir arkada arar. Bazlarnn da ruhlar habistir, al-
çak mereplidir. Ancak kendi merebinde olanlarla ünsiyet (dost-
luk) eder. Tabiat âleminde vatan tutar. Âlem-i A'lâ {yüksek âlem)
ya çkan sefer ehlini ve seyyahlar sevmez. Hiç davet kabul et-
mez. Yüce Allah buyurmutur: "Biz insan en güzel bir biçimde
yarattk. Sonra onu aalarn aasna çevirdik. Yalnz inanp iyi
ileryapanlar hariç" (Tin, 4-6).561
Nefis zehirleriyle hastalanm, hastala tutulmusan eline ne
alr, elini nereye atar, neye sahip olursan hastala âlet olur, onu
da berbat edersin.562
561 Niyazi Msrî, rfan Sofralar, çev.Süleyman Ate, stanbul, s.71-74.
562 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi, çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.219, beyit. 2693.
Ayet 10
340
Yakîn sfat, eyh-i kâmildir; güzel ve doru zanlar ise, onun
mürîdleridir. Bunlar derece derece olurlar. Zan, kuvvetli (galip)
zan, daha kuvvetli zan, kuvvetlinin kuvvetlisi zan ve bunun
gibi... Zan kuvvetli oldukça, yakîne daha yakn olur ve inkârdan
uzaklar. Ebû Bekir'in îmân tartlsa, bütün dünya îmânna üs-
tün gelir. Bütün doru zanlar yakînden süt emerler ve onunla
büyürler. Bu süt emmek, büyüyüp gelimek ise, o zannn bilgi
(ilim) ve amel ile artmasnn, yetimesinin alâmetidir. Böyle her
zan, yakîn olur ve onda fena bulur. Çünkü yakîn olunca zan kal-
maz. O yakîn eyhinin ve mürîdlerinin suretleri olan bu cisim
âleminde (dünyada) eyhler ve mürîdleri de kalmazlar. Çünkü
bu suretler, bu naklar devirden devire, yüzyldan yüzyla de-
iirler. Hâlbuki o yakîn eyhi ve onlarn doru zanlar olan ço-
cuklar devirlerin ve yüzyllarn geçmesine ramen, deimeksi-
zin âlemde kâimdirler. Yanl, bozuk ve münkir (inkâr eden) zan-
lar, yakîn eyhinin sürgün ettikleridir ki bunlar eyhten her gün
daha da uzaklar ve her gün deerlerini daha da kaybederler.
Çünkü her gün o kötü zannn çoalmas için faaliyetlerini artr-
maktadrlar. Kalblerinde dert var, Allah da dertlerine dert katt.
te, efendiler hurma, esirler ise diken yiyorlar. Ulu Tanr buyur-
du ki: "Onlar bulutlara bakmyorlar m. Ancak tevbe eden, îmân
eden ve doru dürüst iler ileyenler cennete girerler. "Ulu Tanr on-
larn kötülüklerini iyiliklere çevirir.563
563 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.206-207.
>
KELME NDEKS
aba 335
abdest 6, 15,92,93,94,97, 101,
102, 103, 105, 123, 129,
131, 134,206,322
abdiyyet 147
abes 113,297
âb- hayat 337
ac 43,55,64,95, 115, 164,271,
314,332
acizlik hâli 214
acziyet 253
ad 111,314
âdâb 129
adalet 70,212,329
Âdem 32, 39, 42, 45, 76, 82, 108,
110, 113, 116, 131, 138,
140, 159, 160, 173, 176,
191, 192, 194, 195,200,
201,225,226,277,295,
297,299,307,311
Âdemolu 67, 124,214
adet 48,52, 150,237,308,327,
328
âdet 53, 161, 246, 287, 304, 327,
328
Afrika 224
aaç 116, 126,217,243,301
ayar 160
ah 280
ahad 27, 32, 73, 74, 168, 169, 170,
171, 178, 181, 183, 190
Ahadiyyet 35,73,74, 113, 140,
146, 154, 155, 163, 168,
169, 170, 171, 174, 178,
181, 183,203
ahar 59
Ahd-i Elest'de 'Belâ 282
âhir 24,68, 120, 124, 152, 169,
179, 240
âhiret 43, 46, 70, 78, 87, 126, 207,
208,221,222,231,232,
233, 234, 235, 237, 238,
241,242,254,259,261,
288,294,303,306,315,
317,318,319,321,323,
325, 329, 339
ahkâm 78
ahlâk 43,45,46,61,64,75,76,
93,94,96, 115, 118, 134,
150, 165,200,217,228,
239,255,261,265,333
ahmak 263, 309, 316, 325, 328,
332
Ahmed 27, 56, 67, 77, 86, 89, 128,
150, 151, 157, 159, 160,
173, 179, 184,223,229,
232, 236, 254, 263, 264,
276,277,285,287,294,
295, 296, 297, 298, 307,
315,316,333,336
Kelime indeksi
344
Ahmed-er Rifâî 263,296
Âie, Aye 109
akl 10, 18, 19,33,35,37,45,56,
76,81,83,87,92,95,98,
102, 111, 156, 157,238,
246,252,263,297,310,313,
315,316,320,325,329
akll 95,98, 156, 157,314,325
akibet 90
akis 242
akl-kül 68, 136, 168
aklî 111, 112, 174, 188,252
akraba 1 20
akam 106, 107, 110, 111, 112,
130, 131, 167, 178, 182, 188
akam namaz 107,108,110,111,
112, 131, 167, 178, 182,
183, 187
aktar 98, 125, 225, 327
alaka 122, 127, 187,235,252
alâmet 42,78, 163,236,310
âlem 13, 19,22,23,24,25,27,
30,31,32,35,36,41,42,
56, 74, 77, 80, 82, 84, 85,
87,89,91,92,96, 106, 110,
111, 113, 115, 116, 119,
121, 126, 131, 132, 133,
135, 138, 147, 150, 151,
153, 161, 162, 165, 169,
171, 173, 174, 175, 177,
178, 181, 183, 184, 186,
187, 189, 192, 194, 196,
200,201,206,214,217,
224, 226, 228, 235, 236,
240, 242, 247, 248, 249,
251,255,259,261,262,
265,266,270,271,272,
274,276,278,281,286,
287, 288, 292, 293, 294,
295,296,301,303,305,
308,314,318,319,321,
323, 329, 333
âlem-i âsâr 171
âlem-i efâl 171, 174
âlem-i ervah 80, 133, 173, 181, 183
âlem-i inân 171,174
âlem-i lâhût 153
âlem-i nâsut 153
âlem-i sfat 171, 174
âlem-i zât 171, 174
Ali 28,29,62,88, 115
âlîm 29,36,51,86, 138, 141, 145,
179, 196,206,314,325
Allah 6,9, 10, 11, 13, 15, 17, 18,
19,21,22,23,24,26,27,
28,30,31,32,33,34,35,
36, 37, 38, 39, 40, 42, 44,
46,47,48,49,50,51,52,
53, 55, 56, 57, 58, 59, 60,
61,62,63,65,66,67,68,
69,70,71,73,74,75,76,
77,78,79,80,81,83,84,
85,87,88,89,90,91,92,
93, 94, 95, 96, 97, 98, 99,
100, 101, 102, 103, 104,
105, 106, 108, 112, 113,
114, 115, 116, 117, 118,
123, 124, 125, 126, 127,
129, 130, 131, 132, 133,
135, 136, 137, 138, 139,
BAKARA345
140, 141, 142, 143, 144, Allah korkusu 10, 62, 66, 67, 232,
145, 146, 147, 148, 149, 287
150, 151, 152, 153, 154, Allah'la seyir 94
155, 156, 157, 158, 159, Allah sevgilileri 242
160, 161, 162, 163, 164, Allah Teâlâ 31,32,38,42,47,57,
165, 166, 167, 169, 170, 58, 62, 63, 67, 81, 102, 108,
171, 172, 173, 174, 175, 131, 133, 173, 174, 177, 187,
177, 179, 180, 181, 182, 191, 193, 198, 201, 203,
183, 185, 186, 187, 188,208
>2°9> 213, 214, 222,
189, 190, 191, 192, 193,223
'233
'236
'246
'253 >
194, 195, 196, 198, 200,266
'277
'316
'325
'330
201,202,203,205,206,Allâhu ekber 119
207,208,209,210,211,altln 144
'277
âmâ 270,308
ambar 204
amel 40, 44, 69, 75, 77, 86, 87, 88,
89,93, 127, 173,207,208,
219,222,298,325,340
Amentü billâh 223
Amerika 224
âmin 25
ana 39, 116, 127,214,231,240,
248
ana rahmi 127, 240272,273,274,275,277,278, r7 w ~rn ^anne 167, 236, 260, 262280,281,282,283,285, a o 1 /o r»o ->r>apaçk 53, 82, 148, 198, 319287, 288, 290, 291, 292, ^ ,^m^ ,H^293, 294, 295, 296, 297, Araf 26> 27> 69
298,299,301,302,303, arap 18,54,100,106,116,117,
304, 305, 306, 307, 308,, 23 , 224, 225, 237
310,311,312,314,316, Arapça 106,224,225
317,318,319,320,321, arif 50,58,59, 104, 117, 118, 137,
323, 324, 325, 326, 327, 170, 193, 195, 203, 204,
330, 331, 332, 333, 334, 207, 216, 230, 242, 251,
335, 336, 338, 339, 340 259, 282, 321, 326
212,213,214,215,216,
217,218,219,221,222,
223, 224, 225, 226, 227,
229, 230, 232, 233, 234,
236,237,238,239,241,
242, 246, 247, 248, 249,
250,251,252,253,254,
255, 256, 257, 258, 259,
261,263,264,265,266,
267,268,269,270,271,
Kelime indeksi
346
ârifibillâh 117
Aristo 248
ar 119, 156, 170, 173, 180,226,
312,322
arzu 53, 63, 89, 99, 1 14, 132, 134,
167,200,206,216,226,
237, 242, 265, 276, 294,
301,303,304,316
ashâb- imal 69
ashâb- yemîn 69
asl 47, 56, 58, 86, 98, 137, 139,
144, 177, 184, 194,222,
225, 233, 234, 235, 254,
262,285,301,313,329,
333, 335, 339
Asya 224
aikâr 35, 37, 43, 81, 84, 90, 143,
152, 167, 174, 175, 177,
180, 186, 188, 192, 195,
200,201,226,239,242,
245,299,301,312
ak 13,31,91,93, 116, 118, 123,
129, 134, 144, 169, 173,
189,241,254,262,276,
287, 308, 338
ata 297
ate 27,32,65,98, 194, 195,265,
278,287,313,316,337,339
ate felei 32
atom 84
avam 145, 146, 192, 195
Avrupa 224
ay 153, 154,204,225,286
ayak 45,97, 116, 119, 182,272
âyân- sabite 41
âyet 50, 129,317
âyet-i celîle 78, 80, 129, 130, 206,
267, 281
âyet-i kerîme 28, 56, 58, 59, 62,
74, 106, 137, 144, 147, 155,
157, 168,221,270,297,
298,316
ayp 44, 91, 102
ayn 73, 141
ayna 49, 118, 143, 152, 260, 301
ayne'l-yakîn 75, 141, 206, 301, 320
âzâ 117, 129, 134,235,250,254,
326
azab 9, 10, 11,55,69,70,85,98,
108, 151, 182, 187, 189,228,
233,236,265,269,271,272,
275,293,297,313,314,
316,319,331,332,336
âzâd 125,235,250,254
azamet 34, 132,295,329
azk 210,215
azz 23,24, 130, 141, 196,203,
228, 259, 283, 308
B
baba 82, 167, 191, 234, 261, 279,
285, 297
barsak 148
bahar 64, 85
Bakara 1,3,5, 13, 15, 17, 18, 19,
38,40,47,51,58,68, 91,
106, 129, 144, 147, 173,
183,200,211,225,253,
268,275,281
BAKARA347
bakî 71, 162, 164, 170, 171, 187,
230
balçk 120, 159, 160
basîret 83,111,148,151,204,285,
304
ba 34,78,87,98, 103, 104, 120,
122, 126,289,304,329,
332, 335
ba gözü 87, 98, 304
bat 200,289
bâtn 31,42,45,74,77,89,97,
100, 101, 102, 105, 111, 131,
144, 153, 163, 164, 166, 168,
172, 173, 180, 181, 182,
184, 192, 197,202,206,
223, 230, 239, 240, 249,
252, 258, 293, 303, 305
bâtnî 31, 103, 105, 153
batma 153
Bâyezîd 127
Bâyezîd Bestâmî 127
bayram 6, 74, 139, 142, 144, 145,
146, 149, 152, 154, 157,
158, 194, 197, 199,203
bedbaht 68, 70, 270, 278, 307,
317,319
beddua 100
beden 75, 103, 202, 236, 268, 329
Bedevi 318
bedir 225
beka 140, 156, 163, 182, 183, 187,
188, 190, 196, 198, 199,297
bekâ-i evvel 147,148
bekâ-i sânî 147
belâ 48,52, 115, 173, 192
belde 74
ben 23, 30, 44, 46, 79, 88, 93, 109,
115, 117, 118, 138, 159,
163,207,211,214,224,
236,241,251,258,268,
271,274,279,286,292,
297, 298, 328, 334
Benî Salim 198
Bereât 179
berzah 26, 74, 112, 135, 146, 147,
235
Besmele 115
be 7,41,62,70,80,81,84,86,
87,92, 119, 129, 130, 131,
160, 161, 163, 164, 167, 168,
170, 171, 172, 174, 190,237,
249, 267, 268, 289, 294
beer 44, 195,308,338
beeriyet 258,261,302
be hazret 41, 1 74
beyaz 78,81, 107,294
Beyt 78
Beyyine 227, 316
Beyzâvî Tefsiri 267
bezletmek 216, 217
biat 152, 162, 174, 185
bid'at 86,266
bidayet 131
Bilâl 123, 157, 189, 196
bilek 102
bilgi 19,77,95,241,288,310,340
bilkuvve 144, 178, 188,338
binek 237
birlik 29, 34, 36, 37, 38, 101, 104,
109, 111, 137, 137, 140,
Kelime indeksi
348
142, 143, 148, 149, 150,
153, 156, 167, 178, 181,
182, 186, 187, 193,201,
225,230,231,256,257,271,
272,277,280,281,289,
305,314,315,319,330
bizlik 284
boyun 34, 77, 104, 180, 191, 212,
238,276,302,311,318,
323, 329
boyun eme 77, 104, 276
buday 59,215,291
buz 62, 181, 182,325,337
Buhar 32, 138, 166, 187, 209, 288
bulu ça 110
burhan 125, 212
Bursevî 6, 18,21,31,35,38,55,
76, 106, 110, 137, 155,201,
205, 232, 254, 275, 283,
291,314,316
burun 93, 100,294,310
Câbir b. Abdullah Ensârî 28
Cafer 29
can 84,85,91,92,93, 119, 126,
215,278,281,284,294,306
cânân 134,215,216,306,333
ceberut 25, 84, 172, 174
Cebrail 19,30,35, 108, 121, 176
cefâ 59,238,263,306
cehalet 47, 136, 202, 210, 263,
266,268,279,295,319
cehennem 58, 65, 69, 70, 79, 98,
109, 126, 130, 162, 164,
183, 187, 189,209,228,
233, 235, 239, 266, 270,
293,316,324,327
cehrî 193, 194, 196, 198
celâl 7, 27, 42, 45, 46, 49, 54, 67,
148, 165, 177, 178, 182, 184,
186, 188,203,247,272,306
celîl 23,78,259
cem 41, 131, 140, 147, 148, 149,
157, 163, 195
cemaat 74, 105, 130, 139, 142,
143, 198
cemâd 134
Cemâl 118, 148, 165, 177, 178,
188,247,287,306,308
cemâl-i Resûlullah 118
cem'-i evvel 142, 147, 148, 162
cemu'1-cem' 147, 156
Cenâb- Mevlâ 263
cenin 52, 235
cennet 64, 69, 79, 85, 90, 93, 1 14,
130, 133, 162, 164, 183, 187,
189, 192, 194, 195,207,233,
234, 235, 242, 243, 274
cesed 89, 200
cevher 117,260
ceza 70, 76, 78, 162,264
cezbe 63, 116, 133,255
Cibril 31,35,79, 107, 108
cifir 68
cifir kitab 68
cihan 44,65,74,268
cihat 97
cihet 65, 66, 144, 145
BAKARA349
cimri 205,209
cimrilik 64, 75, 96, 152, 205, 208,
209
cin 96, 150, 151
cinsiyet 109
cisim 30, 121, 187, 235, 236, 285,
306, 340
cismanî 75, 168
cismâniyet 81
cömert 134,209,219
cömertlik 75, 96, 102, 210, 219
cuma 6, 8, 17, 139, 143, 144, 145,
152, 154, 157, 158, 193, 195,
197, 198, 199,273,290
cuma namaz 139, 152, 157, 199,
290
Cüneyd-i Badadî 266
Cüz 174,256
Çalab 74
çare 120,218,309
çekim gücü 116
çeme 93, 134
çift 112
çirkin 49,96,293,321
çirkinlik 43
çokluk 31, 75, 86, 149, 171, 186,
225,230,281
çukur 250, 254, 267
D
dâbbetul-arz 201
da 284, 304, 329
daire 24, 32, 33, 45, 170, 179, 208
Dâl 41
dalâlet 24, 151, 152, 258, 266, 281
dalga 84
damar 80,261,312
davet 133,140,155,211,227,228,
264, 265, 272, 285, 286,
288,291,292,339
Dâvûd 108, 148, 157, 189,264,
299
Deccal 201,255
dedikodu 45, 96, 102, 105, 160,
217,334
dehre 7, 160, 161
Deizm 248
delil 19,37,74,76,78,83,87,
125, 182, 196, 198,205,
207,219,225,245,246,
252,273,293,301,306,
307, 320, 334, 335
deniz 121,225,304
dervi 314, 335
deve 79, 153, 154, 184, 197,289,
293, 308
devr-i Âdemi 1 57
dîdar 74
dil 22, 88, 100, 117, 134, 160, 240,
318,326
dîn 15, 17, 18,47,53,83,84,88,
97,98, 110, 126, 150,204,
240, 243, 257, 274, 275,
283,318,324,331
din günü 116, 324
dirili 138,222,235,239,240
dirsek 102
doma 8, 107, 154, 199, 202, 260,
268, 270, 285
doruluk 94, 307
Kelime indeksi
350
doru 15,24,32,33,47,51,52,
54,64,68,79,91,95,96,
106, 108, 109, 112, 117,
122, 125, 127, 143, 154, 166,
186, 187, 191,206,211,
219,228,230,246,248,
249, 250, 253, 264, 265,
268, 270, 273, 276, 280,
283, 286, 288, 289, 294,
296,298,310,338,340
dolunay 166,225,228,286
dost 31, 43, 60, 93, 95, 230, 238,
255, 267, 287, 296, 303,
306, 335, 336, 339
dostluk 238, 287, 296, 303, 339
dört tekbîr 93, 134
dört unsur 41, 134
duâ 24,92, 106, 120, 129, 133,
218,272,295,297,303,311
dudak 22,26,49,311
duvar 116,224,289
duygu 57,83,86, 102, 104, 110,
112, 119, 134,240,255,
265, 280, 284, 285, 294,
303,304,318,326,334
duyu 48, 58, 63, 76, 80, 81, 83, 84,
91,95, 101, 102, 103, 104,
105, 110, 111, 137, 155,
164, 175, 176,238,239,
249,271,286,307,312,
314,320,326,333,335
dünya 9, 31, 32, 42, 43, 59, 60, 69,
82,84,85,88,89,90,91,
93, 108, 115, 116, 117, 126,
132, 138, 145, 153, 154, 162,
164, 174,
203, 208,
233, 234,
238, 239,
243, 254,
267, 269,
296, 303,
325, 329,
181, 192, 195,
209, 228, 232,
235, 236, 237,
240,241,242,
259,261,262,
272, 278, 282,
305,314,315,
335, 339, 340
ebed 23, 32, 55, 70, 84, 85, 92,
150, 160, 161, 172, 181,
182, 184, 187,227,260,
265,312,316,320
ebrâr 207
Ebû Bekir 189,290,340
Ebû Cehil 134,277,312,330
EbûHanîfe 109
Ebû Hüseyin 58
EbûLeheb 45,278
Ebû Turâb 62
EbûYezîd 164, 196,272
Ebû Yezîd el-Bistâmî 164
ecir 78, 131, 181
edep 45, 46, 89, 232, 279, 287,
297, 333
edepsizlik 279
ef'âl 118, 171, 174, 178
efendi 17,28,29,45, 58,61,67,
74,79, 101, 105, 107, 108,
109, 113, 131, 137, 150, 171,
205,215,223,231,237,
258, 259, 276, 283, 295,
301,333,334,336,340
efsun 308
BAKARA351
ehl-i cem 143, 153
ehl-ifark 153
ehl-i kitap 318
ekim 233
Ekrem 19,22,25,34,38,39,42,
52,79,87,88, 105, 106,
114, 125, 126, 130, 131,
205,211,212,213,239,
247,257,273,321,332
el 15, 17,21,22,23,24,25,26,
28, 37, 38, 40, 42, 47, 48,
50,60,74,81,86,87,94,
96,97, 115, 116, 117, 119,
120, 152, 163, 164, 168, 191,
203,213,216,222,223,232,
233, 235, 236, 237, 246,
247, 249, 252, 256, 257,
271,276,277,285,294,
295,296,301,330,336
el-Âhir 24, 152
el-Bâis 23
el-Bâri 24
el-Bâsit 24
elbise 25, 112, 181, 183, 194,261
el-Câmi 24
el-Cemîl 271
elçi 31,50,51,53
Elest bezmi 80
el-Evvel 24, 152
el-Fettâh 24
el-Ganî 24
El-Hâdî 51
el-Hâfz 23
el-Hak 24
el-Hâlk 24
el-Hay 94
Elif 5, 13, 18, 19,21,22,23,24,
25,26,27,29,30,31,32,
33,34,35,36,38,39,41,47
Elif, Lâm, Mîm 5, 13, 18, 21, 29,
30,31,35
el-Kayyûm 94
el-Mugnî 24
el-Muhyî 24
el-Muîd 24
el-Muizz 24
el-Musavvir 24
el-Mübdî 23
el-Mübîn 24
el-Mumin 94
el-Vâhid 24
el-Vâlî 24
el-Vâsi 23
el-Vehhab 24
emanet 39,43, 102, 167, 170, 171,
214,259,261,265
emel 19,89,207,209,327
emîn 48,64, 148, 153, 181, 183,
263,271,288,297,316
emir 33,63,64,65,83,98, 101,
120, 141, 167,256,288,
291,292
Emire'l-mü'minîn 28
emmâre 153, 167
emniyet 288, 307
enbiyâ 138, 151
endie 89,258
Ene'1-Hakk 196, 197
eniyyet 74
Kelime indeksi
352
en-Nâffi 24
en-Nûr 125
Ensâr 155,289,290
envâr 267, 296
erkân 77, 89, 129
erkek 57,279,338
ermi 85,88,97,254
ermi insan 85, 254
er-Rab 24, 247, 250
er-Râfi 24
er-Rakîb 24
er-Rezzâk 24
esfel-i sâfilin 113
esma 115, 137, 162, 164, 166, 169,
170, 178, 181,252,299,300
esmâ-y seb'a 137
esrâr- Muhammediye 30
es-Samed 24
eek 44,321,328
eit 52, 173, 175, 176,200
e-iblî 271
eya 21, 63, 98, 136, 147, 212, 285
evednâ 94, 188
evlat 278
evliya 63, 80, 185, 206, 227, 235,
267, 325
evsâf 28, 242, 267
evvel 24, 33, 43, 58, 59, 65, 77,
89, 107, 108, 120, 131, 134,
142, 146, 147, 148, 150,
152, 157, 159, 161, 162,
163, 169, 171, 184, 194,
195,208,224,231,235,
236,237,240,260,261,
277,321,337
ezan 101, 123, 162
ezel 23,25, 161, 188,267,302
ezelî 25,70, 181,265,278,299,
320
ez- Zahir 24
fâcir 207
fânî 88, 140, 158, 162, 163, 164,
187,200,239,335
fare 240
fark 25,38,51,83,99, 111, 135,
140, 142, 143, 144, 146,
147, 148, 149, 152, 153,
156, 158, 159, 175, 189,
198, 199,225,233,305,
319,320,321,332
fark- evvel 142, 146, 147, 148
Farsça 224
farz 7,92,94,99, 100, 101, 103,
104, 105, 106, 107, 111,
112, 125, 130, 155, 157,
158, 160, 164, 176, 178,
185, 187,205,208,209
fâsk 69, 77, 287
fâsid 296, 338
fasih 312
Fatiha 17,24,52, 112, 115, 116,
117, 118, 132,247,249,268
Fatimatu z- Zehra 29
fazilet 49,69,91, 109, 111, 113,
130, 131, 150, 173, 176,
209,210,231,234,246
fecir 24, 109, 112, 113
Fecr namaz 109
BAKARA353
felah 217, 221, 245, 264, 266, 326,
327
felek 33, 156, 161, 175, 181,308
felsefeci 180
fena 45, 54, 64, 93, 134, 140, 144,
147, 148, 155, 162, 163, 164,
168, 170, 172, 181, 182, 183,
185, 186, 188, 189, 190,
196, 197,201,259,261,
275, 297, 329, 333, 340
fena ahlâk 93,261
fenâ-i evvel 147, 148, 170
fenâ-i sânî 147
fer'i 232,233
fer 119
feyz 35, 46, 81, 149, 170, 333, 334
ftrî 52,71,256
Fihî-Mâfih 35
fiil 52,61,99, 106, 130, 166, 168,
178,223,251,304
fikir 95, 136, 160, 206, 257, 265
Firavun 54,58,251,257,330
fitne 228, 266, 278
fukara 59,216
Furkân 50,70, 133, 135,219
Fütuhat 249
gafil 44, 117, 218, 254, 279, 295,
298, 309, 325
gaflet 47, 96, 146, 147, 195, 268,
298,312,315,329
gâib 80, 83, 84, 128
ganî 24, 93, 190
garip 181,312,323
gavs 128, 141
Gavs Âzam 128
gayb 63, 66, 73, 74, 75, 76, 77, 78,
80,81,82,83,84,85,86,
87,89,91,92,96, 111, 133,
135, 143, 153, 165, 166,
169,204,222,333
gaybul-gayb 153
gayret 51,56,62, 118, 160, 213,
218,243,276,320,326
gazab 118,151,182,183,187,316
gece 43,90,91,96, 101, 109, 112,
161, 174, 177, 178, 193,
194, 195, 198,201,260,
268, 287, 323
gece yolcular 323
gda 86, 119, 168,210,250,337
girdab 267,319
gizli 8, 30, 43, 45, 49, 66, 76, 77,
90, 112, 117, 136, 153, 158,
167, 170, 173, 178, 180, 181,
182, 193, 194, 195,240,
251,255,260,261,331
gizli hazine 30, 158
gizli irk 66
göüs 59, 100, 170,265
gökyüzü 88, 321
gölge 107, 194, 202, 203, 242, 243
gönül 30,67,77,91, 100, 122,
123, 148, 164,229,262,268,
287, 307, 326, 329, 333, 335
gönül alçakl 67, 77
gönül aynas 262
görme 41, 75, 76, 83, 84, 111, 140,
158, 176, 189, 197,205,
Kelime indeksi
354
206, 242, 294, 306
gövde 17, 32, 113
göz 18,43,46,64,67,82,91,97,
98, 138, 141, 148, 161,303,
305,306,307,311
güç 74, 75, 78, 96, 103, 265, 272
gül 93,217,287,322
gümü 96
günah 55, 56, 57, 58, 59, 60, 62,
63,69,70,71,89,93,99,
127, 132, 137, 147, 148, 197,
209, 258, 265, 283, 287, 297,
316,319,324,326,327
günahkâr 93, 287
gündüz 8,96, 193, 195
Güne 54, 107, 138, 153, 154,200
güven 48,67,71,88, 103, 136,
180,228,255,274,298,
314,315,316
güzellik 43,48,60,85,91, 112,
280,295,298,301,303,
306, 307, 322, 327, 336
H
Hâ 41,275
haber 37, 47, 56, 62, 63, 79, 87,
95, 108, 120, 151, 159, 180,
194,205,206,211,226,
235, 245, 290, 296
habîb 70, 118,318
habis 338, 339
hac 78,97, 123, 125, 197, 199,
204, 224, 264, 324
hacet 218
Hac Bayram Velî 74
Hac Bekta Velî 110, 232, 254
Hâdî 51,71, 136,291
Hadîs 53, 130, 131, 133, 139, 160,
180, 184, 191, 194,200,
236, 288
hâdise 75, 84, 85, 130, 139, 149,
190, 193,222,238,275,291
hâdîs-i erîf 67
hakâyik 267
hakikat 23, 28, 59, 74, 84, 85, 86,
87, 117, 122, 132, 144, 146,
159, 180, 193, 196, 198,201,
203,230,234,241,261,
262, 267, 268, 286, 333
Hakîkat-i Muhammedi 35,183
Hakîkat-i Muhammediyye 59, 156,
170, 171, 181
hakîkî 33, 54, 57, 68, 74, 91, 92,
93, 135, 146, 148, 172, 177,
182,202,222,258,262,
300, 324, 335
Hakîm 19,22,36,42,78,87,88,
125,203,239,247,257
hakirlik 100,234,250,298,337
Hakk 13, 19,27,30,34,43,45,
47, 49, 50, 59, 60, 62, 65,
66, 67, 68, 69, 74, 75, 80,
85, 88, 89, 90, 96, 97, 98,
110, 112, 113, 114, 115, 118,
119, 123, 124, 125, 129,
132, 137, 138, 140, 142,
144, 145, 146, 147, 148,
149, 150, 152, 155, 159,
160, 162, 165, 166, 169,
170, 172, 174, 175, 179,
BAKARA355
181, 182, 196, 197, 198, hâmid 150
204,206,210,211,212, hâmile 235
213, 214, 215, 216, 217, haram 59, 64, 65, 67, 76, 99, 100,
221, 222, 223, 225, 226, 102, 107, 185, 186, 206,
232, 233, 237, 238, 239, 212, 232, 240, 264, 278,
240, 241, 242, 249, 251, 297, 310, 321, 325, 327
253, 254, 255, 256, 257, hareke 19, 23, 33
258, 259, 261, 262, 263, 271, harf 19j 2 1, 22, 23, 25, 27, 32, 35,
274, 275, 280, 282, 286,38> 76 226
288,292,295,296,297, harf-i tarif 38
298,299,300,301,302, Hârût 329, 330
303,305,306,307,313, Hasan 29, 59, 60, 215
315,316,318,324,325,Hasan-r Basrî 59
326, 329, 330, 335, 336hâscnc 2
1
Hakka'l-yakîn 75,206,301 . ^ ,
hâl 26,53,63,77, 103, 115, 137,
142, 154, 159, 182, 183,
185, 195,202,219,230,
238, 252, 259, 284, 287,
300, 326, 333
hâlâ 48,57, 154,226,255
halda 322
Hâlk 24, 206, 247, 275, 325, 327
halîfe 82, 179, 214
Halîl 119
halim 53,64,273,334l45
'l46
ia|: 07 havassul-havas 26
halk 124, 156, 160, 167, 172, 178,havf 59
'130
'287
179, 252, 263, 278, 300, 308 hayâ 94'102
halka 41, 64, 145, 146, 147, 171, hayal 66>84
>95
>104
>234
'238 '
189, 216, 252, 253, 259, 262> 311, 319, 329
263,300,304 hayal gücü 104
halvet 59, 66, 95, 255 hayat 21, 24, 57, 62, 85, 94, 163,
hamd 49,50,106,115,116,131, 200,231,232,236,248,
132,135,151,201 281,299,309,337
hastalk 58, 115, 192,217,254,
270,279,298,309,313,326,
331,332,333,334,337,339
har 148, 183, 196, 209, 212, 233,
237, 239, 260, 266
hayet 326
hatem 9,36, 129, 130,269
hava 84
havas 25, 26, 27, 54, 57, 58, 63,
Kelime indeksi
356
hayr 40, 44, 79, 93, 97, 100, 185,
205,217,218,224,235,
258, 299, 323, 336
hayvan 64, 134, 168, 169, 184, 302
hayvan 57, 64, 65, 69, 132, 185,
186,201,202,260
hayvanlk 64
Hayy 138, 162
hazarât- hams 171,174
hazine 30, 152, 158, 181, 209, 260,
272
hazret-i ceberut 172
hazret-i lâhût 172
hazret-i melekût 172
hazret-i mülk 172
hazret-i nâsût 172
He 24,41
hece 165,229
hediye 122, 123,211
hekim 270,288
helâl 64, 99, 100, 102, 206, 212,
232,278,310,327
heybet 67, 120,271,272,326
Hristiyan 118, 227
Hristiyanlk 118
hrs 51,60,85,89,99, 119,208,
209,212,216,278,325
hsm 120
Hzr 273
hibe 76,208
hicâb 69, 146, 147, 195, 206, 207,
306,315
hicret 15, 17, 154, 155,289
hiçlik 122, 138, 159, 183,253
hidâyet 5, 9, 37, 51, 52, 53, 63, 70,
88, 132, 133, 134, 151, 179,
208,219,222,243,245,246,
253,254,255,257,258,
264,266,267,268,281
hikmet 6,7,8, 13, 18,36,53,75,
88,90, 103, 112, 138, 139,
160, 165, 168, 169, 170,
175, 184, 190, 193, 199,
202, 207, 253, 255, 263,
273, 275, 276, 303, 307,
309,310,311,316,329
himmet 132, 276
hiyanet 265
hizmet 15,45,60,89, 114, 143,
144, 189, 192, 193,229,
279, 286, 288
hor 105,276,298,337
Hû 138
hüccet 198
huruf-i mukattaa 29, 30, 35
hutbe 6, 139, 145, 149, 150, 151,
152, 158, 159
huy 56, 57, 64, 94, 126, 140, 189,
233, 236, 265, 278, 302,
331,337
huzur 30, 57, 61,71, 89, 105, 110,
116, 117, 119, 120, 121, 122,
127, 128, 132, 133, 135,
136, 144, 147, 157, 158,
159, 160, 168, 184, 185,
207,214,215,237,238,
239,241,262,268,324
hüdâ 51,239
hüküm 34, 46, 52, 63, 78, 95, 97,
100, 103, 104, 110, 111,
BAKARA357
137, 157, 165, 166, 172,
179, 184, 196, 198,218,
222, 223, 227, 246, 249,
253,288,291,300,304,
305,310,319
hülasa 43, 299
Hüseyin 21,22,25,26,28,29,
31,37,40,42,47,50,58,
60,74,81,86,87, 115,213,
216,222,230,233,235,246,
247, 249, 252, 256, 257,
301,304,306,316,330
hüsran 97, 167,316
hüviyet 73,74, 196,216
hüzün 13, 119,238,315,334
Hz. Ali 18,28,29,81,207,261
Hz. Aye 45, 135
Hz. Havva 194, 195
Hz. Niyâzî 240
Hz. Ömer 62,78, 135
I
îsâ 49,68, 131, 150, 151, 172,
174, 175, 177, 191, 192,225,
226, 227, 255, 308, 309
s 60, 84, 1 1
1
k 27,46,84, 112, 118, 122, 135,
153, 154, 182,200,201,219,
225, 228, 245, 253, 254, 286
îtikad 66,77, 180,279,282
yd 152
ibâdet 13,45,60,64,67,75,79,
85,89,90,93,97,99, 104,
105, 106, 110, 113, 114, 116,
117, 123, 124, 125, 130,
131, 135, 163, 184,237,
264, 265, 273, 275, 297, 298,
318,324,330,334,335
iblis 278, 280, 281, 307, 308, 312
bn-iSerh 321
bnMes'ûd 21
bn Ubey 290
bnulAbbas 107
bnul- Arabi 18, 34, 116, 123, 124,
239
brahim 39, 108, 131, 137, 149,
151, 156, 172, 174, 199,
225,241,295
brahim Edhem 241
branca 224
ibret 98, 148, 213, 250, 287, 297,
313,329
icabet 133,272
icad 41
icmal 6,47, 142, 143, 156, 172
iç 42, 45, 46, 56, 57, 11, 89, 93,
104, 131, 160, 165, 171,206,
208, 223, 259, 262, 265,
278,280,293,303,318
içki 89
idrâk 21,35,83,88,90, 115, 135,
136, 138, 142, 145, 148,
149, 151, 159, 163, 164,
188, 191,206,213,214,
216,218,235,240,243,
250,252,253,256,259,
285, 302, 305
drîs 39, 175, 177
iftar 107, 197, 199
Kelime indeksi
358
ihata 33
ihfâ 8, 193, 194, 195, 196, 198
ihlâs 206,217,297,298
ihlâsh 22,266,325
ihram 162
ihsan 23, 24, 44, 57, 63, 65, 96,
102, 114, 119, 127, 130,
150, 159,213,216,217,
219,257,260,286,334
ikâme 18,73, 115, 129
iki el 31
ikilik 94, 162, 185, 186, 188, 189,
190,206,224,310
ikindi 106, 107, 110, 111, 112,
131, 181, 183,290
ikindi namaz 106,107,108,110,
111, 131, 134, 166, 167,
178, 181, 183,290
iki yüzlülük 56, 64, 237, 279, 319,
322,325,331
ikrâ 43, 77
ikrar 77, 83, 86, 88, 228, 281, 282,
320, 321
ilaç 115,225
ilâh 21,30,31,36,41,48,57,59,
69, 73, 74, 78, 84, 85, 90,
91,96, 100, 113, 119, 120,
124, 126, 133, 138, 144, 147,
156, 157, 158, 160, 161, 168,
169, 170, 178, 181, 183,
189, 190, 196,202,203,
214,216,222,231,248,
249, 250, 254, 255, 256,
257,263,267,270,271,
274,275,280,281,287,
293,294,296,300,301,
305,307,308,312,319,
323, 330, 333, 334, 339
ilâh- mûtekad 124
ilâhî 21,36,41,69,73,74,78,
84,85,90,91,96, 113, 133,
138, 144, 156, 158, 160,
161, 168, 169, 170, 178,
183, 189, 190, 196,202,
214,216,222,254,255,
256,257,267,270,271,
274, 275, 280, 287, 293,
294,296,300,301,307,
308,312,319,323,330,
333, 334, 339
ilim 34,86,95, 111, 141, 181,
186,222,228,253,298,340
illet 267, 309, 332, 336, 337
ilme'l-yakîn 75,206,301,321
ilm-i bâtn 89
ilm-i hakîkî 57
ilm-i ledün 254
ilmullah 113
iltica 213
imam 107, 143, 176, 177, 187, 188
mam Beâvî 281
imamet 176
mam Hasan 215
îmân 9, 18,37,55,56,59,66,73,
74,75,76,77,78,79,81,
86,87,88,89,92, 133, 134,
135, 136, 148, 151, 168,
177,207,208,221,222,
223,226,227,231,232,
243, 245, 246, 256, 260,
266, 268, 269, 270, 274,
BAKARA359
275,276,278,280,281,
287,291,302,317,318,
319,321,323,324,340
inayet 53,70,96, 129
inci 27, 54, 335
ncil 39,48,68
infâk 15,73,75,76,96, 133, 135,
204,208,209,210,211,
212,215,243,266,323
inkâr 83, 223, 227, 236, 269, 271,
274,275,277,281,282,285,
302,306,316,320,338,340
nsan 15,30,31,40,42,43,77,
90,91,96, 100, 102, 133,
149, 163, 174, 175, 184, 191,
195,208,209,212,215,
228,231,236,239,241,
248,250,260,261,265,268,
275, 278, 287, 306, 308,
314,329,330,333,337
insân- kâmil 13, 19, 21, 22, 25, 26,
28, 37, 40, 42, 47, 50, 74,
81,86,87, 115, 116, 129,
143, 148, 149, 152, 153,
163, 174, 186, 192, 193,
213,216,222,233,235,
246, 247, 249, 252, 256,
257,301,330
insanlk 39, 45, 339
inzâr 283, 323
iptila 286, 309
irade 26,27,31,33,34,52,53,
63, 163,242,248,259,288,
289,291,302,303,330
irfan 75, 85, 217, 222, 285
irfân- Muhammedi 30
irâd 51,52,63, 140, 141, 142,
143, 144, 155,219,253,270
isim 24,36,73,80, 115, 137, 138,
150, 162, 164, 172, 178, 193,
201,247,248,249,253,257,
267,273,299,300,301
slâm 36,56,77,78,87, 134, 150,
157, 179, 180, 193,318
smail 18,21,31,35,38,55,76,
106, 110, 119, 137,205,
232,251,254,275,283,
291,314,316
ism-iâzam 36, 157, 166, 170, 171,
202, 308
ispat 76, 83, 87
isrâ 106, 109, 195,201,260,271
istidat 70, 71, 151
istifar 63
istihza 78
istikâmet 111,224,258
istikrar 88
istiare 290, 291
istiva 157, 272
isyan 62,63, 127, 132,268,307,
324, 325, 333
iaret 6,7, 18,22,23,35,36,38,
41,42,47,49,82, 130, 131,
132, 133, 139, 140, 142, 144,
146, 147, 149, 152, 153,
156, 157, 158, 161, 167,
168, 170, 177, 178, 184,
185, 186, 189, 194, 196,
197,200,201,225,246,
248,285,293,296,318
Kelime indeksi
360
iitme 26,33,34, 111, 158, 159,
163, 198, 199,282,294,
297,302,311
îtimâd 65, 66, 95, 103, 207, 216
itiraz 45, 46, 230, 265
itmi'nan 203, 207, 265
ittikâ 6,55,59,65, 135,323
iyilik 45, 47, 61, 90, 96, 97, 100,
102, 173, 175,208,212,263,
264,282,294,295,315,335
izafet 33, 147
izdivaç 1 94
izhar 25
izzet 24,61,62, 100, 132,210,
234, 242, 304, 320
K
Kabe 77, 107, 110, 129, 141, 142,
144, 145, 146, 154, 162,
163, 176, 197, 199,224
kâbekavseyn 94, 182, 183, 186,
187, 188
kâbe kavseyn ev ednâ 94, 188
kabile 176, 186, 187, 190, 203, 290
kabiliyet 52,53,71,80,83,88,
118,256,271,292,306,
310,332
kabir 1 19, 182, 236, 239, 273, 297
kade 176, 186, 187, 190
kadeh 141,226
kader 68,79,87,91, 136,221,
222, 292, 304, 332
kadn 194,240,290,328
kadîm 25
Kadir 13,39, 179
Kadir gecesi 13,179
Kâf 41,80, 160,208,277
kâfir 9, 10,49,54,77,90,98,99,
162, 168, 193,227,269,
270, 272, 273, 274, 275,
276,277,278,280,281,
283, 286, 287, 289, 292, 293,
302,312,313,320,321,
322, 326, 330, 332, 335
Kahhâr 137, 138, 162, 164
kahr 27, 136, 183, 201, 270, 309,
312,316
kâim 21, 25, 148, 184, 294, 340
kâinat 40, 43, 46
kalb-i selim 60, 71
Kalem-Â'lâ 156
kalp 89, 121, 125, 192,200
kalp 30, 57, 60, 71, 81, 82, 88, 89,
94,98, 110, 122, 134, 144,
145, 146, 153, 154, 160,
165, 166, 167, 184, 187,
188, 192, 196,200,236,
265, 268, 277, 293, 294,
295, 296, 298, 299, 300,
301,302,303,304,311,
323, 325, 332, 333, 334
kâmil insan 19,31,50,55, 117,
138, 163,225,242,243,
255, 308, 334
kanat 173, 174, 176
kandil 27, 28, 29, 149, 294, 320
kap 202,259
karanlk 88,90, 109, 111, 112,
153, 165, 166, 167, 181,
183,200,201,255,268,276,
285, 320, 329, 333, 334
BAKARA361
karde 24, 31, 61, 102, 208, 218, kevnî 25, 137, 196
263, 296 kevnî âlem 25
kavi 57, 68, 258, 259, 274 kble 90, 92, 123, 132, 145
kayyûm 23, 94, 138, 162 klç 155, 289, 313, 320, 322
kayyûmiyet 23 kraat 8 >46
> 106, 123, 129, 193
kaza 68, 91, 136, 292 krk 161, 164, 170, 216, 310, 311,
kazma 43, 119 312
kelâm 42, 48, 49, 50, 52, 54, 193,kskançlk 271, 297, 331, 332, 337
195, 196, 225, 227, 270, Mm 30, 50, 76, 79, 82, 86, 90,
272, 282, 285, 292, 299 91, 98'
102'106
'1 16
'
1 19 '
Kelâmullâh 49120
'123
'
127'
128'129 '
kelîml58,172131,133,135,161,162,
kelime 24,29,31,38,40,41,43,170,176,185,190,192,
51,55,57,63,87,98, 100,
106, 115, 152,203,204,211,
231,243,247,264,276,
277,283,312,313,315,
318,320,321,326,331
kelime-i ahadet 98, 203, 312, 321
kelime-i tevhid 264, 320
197, 199,200,201,213,
214,215,228,232,239,
240,256,297,315,332
kyamet 8, 76, 79, 90, 91, 98, 1 19,
161, 162, 199,200,213,214,
215,228,232,240,256,297
kyl ü kal 326
kibir 57,85,89,210,254,263,kemâl 41, 122, 148, 165, 167, 177, 26%^ 280> 297> 302>^
178,187,188,191,207, ^ 4326l232, 243, 249, 255, 267,
kilit 249> 282) 293? 307) 3U277, 285, 302 j^^ 284) 337
kenz-i mahfî 158 kir 69j 70> 71j 91j 94, 95, 229,
keramet 63, 133, 327 258, 333
kerem 93, 102, 122, 205, 210, 258 kitab- kerîm 337
kerim 64 kitâb- mübîn 113,261
kesbi 293 kitâb- nâtk 46
kesîf 234 Kitâbullah 40
keskin 82, 254, 308 kitap 5, 15, 18, 31, 35, 36, 37, 38,
kesret 31, 140, 146, 156, 179, 255 39, 40, 42, 47, 48, 52, 66,
keif 87, 137, 141, 146, 154, 176, 68, 70, 134, 205, 210, 213,
180, 187, 201, 251, 267, 293 215, 219, 223, 227, 302,
kevn 32, 167,169 318,337
Kelime indeksi
362
koku 23, 60, 84, 93, 287, 31 1, 322
kol 15, 17, 190
konak 156, 170, 274, 289, 339
korku 15,89,90, 119, 122, 130,
136, 154,202,238,258,
287, 288, 321
kova 339
kovuculuk 96
köle 88, 101, 125,259,276
köpek 286
köprü 239
körlük 44, 60, 204, 229, 279, 308,
309
kötü 47, 52, 56, 58, 69, 94, 96,
99, 100, 102, 110, 120, 133,
143, 182, 189,217,227,
228, 234, 238, 262, 263,
265, 273, 275, 284, 294,
296,304,318,319,321,
333,336,338,340
kötülük 70, 85, 208, 255, 263, 264,
265, 266, 270, 283, 287,
292,294,315,321
Kubâ 198
kubbe 148, 149
kudret 32,84,85,92, 120, 151,
163, 171,219,234,247,
248, 254, 306, 329, 330
kudsî hadîs 30,69, 147
Küfe 28
kul 19, 22, 30, 50, 67, 88, 89, 90,
100, 105, 112, 114, 118,
119, 120, 124, 125, 126,
133, 135, 190, 196,214,
218,232,242,250,251,
255, 258, 259, 263, 264,
273, 288, 303, 305, 309
kulak 63,97,217,240,284,311
kulluk 88, 100, 104, 117, 130, 138,
147, 149, 183, 188, 192, 193,
205,206,250,251,253,
258, 263, 264, 268, 297
Kur'ân 5, 13, 15, 17, 18,21,23,
27,29,30,31,34,35,37,
39, 40, 44, 45, 46, 47, 48,
49,50,51,52,53,54,55,
56,57,67,70,71,77,78,
83, 84, 88, 100, 105, 106,
110, 123, 125, 135, 155, 170,
172, 192, 193, 196, 198,204,
208,223,225,231,232,
247, 248, 249, 250, 253,
256, 266, 272, 274, 283,
291,299,307,308,321,
322, 323, 333, 334, 335
kurban 119, 199,289
kurb- ferâiz 30
kurb-i kâbe kavseyni ev ednâ 94
Kurey 193
kurt 310,311
kurtulu 56,97, 113,209,221,
228, 232, 245, 246, 260, 264,
265,266,309,315,326
kusur 23, 56,88, 127,263
ku 108, 121,240,328
kuku 5, 33, 40, 47, 48, 55, 94, 96,
99, 100, 101, 124,283,320,
332
KutbûlAktâb 142
kutsî hadîs 212
BAKARA363
kuûd 106, 129, 161, 187, 190, 192
kuvvet 34, 45, 54, 55, 63, 70, 94,
110, 119, 120, 134, 151,
154, 165, 166, 171, 173,
174, 186, 187, 189, 190,
196, 198, 199,217,233,
248, 279, 293, 296, 329,
336, 337, 340
kuyu 329,339
küffâr 10,330
küfür 58, 268, 274, 276, 277, 281,
292,312,318
küllî 69, 170, 189,200,248
kün 33, 34, 222, 277, 298
kürsî 17,81, 170,226
lâhût 30,84,85, 153, 172, 174
lâhza 298
Lâ ilahe illallah 19, 36, 46, 57, 138,
146, 156, 157, 162,230,
231,281,312
Lâm 5, 13, 18, 19,21,24,25,26,
27,29,30,31,32,33,34,
35, 36, 38, 39, 47
lamelif 41
latif 34,35,84, 178,313
latif cisim 84
ledün 35, 94, 95, 96, 230, 254
ledünni 95, 96
le 297, 337
letafet 81,234
levha 40, 285, 332
Levh-i Mahfuz 156, 170, 171, 180
Levlâk 59
Leyla 241,325
libas 170, 181
lika 197
M
maddî 24,44,75,94, 114, 115,
122, 150, 151, 176, 177,
183, 189, 197,219,250,
285, 307, 335
maddî kanat 1 76
marib 200, 201, 202, 249, 251
mahal 23, 25, 26, 38, 164, 170,
293,296,318
mahlûk 22, 24, 41, 1 12, 125, 187,
223,250,251,253,256,
259,274,291
mahlûkât 22, 41, 112, 223, 250,
259, 274
mahmûd 142, 150, 151
maher 82,90, 119,232,239
maiet 324
makam 23, 25, 32, 38, 63, 74, 87,
94, 104, 105, 113, 114, 118,
123, 129, 133, 135, 136,
138, 140, 142, 144, 145,
146, 147, 148, 149, 151,
153, 154, 155, 157, 158,
159, 160, 161, 163, 177,
182, 186, 191, 192, 194,
195, 196, 198, 199,202,
203,213,222,238,257,
259, 273, 327
makbul 89, 90, 135, 147, 183, 204,
215,217
Kelime indeksi
364
maksat 19,28,29,30,43,44,45,
51,61,74, 137, 163, 184,
205,224,227,231,246,261,
280,291,297,306,318
mâkul 33, 192
mâlâyâni 326
mâlik 24,210,247
mânâ 13, 15, 19,21,22,28,30,
31,34,35,41,42,44,46,
47, 49, 52, 54, 55, 56, 57,
65,81,84,86,91,92, 101,
106, 108, 115, 116, 117,
118, 119, 121, 126, 129,
134, 135, 136, 138, 140,
144, 145, 146, 147, 148,
150, 151, 152, 162, 164,
168, 169, 171, 174, 175,
177, 185, 186, 188, 191,
207,209,214,222,229,
230,231,233,234,243,
247,248,252,253,261,
263, 267, 268, 275, 276,
277, 283, 285, 292, 296,
299,300,301,304,305,
308,313,316,326
manevî 15,24,31,44,54,70,71,
74,84,85,89,91,94, 103,
151, 164, 175, 176, 196,
239, 240, 250, 258, 280,
303, 307, 322, 335
manevî kanat 176
Mârût 329,330
mâsivâullah 59, 65
mâsiyet 132, 288
Mark 251
mauk 140,306,338
matlûb 75, 132, 162, 189
mazhar 21, 26, 36, 46, 59, 70, 145,
167, 193, 194,201,202,
210,256,258,297
mazhar- hilâfet 167
meâd 156, 159, 184
mebde 152, 170, 184, 195
mecburî ölüm 235
Mecîd 34,35
Mecîul-Beîr 149
Mecnûn 325
medh 78, 241
Medîne 7, 15, 17, 154, 155, 156,
163, 164, 198, 199,289,290
Medine-i Münevvere 163
mehdî 68, 166, 191,255
mekân 22, 23, 104, 114, 175, 176,
177, 190, 196,243,250
mekârim-i ahlâk 61, 239
Mekke 130, 154, 155, 156, 162,
163, 164,289
melâ 226, 296, 299
melek 19,25,53,64,65,69,76,
79,80,82,86,87,98, 106,
109, 113, 114, 121, 129,
130, 131, 137, 138, 142,
150, 151, 156, 172, 173,
174, 175, 176, 177, 185,
189, 191,222,232,251,
272, 277, 296, 306, 326,
329, 330, 338
melekût 25, 80, 84, 130, 137, 138,
156, 172, 174, 176,251
melik 34, 133,246
BAKARA365
menfaat 24, 237, 335
menzil 81, 114, 207
merâtib 148
merdiyye makam 118
merhamet 89, 96, 123, 149, 181,
263,279,315,319,323
Merih 81
mertebe 18,22,23,24,32,42,49,
50, 57, 65, 73, 78, 84, 87,
93,94, 103, 104, 118, 124,
125, 137, 141, 142, 143,
144, 146, 147, 148, 149, 153,
156, 161, 166, 167, 168, 169,
170, 174, 177, 178, 179,
181, 182, 185, 186, 187,
194, 195, 196, 198,205,
206,208,213,214,216,
219,240,242,250,252,
266,267,271,275,339
Meryem 49
Mescid-iAksâ 176, 177
mescit 105
mesh 104, 105
meshetmek 94
mes'ûliyet 61
meakkat 43,75, 112, 182, 192,
196
meguliyet 125,157,206
merep 123, 177,339
mevhum 146, 231
Mevlâ 213, 263, 264, 294, 304
Mevlânâ 35, 42, 45, 46, 49, 54,
58,59,60,65,82,91,92,
93, 121, 122, 126, 127, 128,
144,212,217,224,225,
226,229,241,243,276,
277, 278, 280, 284, 286,
293,308,309,310,311,
312,313,321,322,323,
329, 337, 339, 340
mihenk 49
mihver 299
Mîkat 162
Mîm 5, 13, 18, 19,21,24,26,27,
29,30,31,32,33,34,35,
36,38,41,47
minare 162, 163
Mîrâc 7,8,77,91, 113, 117, 128,
130, 152, 159, 160, 161, 162,
169, 170, 171, 174, 176, 177,
189, 190, 191, 192, 196
misâl 27, 28, 78, 80, 81, 181, 183,
201,209,219,234,301,
307, 338
misbâh 27
mikât 27, 28
mizaç 95
mûcid 41
mucize 118, 226, 302, 308, 312,
337, 338
mudga 127, 134
mudil 291
muhabbet 93, 189, 217, 254, 287,
325
muhacirler 155
Muhammed 2, 6, 27, 29, 30, 31,
32,35,36,46,48,53,54,
57,59,62,71,78,79,81,
91, 108, 110, 122, 133, 136,
138, 139, 144, 147, 150,
Kelime indeksi
366
151, 156, 159, 160, 164,
170, 171, 172, 174, 177,
181, 183, 190, 191,202,
208, 223, 225, 227, 232,
241,253,254,268,270,
278,283,288,291,296,
302,303,307,312,330
muhtaç 22, 23, 24, 50, 70, 100,
168, 176, 184,208,209,210,
211,219,253,284,314,325
mukaddes 27, 176
mukarreb 69, 141, 142,325
mukataa 1
8
murakabe 101, 122, 131,206
Mûsâ 29,54,58, 126, 131, 151,
158, 159, 172, 174, 190,
191,225,226,227,251,
257, 303, 306, 325, 330
musallî 106, 124, 125
musavvire 1 04
Musevî 1 1
8
mushaf 202,321,322
Mustafa 59, 64, 67, 136, 226, 229,
236,297,298,315,316,333
mutezile 77
mutlak 34,41,42,48,55, 142,
144, 147, 149, 155, 189, 190,
194, 197,211,231,248,258,
274,275,281,319,327
mutlak varlk 42, 50
mutlu 47, 68, 69, 75, 97, 147
mutluluk 75, 97
mutmain 66, 154, 155, 167, 256,
257
muttali 78, 137,221,253,301
mubah 101
mübarek 29, 170
mücâhede 94, 95, 123, 206, 260,
327
mühür 9, 10, 36, 69, 269, 270,
272, 273, 275, 282, 293,
295,302,310,311,312
müjdeleyici 122
mükâfat 61, 90, 214, 215, 236, 238
mükevvin 32
Mülhime 138
mülk 27,32,88, 126, 127, 137,
138, 169, 171, 172, 174,
210,251,257,266,329
mümin 10, 28, 37, 53, 54, 56, 57,
61,67,71,75,78,86,88,
90,93, 102, 107, 113, 117,
133, 155, 168, 179, 189,
193,208,218,219,221,
230,245,259,287,301,
317,318,321,323,324,
326,327,331,335
münâcât 95, 98, 130, 132, 133,
193,273
münafk 10, 15, 69, 70, 77, 78, 86,
92, 98, 99, 279, 292, 322,
323, 324, 325, 327, 332
müneccim 260
münezzeh 22, 23, 137, 144, 226
müphem 18
müptelâ 329
Mürebbî 247
mürekkep 23, 36, 204, 225
mürîd 123, 143, 144, 333, 340
mürid 19,85, 118, 140, 141, 142,
DAKARA367
143, 144, 145, 147, 164, 166,
188,243,254,270,291,330
mürid-i kâmil 145, 164, 166
müsâvî 26, 173, 176, 195
Müslim 32, 138, 139, 166, 176,
187, 194,200
Müslüman 15,51,59,69,77,88,
135, 155, 176, 179, 180,
196,226,275,278,289,
290, 292, 322, 323, 324
müstakim 26, 1 17
müstehab 99, 101, 179
müahede 33, 41, 51, 75, 79, 80,
82,87,88,91,94, 118, 122,
123, 124, 125, 130, 140, 141,
153, 166, 176, 182,206,
207,208,214,216,218,221,
222,239,271,272,299,
300,301,303,308,320
mürik 316, 318
Müteri 81,328
müteâbih 18,34, 192
muttaki 5, 6, 37, 53, 55, 60, 65,
67, 68, 77, 88
müzmin 332, 333
N
nafile 125, 179,205,318
nafile namaz 125
naip 32
namaz 6, 7, 15, 18, 30, 48, 73, 74,
75, 77, 85, 90, 92, 93, 97,
99, 104, 106, 107, 108, 109,
110, 112, 113, 116, 117,
121, 122, 123, 124, 125,
126, 127, 128, 129, 130,
131, 132, 133, 135, 139,
140, 144, 145, 150, 151,
155, 157, 158, 159, 160,
161, 162, 164, 168, 173,
174, 175, 176, 177, 181,
183, 184, 185, 186, 190,
191, 196,211,243,264,
323, 324, 335
nasihat 263, 288, 326, 327
nasip 42,52,96, 118, 121, 170,
258,311
Nasrânî 227
nazar 37, 45, 52, 59, 79, 80, 83,
87, 131, 156,213,240,242,
245,246,250,271,299,
304, 325
nebat 116, 134, 184, 185
nebatî 185
Nebî 39,51,68,77,78,79, 113,
121, 130, 131, 142, 149, 150,
151, 159, 160,226,230
Nebiyy-i Ekrem 79
necaset 96, 132
Necmud-Din Dâye 267
nefes 85, 94, 334
nefis 25, 74, 75, 88, 102, 153, 165,
167, 183,249,255,256,
257, 259, 265, 268, 306,
329, 330, 333
nefis çban 254
nefsani kuvvetler 154,199
nefs-i Emmâe 138
nefs-ikül 68, 136
nefs-i Levvâme 138
Kelime indeksi
368
nefs-i Merdiyye 138
nefs-i Mutmainne 1 38
nefsini bilen Rabbini bilir 259, 261,
315
nefsini bilmek 43, 257, 261
nefs-i Râdiye 138
nefs-i Safiye 138
nehiy 64, 264
Nemrud 108,200
nesep 58, 60
nesh 164
nifak 279,282,319,325,331
nikab 241,306
nikâh 162, 172
nisbet 52, 92, 144, 147, 150, 153,
169, 180, 193, 194, 195, 196,
204,267,272,302,315
Niyâzî Msrî 143
niyet 40,47,61,88,89,90,99,
110, 130, 132, 197,214,
218,327
Niza 250
noksan 24, 85, 127, 176, 262, 277,
321,338
nokta 32,41,81, 101, 115, 116,
117, 147, 152, 161, 163, 176,
186, 189, 191, 192, 193,
197,247,279,299,333
noktal harfler 41
noktasz harfler 4
1
Nûh 172, 174,225,286
Nûn 26,277
nûr 27,28,29,30,31,46,65,69,
71,76,79,81,88,89,91,
106, 110, 112, 113, 119, 123,
125, 126, 136, 140, 153, 154,
167, 169, 181, 182, 183,
188, 194, 195, 196,200,
201,219,223,224,225,
226, 228, 229, 234, 236,
239,241,246,253,254,
255, 258, 260, 262, 265,
267, 268, 270, 273, 274,
276, 277, 280, 285, 287,
294, 295, 296, 298, 299,
300, 303, 305, 306, 330
nübüvvet 78, 159, 160,223
nüsha 42, 233
nüzul 57, 190, 307
O
oku 6,7, 15,21,28,33,40,41,
42, 43, 44, 45, 46, 48, 49,
50,67,68,82,92, 101, 106,
110, 112, 113, 123, 128,
133, 136, 139, 140, 145,
149, 150, 152, 153, 154,
155, 156, 158, 159, 180,
188, 193, 194, 195, 196,
198, 199,229,237,249,
253,260,261,297,308
ol 80, 118, 168, 196,235,304
olu 25,40,44, 123, 144, 151,
165, 166, 187,248,272
olu ve bozulu âlemi 272
organ 97, 332
orta 25,59,84, 166
oruç 85,97, 107, 125, 197,211,
264, 323, 324, 335
ödünç 213
BAKARA369
ölen 106, 107, 183
ölen namaz 109
öüt 159,284,288,315
ölçü 64
ölmeden evvel ölme 242
ölü 276, 282
ölüm 85,90, 105, 130,235,236,
320, 322, 337
ölüm melei 130
Ömer 62,78, 135,290
ön 82
örtü 81,275,305,311,315
öz 10,40,43,45,46,77, 196,216,
223, 299, 327
parça 39,76, 120, 131, 196,253,
297, 338
pas az 262
pencere 126
perde 9, 10,39,88,89, 114, 182,
201,206,207,238,267,269,
271,272,293,296,297,
304,305,306,312,318
perhiz 65
Peygamber 15, 17, 28, 29, 33, 35,
40, 45, 49, 53, 67, 74, 77,
78,91, 101, 102, 106, 115,
118, 121, 122, 123, 124,
125, 126, 127, 129, 138,
142, 149, 150, 151, 152, 154,
155, 156, 157, 158, 159,
166, 171, 173, 175, 176,
177, 179, 180, 184, 189,
190, 191, 192, 196, 198,
199,200,201,203,223,
225, 253, 273, 276, 283,
284,289,290,291,292,
301,323,326,337,338
pinhân 240
pîr 254, 334
pislik 96, 132
pimanlk 58,297
R
Râ 41
Rabb 9,27, 115, 132, 148, 152,
182,246,247,248,249,
250,251,252,253,256,
257, 268, 299, 330
Rabbani 42, 266, 296, 304, 323
Rabbiyet 74
Rabbu'l-Âlemîn 247
Râhîm 115, 116, 133, 136,249,
283
Rahman 115, 116, 133, 161,213,
249, 254, 255, 272
rahmet 69, 70, 86, 90, 99, 106,
123, 129, 134, 151, 181, 182,
183, 188,223,241,332
Râsûlullah 21,28,31,45,48,58,
61,78,79, 107, 108, 109,
113, 118, 123,202,213,
214,222,231,233,236,
237, 242, 243, 257, 258,
259,270,289,295,312,
333, 334, 336
rayb 47,48
recâ 130
Regâib 179
Kelime indeksi
370
rehber 225, 267
rekât 108, 130, 177, 178, 184, 187
renk 249,310,311
resim 293
ressam 293
rezzâk 24
rzâ 62, 134, 181
rica 118,228
risâleti 50
rivayet 28, 36, 58, 109, 180, 194,
203, 237
riya 212, 265
riyakarlk 325, 335
riyaset 237
riyazet 94, 95, 197, 260, 262, 265
Rubûbiyet 124, 131, 205, 247, 248
ruh 26, 28, 30, 31, 42, 44, 46, 48,
80,81,84,85,86,91,92,
93,94,96,98, 121, 122,
131, 137, 138, 150, 153,
154, 155, 156, 159, 160, 165,
166, 167, 168, 169, 170,
172, 173, 175, 176, 177, 181,
182, 183, 184, 185, 186,
187, 199,200,201,202,
206, 216, 225, 228, 229,
230, 234, 235, 254, 255,
265, 268, 272, 273, 278,
283, 292, 299, 302, 306,
315,322,329,333,339
rûhânî kuvvetler 154, 198, 199
ruh-i izafî 255
ruhsal 94, 96
Ruhu'1-kuds 96
rumuz 23, 30
rücû 170
rükû 30,87,89, 119, 120, 121,
123, 126, 127, 128, 130,
131, 133, 138, 176, 185
rükün 87, 89
rüzgar 85, 86, 109
saadet 51,90,278,296
sabah 67, 101, 106, 107, 108, 109,
110, 112, 130, 167, 177, 178,
181, 183, 187, 188,289
sabah namaz 106, 107, 108, 109,
110, 167, 177, 178, 181,
183, 188
sabr 60, 62, 125, 130, 161, 208,
238, 253, 266, 327, 329
sâbikûn 70
sabit kadem 118,258,321
saç 53,294
Sâd 40,41, 151,299
sadaka 76, 97, 124, 125, 205, 208,
209,210,211,212,213
sadâkat 90, 295, 325
sadk 325, 339
Sa'dbnMuaz 290
sadr 28,81, 100, 129
saf 83,99, 112, 119, 141,284,323,
335, 336
salk 75
sahabe 155, 179
sahib 13, 18, 32, 36, 46, 55, 56, 58,
59,60,61,70,71,82,86,
93,96, 103, 105, 116, 117,
122, 123, 126, 137, 148,
BAKARA371
150, 162, 163, 168, 171,
176, 180, 181, 197, 199,
211,214,215,217,218,
219,227,243,248,253,
258, 259, 264, 285, 296,
299, 300, 303, 304, 309,
313,322,332,337,338
sahih 125, 180
saîd 68, 278
Sakat 62
salât 6,7,8,73,74,75, 106, 109,
123, 124, 125, 126, 129, 134,
144, 159, 160, 175, 184,
190, 191, 193,204,226
salât- gadât 109
sâlih 69, 99, 216, 236, 238, 239,
282, 296, 326, 336
saltanat 89, 126, 127,300
Sâmiha Ayverdi 43, 174, 267
sapknlk 278
satr 32, 33, 84, 204
satranç 82, 243
sava 101,211,290,291,327
sayg 48,89,98, 122, 132, 179,
185,202,207,223,259,
279,315
sebat 94,278,291
sebep 33,36,41,47,50,63,66,
75, 102, 103, 117, 122, 143,
152, 156, 157, 160, 162,
167, 179, 184, 189, 192,
193, 198,228,241,250,
256,275,299,300,314,
319,332,337,338
secde 30,76,77, 113, 114, 116,
120, 121, 122, 126, 127,
128, 130, 131, 133, 134,
135, 136, 138, 140, 143,
144, 161, 176, 185, 186,
188,272,277,297,321
sedef 54, 335
seher 273
Sehl b. Abdullah 297
Sehl Hazretleri 295
sekr 7, 164
selâm 53,61,69, 108, 109, 118,
120, 121, 126, 127, 130, 133,
136, 187, 188, 189, 192,226,
246,264,265,298,314
selâmet 61, 69, 133, 187, 192, 264,
265,298,314
semâ 28,32,36,77,81,85,94,
106, 130, 190,206,229,
249,251,252,272,301
semâvât 28, 130,206,249
semere 73
semî 26, 253
Semûd 53
sena 106, 129, 132
ses 13,22,48,84,92, 101, 106,
112, 118, 121, 163, 193, 194,
213,226,267,284,286,287,
307,309,310,311,330
sevap 21,69, 173, 175, 178, 179,
197,214,218,246,291,327
seven 23,70,90,91, 122, 123,
193,271,273,303,325
sevilen 70,91, 123,234,271
sevinç 53, 157, 158, 198
Kelime indeksi
372
seyir 94, 152, 161,169, 171, 185,
248, 305
sezgi 90
scak 51, 109
SddîkEkber 213
sdk 79, 262, 266
sfat 23, 24, 25, 33, 36, 38, 47,
73,76,78,83,84, 112, 115,
116, 118, 132, 138, 140,
147, 149, 155, 156, 162,
163, 164, 166, 168, 169,
171, 172, 178, 181, 182, 183,
184, 185, 187, 188, 193,
194, 195, 198,201,202,
216,240,246,247,248,
249, 252, 256, 257, 264,
265,267,271,272,273,
274, 277, 282, 287, 299,
300,301,308,338,340
snma 102,213,266,301
snrsz 204
sr 18,29,36,63, 101, 113, 131,
132, 153, 154, 157, 162,
165, 173, 187, 198,255,
268, 285, 304, 320
srat 24,70, 117, 118, 130, 167,
207, 235, 239, 243, 257, 266
srât- müstakim 24, 70, 117, 118,
167, 239, 243, 257, 268
srâtu'1-hüdâ 239
srâtullah 239
srda 322
sr gözü 304
sidre 118
sidretul-müntehâ 173, 176
silsile 142, 151, 195
Sin 41,81
sirayet 101,333,337
sirke 286,313
siyah 78, 153, 167, 181, 200, 294,
333, 334
sohbet 78, 217, 273, 296, 298, 314
son 15, 17, 24, 50, 70, 77, 78, 94,
113, 117, 130, 131, 147,
152, 156, 157, 159, 173,
176, 185, 186, 189, 191,
194, 197,202,204,232,
233, 259, 272, 297, 309,
314,316,327
sorumluluk 57, 61, 320
söz 24, 26, 34, 38, 48, 49, 52, 92,
94,96,98, 104, 113, 119,
124, 130, 137, 142, 145,
152, 155, 162, 180, 182,
188, 199,211,215,226,
227,231,236,239,250,
270,271,280,282,283,
284,285,286,291,292,
297,310,311,312,326
su 43,49,92,93,94,95,96, 100,
101, 159, 160,214,217,237,
261,292,294,311,313
suç 127,292,313
suhb namaz 109
suhuf 39
sultan 23,88, 89, 111, 138, 164,
202
suret 24, 25, 27, 30, 32, 33, 36, 40,
41,45,49,64,74,76,79,
BAKARA373
82,88,90, 105, 121, 122,
132, 137, 138, 142, 143,
144, 145, 146, 149, 156,
162, 171, 175, 181, 187,
188, 189, 190, 191, 199,
201,202,215,216,217,
226, 239, 240, 242, 250,
251,255,257,261,265,
274,279,282,288,291,
297,301,305,318,319,
320,321,335,340
sübhân 32,216,330
sübût 156,249
sücûd 123, 126, 127, 130, 131
süflî 32,201,282,330
sükûn 63, 87, 147, 158, 250, 286,
304
Süleyman 151, 169, 171, 265, 278,
287, 299, 303, 339
sülük 59,70, 143, 146, 161
sümbüle devri 1 57
sünnet 84, 100, 101, 102, 130,
131, 178, 179, 194,206
sürür 157, 198,266
Süryanca 224
süt 67, 325, 340
ahadet 25,78,81,96,98, 111,
123, 136, 140, 166, 169,
203,222,256,312,321
ah damar 80, 261
ahit 19,25,43,75, 109, 116, 122,
140, 154, 168, 176, 197,
206,211,221,335
air 48
akî 68,90,270,278
an 58, 63, 162, 182, 192, 249, 274
âr 74
arap 141,226,329
efaat 19, 120
ehvet 60,75,85, 119, 133,200,
237, 282, 304, 327, 329
ek 47, 1 1
1
ekavet 270
eker 286, 322, 327, 328, 337
en 249
er 56, 94, 193, 216, 258, 291, 302
eref 34,44,49,58,60,61, 103,
113, 130, 143,210,213,
229, 234, 260, 296
eriat 10,42,51,55,58,71,77,95,
97,98,99, 101, 106, 113,
117, 134, 143, 165, 174, 180,
196,201,202,206,223,228,
250, 264, 268, 274, 276
eyh 18,53, 110, 137, 179,224,
232, 254, 276, 279, 280,
334, 340
eytan 45, 78, 94, 96, 98, 124, 135,
136, 151, 152, 155, 160,
181, 183,254,258,266,
277,278,297,312,327,
330, 333, 334
eytanî vesveseler 296
ibli 62
iir 48, 224
ikâyet 90,266,315
irk 55, 58,62,63,66,71, 100,
132, 141, 146, 180,264,
316,320
Kelime indeksi
374
öhret 58
uhûd 75, 140, 242
ûra 31
ükür 132, 178,238,266,287
üphe 5,31,37,47,48,49,56,
62,68,71,87,90, 100, 111
170, 172,205,221,225,
245,249,251,260,292,
306,307,327,331,335
taalluk 18, 123, 137, 187, 222, 252
taam 234
taat 59,62,89, 130,287
taayyün 178, 185,200,201
taayyün 177, 178, 184, 185
tabiat 26, 111, 134, 165, 167, 169,
185, 197, 198, 199,200,201,
239, 250, 329, 330, 338, 339
tabiat kuvveti 134
tabiî 172,201,260
tafsil 6, 42, 78, 142, 143, 149, 156,
157, 172, 174, 187, 188,
194,271
tahkik 74, 182, 202, 203, 222
tâif 299
Tâif 163
takdis 32, 137, 176,277
taklîd 74, 143, 285
takva 6, 15,45,53,55,56,57,58,
59, 60, 62, 63, 64, 65, 66,
70, 77, 253
taleb 75,89,92, 105, 132, 162,
189,213,214,217,219,
224, 327
tâlim 46,217,225,253
talip 123
tamah 64, 285
Tanr 23, 32, 33, 39, 42, 45, 48,
49,59,60,64,82,91, 119,
120, 121, 122, 123, 126,
127, 128, 138,211,212,
217, 224, 225, 226, 228,
240,241,247,251,256,
260,261,262,276,279,
281,283,284,285,286,
288, 292, 293, 308, 309,
310,311,312,315,321,
322, 333, 340
tarîk 59, 113, 117, 137, 141,230
tarîkat 1 13, 1 17, 137, 230
tasarruf 160, 161, 226, 258, 259,
300,301,305
tasavvuf 15, 117
tasdik 77, 79, 83, 86, 87, 88, 89,
200, 227, 228, 229, 256,
274,320,321
tasfiye 132, 166
ta 284,312,313,327,328
taknlk 104, 114
tat 64, 84, 95, 112, 279, 304, 313,
328
tavaf 144, 145, 199
tazarrû 130
tebli 47,48,77, 159, 198, 199,
223, 276, 288, 302
tecellî 13, 18, 19,27,30,35,39,
40,46,65,81,84,85,86,
91,94, 111, 115, 116, 118,
135, 136, 138, 141, 142,
BAKARA375
143, 144, 148, 152, 159,
162, 163, 164, 165, 166,
167, 168, 169, 170, 171,
181, 182, 183, 188, 189,
191, 192, 193, 195, 196,
197, 199,200,201,241,
242, 243, 248, 252, 255,
257,260,268,271,272,
275,291,299,304,306,
312,316,319,330
tecellîyât 18, 141
tecellîyât kitab 18
tecvit 44
tedavi 270,278,279
tedricen 247, 337
tefekkür 13, 74, 115, 130,206,
207, 235, 307, 327, 334
teferruat 44, 224
tefrid 123
tefsir 29,56,63, 113,233,282
tek 21,24,33,42,50,58,74,91,
92,95, 101, 112, 113, 117,
140, 143, 144, 152, 161, 173,
188, 196, 197, 198,201,
223, 225, 230, 240, 294,
302,305,311,319,325
tekâmül 185, 192,232,248
tekbîr 8,93, 119, 130, 132, 134,
145, 189,202,203
teklik 171, 190
telvîn 147
temââ 261
temeyyüz 26, 27
temizlik 60, 89, 93, 94, 95, 97, 98,
99, 104, 110,298
temkin 147, 153, 156, 186
temsil 32,36, 100, 148, 174, 191,
195,289,329,339
ten 19,30,36,92, 110,276,284,
308
teneffüs 181
tenezzül 143, 144, 166, 188, 190,
191
tenzih 22,23,24,32, 138, 144,
148, 149, 156, 157, 176,277
tenzil 7,68, 160, 172
terakki 146
terbiye 24, 63, 74, 124, 214, 247,
248, 249, 252, 253, 268,
291,307
terk 63,64,66,75,93,99, 100,
101, 122, 168,206,207,
228, 237, 265, 268, 274,
284,287,291,315,324,
326, 327, 334
tebih 50, 106, 107, 120, 124, 131,
176, 182, 189,201,237,
302, 322, 335
teslim 111, 130, 134, 155, 163,
186,223,230,238,256,
264,295,309,314,325
testi 3 1
1
tebih 24,27,32, 148, 149, 157
teehhüd 123, 130, 133
tevazu 94, 101, 104, 130, 133, 259,
304
tevbe 49, 57, 58, 70, 99, 106, 108,
114, 123, 129, 187,202,
272, 325, 333, 340
Kelime indeksi
376
teveccüh 33, 132, 140, 144, 145,
146, 168, 170, 184, 187,
197, 202
tevekkül 62,67, 102
tevfik 51,52
tevil 52,65,68, 192,253
Tevrat 39,48,68, 150, 172
teyemmüm 97, 105
tezkiye 44,75,216,222
Ti 41
tlsm 18
Trmzî 62
tilâvet 21,49,67
Tîn 32
tohum 57,59, 127, 134,278
toprak 43,45,85, 100, 105, 110,
126, 170, 189,215,217,261,
306,307,311,312,327,328
tûl-i emel 207
U
ubudiyet 206
ucub 57
uhrevî 131, 150,207
Uhud 289
ulûhiyet 171,247,248
ulvî 23, 32, 48, 169, 303, 329
un 21,26,81,92, 108, 154, 166,
167, 195,248,251,277,
287, 292, 294, 330
unsur 41,94,95, 134, 169, 172,
184, 185
unsurî 172
urûc 152, 182, 184, 190
usturlab 260
Utarit 81
uyku 64, 96, 112, 167, 182, 183,
309,316
uzuv 15, 17, 92, 97, 166, 176, 184,
200, 202, 295
üç 7,8, 13, 19,35,36,40,55,58,
62,65,69,75,77, 115, 136,
175, 184, 187,205,222,241,
266,285,294,301,332
ümit 62,89,90, 124, 130,216,
287, 324
ümmet 118, 130, 131, 149, 150,
151, 156, 157, 158, 176,202
ümmî 48
Ümmû Sinan 1 44
Ümmul-Kitap 49
ünsiyet 238, 282, 294, 296, 339
üst 41, 103, 104,277
vaaz 273, 327
vâcib 99, 124, 146, 154, 169, 208,
218
vâcibü'l-vücûd 146
vahdaniyet 78, 115, 174.305
vahdet 31, 141, 146, 147, 156,
179,255,281
vahiy 38,39,40, 132,319
vahiy kâtibi 321
vahy 31,38,39,47,48,68, 133,
196,226,264,296,299
vaizi 327
vakar 105, 133
vakit 7, 8, 57, 58, 78, 79, 92, 107,
108, 110, 112, 113, 120,
121, 123, 129, 130, 131,
BAKARA377
144, 153, 157, 158, 160,
161, 163, 165, 166, 167,
168, 170, 173, 174, 177,
178, 180, 182, 184, 185,
187, 189, 191, 196, 199,
202,203,214,215,216,
235,236,243,249,251,
255,257,261,275,282,
297,298,311,315,334
vali 104
vâris 50, 222, 225, 288
varlk 18, 19,22,23,24,25,26,
33,34,35,36,38,40,41,
42, 44, 50, 56, 66, 68, 73,
83,85,93,96, 103, 111,
113, 115, 117, 124, 125,
126, 138, 142, 144, 146,
152, 176, 177, 178,200,
201,208,216,217,226,
233, 237, 242, 247, 248,
249,251,252,253,257,
258,261,262,264,265,
275,299,301,303,304,
305,306,308,319,320,
321,327,330,335,339
vasf 15,28,33,41,57,73, 134,
150, 167, 185, 186, 189,
194,208,238,242,277,
278, 282, 303, 338
vâsta 50,84,91,224,253
vâsi 23, 145
vatan 316, 339
Vav 22, 41
vazife 61, 64, 89, 130, 229, 286,
288, 320, 328, 329
vech 102, 130, 144, 145, 152, 168,
282
vefaszlk 335
vehim 136,242
vekil 114, 117,298
velî 51,85,95, 113, 122, 148, 149,
227,230,238,261,271,
308, 322, 337, 338, 339
verâ 99
vesvese 151, 154, 160, 181,266,
296,310,311
vicdan 61, 83, 238, 239, 268, 300,
333
vikaye 55
visal 273
visal orucu 273
vitr 131
vitr namaz 1 3
1
vuslat 104, 105, 106, 113, 146,
172, 174, 189, 194, 195, 197,
198,213,223,229,236,271
vusul 70,315
vücûb 1 54
vücûd 28, 34, 36, 44, 73, 74, 80,
81,91, 112, 115, 116, 117,
123, 138, 140, 141, 142,
146, 147, 150, 151, 152,
153, 156, 164, 166, 168,
172, 174, 177, 178, 179,
181, 182, 185, 186, 191,
192,200,207,209,217,
226,231,235,236,242,
243, 252, 253, 259, 260,
261,265,281,289,295,
298,301,308,333,337
Kelime indeksi
378
ya 28
yamur 54,85,94,95, 115,335
Yahudi 227
yakîn 49,75,87,90, 141, 142,
151,205,206,207,208,243,
251,252,266,268,285,301,
306,320,321,323,340
Yakub 108
yalan 11,64,89, 100, 117, 158,
180,212,229,236,237,271,
274,278,297,312,318,
321,331,332,335,336
yaradl 13,61,95,97, 154, 163,
174, 178, 183, 186, 191,
249, 286
yaratan 23, 24, 34, 105, 254, 263,
264, 275, 308
yaratlan 34, 112, 126, 137, 308
yaratl 31, 34, 52, 54, 69, 82, 113,
144, 208, 256, 257, 265,
272,275,319
yardm 8, 24, 67, 73, 90, 117, 120,
155, 160, 165,204,217,218,
257, 258, 263, 268, 276, 289,
290,316,326,331,332
yarg 66, 95
yasak 55, 63, 64, 65, 66, 98, 101,
102, 114, 124, 141, 184,
223, 264
Yâ-Sîn 13, 137, 168, 210, 279, 280,
283
yats 106, 107, 108, 110, 111, 131,
167, 182, 183, 195
yats namaz 106, 107, 108, 110,
111, 131, 182
yedi 29,68,76, 137, 138, 156,
159, 162, 163, 166, 197,
199,213,229,234
yl 82, 156, 157, 161,226,286
yldz 27,29,81, 179,242,309
yokluk 34, 42, 83, 183, 200, 253,
264,297,314
yoksulluk 211
yol 5,37,46,51,52,53,54,58,
59,68,70,71, 106, 111, 157,
193,227,228,230,239,241,
254,255,289,296,313
yol kesici 54
yön 103, 112, 123, 145, 172
Yûnus 108, 131,229,264
Yûnus Emre 229
yüce 13, 15, 17, 22, 23, 36, 45, 50,
67,69,70,75,87,90, 106,
114, 116, 132, 145, 160,
162, 182, 185, 192, 193,
194,205,208,216,217,
222,230,242,251,263,
264,271,272,277,296,
299,318,319,326,329,
330, 337, 338
yürek 255,313
yüz 30,31,32,36,42,45,49,56,
60,61,62,64,69,74,75,
77,81,85,88,89,90,91,
93,99, 101, 102, 107, 116,
117, 118, 119, 120, 122, 124,
126, 127, 132, 134, 144,
BAKARA379
146, 147, 149, 152, 155,
156, 157, 159, 160, 173,
177, 180, 190, 193, 198,
215,217,222,223,224,
229,230,231,234,236,
237,241,242,246,247,
251,252,253,254,255,
259,262,268,271,275,
277,278,279,280,281,
283, 284, 285, 286, 292,
296,299,300,301,302,
306,308,310,311,312,
319,321,322,324,325,
328,329,330,331,332,
333, 336, 337, 339, 340
zâhid 59, 129, 169,237,238
zahir 24, 26, 31, 42, 45, 46, 56, 57,
66,74,77,81,83,89,92,
93,97,98, 101, 102, 103,
111, 122, 131, 134, 153,
156, 163, 164, 166, 168,
169, 172, 176, 179, 180,
181, 182, 183, 184, 187,
188, 192, 197,201,202,
206, 223, 226, 235, 239,
240,251,252,258,259,
265, 293, 303, 326
zahiri 31,42,45,57,66,74,89,
97, 111, 163, 164, 172, 176,
180, 182, 184, 192, 197,
202, 206, 239, 252, 326
zahmet 43, 182, 192,262
zail 31, 156, 187,207,259
zâlike 5,37,38
zâlike'l-kitab 38
zaman 25, 33, 35, 44, 49, 53, 54,
57, 59, 63, 64, 65, 67, 69,
75, 79, 80, 84, 86, 88, 90,
91,92,95, 106, 107, 108,
112, 115, 117, 121, 123,
129, 133, 142, 143, 151,
152, 154, 158, 160, 167, 168,
171, 174, 177, 193,205,206,
209,210,214,215,218,
225,228,235,240,241,
242,243,248,250,255,
257, 259, 262, 263, 264,
266, 274, 277, 280, 290,
299,300,304,311,314,
318,333,334,335,338
zan 47, 143, 309, 340
zât 22,23,30,33,41, 141, 146,
154, 155, 156, 158, 162,
163, 164, 174, 193, 197
zât- ahadiyyet 146, 154, 155, 163
Zebur 39
zehir 54, 95, 298, 329, 335, 337,
339
zekât 75, 77, 78, 97, 123, 125, 135,
205,208,209,211,216,
217,222,264,324,335
Zel 38,39, 100, 104, 105,250
zem 241
zeval 31, 107,266,278
zevk 43,60,89, 126, 135, 136,
160, 162, 163, 164, 191,235,
238,241,243,265,279,283,
293,306,315,327,336
Kelime indeksi
380
zeytin 27, 28
zeytinya 28
zndklk 180
zrh 209,289,291
zikr 29, 38, 49, 55, 57, 63, 64, 67,
88,96,98, 105, 114, 124,
139, 143, 157, 158, 171,
178, 184, 188, 198,213,
259, 265, 267, 298, 322
zillet 62, 100,207,234,304
zina 89, 264, 329, 336
zînet 149
Zuhal 81
zuhur 30, 65, 74, 77, 84, 116, 117,
118, 126, 138, 143, 145,
148, 150, 156, 157, 159,
160, 161, 166, 167, 169,
181, 182, 183, 187, 188,
192, 193, 194,201,225,
226, 235, 239, 242, 249,
252,255,258,275,289,
292, 293, 306, 330, 335
zulmânî 69, 115, 153, 154, 169,
194,200,201
zulmâni hicap 195
zulüm 69, 70, 100, 200, 216, 218,
259,287,296,315,319
zücâce 27, 29
zühd 75, 99, 207, 327
Zühre 81,329
Zu n-Nûn-i Msrî 207
Ayet ndeks
n
Ahkâf, 13 258
Ahzâb, 4 187,325
Ahzâb,4l 265
Alak, 5 254
Alak, 19 114
Âlumran, 54 319
Âlumran, 97 281
Âlumran, 92 212
Âlumran, 97 53
Âlu mran, 101 68
Âlu mran, 102 56, 59
Âlumran, 191 265
Ankebût,45 75, 114, 133
A'râf,31 181
A'râf,96 56
A'râf, 143 158
A'râf, 172 256
Araf, 179 69
B
Bakara, 2 40,47,51
Bakara, 3 211
Bakara, 4 147
Bakara, 6-7 275
Bakara, 31 173
Bakara, 39 183
Bakara, 89 281
Bakara, 115 144,200
Bakara, 151 253, 254
Bakara, 152 281
Bakara, 157 106
Bakara, 212 173
Bakara, 222 58
Bakara, 258 200
Bakara, 281 15, 17
Bakara, 285 225
Beyyine, 6 227, 316
Câsiye, 19 60
Câsiye, 29 40
Cum'a, 2 56
Cuma, 9 157
Cuma sûresi 139
D
Duhâ,4 231
Duhân, 2 40
Âyet indeksi
382
En'âm, 18 103
En'âm, 59 76, 78
En'âm, 75 137
Enbiyâ, 107 151
Enbiyâ, 120 151
Enfâl,2 67
Enfâl, 17 115, 147,31!
Enfâl,62 155
Fetih, 10 229
Fetih, 26 55, 57
Furkân, 32 70
Furkân, 63 133
Fussilet, 3 40
Fussilet, 53 172
Gâfir, 16 196
H
Hacc, 47 156, 157
Hadîd, 3 77, 152,262
Hadîd,28 253
Har, 2 148
Har, 7 223
Har, 9 209,212
Hcr, 94 198
Hicr, 85 172
Hucurât, 13 60
Hucurât, 14 318
Hucurât sûresi 60
Hûd, 105 69
Hûd, 114 107
Hûd Sûresi 288
I
nirah, 1 144
srâ, 44 201
srâ, 70 260
srâ, 78 107, 109
srâ, 110 106
srâ Sûresi 43
K
Kâf, 16 80
Kâf, 22 208
Kalem, 11 96
Kamer, 37, 39 314
Kasas, 12 325
Kasas, 85 155
Kasas, 88 172
Kehf,22 320
Kehf, 47-49 40
Kehf,65 254
Kehf, 109 204, 225
Ktal, 24 282
Ktal sûresi' 282
Kyamet, 22-25 102
M
Mâide, 114 149
Meâric, 19 212
Meâric, 20-21 212
Meâric, 23 121, 133
Muhammed, 19 57, 147
Muhammed, 23-23 307
BAKARA383
Mutaffifîn, 14 282
Müddessir, 4 132
Mülk, 3 88
Mü'minûn, 1 217
Mü'minûn, 115 297
N
Nahl, 32 326
Nahl,43 298
Nahl, 50 103
Nahl, 70 191
Necm, 3-4 226
Necm, 11 158,229
Necm, 42 262
Nisa, 3 174
Nisa, 80 318
Nisa, 103 107
Nisa, 114 97
Nisa, 136 307
Nisa, 148 96, 100
Nisa, 150 227
Nisa, 151 227
Nisa, 168 281
Nur, 26 338
Nûr Sûresi 27
R
Rad,39 39
Rahman, 3-4 254
Rahman, 29 161
Rûm, 17-18 106
Saffat,35 57
ûra, 1131
Taha, 49-50 54
Tâ-hâ, 49-50 257
Tâ-hâ, 130 107
Talak, 2,3 65
Talâk, 4 56
Talâk, 5 56
Talak, 7 97
Tevbe, 6 49
Tevbe, 102 99
Tevbe, 103 106
Tevbe, 122 114
Tîn,4-5 32
Tin, 4-6 339
Vaka, 7 69
Y
Yâ-Sîn,47 210
Yâ-Sîn, 82 168
Yâ-Sîn, 83 137
Yûnus, 25 264
Zâriyât, 56-57 297
Zuhruf, 2 40
Zuhruf,4 39
Zümer, 69 200
Sâd, 29 40
Sâd, 72 299
L
ISBN 978-605-5902-04-9
786055"902049
;
w
top related